25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 ŞUBAT 2012 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr 16 KÜLTÜR Kurum, İstanbul’un dört bir yanında perde açan sahneleri aracılığıyla 97 yıldır İstanbul halkıyla buluşuyor Şehir Tiyatroları kentin vazgeçilmezi Kuşkusuz her kurum eleştirilir, eleştirilmelidir. Eleştiri dili “keskin” olabilir. Ne ki “ağzı bozukluk” ya da “hakaret” sınırına ulaşmışsa, yapılan eylem “eleştiri” olmaktan çıkar, “saldırı”ya dönüşür. Oysa “sosyal medya”da bu tür söylemler “kişilikli ve yürekli” olmak ile eşdeğerli sayılıyor sanki. Son haftalarda şaşırtıcı bir sıklıkla, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na (İBBŞT) oyun seçimi, oyun sahneleme, kurum yöneticiliği bağlamında yöneltilen “saldırı”lar, 2015 yılında 100 yaşını dolduracak olan bu köklü kurumun da köküne kibrit suyu ekme heveslilerinin olabileceği izlenimini güçlendiriyor. “Belleksiz” bir topluma dönüşmenin en büyük tehlikesi, “gerçek” ile “masal”ın birbirinden ayırt edilemeyeceği bir kafa karışıklığına tutsak olmaktır. İşte tam da bu noktada, İstanbul Şehir Tiyatroları’na ilişkin tanıklığımın küçücük bir bölümünü belleğimden süzerek aktarmanın, en azından okurları da benzer anımsamalara yönlendirmekte yararlı olabileceğini umuyorum. Çünkü bu kurum 100 yaşına milyonlarcamızın tanıklığıyla ulaşıyor. “Kibarlık Budalası”na 12 yaşındaymış süsü vererek sokmaya çalıştığımızı unutabilmem olası mı? Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda benim ilk gördüğüm oyun ise Jean Anouilh’in, yine Max Meinicke’nin 195455 döneminde sahnelediği “Beyaz Güvercin”(‘Colombe’). Nedret Güvenç’in karanlık sahneyi ışığa boğan beyazlar içindeki o şiirsel görüntüsü ve billur sesiyle mühürlenen tiyatro coşkusu… Behzad Butak, İ. Galip Arcan, Bedia Muvahhit gibi onlarca ustanın görüntüleri ve seslerinden, İBBŞT sahnelerinin Erol Keskin, Tomris İncer gibi bugünkü pek çok ustaya ulaşan bellek yolculuğunda, nice yasaklamalar, cezalandırmalar, 1402 uygulamasını da içeren nice yoğun baskı ve bunalım dönemleri yer alıyor. Tiyatro tarihinde kayıtlı hepsi; tanıklıklar da cabası… Erkeklik Bunalımda, Haydi Kızlar Eve! Zorunlu Eğitim Yeni Yasa Taslağı’nda daha önce sekiz yıl olan sürenin üçe bölünenek 12 yıla çıkarılması öngörülüyor. Bu eğitimin yalnızca ilk dört yılı zorunlu, sonrası isteğe bağlı olacak. Ya açıköğretimle evden sürdürülecek ya da çocuk mesleğe yönlendirilecek. Taslak yasalaşırsa çocuk işçi sayısı ve istismarı artacak. İlköğretim çağındaki engellileri özellikle de kızları eve kapatmak için engel kalmayacak. Çünkü kızların çoğu için ailenin seçtiği meslek “ev kadınlığı” olacak. Kızına bu mesleği uygun bulan ana babaların evindeki ikinci ve üçüncü kademe zorunlu eğitimin temel ilkeleri dindarlık ve koşulsuz itaattir. Kuran kursuna gönderilir, becerikli, erkeğe saygılı, uysal bir ev kadını, alnı pak bir ana olmayı öğrenirler. Namusları baba, amca, ağabey gibi aile erkekleri tarafından ölümüne kollanır, tüm özlem ve istekleri koca evine ertelenir. Çocuk yaşta gelin olduğu zaman da aile iktidarını kocaya devreder. Böylece kadının hayat eğitimi, ekranlardan, konu komşudan, daha çok da koca dayağından nasiplenerek ama kendi akıl ve iradesine sahip olamadan sürer. O da kendi kızını ister istemez bu iktidar modeline uygun biçimde eğitecektir. ??? Kadın cinselliğinin erkek iktidarında oluşunun geçmişi çok eskidir. Her şeyden önce “aile mahremiyeti” alanına sokulan bu iktidar, kadını gönüllü kul durumuna indirger. Çünkü din kurallarından töre ve göreneklere, görev ev içinde tanımlanıp belirlenmiştir. Kadın, geleneksel toplumun en mahrem varlığıdır. Aile mahremiyet algısını kadının cinselliği üzerinden kurgulayıp pekiştirir. Korkulan, bu mahremiyetin ihlalidir. Bu yüzden yalnızca dört yıl okul yüzü görmeli, ev kadınlığı mesleğinde uzmanlaşmalı, ara sıra ödül niyetine önüne atılan “evinin direği” söylemiyle avunarak evinin nesnesi olma konumunu sorgulama bilincine varmadan yaşamalıdır. Dört yıldan niyet budur. ??? Tasarıyı savunan bir sözcü, “Seçmen ve halk (erkek iktidar) böyle istiyor, talebi karşılamak durumundayız” sözleriyle niyeti ağzından kaçırdı. Oysa bugün, zaman, ilişkiler, kavrayışlar, toplumsal ve ekonomik koşullarla birlikte, var olan mahremiyet kabulleri de değişiyor. Karanlığa bakanlar, eskiyen, hayatın gerisinde kalan ve kadını da erkeği de fazlasıyla zorlamaya başlayan sorunları görmek istemese de bu iletişim çağında hak ve özgürlüklerini öğrenen, talep eden kadınlar, adım başı gözü dönmüş bir şiddetin kurbanı oluyor. Erkek iktidara baş kaldıran, kendi başına ayakta durmaya çabalayan kadın, erkeğin mahremiyet perdesini yırtıyor. Bu yüzden kadın katili erkeklerin bir kısmı kendilerini de öldürüyor. “Ben hayır diyen, benden ayrılmaya kalkışan kadını öldürür ve bu yolda ölmeyi bile göze alırım.” Bu mesaj, bize erkekliğin bunalımını ve bugün içinde bulunduğu çaresizliği gösteriyor. Ama aynı zamanda bir uyarı. Çünkü gericilik ve kadının toplumsal denetimi üzerine oturtulmuş mahremiyet algısının temeli “itaatin” sağlanmasıdır. Siyasal iktidar, erkek iktidarla el ve akıl birliği içinde erkek baskısının en geçerli ilişki biçimi olduğu aile yapısını korumak ve kollamak siyaseti güdüyor, ama bir yandan da kadın taleplerine cevap vermekte, cinayetleri önlemekte zorlanıyor. Bilgili, kültürlü, sevgi dolu gençler yetiştirmek ve iki cins arasında eşitlik sağlamak yerine, var olan erkekliği kurtarmak uğruna kızlarını hile hurdayla eve hapsetmeye kalkışanlar hüsrana uğrayacaklar. İstanbul halkıyla buluşma Bütün bu sınırlamalara karşın, kuruma sanatçı kişiliğinin damgasını vurmuş olan Muhsin Ertuğrul’un çeşitli istifalarıyla bezeli yıllar boyunca ve bugüne ulaşan süreç içinde, kurumun, pek çok önemli yabancı oyunu seyirciye tanıtma, pek çok yerli oyunu ilk kez sahneye çıkartma işlevini yerine getirdiği, zaman zaman duraklama dönemleri yaşamış olsa da, tiyatromuzun “unutulmaz” yapımları arasında yer alan pek çok çalışmaya imza atarak seyircinin “nabzını elinde tutma”yı başardığı ve İstanbul kentinin vazgeçilmezleri arasına girdiği görülüyor. Maya tutmuştur. İBBŞT, kentin dört bir yanında perde açan sahneleri aracılığıyla 97 yıldır İstanbul halkıyla buluşuyor. Oyunların çeşitliliği ile farklı seyirci gruplarına seslenmeyi de amaçlıyor. Yönetimi kolay değil. Özellikle de, bağlı olduğu yönetici kademelerin en üstündeki belediye başkanının temsil ettiği “politik ve ideolojik duruş”un seçimden seçime değişme olasılığı yüzünden… Kurum, 100. yıla zor koşullarda ama onurla girmeye hazırlanıyor. 1958’de Beklan Algan’ın İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelediği Bertolt Brecht’in “Sezuan’ın İyi İnsanı” oyunu, “tanrılar” ile alay edildiği savıyla bir yobazlar grubu tarafından basılmıştı. Günümüzde ‘Sezuan’ın “tanrı”larıyla pek ilgilenen yok. Artık 50 yıl sonra gündemde “melek”ler ve yine bir İBBŞT yapımı olan, Marco Antonio de la Parra’nın “Günlük Müstehcen Sırlar” oyunu var. Zaman tünelinde bir ileri bir geri dolanıp duruyoruz sanki… Belleğimiz, kafamızın karışmasına izin vermesin. başlamış ve kariyerini başarılı bir mezzosoprano olarak sürdürmüştü. Türkiye anısı ise gerçekten ilginç. Bolşoy Tiyatro Topluluğu’nun primadonnası olan anneannem, Ankara konserinde Fransız besteci Bizet’nin ‘Carmen’ operasından Habanera prelüdünü seslendirmiş. Anneannemin anlattığına göre konser sonunda Cumhurbaşkanı Atatürk, tüm sanatçılarla tek tek ilgilenmiş. Atatürk, topluluk İstanbul’a geçtikten sonra, üzerinde her sanatçının fotoğrafı ve 26 Nisan 1935 tarihi ile kendi imzası bulunan birer altın tabaka hediye etmiş. Bunun dışında tüm sanatçılara, Atatürk’ün imzalı fotoğrafları da hediye edilmiş. Tabii bununla da bitmemiş, en azından anneannem için. Konseri ve anneannemi çok beğenen yetkililer, kendisine Türk vatandaşlığı teklif etmişler. Anneannem buna çok memnun olsa da bu teklifi kabul etmemiş.” Maksakova’nın CRR İstanbul Senfoni Orkestrası ile İslam Manafov’un şefliğinde vereceği konserse o günleri bugüne taşıyor. Yine, 77 yıl önceki gibi “Carmen” operasından Habanera prelüdü ile Çingene Dansı’nı seslendirecek olan Maria Petrovna Maksakova, bunun dışında Mozart’tan iki eserle “Zoluşka” adlı eseri seslendireceğini söylüyor ve yaptığı seçkileri, “Asya ile Avrupa’yı buluşturan şarkılar, tıpkı İstanbul gibi... ‘Bosphoric’ diyorum zaten ben buna” diye tanımlıyor. Unutmadan, Maria Petrovna Maksakova’nın müzik kariyeri dışında öne çıkan başka yönleri de var. 4 Aralık 2011 tarihinde yapılan Rusya Federasyonu Duma seçimlerinde Birleşik Rusya Partisi’nden Dağıstan milletvekili olarak Duma’ya giren Maria Petrovna Maksakova, aynı zamanda model ve oyuncu. Politik duruşu ile projelerini ise şöyle ? Maria Petrovna anlatıyor: Maksakova, “Rusya’nın ilerlearalarında mesi için yalnızca Atatürk’ün de ekonomisinin gelişbulunduğu mesi yetmez. Küldavetlilere konser tür etkinliklerinin de öne çıkması geveren anneannesi için “Sesini o kadar rekiyor ve ben bunun için elimden geçok dinledim ki leni yapacağım. Ansonunda onun gibi neannemin adına olup çıktım. Astrahan’da bir sokak var. O sokağa Rusya’da tanrıça gibi görülürdü. Beni çok modern bir opeona çok benzetirler, ra binası inşa ediyoruz. İki senedir yebu yüzden kendimi tenekli çocukların hep kanıtlamak müzik eğitimi için zorundaydım” bir fon oluşturdum, onun üzerinde de diyor. çalışıyorum.” ? “Belleksiz” bir topluma dönüşmenin en büyük tehlikesi, “gerçek” ile “masal”ın birbirinden ayırt edilemeyeceği bir kafa karışıklığına tutsak olmaktır. Tam da bu noktada, kuruma ilişkin tanıklığımın bir bölümünü aktarmanın, en azından okurları da benzer anımsamalara yönlendirmekte yararlı olabileceğini umuyorum. Tepebaşı Dram Tiyatrosu seyretmek Tiyatroyu ‘cennet’ten “Paradi” sözünü duymuş muydunuz? “Cennet” anlamına gelen bu Fransızca sözcük, tiyatroda biletlerin en ucuza satıldığı ve sahneyi kuşbakışı gören en üst balkonun bulunduğu bölüm için kullanılırmış. (Shakespeare’in ünlü Globe Tiyatrosu’nun üst balkonuna da “heaven/ cennet” derlermiş.) Rahmetli eniştem, tıp öğrencisiyken Tepebaşı Dram Tiyatrosu’ndaki oyunları arkadaşlarıyla “paradi”den seyrettiklerini anlatırdı. Bu oyunlar arasında Nâzım Hikmet’in sahneye çıkan ilk oyunu olan “Kafatası”nın dünya prömiyeri de (193132 dönemi) varmış. (Yazarın, öğrenciler tarafından omuzlarda taşındığını, ancak oyunun 3 gün sonra kaldırıldığını da tiyatro tarihi yazıyor.) 1950’li yıllarda, annemle babamın, Ed mond Rostand’ın, Max Meinicke tarafından sahnelenen “Yavru Kartal” (‘L’Aiglon) oyununun yıldızı “muhteşem” Cahide Sonku’yu günlerce konuştuklarını, Ibsen’in “Peer Gynt” oyunundan alınma “Yine yalan söylüyorsun, Peer” repliğinin evde yıllarca yinelendiğini, 9 yaşındaki kardeşimi Tepebaşı Komedi Tiyatrosu’nda oynanan Vasfi Rıza’nın oyunculuğuyla ortalığı yıktığı Moliere’in 77 yıl sonra Bergman’ın yıldızı Erland Josephson öldü Ingmar Bergman’ın 40’tan fazla filminde ve tiyatro oyunlarında rol almıştı STOCKHOLM (AA) Ünlü İsveçli oyuncu Erland Josephson, 88 yaşında hayata veda etti. İsveç Kraliyet Drama Tiyatrosu sözcüsü Christina Bjerkander, ünlü yönetmen Ingmar Bergman’ın 40’tan fazla filminde ve tiyatro oyununda rol olan oyuncunun parkinson tedavisi gördüğü hastanede yaşamını yitirdiğini açıkladı. 1923’te doğan Josephson, ilk kez 16 yaşında Bergman’ın yönettiği Shakespeare’in “Venedik Taciri” adlı oyununda rol aldı. Oyunculuk eğitimi almayan Josephson, sinema kariyerine Bergman’ın 1946 tarihli “Aşkımızın Üstüne Yağmur Yağıyordu” (It Rains On Our Love) filmiyle başladı. 1977’de İtalyan yönetmen Liliana Cavani’nin “Beyond Good and Evil” adlı filminde Alman filozof Friedrich Nietzsche’yi canlandırdı, 1988’de Philip Kaufman’ın Milan Kundera’nın kitabından uyarladığı “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” adlı filminde rol aldı. Sinema ve tiyatro oyunlarındaki performansıyla birçok ödüle layık görülen Josephson, aynı zamanda yazar olarak da ün kazandı. Romanları, otobiyografik eserleri, şiirleri ve yaklaşık 40 tiyatro oyunu birçok dile çevrildi. 19661975 yılları arasında İsveç Kraliyet Drama Tiyatrosu’nun müdürlüğünü üstlenen Josephson, 1990’lı yıllarda ise İsveç Film Enstitüsü’nün başkanlığını yaptı. Anneannesi yıllar önce Türkiye’de konserler veren ünlü Rus mezzosoprano Maria Petrovna Maksakova bu akşam CRR’de MELTEM YILMAZ usya’nın “müzik hanedanı” olarak anılan Maksakova ailesinin son üyesi Maria Petrovna Maksakova, bu akşam Cemal Reşit Rey’de bir konser vermek üzere Türkiye’ye geldi. Mezzosoprano Maksakova’nın vereceği bu tek günlük konser, yalnızca repertuvarıyla değil, aynı zamanda hikâyesiyle de hayli ilgi çekici. Maria Petrovna Maksakova’nın kendisiyle aynı adı taşıyan anneannesi, 15 Nisan15 Mayıs 1935 tarihleri arasında İstanbul, Ankara ve İzmir’de konser veren Bolşoy topluluğunun primadonnasıydı. Bu turne kapsamında Bolşoy, 17 Nisan 1935 tarihinde Ankara Halkevi Salonu’nda bir konser vermiş ve konser başta Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü olmak üzere bakanlar, milletvekilleri ve seçkin bir davetli topluluğu tarafından izlenmişti. Ve aradan geçen 77 yılın ardından, torun Maksakova da aynı repertuvarla dinleyenlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Müzik eğitimine 3 yaşında başlayan ve henüz 6 yaşındayken Moskova Konservatuvarı’na bağlı merkez müzik okulu piyano bölümüne kaydolan Maria Petrovna, 15 yaşına geldiğinde bir opera şarkıcısı olmaya karar vermiş. Rusya Gnesin Müzik Akademisi’ne girmiş, daha sonra da İtalya’da eğitim alıp Parma Operası’nda çalışmış. 2011’den bu yana da St. Petersburg’daki dünyaca ünlü Mariinskiy Opera’da solist. Müziğe tutkusunun kendisine anneannesinden geçtiğini söylüyor. “Sesini o kadar çok dinledim ki sonunda onun gibi olup çıktım. Rusya’da tanrıça gibi görülürdü. R Beni, ona çok benzetirler. Bu yüzden kendimi hep kanıtlamak zorundaydım” diyerek anneannesinin Türkiye anısını şöyle anlatıyor: “1902 yılında Astrahan’da doğan anneannem, kendisini yönlendiren kimse olmamasına rağmen kilise korosunda müziğe TEB’den ‘Rosenbergler’ için açıklama ? Kültür Servisi Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Türkiye Merkezi Başkanı Üstün Akmen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın (İBBŞT) “Rosenbergler Ölmemeli” oyununu telif hakları nedeniyle sahneden kaldırmak zorunda kalmasını “vahim bir skandal” olarak nitelendirdi. “İBBŞT oyunun yaratıcı kadrosu ve oyuncuları için ayrıca tazminat talep etmelidir” diyen Akmen, oyunun telif anlaşması yapılmaksızın sahnelendiği yolunda duyum aldıklarını da belirterek, “O halde, oyunun izinsiz olarak çalışılmasında kimin suçu varsa ortaya çıkartılmalı, bu vurdumduymaz ve sorumsuz her kimse ya da kimlerse kamuoyunda teşhir olunmalıdır” dedi. Madonna konserinin biletleri tükendi ? Kültür Servisi Madonna’nın dünya turnesi kapsamında 7 Haziran Perşembe akşamı İstanbul Türk Telekom Arena’da gerçekleşecek konserin biletleri tükendi. Konser için Türkiye’nin tüm illerinin yanı sıra, Atlanta, Berlin, Bunbury, Cologne, Dublin, Duşanbe, Kuala Lumpur, Montreal, New York, Şangay, Tiflis gibi şehirlerden de bilet satın alındı. Madonna’nın İstanbul konserini 50 bin kişi izleyebilecek. Sevim Burak’ın müzikle buluşması ? Kültür Servisi Sevim Burak’ın bitiremediği romanı “Ford Mach 1”, Maya Sahnesi’nde müzikle sahneye taşınıyor. Nihal G. Koldaş’ın uyarladığı ve müziklerini Çelik Kasapoğlu ile birlikte yaptığı oyunda Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş ve Nihal G. Koldaş oynuyor. Nilüfer Erdem’in Sevim Burak’ın taslağından yayına hazırladığı roman, 29 Ekim 1973 günü Bağdat Caddesi’nde geçiyor. Oyun bugün ve her salı günü saat 20.30’da Maya Sahnesi’nde sahneleniyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle