17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 MAYIS 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Yoksullarla zenginler arasındaki uçurum vergide de kendini gösterdi. Asgari ücretli ödediği vergiyle zenginlere fark attı Zengin kazandı fakir ödedi “En Zengin 100 Türk”ün servetine göre, “Vergi Rekortmeni 100 Türk”ün ödediği yıllık gelir vergisi oranı yüzde 5.7 olurken, asgari ücretlinin ödediği vergi yüzde 15 ile bu oranın yaklaşık 3 kat üzerinde gerçekleşti. Ekonomi Servisi Asgari ücretli ödediği vergiyle zenginlere fark attı. İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) açıklanan gelir vergisi rekortmenleri istatistikleri üzerinden yaptığı tespitlere göre, geçen yıl “En Zengin 100 Türk”ün toplam serveti 92 milyar 351 milyon lirayı bulurken, “Vergi Rekortmeni 100 Türk”ün ödediği yıllık vergi 530.5 milyon lira olarak gerçekleşti. En zengin 100 Türk’ün ödediği gelir vergisinin oranı servetleriyle karşılaştırıldığında yüzde 5.7’lik bir oran ortaya çıkarken, asgari ücretten alınan gelir vergisi oranı yüzde 15 ile bu oranın yaklaşık üç kat üzerinde gerçekleşti. 2011 yılı vergilendirme dönemi içinde Maliye’nin bütün mükellefler ortalama tahakkuk verilerine göre, “100 Vergi Rekortmeni” yıllık 2 milyar 40 milyon lira kazanç elde ederken, aynı kazancı yaklaşık 3 milyon 215 bin asgari ücretli ancak elde edebiliyor. Diğer bir ifadeyle 32 bin 150 asgari ücretlinin yılda kazandığı geliri bir zengin tek başına elde edebiliyor. İSMMMO Başkanı Yahya Arıkan, Türkiye’de büyük zengin ve patronların yüksek vergi ödemekten şikâyetçi olduklarını dile getirdiklerini, oysa dar gelirlilerin kazançlarının tümünü tükettikleri için tamamen vergilendirildiğini vurguladı. Arıkan, “Vergi tabanının genişletilmesi, düşük gelir gruplarına vergi muafiyeti sağlanması ve dolaylı vergilerin bütçe payının geriletilmesi vergi politikasının temel karakterini oluşturmalı” dedi. Ne Mutlu! Normalleşiyoruz! Son haftalarda kamuoyu, medya tarafından sürekli olarak normalleşiyoruz baskısı altında tutuluyor. Neredeyse her gün bir ilke imza atılarak normalleşmeye koşuluyor! Normalleşiyoruz diye büyük sevinç çığlıklarından biri 23 Nisan’da TBMM Başkanı’nın verdiği resmi resepsiyona türbanlı gelinebilmesi nedeniyle atıldı. Bunu diğerleri izledi. Tam o sırada yapılan bir iç düzenlemeyle TBMM yerleşkesinde kutu bira dışında içki yasağı geldi. Sonra, içki yasağının tüm ülkeye yayılması süreci başladı; ilk sırayı Adana ya da alfabetik sıralamada onu izleyen Adıyaman değil, de üçüncü sıradaki Afyonkarahisar aldı; vali, içki yasağı koydu; ili normalleştirdi! Aynı günlerde TBMM’de, özelleştirme konusunda verilen yargı kararlarının Bakanlar Kurulu kararıyla geçersiz kılınabileceği yasalaştı. Yalnız bundan sonra yapılacak olanlar değil, geçmişte yapılmış olan ve yargıdan dönen büyük özelleştirmeler de artık Bakanlar Kurulu kararıyla sonlandırılacak. Böylece, yürütmeyi yargının üstüne çıkaran bu yeni düzenlemeyle ülkemizde, gerçek bir demokrasinin temeli olan kuvvetler ayrılığı ilkesi de normalleşme adına temelinden sökülmüş oldu! Yaklaşık 11 ay önce seçilen ve tutuklu bulunan sekiz milletvekilinin serbest bırakılması için TBMM Başkanı, yani yasama organının başındaki kişi, ortak bir çözüm yolu önerdi. Ancak, bu yeterli olmadı, yasama organında bulunan çözüm hiçe sayıldı. Bu konuda da son kararı yine Başbakan, anlaşılan ne zaman isterse o zaman verecek ve böylelikle normalleşme yolunda büyük bir ilerleme daha sağlanacak! Milli Eğitim Bakanlığı’nın 19 Mayıs törenleriyle ilgili genelgesi Danıştay tarafından iptal edildi. Danıştay kararını bir garabet olarak gören bakan, yalnız 19 Mayıs’ın değil, tüm ulusal bayramlarda yapılacak törenleri de kapsayan ve iyice anlamsızlaştıran yeni bir düzenleme yapılacağını normalleşme adına müjdeledi. Bununla da kalınmadı; aynı bakanlık orta dereceli okul öğrencilerinin evlenme yasağını kaldıracak düzenlemeler yapmakta olduğu, böylece, çocuk yaşta evlenmeler kolaylaştırılarak normalleşme yönünde dev bir adım daha atılmış olacağı ortaya çıktı! Normalleşme, yalnız eylemde kalmıyor; ülkenin düşünce ortamı da hızla normalleşiyor. İstanbul’da yapılan 1 Mayıs gösterilerine ilk kez kapitalizm karşıtı Müslümanlar da, Arapça ve Türkçe yazılı “Mülk Allah’ındır” pankartıyla katıldı. Böylelikle, son yıllarda gökten zembille inmişçesine Müslüman sol türü üretildi. Oysa ütopik sosyalizmin öncülerinden P. Proudhon, 19. yüzyılın ortalarında özel mülkiyete karşı çıkarak “Mülkiyet hırsızlıktır” demişti. Bakalım bizimkiler bu noktaya kaç yıl sonra gelecekler?! Ülke öyle normalleşiyor ki, 1 Mayıs’ta Tandoğan’da işveren bakan sendikaların mitinginde konuşmacı oluyor! Bu gelişmelere koşut olarak, her gün yeni Nurculuk türleri türüyor; kapitalist Nurculuk; sosyalist Nurculuk ve hatta Kemalist Nurculuk. Özelleştirmeleri yargının denetiminden tümüyle çıkaran düzenleme TBMM’den geçirildiği sırada; AKP hükümeti tiyatroları da özelleştirirken ana muhalefet partisi de uyumuyor; normalleşme sürecine yeni bir katkı daha yapmak amacıyla, nasıl bir Müslümanlık sorusuna yanıt arıyordu! Ana muhalefet partisi Bosna’da bulduğu zarif dindarlık yaklaşımıyla, AKP’nin ılımlı İslamının karşısına çıkıyor; işin içine estetik bir boyut da katıyor; her şeye din gözlüğünden bakmaya alışıyor; kendi deyimiyle köy dindarlığından kent dindarlığına geçişin dinamiklerini keşfediyor! Onca İslamcı parti varken, diğerleri de hızla İslamcı olurken bunlar yetmiyor; yeni İslamcı partiler kuruluyor. Normalleşme vurgusu o noktaya taşındı ki siyasal İslam konularında yazmayan ve konuşmayanlar artık çağın gerisinde kalmış sayılıyor! Ülkenin tüm hücreleri siyasal İslam düzlemine doğru hızla normalleşiyor! Kâr transferi serbest Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt yönetiminin, ekonomiyi canlandırmak için elinden geleni yaptığını ı anlatan Neçirvan Barzani, yabanc ın ylığ kola ü türl sermayeye her sağlandığını aktardı. Barzani’nin konuşmasının satır başları şöyle: ? Kâr transferi sorunsuz. Olsa hiç de fena olmaz ama yerli ortak şart değil. İsteyen, istediği yerden işçisini de getirebiliyor. Örneğin yeni açılan Divan’ın tam 22 ülkeden personeli var. ? Toplam 45 milyar varille bölgedeki petrol rezervi dünyada 6. sırada. Bölge hükümeti ilk yıllarda elektrik, konut ve altyapı alanlarına yönelmiş. Şu sıralar tarım, turizm ve sanayi sektörü gözde. ? Gelen doğrudan yabancı sermaye içinde Türkler ilk sırada. Yatırımın üçte biri Türklerden, Türklerin yarısı kadarı da ikinci sıradar, ki İranlılardan. İngilizler, Mısırlıla li kiye Tür or. izliy rı onla r anla Alm şirketler 510 yıl arası vergi muafiyetinden yararlanıyor. ? Çarşı pazarda gıda ürünlerinde Türkiye ile İran çekişiyor. Süleymaniye tarafında İran, Erbil ve k Dohuk’ta Türk malları hâkim. Tür . iyor den teli kali ama malı pahalı, Çin malları ise hızla yer ediniyor. ? 6 binin üzerinde Türkiyeli Erbil’e yerleşmiş ticaret yapıyor. Ziraat Bankası şube açmış. Al Baraka faaliyete geçti. ? Birçok büyük proje Türk firmalarının elinde. ? Habur’dan bölgeye günlük TIR girişi 1500 civarında. Atlasjet ve Pegasus sefer yapıyor. Otobüs şirketleri karşılıklı seferde. Bu yoğun trafikte kendisi de Erbilli olan İhsan Doğramacı 48 yaş çocukla il Erb ent Bilk diği edil ul kab n rını College’ı kurmuş. Fethullahçıların da anaokulundan çeşitli kademe lerde 23 okulu var. Pazar günü Yunanistan’da genel seçimler, Fransa’da da başkanlık seçimleri vardı. Siz bu yazıyı okurken büyük olasılıkla sonuçları öğrenmiş olacaksınız. Bunlar, AB ve Amerikan basınına bakılırsa, sonuçları Avrupa Birliği’nin geleceğini belirlemeye aday önemli seçimler. Yunanistan’da yayımlanan Ta Nea gazetesinin yazarlarından Pretenteri, “Kusura bakmayın ama, açık konuşmak gerekirse, Fransa’da yapılan seçimler daha önemli. Acı gerçek şu ki, Angela Merkel’in itiraf ettiği gibi ‘bu günlerde Avrupa politikası aynı zamanda iç politika’. Avrupa çapında sorunların çözülmesine ilişkin Fransız seçmenin yeni, farklı bir perspektif sunma şansı var” diyor. (Ta Nea 03/05/12) Buna karşılık, Brüksel’deki Avrupa Çalışmaları Merkezi’nin (Centre For European Policy Studies) başkanı Daniel Gros’a göre Avrupa’nın geleceği açısından, “Yunanistan seçimleri sonunda, Fransa seçimlerinden daha önemli olabilir... Yunanlılar esasa ilişkin bir seçim yapmak durumundalar: Avro içinde kalacaklar mı, Avro’dan çıkacaklar mı? Bu, çok derin bir ekonomik kriz. Gelecek hükümetin yapması gereken çok şey var” (New York Times, 04/05/12). Kathimerini gazetesi de “Yunanistan seçim sonuçlarının Avrupa’yı sarsacağına” inanıyor (04/05/12). Ben bu iki ülkede bu seçimlerin değil, bundan sonraki seçimlerin çok daha önemli olacağını düşünüyorum. Neçirvan Barzani Türkiye’yi ekonomik açıdan Kürdistan bölgesinin stratejik ortağı ilan etti ‘Erbil, İstanbul’dan güvenli’ İlk seçenek Irak’ın toprak bütünlüğü Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi lideri HASAN ERİŞ Mesud Barzani, yaklaşık iki hafta önce, eylülde KuERBİL Türkiye’yi ekonomik açıdan “stratezey Irak’ta yapılacak sejik ortak” gördüklerini belirten Kuzey Irak Bölçimlere kadar Irak Merkezi gesel Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan BarHükümeti Başbakanı Nuri el zani , Türkiye’deki tüm büyük şirketleri bölgeMaliki ile mevcut sorunların ye yatırıma çağırdı. çözümü konusunda anlaşmaya Bölgenin güvenliği konusundaki soruları cevarılamazsa, bağımsızlık için revaplarken, “Sizi üzmek istemem ama buraferanduma gidebileceklerini söysı İstanbul’dan daha güvenli” diyen Barzalemişti. Barzani, bu konudaki soruları şöyle yorumladı: ni, Koç Grubu’nun Erbil’deki Divan Oteli açıBaşkan sadece Kürt bölgesi lışından sonra gazetecilerle yaptığı sohbette şuniçin değil, tüm Irak için konuşuları vurguladı: yor. Halkın da yaşanan sorunL Türkiye’nin en büyük gruplarından biri olan ları bilmesi gerekiyor. Bunları Koç Topluluğu’nun Erbil’e gelmesi bizim için çözmek için bir yol çizmiştir. çok önemli. Ayrıca Mustafa Koç ile kardeşçe bir Birinci seçenek Irak’ın toprak ilişkim var. Diğer büyük grupların yatırımını da bütünlüğüne, anayasasına dileriz. göre bir çözümdü. İkinci L Biz bir geçiş dönemindeyiz. Doğal olarak yaseçenek parlamentoya tırımcılarla ilişkilerde bazı sıkıntılar olabiliyor. Ama dönmek. Irak’ın toprak bunları yavaş yavaş aşıyoruz. Özel bir komisyon da oluşbütünlüğüne çözüm turduk. getirmek lazım. L Piyasamız ve pazarımız herkese açık. Ama biz, ekonomik Irak hepimizin açıdan Türkiye’yi stratejik ortak olarak görüyoruz. O nedenle yoIrak’ıdır. Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani, bölgenin güvenliği konusundaki soruları cevaplarken, “Sizi üzmek istemem ama burası İstanbul’dan daha güvenli” dedi. Anayasadaki hakkımızı alıyoruz Neçirvan Barzani, Bağdat yönetimi ile bazı sıkıntılar yaşadıklarını belirterek “Biz Kürdistan bölgesi olarak anayasada yer alan hakkımızı arıyoruz. Onlar istemiyor. Problem burada. Exxon Mobile bu hakkı kullanamayan bir bölgeye gelip niye yatırım yapsın? Petrol gelirlerinden yüzde 17 payımızı vermiyorlar diyemem. Anayasada ‘Petrol Irak halkınındır’ yazıyor. Paylaşımı belli. Bu yüzde 17’yi sorunsuz almak isteriz. Bağdat paylaşıma tam uyarsa tabii ki sıkıntı olmaz” açıklamasını yaptı. lumuza çıkan tüm sorun ve problemleri çözebilmek için gereken her adımı atmaya hazırız. L Kürdistan bölgesinin ekonomik durumu her geçen gün daha da iyiye gidiyor. Şu an kişi başına düşen gelir 4.500 dolar kadar. Ama almamız gereken çok uzun bir yol var. L Almanya’dan sonra biz Türkiye’nin en büyük ticaret ortağıyız. Türkiye ile 8 milyar dolar ticaret hacmimiz var. Bunun yüzde 75’i bizim bölgeden. İran ile 4 milyar dolar. Diğerleri çok daha az. Esas ticari ortaklarımız bunlar. L Şu anda 2 rafinerimiz yapılmak üzere. Bunlardan birini Türk şirketi (Genel Enerji) yapıyor. TPAO’nun gelmesini diliyoruz. Kriz içinde kriz Neden böyle düşündüğümü gösterebilmek için önce, bu seçimlerin yapıldığı ortamın kimi özelliklerine, bu ortama ilişkin uzun dönemli beklentilere kısaca değinmek istiyorum. Yaklaşık dört yıldır süregelen, son aylarda yeniden derinleşmeye başlayan bir ekonomik kriz bu ortamın zeminini oluşturuyor. İşsizlik, yoksullaşma gibi krizlerin olağan sonuçlarının yanı sıra Avrupa Birliği projesini zorlamaya başlaya bir “devlet maliyesi krizi” üye ülkelerin siyasi dokuları, siyasi rejimleri üzerinde çözücü, sınıf çelişkilerini derinleştirici etkiler yapıyor. Bu “devlet maliyesinin krizi” üye ülkelerin aralarındaki, egemenlik bağımlılık (emperyalizm) ilişkilerini de gözler önüne seriyor. Ekonomik kriz altında boğulan halk sınıfları, devletlerinden kendilerini korumalarını istiyor, kendi ekonomik coğrafyalarına (ülke, İtalya örneğinde olduğu gibi bölge) öncelik vermeye zorluyorlar. Bu talepler 19. yüzyılın sonunda başlayan küreselleşme sürecinin dağılmasına yol açan etkenlerin arasında önemli bir yer tutuyordu. Bugün de bu talepler (ulusalcılık, korumacılık vb.) gerek küresel, çapta gerek AB bağlamında, ekonomik bütünleşme ve yönetişim oluşturma süreçlerini tehdit ediyorlar. Bu ortamın daha uzun süre devam edeceğini düşündüren bir raporu (ILO Dünya Çalışma Raporu 2012) geçen hafta aktarmıştım. Avrupa Strateji ve Politika Analiz Sistemi’nin (ESPAS) geçen hafta yayımladığı “Küresel Eğilimler 2030 Arabağlantılı ve Çokmerkezli Dünyada Vatandaşlar” başlıklı rapor, “uzun döneme”, ILO’ya göre daha uzmanlaşmış bir düzeyden bakıyordu. Yunanistan Fransa ESPAS raporuna göre gelecek 18 yıl boyunca, bir taraftan yeni teknolojiler ve ağa bağlı yaşamlar üzerinde sayıları hızla artan bir “orta sınıf” (bunların aslında işçi sınıfının yeni kesimleri olduğunu düşünmek yararlı olabilir) siyasi ve ekonomik yönetim süreçlerinde daha fazla söz sahibi olmak istiyor. Diğer taraftan, toplumlar arasında bağlantılar yoğunlaşırken dini, etnik, ulusal, bölgesel kimliklere ilişkin farkındalıklar da artmaya devam edecek. Bu iki eğilimin dile getirdiği taleplerle, hükümetlerin bu taleplere cevap verme kapasitesi arasındaki uçurum ekonomik, ekolojik baskıların altında daha da derinleşecek. Böylece ESPAS araştırmasına göre uluslararası sermayenin çıkarlarını tehdit eden olağan şüphelilerin (ulusalcılığın, halkçılığın ve “aşırı siyasi” uçların) etkileri giderek artabilecek. Rapor bu resmi, kaynaklar üzerinde rekabetin artması, küresel yönetişim yokluğu, yükselen güçler gibi sorunlara da değinerek zenginleştiriyor. ‘Bir şeyler dağılıyor, merkez çöküyor’ Özetle, bu seçimlerin zeminini oluşturan siyasiekonomik, hatta ideolojik/kültürel eğilimlerin gelecek 20 yıl içinde derinleşmeye devam edeceği anlaşılıyor. Bunların ışığında bu seçimlere dönersek. İki saptama yapabiliriz. Birincisi, Fransa ve Yunanistan seçimleri, yönetime halen var olandan farklı kadroların, krizin etkilerini hafifletebilecek ekonomi politikaların gelmesine yol açamayacak. Fransa’da Hollande, Financial Times’ın yazarlarının vurguladığı gibi “korkulacak” biri değil. Wolfgang Müncahu (FT Almanya), Almanya’nın Avrupa’ya dayattığı kemer sıkma politikalarını düşünerek “Belki de ilerici bir başkaldırının başlangıcı olabilir” diyor. Philip Stephens de The Economist”in “Tehlikeli Adam” saptamasına atıfla “Fransız devrimi gevezeliğine son verilmesini” istiyor. Hemen tüm yorumcular, Hollande’ın bono piyasalarına tutsak olacağına, Merkel’in de eninde sonunda Hollande’la bir uzlaşma noktası bulacağına inanıyor. Hollande’ın partisi de tam o günlerde, Hollande vaatlerinden dönmeye başladığı sırada, haziranda yerel seçimlere gidiyor olacak. Yunanistan’da durum çok da açık; seçimlerden, ülkeyi 1975’ten bu yana yöneten muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi ve PASOK, iyimser yaklaşımla toplam yüzde 3540 oy alarak çıkacaklar. Hazirana kadar, seçmenin neredeyse yüzde 70’inin karşı olduğu kemer sıkma önlemlerini meclisten geçirecek koalisyonu kurabilmek için pazarlığa oturacaklar. Birçok gözlemci seçimlerden sonra kurulacak hükümetin fazla yaşamayacağına inanıyor. Bu madalyonun öbür yüzünde, Fransa’da, faşist eğilimli Ulusal Cephe’nin adayı Le Pen’in yüzde 20 ve Sol Blok’un adayı Melenchon’un yüzde 12 oyu var. Meclise girme barajı yüzde 3 olan Yunanistan’da Sol Koalisyon’un yüzde 13, Komünist Parti’nin yüzde 11, EkolojiYeşiller’in yüzde 45 (Hepsinin toplamı yüzde 30’a yaklaşıyor) oy alması bekleniyor (Kathimerini, 03/05/12). Kendilerine faşist, hatta Nazi denmesine, aldırmayan, Hitler’in büyük bir tarihsel şahsiyet olduğuna inanan Altın Şafak Partisi’nin de yüzde 5+ oy alarak meclis girmesi bekleniyor. Her iki ülkede de merkez partilerin krize, toplumsal sorunlara çözüm üretme, halkın taleplerine cevap verme kapasitesi ile halkın tepkileri arasındaki uçurum hızla derinleşiyor, derinleşmeye de devam edecek. Bu derinleşme de faşist partilerin, ulusalcılığa, otoriter ve güçlü lider arayışına, yabancı düşmanlığı gibi kolay çözümlere, demagojik antikapitalizme dayanan politikalarını umut gibi sunmalarını kolaylaştıracak, güçlenmelerini hızlandıracak. Bu derinleşme sınıf çelişkilerini, çözümsüzlük algısını güçlendirerek komünist hareketlerin halka ulaşma, “sınıf karşı sınıf” politikalarıyla taraftar kazanma şanslarını arttıracak. Bu saptamalarda biraz olsun gerçeklik payı varsa, liberal demokrasi ve neoliberalizm üzerinde oluşmuş mutabakatın (hegemonik momentin) dağılma sürecinin, siyasi merkezin çökme eğiliminin hızlanmasını, giderek şiddetli sonuçlar yaratmasını beklememiz gerekiyor. Otomotiv ihracatına AB darbe vurdu Ekonomi Servisi Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği’nin (OİB) nisan ayı ihracat raporuna göre, yılın ilk dört ayında otomotiv endüstrisi yüzde 1’lik daralma ile 6 milyar 778 milyon dolarlık ihracata imza attı. Ocaknisan döneminde geçen yılın aynı dönemine göre AB bölgesine yüzde 6 gerilemeyle 4 milyar 680 milyon dolarlık dış satış gerçekleşti. AB’ye nisan ayı ihracatı yüzde 18 geriledi ve 1 milyar 84 milyon dolarda kaldı. AB dışındaki tüm bölgelere ihracatta artış yaşanırken, Türk Cumhuriyetleri’ne yüzde 130 artışla 33 milyon, Afrika’ya yüzde 42 artışla 111 milyon, Ortadoğu’ya yüzde 26 artışla 108 milyon, Eski Doğu Bloku’na yüzde 22 artışla 123 milyon, Amerika’ya ise yüzde 7 artışla 116 milyon dolarlık ihracat yapıldı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle