25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 MART 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 UNESCO, Türkiye’de şehircilik eğitiminin önderini 100’üncü doğum yılında anıyor Kemal Ahmet Aru’yu anıyoruz Mimarlar Odası bültenindeki “UNESCO Mimar ve Şehirci Kemal Ahmet Aru’yu 100’üncü Doğum Yılında Uluslararası Düzeyde Anıyor” başlıklı haberin devamı özetle şöyleydi: “Kasım 2011’de Paris’teki UNESCO 36’ncı Genel Konferansı’nda 2012 yılında Şair ve Filozof Yusuf Nabi (16411712) ile Bestekâr Buhurizade Mustafa Itrî’nin (16401712) ölümlerinin 300’üncü yılı; Mimar ve Şehir Plancısı Kemal Ahmet Aru’nun da (19122005) doğumunun 100’üncü yılını anma ve bir eserinin desteklenmesi kararı alınmıştır.” UNESCO kararında Aru için deniyor ki; “Dünya mimarları ve şehircileri için bir referanstır.” Haberi okuduğumdan beri gözümün önüne bir kez daha kentlerimizin “şehircilikten yoksun” hali geliyor… Düşünüyorum; acaba bu gerekçede, “ülkesinin plansız kentleşmesine neden olan siyasetçilerine ders olması için” gibilerden bir vurgulama da yer alamaz mıydı? Şimdi eminim ki o siyasetçilerin günümüzdeki temsilcilerinden de konuşanlar olacak ve Emin Necip Uzman, Seyfi Arkan, Ahsen Yapanar, Asım Mutlu, Kemal Ahmet Aru... Prof. Ernst Egli ile Akademi’de bir şehircilik projesi üzerinde çalışırlarken... 1935 Kemal Ahmet Bey emeklilik yıllarını da anılarını yazarak değerlendirdi ve tüm birikimlerini şehircilik tarihimize armağan etti. hiç yüzleri kızarmadan “Aru çağdaş şehircilik eğitiminde önderimiz oldu” falan diyecekler. Peki, nerede o önderliğin ısrarla üzerinde durduğu “planlı kentleşme”ye bağlılık? Nerede Aru’nun “planlama çağdaş uygarlıktır” sözüne gösterilmesi gereken saygı? UNESCO keşke şunu da ekleyiverseydi; “Politikacılarının plan yerine pilav istedikleri bir ülkede mimarlık ve şehirciliğin ne denli yaşamsal önem taşıdığını ömrü boyunca savunan bir öğretmenden hiç yararlanmayan imar egemenlerine Aru’yu anımsatmak için..” İzmir’de Konak Meydanı yarışmasını 1952’de Kemal Ahmet Aru ve ekibi bu projeyle kazanmışlardı... Cumhuriyetin plancısı 1954’te kurulan Mimarlar Odası’nın 1 numaralı üyesi, Anıtkabir’in mimarı Emin Halit Onat’tı... 2 numaralı üyesi ise 1944’te Is parta, 45’te Kayseri ve Ödemiş, 48’de İzmit, 46’da Boğazlıyan, Tekirdağ, Söke ve Malkara, 47’de Babaeski, Bandırma, Gönen, Finike, Burdur, Serik, Biga, Tokat, Kars ve Turhal, 48’de Gaziantep, 52’de İzmir, 1970’te de Niksar ve Tavşanlı İmar Planı yarışmalarında birincilik ödülleri alan; denebilir ki “cumhuriyetin şehircisi” Kemal Ahmet Aru’ydu… 1932’de Galatasaray Lisesi’ni, 37’de Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nü bitiren, 1940’ta Yüksek Mühendislik Mektebi (İTÜ) Mimarlık Fakültesi Şehircilik Kürsüsü’ne asistan olan, 194246 arasında Hitler faşizminden ülkemize sığınan bilim insanlarından Clemens Holzmeister’le birlikte proje derslerini yürüten; İTÜ’yle birlikte Yıldız Teknik Okulu ve Maçka Teknik Okulu’nda dersler vererek 1950’de profesör olan; aynı yıl Şehircilik Kürsüsü başkanlığına seçilen; 195470 arası İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlığı görevini üstlenen; 196162’de Stuttgart, 63’te Berlin ve 67’de Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehircilik Kürsülerinde konuk öğretim üyesi olan ve 196782 arası da İTÜ Mimarlık Fakültesi Şehircilik Enstitüsü başkanlığı yapan Aru, anılarında bakın ne diyor: “Benim şehirciliğim de Emin Onat’tan menkuldür. Ben hiç şehirci unvanını kullanmadım. Ben mimarım, onu da beraber yaptım. Prof. Gustav Oelsner de çok ilginç, çok zarif bir adamdı derdi ki, mimar isterse şehircilik yapabilir, şehirci muktedirse mimarlık yapabilir.” Joan Baez’den Sevgilerle... Kaçmak. Korku imparatorluğundan uzaklaşmak. Yaşamanın, soluk almanın, işini yapmanın, sürekli bir gerilime ve kavgaya dönüşmediği bir ortamda bulunmak… Acı çekmeden haberleri izleyebilmek, acı çekmeden yazı yazabilmek… Kendime bir haftalık tiyatro müze sergi konser rejimi uygulamak için Londra’dayım. Bir etkinlikten ötekine koşarken bir de baktım Joan Baez İngiltere turnesinde. 20 Şubat’tan beri her akşam bir başka kentte konseri var. Yollarımız aynı günlerde Londra’da kesişti… Ona sürpriz yapmaya niyetlendim. İmkânsız! Royal Festival Hall’da iki gece için de biletler aylar öncesinden tükenmiş. Ayakta yerler bile çoktan satılmış (Bilmeyenler için söyleyeyim: O benim arkadaşım. Haber uçurdum. En kral yerde davetiyem hazırdı; bir de not iliştirmiş: “Konserden sonra sakın kaybolma”). Royal Festival Hall, üç bin kişilik bir konser salonu... Ana baba günü. Belki iade bilet olur diye gişenin önünde kuyruklar… O sahnede tek başına! Koca sahnede o ve gitarı… Nefesler tutulmuş… İlk bir iki şarkıdan sonra, “Ve işte benim mega orkestram” diye orkestrasını sahneye davet etti. Topu topuna iki kişi: Sayısız çalgıyı çalan Dirk Powell ve vurmalılarda Gabriel Harris. (Oğlu. Ama orkestrasını tanıtırken oğlu olduğunu söylemiyor.) İki genci konser boyunca her an yüceltti durdu. Sahnedeki efsaneyi izliyorum. Newport Folk Festivali’nde sahneye çıkıp, ortalığı salladığında ve tartışmasız folk müziğe damgasını vurduğunda yıl 1959’du… O gün bugün yarım yüzyıldır sahnede! Sadece konser sahnelerinde değil: Martin Luther King’in yanında siyah hakları için yürüyen genç kadın, kısa bir süre önce Mandela’ya 90. yaşgünü armağanı olarak şarkı söylüyordu. Vietnam savaşına karşı Saygon’da bedenini Amerikan bombalarına siper ediyor, Kamboçya’da ya da Bosna’da mazlumun sesini dünyaya duyuruyordu. Onun sesi, o geniş bir yelpazeye yayılan sesi insan haklarının ve şiddete direnişin sesi oluyordu. Konserde hem eskilerden hem yenilerden söyledi. Son plak kaydı 2008 yılındaki “Day After Tomorrow”dan şarkıları, geleneksel İngiliz baladlar izledi… Sesi pırıl pırıl, zekâsı, hazır cevaplığı taptaze, dinleyiciyle ilişkisi muhteşemdi. Yaşamı boyunca olduğu gibi bu kez de şarkı sözleri yazarlarını, kendinden önce ve sonraki müzisyenleri onurlandırdı: Bob Dylan’ı, Woody Guthrie’yi, Phil Ochs’ı andı. Her şarkı arasında yine bol bol konuştu. Havel anısından, Bob Dylan taklidine; savaş karşıtlığından, “Occupy Wall Street” hareketiyle dayanışmaya atladı. Ne öyle ışık lazer gösterisi, ne arkada vokal yapanlar, dans edenler… Tüketim toplumunun doymak bilmez açlığını gidermek için öyle şeylere ihtiyacı yoktu. Sesi, müziği ve söyledikleri yetiyordu. Bir de düşünce biçimi ve enerjisi… Tam iki saat hiç aralıksız söyledi. Dylan için bestelediği “Diamonds and Rust”, sonra finali izleyen “Gracias a la Vida”, “İmagine”, “Dixie” ve eşsiz “Blowing in the Wind” ile izleyici çıldırdı! Üstelik genç bir seyirci! Konser sonrasında kucaklaşmalarımız bir türlü bitmek bilmedi… Onu kutlamaya gelenlerin, imza isteyenlerin her birinin gönlünü aldıktan sonra ortalık yatıştı… Baş başa kaldığımızda ilk iş Türkiye’yi sordu. İnsan haklarını; düşünce ve ifade özgürlüğünü; hapisteki gazetecileri… Aptal değil, yabancı gazeteleri okuyor, boşuna gizlemeye çalışmadım… Biraz ağladık, biraz güldük, biraz torun resimleri karşılaştırdık… En çok dünyanın her zamankinden daha çok şiddetten arınma ihtiyacından söz ettik. Türkiyeyi ve buradaki dostlarını çok özlemişti. Bu yıl iki başvuru olmuştu Türkiye’den. Farklı kurumlardan. Biri 8 Mart, öteki 19 Mayıs için ama tarihler Avrupa turnesine rast geldiğinden kabul edememişti… Gece yarılarını geçtiğinde hâlâ bana, “Türkiye’nin, o güzel ülkenin güzel insanlarına sevgilerimi iletir misin; onları kucakladığımı söyler misin?” deyip duruyordu. Yarım yüzyıllık efsane Dağlar ve binalar Aru yine bir yarışmayla kazandığı Ödemiş İmar Planı’nı 1940’larda hazırlarken, dönemin Nafia Vekâleti’nin plan şartnamesindeki “binalara yükseklik verilmesi” hükmünü, anılarında özel olarak anlatmıştır. Şartname demektedir ki; “Ödemiş etrafı dağlarla çevrili verimli büyük bir ovanın kenarındadır. Bu nedenle kentte yaşayanların ‘ora’lı olma bilinçlerini sürekli kılacak olan dağların görüntüsü, yeni yapılarla örtülmemelidir! Özellikle ana cadde ve meydanlarda gezinen insanların dağları da görebilecekleri bir bina yüksekliği esas alınacaktır.” Aru elinde paftalarla cadde cadde, meydan meydan dolaşarak, her parselde dağların görümünü örtmeyecek bina yükseklikleri saptar ve plana aktarır… sonunda hazırladığı plan, öylesine başarılı bulunur ki armağan olarak Birgi köyünün planı da Kemal Ahmet Bey’e verilir. Şimdi, 40’ların bu şehircilik duyarlılığı ile bugünün sözde plan kararlarını bir kıyaslayın. Komşu mahalleyi bile gözden ırak kılan yüksek ve yoğun yapılaşmaya plan denebilir mi? Takvimlerde 70 yıl daha ilerdeyiz ama şehircilik kültüründe 1940’lardan daha gerideyiz. Yine Aru, bugünkü mimarlıkşehircilik ayrıştırması yerine, mimarî projelerini hep şehirle uyumluluk içinde tasarlamıştı. 194757 arası Rebii Gorbon’la birlikte yaptığı 1’inci Levent ve 54’te gerçekleştirdiği 4’üncü Levent toplu konut uygulamaları ile aynı bölgeyi kuşatan bugünkü gökdelenleri birlikte düşünürseniz, şimdi SİT olarak koruma altındaki Levent’in rant kulelerine ne denli tarihsel bir direniş sergilediğini de görürsünüz… UNESCO diyor ki; “bir eseri de desteklenmeli…” Bu dilek, Levent’in “semt sakinlerince yaşatılması direnişi”ne katkıyla yerine getirilemez mi? İTÜ, MSGSÜ, YTÜ ile Mimarlar ve Şehir Plancıları Odaları UNESCO kararını yaşama geçirmek üzere etkinlikler yarışı içindeler. Umarım kentten ve çevreden sorumlu olanlar da bu etkinliklere katılır, sağlığında yararlanmadıkları Aru’muzdan belki şimdi esinlenmeye çalışırlar. İSTANBUL DEVLET OPERA VE BALESİ ‘HURREM SULTAN’ BALESİNİ SÜREYYA OPERASI’NDA SAHNELİYOR ‘Parmak ucundaki’ Osmanlı SİBEL ÇORBACIOĞLU Televizyonda başlayıp sanatın pek çok dalını saran ‘Osmanlı rüzgârı’ baleyi de mi sardı diye düşünmeyin. Bu rüzgâr başka; Oytun geTurfanda’nın rüzgârı… lerek destek İlk kez 1977’de Oytun Turfanda’nın koreovermiş. grafisi ve Nevit Kodallı’nın bestesiyle Ankara Besteci Nevit KodalDevlet Balesi tarafından sergilenen “Hurrem lı’nın oğlu Murat KoSultan” balesi, 35 yıl aradan sonra Deniz Oldallı da eserin bugünkü gay Yamanus ve Oktay Keresteci’nin sahneorkestra şefi. Anlayacağılemesi ile yeniden İstanbul seyircisinin karşısınız eser güvenilir ellerde… na çıkıyor. AKM’nin kapanmasından bu yaKanuni Sultan Süleyman’ın Hurrem Sulna canlı orkestra ile dans etme şansıtan’a duyduğu aşkı, tarihten bir kesit sunarak nı yakalayamayan İDOB seyirciye aktaran bu bale, kodansçıları, bu eserle orkestrareograf Oytun Turfanda’nın ? Kanuni Sultan larına da yeniden kavuşuyor. 10. ölüm yıldönümü anısına seyirciyle buluşuyor. Süleyman’ın Hurrem Süreyya’nın zaten küçük olan sahnesini orkestra çukurunun Yamanus, Turfanda’yı, klaSultan’a duyduğu üzerini açarak daha da küçültmesik balenin içine folklorik aşkı, tarihten bir kesit nin risk olduğu düşünülmüş fakat adımları yerleştirebilen en eseri izlerken bunun bir handikap önemli koreograflardan biri sunarak seyirciye yaratmadığı açıkça görülüyor. olarak nitelendiriyor. Keresteaktaran ‘Hurrem Yamanus da başlangıçta yaşaci’ye göre de Turfanda gibi, Sultan’ balesi, dıkları telaşı eseri sahneye koyülkemizden çıkan koreografkoreograf Oytun duktan sonra taşımadıklarını ların eserlerinin belli aralıklarla yeniden sahnelenmesi ve Turfanda’nın 10. ölüm söylüyor: “Artık başka eserleri de orkestrayla oynayabilkitlelerle buluşması çok geyıldönümü anısına me gücünü kazandık, bu rekli. sahneleniyor. cesaretimiz bize ikinci bir Hurrem Sultan balesi bir cesaret verdi.” ‘aile’ sıcaklığı içinde sahneleKostüm tasarımı, “Muhteniyor denilebilir. Bu eserle şem Yüzyıl” dizisinin de kostüm tasabağı olan pek çok isim bugün ya sahnede ya da rımcısı olan Serdar Başbuğ’a ait. Osişin mutfağında. Yamanus, “Hurrem Sultan” 1977’de ilk sahnelendiğinde Gülbahar’ı canlan manlı’nın tarihsel dokusunu yansıtan dekorlar ise Efter Tunç imzası taşıyor. dırmış. Keresteci ise 1979’da sahneye bu eserle adım atmış, ilerleyen yıllarda da Kanuni’yi can Eserin ‘doğal’ dekoru olan Topkapı Sarayı’nda da sahnelenebilmesi için de çalandırmış, şimdi hem sahne arkasında hem de lışmalar sürüyor… Ankara, İstanbul, İzsahnede yer alıyor. 1978’de Kanuni’yi canlanmir, Mersin Devlet Opera ve Balesi sahdıran Selçuk Borak ise bugün Rüstem Paşa nelerinden sonra tekrar İstanbul’a dönen rolünde sahnede, oğlu Selim Borak ise KanuHurrem Sultan’ı, 22, 23, 30 ve 31 Mart tani’yi bu eserde canlandıran isim. rihlerinde Kadıköy Süreyya Opera Sahne1977’de Hurrem’e hayat veren Rengin Taş da, bugünün Hurrem’i Deniz Zirek’e provalara si’nde izleyebilirsiniz. Değişen ve değişmeyen Kucaklaşmalar ‘Hurrem Sultan’ı, 22, 23, 30 ve 31 Mart tarihlerinde Kadıköy Süreyya Opera Sahnesi’nde izleyebilirsiniz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle