14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 MART 2012 PAZARTESİ 8 İstanbul Edirne Kocaeli Çanakkale İzmir Manisa Denizli Zonguldak Sinop Samsun Trabzon Giresun Ankara Y Y Y Y Y Y Y Y Y Y Y Y Y 8 6 6 5 10 8 13 6 9 12 11 11 6 Eskişehir Konya Sıvas Antalya Adana Mersin Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars Y Y Y Y Y Y Y Y Y Y K K K 3 12 4 19 16 17 8 12 5 6 1 3 2 Oslo A Helsinki A Stockholm B Londra B AmsterdamB Brüksel B Paris B Bonn PB Münih Y Berlin Y Budapeşte A Madrid A Viyana Y HABERLER 9 6 11 15 12 12 15 12 8 12 12 19 10 Belgrad Sofya Roma Atina Zürih Moskova Aşkabat Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam Y B B Y B K A K B K Y B B 11 4 18 8 12 1 7 2 5 2 5 25 21 Ülke genelinin yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların; genellikle yağmur ve sağanak, Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu’nun güneyi ile Sivas, Düzce, Bolu, Bursa, Balıkesir, Eskişehir çevrelerinde karla karışık yağmur ve kar şeklinde olacağı bekleniyor. Akşam ve gece saatlerinden sonra, Batı Karadeniz, Marmara’nın batısı ve güneyi, İç Ege, Batı Akdeniz ile Çorum, Yozgat, Sivas ve Tokat çevrelerinde kuvvetli olması tahmin ediliyor. TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 12 Mart Tunus Nereye?.. Diplomalı ve çoğu yurttaşı gibi işsiz ama onurlu Muhammed Bouazizi’nin ekmek parası için çalıştığı derme çatma tezgâhının yerle bir edilmesi, yetmiyormuş gibi diktatör Bin Ali’nin polisi tarafından tokatlanıp dövülmesinin ardından, onurlu gencin kendini yakması, bir bakıma Arap dünyasının uyanışının, Arap Baharı’nın ilk kıvılcımı olarak görülmüştü. Gerçekten demokrasi, insan ve kadın hakları için meydanları dolduran kitlelerin direnişi, bütün dünyada umutla izlenir olmuştu. Halkın direnci kısa sürede, kırk yıldır Tunus’un, Mısır’ın ve diğer çağdışı İslami rejimlerin, halkın ensesinde boza pişiren, ülkelerinin zenginliklerini imtiyazlı Batılı finans devlerinin de desteğiyle soyup soğana çeviren kaşarlı diktatörlerin birbiri ardından dünyalıklarıyla birlikte ya ülkeyi terk etmelerini sağlanmış ya da bu eşkıyalar ağır ceza talepleriyle suçlanarak kendilerini mahkeme önünde bulmuşlardı. Ne ki Arap Baharı’nın bir yıldan bu yana gelişen olaylarla, örneğin Mısır’da Mübarek döneminde onunla yakın işbirliği içinde olan ordunun, Müslüman Kardeşler’le işbirliği içinde iktidarı bırakmaya niyetli olmadığı anlaşılmış, daha da kötüsü Arap Baharı’nın beklentilerinin, demokrasi direnişçilerinin elinden alınmasında gecikilmemişti. Bu durum, salt Mısır, Tunus ve Libya’da değil, çok sayıda Arap ülkesinin yeniden çağdışı şeriata dönmesinin yolunu açarak Arap Baharı’nı kara kışa çevirmişti. İslamcıların bunu tek başlarına yapmaları kuşkusuz kolay değildi. Burada başta Birleşik Devletler olmak üzere petrol iştahıyla kimi Batılı ülkelerin yanı sıra koyu şeriatın hüküm sürdüğü zengin Körfez ülkelerinin maddi olduğu kadar politik desteği de vardır. Bunun en göze çarpan örneği Libya’dır. Ağırlamakta yere göğe koyamadıkları Kaddafi’yi devirmek için isyancılara silah sağlamaları, isyanı bastırmaya çalışan ve o zamana kadar bizzat kendileri tarafından meşru görülen Kaddafi güçlerini bombalayarak, dahası isyancılara silah ve özel yetiştirilmiş komandolar göndererek isyancılara destek verdikleri kimse için sır değildi. Nitekim, aşırı dinci oldukları bahanesiyle Afganistan’da Taliban’ı yok etmek isteyen Batılı güçler, Kaddafi’nin öldürülmesinden sonra işbaşına gelen geçici yönetimin şeriat ilan etmesine izin vermiş ve Batı’nın demokrasi ve insan hakları savunucusu geçinen uygar ülkeleri, petrol uğruna belki de tarihte ilk kez Libya’ya, savaşarak şeriatın gelmesini sağlamışlardır. Batı’nın bu çelişkili tutumunun nedeni, kuşkusuz kimsenin saklısı değil. Başta Birleşik Devletler olmak üzere ülkelerinin can damarı olarak görülen petrolün sorunsuz ve sürekli Batı’ya akmasında, petrol yollarının güvenliği, koyu şeriatın hüküm sürdüğü Suudi Arabistan ve petrol zengini Körfez ülkeleri en güvenli limanlardır. Bu yüzden ne koyu çağdışı şeriat rejimleri ne de uygar Batı’nın demokrasi ve insan hakları kriterleri dinci petrol ülkeleri için geçerlidir. Bu yüzden uzun yıllardan bu yana sözü geçen petrol ülkeleriyle ABD ve Batı’nın arasından su sızmamaktadır. Mısır’ın kaderi de Libya’dan farklı olmamıştır. Diktatör Mübarek mahkeme önünde sorgulanırken, sessiz ve derinden askeri rejime destek veren Müslüman Kardeşler ve Mübarek’in kalıntıları Mısır’ı şeriata dönüştürmek üzeredir. Devrim, Mısır’da da Tahrir Meydanı’nı dolduran direnişçilerin elinden alınmıştır. Bu konuda fazla söze gerek yok. Mısır’ın Ankara elçisine kulak vermek Mısır’ın nereye gitmek üzere olduğunu tartışmasız ortaya koymaktadır. Cumhuriyet’te Leyla Tavşanoğlu’nun elçiyle yaptığı söyleşide elçinin açıklamaları, Mısır’ın şeriatı benimsediğini yeterli açıklıkla teyit etmektedir. İşte söyledikleri: “Mısır Devleti’nin dini İslamdır. Şeriat yasamanın temel kaynağıdır. Bunu bütün anayasa değişikliklerinde koruduk. Bu ise Türkiye Anayasa’sının zıddıdır. Biz laiklik ya da laik devlet kavramlarını kullanmıyoruz” demiştir. Yazının başlığında yer alan soruyu, okumuşu en fazla olan Arap ülkesi Tunus için doğru yanıtlamak en azından şimdilik olanaksızdır. Zira Tunus’ta seçimleri birinci göğüslemesine karşın İslamcı Ennahda, kurucu mecliste merkez solun iki partisi Cumhuriyet İçin Kongre partisi ve Ettakatol ile koalisyona gitmek zorunda kalmıştır. Ancak koalisyon görüşmelerinde ülkede henüz demokrasi ve insan hakları konusunda kararlılığını ve etkisini yitirmeyen adı geçen sol cephenin seçimlerde dinci partinin gerisinde kalmasının önde gelen nedenleri arasında, iki sol partinin birleşme konusunda başarılı olamamalarının yer aldığı yorumları hayli yaygındır. Ayrıca, belki de daha önemlisi koalisyona kadar dinci parti, ülkedeki azımsanmayacak sayıdaki direnişçilerin ağırlığını değerlendirerek İslamcı kimliğini elden geldiği kadar öne çıkarmama çabası içinde olmuştur. Dinci partinin seçimlerden birinci çıkmasının önde gelen nedenleri arasında özellikle petrol zengini Katar şeyhinin daha önce Libya’ya yaptığı silah ve para yardımını Tunus’un dinci partisi Ennahda’ya da yaptığı bilinmektedir. Nitekim diktatör ve hırsız Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesinin birinci yılı şenliklerinde davetli olan Katar şeyhi, dinci partiye yardım sağladığı için halk tarafından yuhalanmış ve protesto edilmiştir. Özetle Tunus’ta şeriat cepte keklik değildir. Demokratlar, insan hakları savunucuları henüz ayakta ve kararlı görünmektedir. Bu arada AKP iktidarının, tıpkı petrol zengini Katar şeyhi gibi, Tunus’a “ödemeler dengesinin düzeltilmesi için 500 milyon kredi” sağlayacağını da anımsatalım. Sürgünler için af CİHAN ORUÇOĞLU Yurtdışındaki darbe yasaklısı aydınların dönmesine yönelik soru önergesi GÜNDEM ? Baştarafı 1. Sayfada MUSTAFA BALBAY 12 Mart muhtırası ve 12 Eylül askeri darbesi koşullarında Türkiye’den zorunlu olarak yurtdışına çıkan ve çeşitli ülkelerde “sürgün hayatı” yaşayan birçok yazar ve sanatçının da aralarında bulunduğu binlerce kişinin ülkemize dönüşlerinin serbest bırakılması istendi. CHP İzmir Milletvekili Hülya Güven, yurtdışındaki aydınların sayısını, yurttaşlıktan çıkarılma nedenlerini ve affedilme durumlarını Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e yönelttiği sorularla gündeme getirdi. 12 Eylül askeri darbesini gerçekleştiren Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın 4 Nisan tarihinde hâkim karşısına çıkacak olmasına karşın 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin ardından yurtdışına kaçan çok sayıda şair, yazar ve sanatçı, vatandaşlıktan çıkarıldığı için Türkiye’ye dönemiyor. Son ola rak Kemal Burkay ve Musa Anter’in oğlu Anter Anter’in yasaklarının kaldırılması ve Türkiye’ye giriş yapması, diğer yasaklı sanatçıların da Türkiye’ye dönmesini gündeme getirdi. Konu hakkında Adalet Bakanı Ergin’e soru önergesi veren CHP İzmir Milletvekili Güven, yurtdışındaki şair, yazar ve sanatçıların sayısının tam olarak bilinmediğini söyledi. Konu hakkında geniş bir çalışma yaptığını ve ilgili tüm dernek ve kurumlardan sayı hakkında bilgi istediğini dile getiren Güven, “Bakanlığın cevabına göre giriş yasaklarının nedenini öğreneceğiz” diye konuştu. Yurtdışındaki şair, yazar ve sanatçıların affedilmelerinin mümkün olduğunu ifade eden Güven, “12 Eylül ile hesaplaştığını ve 12 Eylül’ün acılarını sildiğini söyleyen bir hükümet var. Birçok sanatçımız, 12 Eylül nedeniyle yurtdışında yaşamak zorunda. Belki de, isimlerin kimler oldu ğu bilinmediği için affedilmiyorlardır” diye konuştu. Güven, şöyle devam etti: “Yurtdışında sanatçılar başta olmak üzere birçok insanımız vatanını özlüyor. Hepsine dönüş olanağı sağlanmalı. Artık yurt hasretinin bitmesini istiyorum.” 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can ise Türkiye’ye giriş yasağı olan yaklaşık 100 bin kişinin bulunduğunu söyledi. Can, “12 Eylül’ün ardından 29 bin kişinin yurtdışına gittiği iddia ediliyor. Gerçek sayı 100 bindir. Bu insanlara kaba bir yurda dön çağrısı yapıldı ancak gelemiyorlar. Yasaklarının kalkması ve vatandaşlıklarının iade edilmesi gerekiyor” diye konuştu. Yurtdışında bulunan ve devrimci sosyalist hareketin önde gelen bazı isimleri şöyle: Abdulkadir Konuk, Muzaffer Oruçoğlu, Doğan Özgüden, Ali Taşyapan, Haydar Karataş, Erdoğan Şenci. MANİSALI GENÇLER DAVASI 16 gencin 16 yıldan sonra zaferi Haber Merkezi Manisa’da 1995 yılında polis tarafından gözaltına alınıp gördükleri işkence sonrasında haklarında dava açılan ve kamuoyunda “Manisalı Gençler” olarak tanınan 16 genç, 16 yıldır sürdürdükleri hukuk mücadelesini kazanarak İçişleri Bakanlığı’nı işkenceden tazminata mahkum ettirdi. Manisa Emniyet Müdürlüğü, 26 Aralık 1995 tarihinde düzenlediği operasyonda, bir vagona “Paralı eğitime hayır” yazdıkları gerekçesiyle evlerini bastığı çoğunluğu öğrenci 16 genci gözaltına aldı. Gözaltında işkencelere maruz kalan gençler tutuklanarak cezaevine gönderildi. Cezaevinde 2.5 ay ile 2 yıl 3 ay arasında değişen sürelerde kalan gençler, yargılama sonrasında beraat etti. Bu arada gençlerin şikâyeti üzerine, “Manisalı Gençler” soruşturmasını yürüten 10 polis memuru da yargı karşısına çıktı ve 2003 yılında 1’i başkomiser 10 polis, 5 ile 10 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı. Gençler, ilk olarak uzun gözaltı süresi nedeniyle AİHM’de Türkiye’yi 13 bin 800’er Avro para ödemeye mahkum ettirdi. Ardından da İçişleri Bakanlığı aleyhine işkence nedeniyle açtıkları tazminat davasını kazandı. Danıştay, İçişleri Bakanlığı’nın işkence gören gençlere 10 bin ile 25’er bin TL arasında tazminat ödenmesi kararını onadı. ‘ İstanbul Haber Servisi 12 Mart 1971 askeri darbesinin ardından işkence gören askerler, darbecilerin işkencehane olarak kullandığı ve sonradan yıkılan Ziverbey’deki eski Zihni Paşa Köşkü’nün bulunduğu yerde darbeleri ve işkenceyi protesto etti. Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAMDER) Genel Başkan Yardımcısı Erol Kızılelma, 12 Mart darbesini lanetlediklerini belirterek “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı darbe yaralarını sarma yolunda verdikleri sözü eksiksiz yerine getirmeye çağırıyoruz” dedi. ADAMDER üyeleri, gazetemiz Başyazarı İlhan Selçuk’un da bulunduğu çok sayıda aydın ve askere işkence edilen Ziverbey’deki eski Zihni Paşa Köşkü’nün bulunduğu Kuşluk Parkı’nda toplandılar. “Darbezede askerler arasında ayrımcılık değil adalet istiyoruz”, “12 Mart hâlâ kanayan yara”, “41 yıl son ’ye karşı ra yine buradayız, işkencecilerimiz nerede?”, “12 Mart 1971 unutmadık, unutturmayacağız” yazılı pankart ve dövizler taşıyan ADAMDER üyeleri, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”, “Faşizme geçit yok” diye sloganlar attı. ADAMDER Genel Başkan Yardımcısı Erol Kızılelma, gösteride yaptığı açıklamada “ADAMDER çatısı altında toplanmış, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecileri tarafından sol görüşlü olduğumuz için Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atılmış askerler olarak ‘solkırımcı’ 12 Mart darbesini 41. yıldönümünde lanetliyoruz” dedi. Kızılelma, “Siyasi iktidar, darbelerle hesaplaşma istemini, kendi darbesini meşrulaştırmak için araçsallaştırmakta, istismar etmektedir” diye konuştu. ADAMDER sözcüsü Rahmi Yıldırım ise Türkiye’de 12 Mart darbesiyle işkencenin sistemleşmeye başladığını ifade etti. konularda bile “ortak nokta” aramaya yanaşmıyor. İktidarın dışarıdan gelen seslere bakışı şu: “Benim planlarımla ters düşmemek şartıyla her türlü düşünceni bana iletebilirsin.” Eğer “uzlaşmaya açıkmış” görüntüsü vermek istiyorsa şu yöntemi izliyor: “Sen görüşlerini bana ilet. Sonra ben nasıl istiyorsam öyle bir hazırlık yaparım.” İktidar gücünü bu anlayışla kullanırken Meclis Başkanlığı da değişik kentlerde anayasa toplantıları yapıyor, toplumun beklentilerini dinliyor. Mart ayı başında İzmir’de yapılan toplantıdan yüzde 54’le Türkiye’nin bugünkü en önemli anayasal sorununun “adalet eksikliği” olduğu sonucu çıkmış. ??? Türkiye’de adalet eksikliği, can güvenliği, iş güvencesi, gelecek kaygısı gibi temel bir sorun olarak insanların gündemine yerleşti. Adalet mekanizması, siyasal hedeflerin bir parçası haline getirilince karşımıza böyle bir sonuç çıktı. Aceleyle ve kamuoyuna duyurulan hedeflerin dışındaki niyetlerle atılan her adım, düzeltilmesi gereken yanlışları da beraberinde getirince, her mevsimi bir “yargı paketi” ile karşılamaya başladık. Başkentten gelen haberlere göre 3. yargı paketi mutfakta, 4. yargı paketi de dolapta. Oralardan sofraya gelene dek ne tür değişikliklerden geçecekleri, ne kadar genişletilip daraltılacakları belli değil. Adalet Bakanlığı’nın sorunları çözmekten çok hukuku istediği yörüngede tutma arzusunda olduğunu gösteren en ilginç adım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) giden yollara ilişkin. Türkiye’de iç hukuk yolları tükenince başvurulan AİHM aslında çok da kestirme bir yol değil. Kendi içinde uzun zaman alan bürokratik mekanizmaları var. Kararlar 510 yıldan önce çıkmıyor. En acil konuya bakma süresi 3 yılı buluyor. Ancak Türkiye’de hukuk ihlalleri o kadar sistemli ve uzun süreli ki, belli bir aşamada deyim yerindeyse dağlar kadar dosya yığılabiliyor. Şu anda salt uzun tutukluluk sürelerine ilişkin dosya sayısı 3 bini bulmuş durumda. Bunlarla ilgili karar süreci yaklaşınca bakanlığın “çözüm” arayışı içine girdiğini görüyoruz. Yanlış anlaşılmasın, çözüm dedikse dosyaların hızla hukuka bağlanması için bir arayış değil. AİHM yolunu biraz daha dolambaçlı hale getirmek için iki baraj daha konması planlanıyor. AİHM’ye gitmek için tüm iç hukuk yollarını tüketinceye kadar siz tükeneceksiniz ve AİHM’deki dosya sayısı azalacak. Barajlardan biri Anayasa Mahkemesi olacak. Ötekinin de özel bir komisyon olması planlanıyormuş. Komisyon son bir kez daha tarafları barıştırmak için çaba harcayacakmış. ??? Benzetmede hata olmaz; Adalet Bakanlığı’nın bu girişimleri, bozulmuş bir yemeği yeni bir tabağa koymaya benziyor. Yeni tabakta bozulmuş yemeğin tadı ne kadar güzelleşirse, eklenecek yeni mekanizmalarla hukuk standardımız o kadar yükselir. Bu tür eleştirilere bakanın yanıtı şu oluyor: “Size de yeni tabak beğendiremiyoruz. Yakında yepyeni bir tabak daha ekleyeceğiz, ona da laf edersiniz...” Biz de bu süreçten hukuk bekliyoruz! Yazının başında vurguladığımız gibi adalet eksikliği salt ateşin düştüğü yerdekilerin değil, artık etrafındakilerin de hissettikleri bir sorun. Türkiye koşullarında zor olan bir şey yeşermeye başlıyor, adalet toplumsal bir ihtiyaca dönüşüyor... Aslında gerçek de budur. İnsan için ekmek ne ise insanlık için de adalet odur. Gazi Mahallesi adalet için birlikte haykıracak ? Katliamda yaşamını yitiren 17 kişinin aileleri ve yurttaşlar, bugün adalet istemiyle Gazi Mezarlığı’na yürüyecek. İstanbul Haber Servisi Gaziosmanpaşa Gazi Mahallesi’nde 12 Mart 1995’te kıvılcımı çakılan, daha sonra Ümraniye’de devam ettirilen provokasyon 17. yılını doldurdu. Ancak katliamın sorumluları adalet karşısına çıkarılmadı. Gazi Mahallesi’nde dört kahvehane ve bir pastanenin aynı anda kimliği belirsiz kişilerce taranması sonucu 67 yaşındaki Alevi dedesi Halil Kaya yaşamını yitirdi ve 5’i ağır, 25 kişi yaralandı. Alevi yurttaşlar, polisin olaylara geç müdahale ettiğini savunarak polis karakoluna yürüdü. Polisin kalabalığın üzerine ateş açması sonucu ilk olarak Gazi Cemevi önünde bekleyen Mehmet Gündüz başından vurularak öldürüldü. Polisin ateş açtığı haberinin duyulması üzerine kentin birçok noktasından Gazi Mahallesi’ne giden binlerce kişi yeniden polis karakoluna doğru yürüyüşe geçti. Polis, kalabalığın üzerine yeniden ateş açtı. Görgü tanıkları keskin nişancı polislerin yüksek yerlerden hedef gözeterek ateş ettiğini ifade ettiler. Aynı gün İstanbul Valiliği Gazi Mahallesi ile iki mahallede sokağa çıkma yasağı ilan etti, mahalle polis ablukasına alındı. 14 Mart günü, olayların yatıştırılamaması üzerine bölgeye 5 bin kişilik askeri birlik sevk edildi. Yine aynı gün Ankara Kızılay Meydanı’ndaki protestolarda otuz altı kişi yaralandı. 15 Mart’ta Ümraniye’de protesto gösterileri sonucu çatışma çıktı. Çıkan olaylarda beş kişinin ölmesi ve yirmiden fazla kişinin yaralanması üzerine burada da sokağa çıkma yasağı ilan edildi. mermisiyle yaşamını yitirdiği belirlendi. Olayların ardından gözaltına alınan Hasan Ocak’ın cesedi 2 ay sonra kimsesizler mezarlığında bulundu. 8 kişi adliyeye sevk edildi ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara’nın kalbi Kızılay Kumrular Caddesi’nde 20 Eylül 2011 günü 5 kişinin öldüğü bombalı saldırıya ilişkin soruşturmada gözaltına alınan 10 kişiden 8’i adliyeye sevk edildi. Saldırıyı gerçekleştirdiği iddia edilen üniversite öğrencisi Ümit A. ile diğer bir zanlı Emniyet’te tutuldu. Taşcı gazeteciliği anlattı ? BURSA (Cumhuriyet) 10. Bursa TÜYAP Kitap Fuarı’nda, “Yargılanan Gazetecilik” konulu söyleşide konuşan gazeteci İlhan Taşcı, Aziz Nesin’in gazetecilik faaliyetinden ötürü Bursa’da 10 ay sürgün yaşadığını anımsatan Taşçı, “Gazeteciliğin cellat hissizliği ile değil, cerrah titizliğiyle yapılması gerekir. Onlarca gazeteci tutukluyken, cellat hissizliğinde olan gazetecilerin de çoğaldığını görüyoruz” dedi. Beş yıllık dava süreci Gaziosmanpaşa Savcılığı’nın olayla ilgili hazırladığı iddianamede “yürüyüş düzenleyen mahalle halkı” sanık olarak yer aldı. İddianamede Emniyet’in üst düzey yetkililerinin adı geçmezken 20 polisin cezaladırılması istendi. Dava, kamu güvenliğinin sağlanamayacağı gerekçesiyle Trabzon’a gönderildi. Mağdur aileler Trabzon’da saldırıya uğradılar, taşlandılar. Dava, beş yılda otuz bir duruşma yapılarak 2000’de karara bağlandı. Yargılanan polislerden Adem Albayrak ve Mehmet Gündoğan toplam 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılırken 18 polis beraat etti. ‘Emri vereni Başbakan biliyor’ ? MARDİN (Cumhuriyet) Midyat’ta açık alanda yapılan BDP Midyat ilçe kongresine katılan Selahattin Demirtaş, Şırnak’ın Uludere ilçesinin sınır kesiminde 34 kişinin öldüğü olaya değinerek, operasyon emrinin kim tarafından verildiğinin Başbakan ve Genelkurmay Başkanı tarafından bilindiğini ileri sürdü. Kimsesizler mezarlığındaydı Daha sonra yapılan otopsi sonucu Gazi Mahallesi’nde 17 kişiden yedisinin polis C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle