27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 NİSAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Büyülü Gözler: Gülriz Sururi “Bu kadın antik Yunan ve Anadolu efsanelerinden fırlayıp günümüze düşmüş bir tanrıça” Açık denizin ve gökyüzünün maviliğine doğru açılan güzel koyun rengi yavaş yavaş laciverde dönüyor. Akşam iniyor Torba’ya. Çarşaf gibi suları mağrur başı yukarıda, tatlı bir hışırtıyla yararak ilerleyen güzel kadın dimdik vücudu ve büyülü gözleriyle çıkıyor karaya. “Bu kadın antik Yunan ve Anadolu efsanelerinden fırlayıp günümüze düşmüş bir tanrıça” diyorum kendi kendime. Gülriz’e hayran oluyorum bir kez daha. Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Türk tiyatrosunun kilometre taşlarından olmanın yanı sıra, benim kişisel tarihimde de belirleyici bir eşiği temsil ediyorlar. Bizim kuşak açısından tiyatro, “okul”da öğrenilen bir meslek olmanın ötesinde, gerek ödenekli tiyatrolar gerekse 60’lı yılların altın çağında sayıları çok artmış özel tiyatrolar sayesinde sahnede, ustaların yanında doğrudan çalışarak sırrına erilen bir sanattı. Bu özel tiyatroların en önde gelenlerinden biri olan Gülriz SururiEngin Cezzar Tiyatrosu ise, kurucularının şahsında, gelenekle Batı tiyatrosunun buluşmasını da simgeliyordu bir anlamda. Bir yanda Sururi ailesi içinden yetişen ve Muhsin Ertuğrul, Muammer Karaca gibi büyük ustalardan tiyatroyu öğrenen Gülriz Sururi, diğer yanda ABD’de Yale’de ve Actor’s Studio’da eğitim alan Engin Cezzar… Gülriz’in annesi ne yazık ki çok genç yaşta (23) ölen ilk Türk primadonnası Suzan Lutfullah Sururi, babası ise “Ayşe” operetinde Suzan Hanım’ın karşısında diğer başrolü oynayan, ilk operet kurucularından Lutfullah Sururi’ydi. Gülriz kendisinin de sahneye ilk kez o operette, annesinin karnında çıktığını neşeli üslubuyla sık sık vurgulamıştır. 1960’lı yıllarda Beyoğlu’ndaki Elhamra Sahnesi’ni iki tiyatro topluluğu paylaşırdı: Celal Sururi, Ali Sururi, Alev Sururi, Toto Karaca, Mehmet Karaca ve Cem Karaca gibi isimlerin çalıştığı İstanbul Tiyatrosu ile 1962’de kurulan Gülriz SururiEngin Cezzar Tiyatrosu. Ben mesleğe ilk profesyonel adımlarımı böyle bir tiyatroda ve çevrede atmanın yanı sıra, o yaşımda Gülriz ve Engin ile karşılıklı oynama şansını yakaladım. 1966’da İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun Çocuk mak için bulunmaz bir okuldu burası. Sanırım ben de o okulu, o okulları iyi değerlendirdim. Yıllar ve yıllar sonra, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahneye koyduğum “Kerbela”yı izleyen Gülriz Sururi, “Ayşe Emel bu oyunu izledikten sonra, iyi ki o zaman Gülsüm rolüne seni seçmişiz diye düşündüm” dediğinde bir döngü tamamlandı benim için. Çünkü bir tiyatrocu açısından, ustasından övgü almak ödüllerin en büyüğüdür. Gülriz Sururi çok yönlü bir sanatçıdır. Sahnede o tamamen kendine özgü oyunculuğuyla çizdiği “Zehra”, “Zilha”, “İrma”, “Edith Piaf” gibi unutulmaz karakterlerin yanı sıra, yazarlık, yönetmenlik, mutfak sanatı, televizyon programcılığı gibi çeşitli alanlarda hep başarılı olmayı başardı Gülriz. “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” (anı), “Biz Kadınlar” (gazete yazıları), “Bir An Gelir” (anı), “Girmediğim Sokaklarda” (öykü), “Seni Seviyorum” (roman) gibi yazın yapıtlarının yanı sıra, üç sahnelenmiş oyunu ve üç yemek kitabı olan Gülriz Sururi’nin, Suat Derviş’in aynı adlı eserinden oyunlaştırıp sahneye koyduğu “Fosforlu Cevriye” isimli müzikal ise Ankara Devlet Tiyatrosu’ndaki dördüncü sezonunda hâlâ kapalı gişe oynuyor. Oyuncuları, “Gülriz Hanım’a bakınca, bizde ciddi bir enerji eksikliği sorunu olduğunu düşündük” diyorlar gülerek. Bu yıl Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Çağdaş Yaşam Cumhuriyet Ödülü’nü “Cumhuriyetin temel değerlerinin korunması, laiklik ve çağdaşlık konusunda ilkeli duruşları, ülkemizde tiyatro sanatının gelişmesine, evrensel sanata ve topluma verdikleri emek ve katkılarından dolayı” Gülriz Sururi ve Genco Erkal’a verdiğini öğrenince çok mutlu oldum. Çağdaşlık ve tiyatroyu yan yana getiren bu ödülün anlamı büyük. 10 Nisan Salı günü, Işık Lisesi’nin Muvaffak Benderli Konferans Salonu’nda ödüllerini alacak olan mesleğimizin iki ustasını sadece bizler değil, “kubbede bıraktıkları hoş sedalar”la onları izlemeyi sürdüren kendi “ustaları” da alkışlayacaklar, eminim. Zincirin halkaları birbirine eklenecek, nehir denize doğru akmayı sürdürüyor, sürdürecek. Köşeboşu Gazeteci değilim, kendimi köşeyazarı da saymıyorum, “Açık Mektup” yazdığıma göre belki “mektupçu” sayılabilirim; zarfı yok, içi açık, pulu pazartesi damgalı bir mektup işte yazdığım. Şimdilik, yani pazartesiler olduğu sürece. Şu adı da güzel Arjantin filmi “Güneşli Pazartesiler”in içi pek de güneşli değil, bir işsizlik öyküsü çünkü. Bir yıl kadar Birgün’de de pazartesileri yazmıştım. Pazartesi yazmanın nasıl bir duygu olduğunu hâlâ bilmiyorum. Bilmem ki ne demeli, “Mektuplu Pazartesiler” mi “Yazılı Pazartesiler” mi yoksa “Köşeli Pazartesiler” mi? 10 yıl Radikal’de yazdım, sonra da bir “Güzel Haziran”da bi güzel atıverdiler köşeden, 5 yıl olacak. Kültürsanat sayfalarında yazınca, işten çıkarılmanın, köşeden atılmanın da pek tadı çıkmıyor! Varlığın yokluğuna armağan olmuş bir biçimde, ne yazarsan yaz, senin gibi birileri okuyor onları da. Böylece benim de “Güneşli Pazartesiler” gibi hayli “İyimser Çarşambalar”ım oldu. Siyasi bir yanı yoktu bizimkinin, başka yazarlar ve gazetecilerle birlikte 41 kişiydik. İşten çıkarmak için gerekçe boldur, kimi zaman ekonomik nedenlerle küçülme olur, kimi zaman yenilenme, kimi zaman da gazeteyi gençleştirme işlemi. Bunların arkasında çoğu zaman siyasi nedenler olduğunu herkes bilir, yazılı basının yazısız kuralı gibidir bu. Artık televizyonda da benzer işlemler yapılıyor. Can Dündar, Banu Güven ve Ruşen Çakır örneği daha çok yeni. Hele hiçbir türden muhalefetin istenmediği bu dönemde, çoğu zaman iktidarın uyarısına bile gerek kalmadan, onunla iyi geçinmek için basın bu işi kendiliğinden yapıyor. Gazeteyi ve gazeteciliği magazinleştiren, bir dönemin ünlü genel yayın yönetmeni ise, gazetenin bir köşesinde kendi kendine saklambaç oynuyor şimdi ve çok trajik bir hali var. 12 Eylül’ün yargılanmaya başlandığı bugünlerde gazetelerin ve gazetecilerin başına gelenlerse hiç de 12 Eylül’ü aratmıyor. Özgür Gündem kapatıldı, yeniden açıldı ama, sonrası belirsiz. Türkiye otoriter yapısından hiç ödün vermedi, şimdi de muhafazakâr otoriter bir dönem yaşıyoruz. Basında çalışan arkadaşlarımın sayısı ise giderek azalıyor. Nuray Mert’i çok eskiden tanırım, öğrencilik yıllarından. Hep “doğrucu” bir insan diye bilirim. Yazı yazmaya başladığında doğal olarak bu erdemini yazısına da taşımıştı. Şimdi yazdırılmıyor. Nuray tatile çıktı! Allah’tan Radikal, Hürriyet, Milliyet derken onunla ve yazısıyla tanışan hayli şanslı bir okur kitlesi oluştu. Ece Temelkuran da Cumhuriyet’teki röportajlarıyla dikkatimi çekmişti, edebiyatın diliyle gazetecilik dilini buluşturmadaki yeteneği övgüye değer ama, ayrıca bir üslup sahibi olarak iyi bir edebiyatçı, denemeci ve şair diye de okudum onu her zaman. Yine okurum, okuruz. Türkçe, kendisini bunca zenginleştiren bir dil ustasının kısa süreli olsa da eksikliğini hak etmiyor. Ece, mahalleden arkadaşım. Özdemir İnce’nin şiirleriyle 45 yıldır, kendisiyle 35 yıldır tanışırız, Ankara’dan. Türk şiirinin önde gelen şairlerinden olmasının yanı sıra, şiir kuramı üstüne benzersiz kitaplarıyla, Türkçeye çeviri yoluyla kazandırdığı şiirler ve romanlarla, adanmış bir yaşam örneği olarak durur önümüzde. Bütün iyi şairler gibi “cins”tir. Çalışkandır. Onun elbette bir gazetede yazmaya ihtiyacı yok, ama ülkenin en değerli şairlerinden birine yapılan bu işlem de doğrusu insanın içini acıtıyor. Sefa Kaplan’ı da önce iyi şiirlerinden bilirim. Sonra Aktüel’de yeni bir yazı olarak gördüğüm değinilerini, lezzetli kısa yazılarını kaçırmadan okurdum. Has edebiyat adamıdır, öyküleri de şiirlerini aratmaz. Hürriyet’in “gençleştirme” işleminden o da payını almış, aynı yaştayız, daha 56 yaşındayız. Yoksa bu gazeteler mi yaşlandırdı bizi? Sefa, mahalleden değil ama arkadaşım. Bir de mahalleden eski komşum var, Hadi Uluengin. Ne dünyamız ne düşüncelerimiz benzer, “Rosenbergler Ölmemeli” oyunu için yazdıklarından ötürü kendisini de eleştirmiştim, ama bu geçmiş olsun dememe engel değil elbette. Hepinize “Güneşli Pazartesiler” dilesem, olmaz, yanlış anlaşılır, en iyisi güneşli günler dilemek! Çok yönlü bir sanatçı Türk tiyatrosunda bir kilometre taşı Çağdaş Yaşam Cumhuriyet Ödülü Tiyatrosu’nda sahneye çıkıyordum. Güngör Dilmen’in yeni yazdığı “Kurban” oyunundaki Gülsüm karakteri için 1516 yaşlarında bir genç kız arayan Gülriz Sururi ve Engin Cezzar beni “Hansel ve Gretel” oyununda izledikten sonra beğenmişler, rolü bana teklif ettiler. Tam anlamıyla şans kapımı çalmıştı: Gülriz ve Engin’in yanı sıra, Aliye Rona, Güner Namlı, Ülkü Tamer, Gülsen Tuncer, Meral Küçükerol, Binnaz Gürses gibi oyunculardan oluşan bir kadro ile çalışıyordum (küçük çocuk rolünde de sevgili dostum Ülkü Akbaba vardı). Profesyonel tiyatro yaşamına adım at ‘BÜLBÜL DERESİ’NE 630 BİN LİRA Nobel Ödüllü Alman yazara şiir tepkisi Günter Grass’ın “Söylenmesi Gereken” lı şiirinin Kültür Servisi İsrail İçişleri bulacağı İran’dan yapmasını Savaşı’nın son aylarında Nazi Al ad bir bölümü Bakanı Eli Yishai, eski Nazi tavsiye ediyorum” ifadelerini manyası’nın askeri kollarından şöyle: biri olan WaffenSS birliğinde gölerin ülkeye girişini yasaklayan kullandı. yasa çerçevesinde Nobel ÖdülGünter Grass’ın, İsrail’in nük rev aldığını, bundan utanç duylü Alman yazar Günter leer politikasını sert bir dille duğunu 2006 yılında açıklamıştı. Diğer yandan Alman Yeşiller Grass’ın ülkeyi ziyaret etme eleştirdiği ve geçen hafta ya“Neden bu yaşıma kasine yasak getirildiğini belirtti. yımladığı “Söylenmesi Gere Partisi Federal Meclis Grubu Gedar bekledim, Yishai yaptığı açıklamada, ken” (“Was gesagt werden nel Sekreteri Volker Beck ise, İsSon mürekkebimle “Günter, yalan ve çarpık eser muss”) başlıklı şiirine, İsrail ta rail’in Grass’a, ülkeye girme yabunları söylemek için: sağı getirmesini abartılı ve hatalerini yaymaya devam etmek rafından tepki gelmişti. Nükleer güç İsrail, zaten istiyorsa bunu izleyici desteği Günter Grass, İkinci Dünya lı bulduğunu belirtti. kırılgan olan dünya barışını tehdit ediyor. Çünkü yarın çok geç olacağından bunun Fazıl Say şiirlerle ‘SES’lenecek Mimar Sinan anılıyor söylenmesi gerekiyor; Kültür Servisi Türk Tabipleri Birliği’nce düzenKültür Servisi Mimar Sinan Güzel Sanatlar Çünkü, biz zaten lenen “Behçet Aysan Şiir Ödülü” töreni, bu yıl Üniversitesi (MSGSÜ) Mimar Sinan’ı anma etyeterince suçlu bir özel bir konsere ev sahipliği yapacak. Ankara Çanr kinliklerine ev sahipliği yapıyor. Bugün, Sedad geçmişe sahip Almanla kaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde buHakkı Eldem Oditoryumu’nda yapılacak tören, rak ola gün yapılacak etkinlikte, dünyaca ünlü piyanist ve de, Mimar Sinan’la ilgili sunumların ardından, görülebilecek bir Ön besteci Fazıl Say’ın, Behçet Aysan’ın “Bir BaMimar Metin Keskin’in “Mimar Sinan” temalı suçun taşeronlarına har Dalıyla”, Metin Altıok’un “Odasında suluboya resim sergisinin açılışı da gerçekleştiridönüşebiliriz. Bir Evin” ve Aziz Nesin’in “Sivas Acısı” adlı lecek. Ayrıca, gazetemiz yazarı Erhan Karaesİtiraf ediyorum: Artık yapıtlarından oluşturduğu yeni projesi “Ses” ilk men, 12 Nisan Perşembe günü saat 15.00’te, fasessiz kalmayacağım.” kez seslendirilecek. kültenin video konferans salonunda “Sinan teBu yıl 17.’si düzenlenen Behçet Aysan Şiir Ödüması üzerine lü’ne, Tozan Alkan’ın “Sana Şehir Gelecek” adlı çeşitlemeler” başlıklı bir kitabı değer görüldü. konferans verecek. Günter Grass’a İsrail yasağı Kültür Servisi Ünlü müzayede şirketi Antik AŞ’nin dün Swissotel’de gerçekleştirdiği 272. müzayedesinde, özel koleksiyonlardan seçilmiş değerli tablolar ve antikalar satıldı. Antik AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Turgay Artam’ın yönettiği ve yaklaşık 500 kişinin katılımı ile gerçekleşen müzayedede, Sami Yetik’in “Kartopu Çiçekleri” konulu natürmort çalışması 660.000 TL’ye, müzayedenin en değerli eseri olarak kabul edilen Nazmi Ziya’nın “Bülbül Deresi” tablosu ise 630.000 TL’ye alıcı buldu. Müzayedede hatlar, fermanlar, elyazması Kuranıkerim’ler, tuğralı gümüşler, tophaneler, mineli cep saatleri ve tablolar en çok rağbet gören eserler oldu. YILMAZ GÜNEY KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ ÖDÜL TÖRENİ YAPILDI ‘O bir ışık gibi dövüştü…’ Kültür Servisi Bu yıl ikincisi düzenlenen Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali’nin ödül töreni, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda önceki gün gerçekleştirildi. Sunuculuğunu Derya Durmaz ve Atilla Saral’ın yaptığı törene, Yılmaz Güney’in ailesi, dostları, mesai arkadaşları ve sevenleri katıldı. Öykü, karikatür, fotoğraf, Fatoş Güney sinema, şiir ve müzik dallarında ödüllerin sahiplerini bulduğu törende, aralarında Melike Demirağ, Feryal Öney, Eylem Aktaş’ın bulunduğu isimler, müzik dinletisi sundu. Burada konuşan Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney, Yılmaz Güney’i anlatmanın çok zor olduğunu, onu anlatmak için projeler geliştirdiklerini söyledi. “Böyledir Bizim Sevdamız” eserini seslendiren Grup Munzur, Yılmaz Güney’e en çok yakışacak sözün şu olduğunu vurguladı: “O bir ışık gibi dövüştü…” Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın Ahmet Kaya’ya atfen hazırladığı dans gösterisinin ardından konuşan BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Pozantı Cezaevi’nde çocukların gördükleri işkencelere dikkat çekti. Ödül töreni, Yaşar Kurt’un sevilen ezgilerini seslendirmesiyle son buldu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle