19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 MART 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 15 Yeni Türkiye ve Kesintisiz Konuşmak... umhurbaşkanı Gül C içtenlikle açıkladı: “Yeni Türkiye’de her GÖRÜŞ OĞUZ ÖZLEM (*) Etik... Ne Ettik Ne Etmedik! kadar çok bağımsız O kurul var ki... Hesabını tutan, hangisi, nerede ne iş yapıyor, bilen yok. Dün o kurullardan biri daha manşetlere çıkınca... Varlığından haberdar olduk... “Başbakanlık Etik Kurulu”... Bravo! Bu tür bir kurulun kurulacağı en ideal yer. Bu kurul çizmeden yukarı çıkmış... Başbakan’a bağlı bir “danışman”a verilen 30 bin TL maaşı “etik dışı” bulmuş! “Etik dışı olan, bu maaşı vermek mi, almak mı?” Kurul, eli değmişken başka yerlere de dokunsa.. Memur emeklisine 3040 lira zammına... Milletvekili Hakan Şükür’ün meçhul bedellerle TV’de gece mesaisi yapmasına... Bu mesainin iznini Başbakan’ın vermesine… Baskın yasalarla eğitim sisteminin altüst edilmesine… şey daha şeffaf!” Bendeniz, Sayın Gül’e gözüm kapalı inanırım. Çünkü o tarafsız bir Ak Partili’dir... Tarafsızlığın andını bile içmiştir. Karaya, ak demesi için hiçbir nedeni kalmamıştır. Çünkü... Allah uzun ömürler versin... Yukarıda yükselecek bir tek bulutlar kalmıştır! Evet... Yeni Türkiye’de her şey daha şeffaf... Ve her şey daha göstere gösteredir: İktidar, “Kesintisiz eğitimi 12 yıla “Oku!” (ikra) İslamiyetin ilk buyruğudur! İnsan, okuyarak gelişir. Okumak (ilim) kendini bilmektir. Neyin, nasıl, ne kadar süreyle okunacağına iktidarlar karar verirse insan kendini bilemez. Okuma (ilim) amacına ulaşamaz. (Turhan Selçuk’a saygı ve özlemler!) çıkartıyoruz!” diyor... Ama niyetini de açık açık ilan ediyor: 4 artı 4 artı 4!!! Daha da şeffafı... Şam’da kayısı hoşafı! CHP’li Engin Özkoç, 4+4+4’ün hem tanesine dokundu hem de suyuna. Bu işi de... Okurumuz Hamza Saykan’ın dediği gibi, hesaba kitaba uygun yaptı. 4+4+4 = 12’dir! Halkın yüzde 91’inin ise eğitimi dilim dilim eden bu yasadan haberi yoktu. Dikkatleri çekmenin belki de tek yolu 12 saat kesintisiz konuşmaktı!.. Engin Özkoç kurumayan durmayan diliyle koçlar gibi bunu gerçekleştirdi. Parlamentonun da hakkını verdi. Parlamento, İtalyanca “konuşmak” anlamına gelen “parlare”den türeme bir sözcüktü! Sanata Evet Dünyada sanatsal etkinlikler yoluyla patronlar, şirketler ve holdingler kendilerini topluma yansıtmada ve de ürünlerini pazarlamada olagelen tanıtımlarını bir tarafa bırakıp sanat ve sanatçıya yöneldiler. Dünya futbol şampiyonası, dünya olimpiyatları vs. gibi büyük organizasyonlar hep ama hep gerçek sanatçılarla ve sanat topluluklarıyla açılışlarını yapıyor. Dünyada ekonomik bir kriz olsa bile sanata olan ilgi dur durak bilmiyor. Amerika’da yaratıcılığın ürünü olan düzenlemelerin görkemli bileşimi olan opera ve bale sanatlarına 16 milyon kişilik ilgi zamanımızda 28 milyona çıktı. Geçtiğimiz senelerde şirketler, vakıflar, dernekler ve kişilerin bale, opera, senfoni, ulusal müze, resim, galeri gibi sanatsal ve kültür gösterilerine yapılan harcamaları 6.41 milyar doları buldu, akıllara durgunluk verecek cinste ve hızda sanata para aktarılmakta. Türk topluluğunun yaşadığı ortamın ne kadar elverişsiz olursa olsun onun olgunlaşan ve artan ince zevklerini görmezlikten gelmek artık mümkün değil. Batı anlamında klasik sanat yapan Türkiye’nin bu insanlarına geçmiş zaman aşamasında aşağılayıcı ve üzücü sözler ve yazılar yazılmış olabilir. Bunlar, zamanımızda kurum ve kuruluşlarda ve de insanlarımızda bu yapılanmaya ve teşvik hareketlerine tedirginlik ve dikkatli olmaya sevk edebilir. Seneler evvel İstanbul sanat hayatında tiyatro, müzikal ve operalarda insanlarımız ceketini çıkarıp ve bağdaş kurup temsil seyreder, yanındakiyle konuşur, fındık fıstık yer, koltuk aralarında gazozcular cirit atardı. Bütün bunlar artık çok geride kaldı, insan profili çok değişti, bireyler ve toplum arabeskleşen yaşamımızdaki olumsuzluklarda kendilerini ve ailelerini kurtarmak istiyor. Sanatla iç içe olan kurum ve kuruluşların gösterilerine yer bulmak mümkün değil, gösterilen ilgiye duyarsız kalmak haksızlık. İnsanlarımızın büyüğü, küçüğü, herkes ölçülerindeki ve biçimindeki dengeli güzelliklerle sahne sanatlarına büyük ilgi duyuyor. Zamanımızda konserler, festivaller, yarışmalar, operabaletiyatro ve benzeri sanatsal etkinlikleri kim yaparsa yapsın, kim bu maddi manevi yükün altına giriyorsa sebebi halkın isteği, halkın merakı, halkın desteğidir. Bu tip sanatsal etkinlikleri benimsememek bir tarafa atmak milyonlarca insanı bir tarafa itmek demektir. Gazetelerde resimler, planlar ve demeçlerle “oh dünya varmış” deyip dans ettiğimiz, söylediğimiz ve çaldığımız Atatürk Kültür Merkezi artık yıkılıyor. Eskisine sadık kalınarak yenilenmesi sonrasında 2013 Cumhuriyet Bayramı’nda açılış yapılacak. İstanbul’daki sanatçıların olduğu kadar, Türkiye’deki bütün sanatçıların mabedi. O Türkiye’nin nazar boncuğudur. Özel olsun, resmi olsun o bireylere minnet ve şükran duymamak insanlarımız için teşekkür etmemek mümkün mü? Bu devrim gibi olay sanatın eksikliğini fark etmek ve sanata evet demektir. Senelerce sürüncemede kalan böyle dev bir problemin, dev bir kuruluşun katkılarıyla çözülmesi bir ilktir. Bu güzellik ve soyluluk güçlü kadın güzelliğinin bütün doğal uyumları kendinde toplandığı ve bunu da yansıttığı için daha da güzelleşmiştir. Sayın Gülen Sabancı’ya ve Sayın Ertuğrul Günay’a burada her temsilden sonraki insanların alkışları bu sevgiye karşılık olacaktır. Bu sanatsal katkı furyasının konser salonlarının eksikliğine, başkentteki opera binasının yetersizliğine yansıması en büyük arzumuz. (*) Ankara Devlet Bale Sanatçısı “Cumhuriyet Savcısı” unvanının isim babası... Savcılara, neden, “Cumhuriyet” unvanı veriliyor da... Örneğin, devletin valilerine, bakanlarına hatta başbakanlarına neden, bu sıfat uygun görülmüyor? Bu tartışma, o dönemde, bizzat Atatürk’ün huzurunda da yapıldı. Savcılara büyük bir ayrıcalık sağlayacağı endişesiyle, bu unvana şiddetle karşı çıkanlar oldu. ahmut Esat Bozkurt, Cumhuriyetin ilk adalet M bakanlarından... Cim Savcısı Cin Savcısı Ancak, Atatürk’ün desteğini hisseden Mahmut Esat Bey kararlıydı: “Savcılar gün gelir, Cumhuriyeti korumak için validen, bakandan hatta başbakandan, bile hesap sormak durumunda kalabilirler. Bu nedenle Tersi dönmüş, bir çatalı kırık, Sapı çift çizgili nesebi karışık o garip simgenin... TL’ye ne katacağı meçhul!.. Ama şimdiden, fakir fukaranın 100 milyonunu (yani 100 trilyon) götürdü! Simge sözde çıpaymış! Dünyadaki en büyük çıpa ABD Doları… Üstünde ($) simgesi yok! Bizimkinde olması demek ki Birilerine bir şeyler kazandırıyor!.. Cumhuriyet Savcısı unvanı vazgeçilemezdir!” Cumhuriyetin ilk hukuk reformlarının benimsenmesinde “Cumhuriyet Savcıları”nın önemli katkılarının, işlevlerinin olduğunu biliyoruz... Bugün ise ne yazık ki, Cumhurbaşkanı bile “Yeni Türkiye” söylemiyle o dönemin tasfiyesine dolaylı dolaysız destek veriyor. “Cumhuriyet Savcısı” unvanı unutulma sürecinde... Varsa, yoksa “özel yetkili savcı”... Neyin ve kimin “özel yetkilisi” soran yok! ‘İngiltere’den Utanıyorum!’ Rogers WatersMERİÇ VELİDEDEOĞLU Simge KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] [email protected] C MY B C MY B Geride bıraktığımız “4 Mart” günü, “Kadın Araştırmaları Derneği”nin (KAD) düzenlediği “Üç Devrim Yasası”nın “88.” yılının kutlandığı toplantıda, Prof. Dr. Server Tanilli’yi anımsadım durdum. Değerli konuşmacılardan İstanbul Barosu Başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal konuşmasında bir ara Silivri’yi andıktan sonra: “Yargı felç olmuştur!” vurgulamasını yapmış, ardından da: “Bağımsız yargı yoksa her şey bitmiştir!” diyerek Türkiye’nin durumunu dile getirmişti, zaman zaman sesine de yansıyan bir üzüntüyle. Server Hoca’ya da öyle olmuştu; geçen yıl (2011) Eylül sonunda 2. Ergenekon duruşmasını izlerken duyduğu derin üzüntü yüzüne yansımıştı. Duruşma bitiminde yola koyulduğumuzda, kısa süren bir suskunluktan sonra, kitaplarından “Voltaire ve Aydınlık” üzerinde konuşmağa başladı; zor konuşuyordu, ama konuştukça da açılıyordu. Voltaire’in dönemi, Fransa’nın “üç erk”i de avuçlarının içine alan krallar tarafından “despotça” yönetildiği yıllardır. Buna karşın, Voltaire iktidarı lime lime eleştiren genç bir şair olarak yavaş yavaş tanınmağa başlanmıştır. Yalnız “XIV. Louis” çocuk yaşta olduğundan, bir süre onun adına ülkeyi aynı “despotluk”la bir “naip” yönetir. Voltaire bu naibe de ağır eleştirilerini sürdürür, Server Hoca bunlardan birini ki kitabında da yer vermiştir o gün şöyle anlatmıştı: Naip Philippe, ülkesini ne denli düşündüğünün bir göstergesi olarak, masraftan kaçınmak için, krallık tavlalarındaki atların yarısını satışa çıkarır. Haberi duyan Voltaire anında: “En güzeli, saraydaki eşeklerin yarısına yol vermek olacaktır!” diye dalgasını geçivermiş. Naip, Voltaire’in bu tür yergilerini, ülke yönetimiyle ilgili sert eleştirilerini çoğu kez hoşgörüyle karşılayıp bağışlar. Dahası, Voltaire’in şiirlerini okuma toplantılarından birine katılarak onu dinler... Ne var ki, naibi çok ağır bir dille iğneleyen ve ortalarda dolaşan “iki şiir” için de “Voltaire’indir” denir. Bu söylenti naibin kulağına gelince Voltaire, “Bastille”e konuk edilir (1717). Öyle gece yarısı, ya da sabaha karşı evi basılıp tutuklanmaz; bu durumu Server Hoca: “Sanırım uykusunu almasını beklemişlerdir!” diye hoş bir söylemle dile getirmişti, benim sorum üzerine. Voltaire ile ilgili kaynaklarda da belirtildiği gibi, “Bastille’de rahatı yerindedir.” On bir ay kaldığı koğuşunu ne “yağmur suyu” ne de “lağım suyu” basar... Duvarında baştan “suçlu” olduğunu bildiren bir yazı yoktur. Dolaysiyle “cezaevi”, kendini “mahkeme yerine” koyma maktadır. Tam tersine, 4 cezaevi yöneticisiyle akşam yemeği yer; mahkum ve gardiyanlarla oyun oynar. Parasını ödemek koşuluyla; kitap, döşeme eşyası, çamaşır, gece takkesi, “koku” edinmesine izin verilir. Kuşkusuz bütün bunlardan naibin haberi vardır; ama herhangi bir “engelleme” kesinlikle söz konusu olmaz. Buna karşın Voltaire hiç de beklendiği kertede memnun değildir; onun bu duruşunun, özgürlüğünün elinden alınmasına karşı verdiği tepkiden daha çok, “suçunun nedenini bilmemesinden” kaynaklandığı görüşü yaygınmış. Çünkü Voltaire, daha sonraları yazdığı “XIV. Louis Çağı”nda buna değinmiş. Server Hoca dinlenmek için ara verdiğinde o sıralarda üç yıldır süren “Ergenekon” ve daha sonra başlayan “Balyoz” duruşmalarında; birçok sanığın bu durumda olduklarını dile getirdiklerini düşündüm. Örneğin, “Tuncay Özkan”ın her “talep bildirme” gününde; “Benim suçum ne, ben suçumu bilmek istiyorum!” diye yıllarca haykırışını; zaman zaman bunu yalnız “Kürsü”ye değil, biz izleyicilere dönerek yapışını anımsamamak olanaksız. Voltaire’e dönersek; “on bir” ay sonra salıverilir; ama bilindiği gibi, “uslanmaz”; yönetimi daha ağır bir dille eleştirmeyi sürdürür. Sevenleri çok tedirgindir. Bunlardan Madame du Châtelet’nin: “Sağlığı ve zihni yerinde olarak, onun hapishanede olduğunu bilmek... Böylesi bir ‘düşünce’ye dayanabilecek bir güç bulamıyorum kendimde...” deyişi “Voltaire ve Aydınlanma”da yer alır. Yaklaşık “300” yıl sonra, “21. yy”da; “erkler ayrımı”nı kabul etmiş, çağdaş bir “hukuk devleti” olduğu anayasasında yazılı olan ülkemizi bugün yöneten “AKP” iktidarı; “Silivri Hukuku” da denen “ikinci” bir hukuk düzenini, “ÖYM”yi yaratarak, Madame du Châtelet’nin “DÜŞÜNCE”sine bile katlanamadığı durumu; neredeyse “dört” yıldır hem topluma hem de yüzlerce tutuklu insanımıza “YAŞATMAK”tadır. Üstelik, “yıllar önce ölmüş insanların, yıllar sonra dirilip suç işlediğine” dayanan delillerle bu hukukun özel yetkili “cumhuriyet” savcılarınca oluşturulmuş iddianamelerle... Yazının başlığının sahibi Roger Waters, ünlü İngiliz grubu “Pink Floyd”un kurucularından; ülkesinin, daha önce olduğu gibi bugün de, Afganistan, Irak, Libya gibi ülkelere saldırarak “insan haklarını” çiğnediğini, bu yüzden “İngiltere’den utandığını” dünya kamuoyuna duyurdu. Peki, bu durumda biz ne demeliyiz? Yargıtay Tetkik Hâkimi Celal Çelik’in söylediğini mi? “Artık midem kaldırmıyor!” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1/ Burdur ilinde, 1 MÖ 5700 yılına 2 tarihlenen ünlü höyük. 2/ Sevap... 3 Bir gömleğin ya 4 da giysinin göğüs 5 kısmına konulan 6 dantel süsleme. 3/ Alüvyon... Açık 7 lanamayan ya da 8 çözülemeyen şey. 9 4/ Yannis Rit1 2 3 4 5 6 7 8 9 sos’un, dilimize de çevrilmiş bir şiir kitabı. 5/ 1 K A Z A Z İ Y E L O T A Çam, ardıç, sedir gibi 2 A B A K ağaçların yaprağı... Bi 3 D A M M E L A L N A nek hayvanlarının sır 4 İ Ş A R E T 5 R O Z E İ M C tındaki oturmalık. 6/ 6 N İ V İ O R A Pedallı küçük motosiklet... Rütbesiz asker. 7/ 7 E T N İ S İ T E “Korkarım sevdiğim 8 A G R O N O M İ T İ R İ T felekten / Bir gün ağı 9 A L O katar aşıma benim” (Karacaoğlan)... İlave. 8/ Kıyamet günü İsrafil adlı meleğin üfleyeceğine inanılan boru... Kastamonu’nun Pınarbaşı ilçesinde ünlü bir kanyon. 9/ Japonlara özgü çiçek düzenleme sanatı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kıbrıs’a özgü bir çeşit beyaz peynir... Bir nota. 2/ Üzüntü, keder... Türk halk müziğine özgü dokuz telli saz. 3/ Çok sevilen kimse. 4/ Şarkı, türkü... Gerçek. 5/ Çin ve Japonya’dan tüm dünyaya yayılmış bir strateji oyunu... Yeteneği ve saygınlığıyla ünlü kadın şarkıcı. 6/ Yerinde duramayan kimse... Dünyanın tek kuyruksuz kedi cinsinin adı. 7/ Melih Cevdet Anday’ın bir romanı... Bir nota. 8/ Nükleer etkinliğin ölçümünde kullanılan birim. 9/ İri çoban köpeği... Şarap mahzeni.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle