25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 OCAK 2012 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı ve Günümüz Bakalım ve bekleyelim, görelim. Osmanlı’nın, din eksenli düzeni ne zaman ilan edilecek? Atatürk, 89 yıl önce bu ünlü “İzmit Basın Toplantısı”nda Cumhuriyetin ilan edileceğini ve ‘Aydınlanma’nın o ilk işaretini bu kentte vermişti. Peki, ama bu 89 yıl zarfında neler olup bitiyor Atatürk’ün Türkiyesi’nde? Şakir BALKI u tarihsel, ama çok anlamlı ve önemli Atatürk’ün “İzmit basın toplantsı”, o neoklasik tarzda inşa edilmiş Kasrı Hümayun’un alt kattaki büyük salonda 16 ve 17 Ocak 1923 Salı günü saat 21.30’da başlamış, sabahın o üşütücü gün sökümünde, ufuk çizgileri belirirken sona ermişti. Aslına bakılırsa bu basın toplantısı, Samsun’a çıkışın, Amasya Bildirgesi’nin ve Erzurum Kongresi’nin bir başka önemli uzantısını teşkil ediyordu. Dahası, bu durum Kuvayı Milliye’nin, Reddi İlhak’ın ve Müdafaai Hukuk’un bir başka önemli yüzüydü; uzantısıydı. Bu, o müstevlilere, işgalcilere karşı bir çıkış ya da onlarla bir hesaplaşmaydı aslında. O büyük ve kanlı savaşlar kazanılmıştı. Sevr Haritası’nı çizenlere, “Küçük Asya Felaketi”nin o malum patronlarına bir yanıt ve karşı duruştu bu basın toplantısı. Büyük savaş kazanılmıştı. Savaş yorgunu ve çok acılar çekmiş olan Türk halkı, “Şimdi ne olacak” beklentisi içindeydi. Ayrıca, o işgalci ve istilacıların o kurmayları da İstanbul Hükümeti ve Damat lı duran o duyarlı soru da şuydu: “Halife ve Halifelik” kurumuna ilişkin bir soruydu. Çünkü çok ses getirecek bir konuydu bu. Mustafa Kemal Paşa, bu hassas konuya ve soruya şu yanıtı verir: “Hilafet başımıza bir beladır” diye çıkışır. O, İzmit’te bu çıkışını yaparken de Hoca Şükrü Efendi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, “Hilafet Meclis’in, Meclis halifenindir” diyerek ahkâm kesmiş olur. Bu konu, soru, biraz daha ivme kazanır ve ilgi odağına dönüşür. İsmail Müştak (Mayakon), bu konuyu ateşlemiş olur: “Türkiye’de hilafet siyaseten bir menfaat ve kuvvet midir, yoksa zaaf mıdır” diye sorar. Mustafa Kemal, bu soruya şöyle yanıt verir: “Herhalde hilafet başımıza bir beladır. Osmanlı padişahlığı hilafeti almadan evvel devrin en parlak safhasını yaşamıştır. Hilafeti aldıktan sonra sukut başlamıştır.”(*) Bu sözlerin düğümlendiği yer artık belli olmuştur. Sorular ve yanıtlar, sabahın o alacakaranlığına dek sürüp gider. Çünkü onlar için bir “asi” olan Mustafa Kemal, nereden başlamış ve nerelere dek gelebilme başarısını göstermişti. Aslına bakılırsa 16 ve 17 Ocak1923 tarihi, yeni ve bağımsız bir Türk devleti için bir milattır. Çünkü bu ünlü basın toplantısının muhtevasında (içeriğinde) neler yoktur? Cumhuriyetin ilanı, “yeni anayasa”, seçimler, yeni yasal düzenlemeler; en önemlisi de kadın haklarının getirileceği ve hilafetin ilgasıdır. Burada Mustafa Kemal’in ortaya atmış olduğu düşünceler ve tezler, kazanımlar Türk ulus için bir ışık ve “Aydınlanma” olmuştur. Ama ne yazıktır ki 89 yıl önce ortaya atılmış olan bu devrimsel atılımlar, oluşumlar, dönüşümler günümüzün o karşıdevrimcileri, 2. cumhuriyetçileri ve “New Ali Kemalciler” tarafından yok edilmek isteniyor. Bakalım ve bekleyelim, görelim. Osmanlı’nın, din eksenli düzeni ne zaman ilan edilecek? Atatürk, 89 yıl önce bu ünlü “İzmit Basın Toplantısı”nda Cumhuriyetin ilan edileceğini ve ‘Aydınlanma’nın o ilk işaretini bu kentte vermişti. Peki, ama bu 89 yıl zarfında neler olup bitiyor Atatürk’ün Türkiyesi’nde? Evet, 89 yıl önce ve 89 yıl sonra. Ülkemiz ne acayip ve düşündürücü bir acayip “Manzarai Umumiye” ile karşı karşıya. Çok yazık... (*) İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s. 50 Soner Yalçın’ın Koğuş Arkadaşları Soner Yalçın özgürlüğün, eşitliğin, adaletin ancak çetin savaşımlarla kazanılabileceğini gösterenlerin hakkını veriyor. “Kameralara yakalanmayan” koğuş arkadaşlarıyla devrimci geçmişimizi bugüne taşıyor… Bunca emek, bunca çileli ve özverili savaşımın boşa gitmediğini kaleminin bütün ustalığıyla Silivri’den dile getiriyor. Cavlı ÇULFAZ / Siyaset Bilimci B Feritçiler de Mustafa Kemal bundan sonra neler yapacak heyecanını ve düşüncesini taşıyorlardı. İşte bu soruların ve beklentilerin kesin yanıtını İzmit Basın Toplantısı’nda vermişti Gazi. Ve o mevcut “belirsizlik” hem Türk halkı için hem de o Sevrciler için ortadan kalkmıştı. abıâli’nin o ağır topları Bu tarihsel toplantının bir başka zenginliği ve önemli yanı, ‘İstanbul Basını’nın o ağır toplarına; o ünlü başyazarlarına ve gazetecilerine; kendilerini İzmit’te kabul ederek onlara yeni kurulacak Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve rejimsel geleceği hakkında bilgi vermekti. Gelenler arasında ünlü yazarlar ve gazeteciler vardı: Tevhidi Efkâr’dan Velit Ebüzziya, İleri’den Suphi Nuri İleri, Vakit’ten A. Emin Yalman, Asım Us, İkdam’dan Y. Kadri Karaosmanoğlu, Akşam’dan F. Rıfkı Atay, Tanin’den İsmail Müştak (Mayakon) ve diğer gazeteciler; Adnan Adıvar ve eşi Halide Edip Hanım... Gazi Mustafa Kemal, Ankara’dan yola çıkarken “Bir bedbinliğe yakın duygular B içindeyim” demişti. O, çok haklıydı. Çünkü kendisinin geleceğe dönük çok önemli diyecekleri ve düşünceleri vardı. O yapacağı açıklamaların, bu mevcut ortamda, çok tepkiler çekeğini iyi biliyordu. Belki de o bedbinliğin ruhsal ve içsel titreşimlerinde, o günün belirsiz ortamı için, diyeceği o aykırı düşüncelerdi. Çünkü Ankara’daki hava Nâzım’ın deyişiyle hava “kurşun” gibi ağırdı.. Ankara’da şeriatçılar ve karşıdevrimciler hareket halindeydiler çünkü. Ama ne var ki bunların hiçbirine aldırmaz ve bu basın toplantısında o diyeceklerini, yapacaklarını bir bir söyler, açıklar. Aksine, Gazi Paşa İzmit’ten o “bedbin” içsel sarmalda değil, huzur içinde ayrılmış olur. “S elecek hep ‘o’ gelecektir O sorular hep hassas ve duyarlı sorulardı. Ve hep “o” gelecekle ilgiliydi. Bu ünlü yazar ve gazetecilerin kafalarının içinde oluşan o soru çengeli, gelecekteki yeni Türkiye ile ilgiliydi. Loş ışıklı salonu, giz dolu bir hava kaplamıştı. Ve o sorular yumağının ilk çözülüşü, bu basın toplantısını ateşlemeye yetmişti. Çengelde ası G Bu gidiş nereye? Bu basın toplantısı, yeni bir “Ulus”un, yeni bir devletin kuruluşunun bildirgesiydi. Yalnız Türkiye’deki o mevcut gerici (padişahçı) odaklar için değil; dış dünya için ve o işgalciler için de çok ağır bir şamardı bu. Sevr, ona da ağır bir darbeydi. Onların o süregelen umutlarını ve düşlerini de yok etmişti bu basın toplantısı. ilivri Cezaevi yönetimi… tam bir tecrit politikası uyguluyor; ortak kullanım alanlarında bile kimseyi göremiyoruz. Fakat… günde iki kez sayım yapsalar da, 24 saat koğuşu iki kamerayla takip etseler de gözlerinden kaçanlar var. İşte benim sırrım bu: Görülmeyen, dinlenilmeyen koğuş arkadaşlarımı size tanıtmak, anlatmak istiyorum” diye yazıyor Tutuklu Gazete’de Soner Yalçın… Bugün pazar ve Nâzım Hikmet bugün bahtiyar… Yanında iki can dostu var: Kemal Tahir ile Orhan Kemal… Ağabeyi Vartan İhmalyan’ın getirdiği boyalardan resim yapıyor Jak İhmalyan… Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Zeki Baştımar, İ. Bilen, Reşat Fuat, Aziz Nesin, Kemal Bekir, Hasan İzzettin Dinamo, Kerim Korcan, Mehmet Ali Aybar, Abidin Dino, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif… Nail Vahdeti Çakırhan, Sadun Aren, Ruhi Su, Fethi Naci orada, Soner’in yanında… Baytar Cevdet, Martel Şükrü, Boz Mehmet, Eczacı Vasıf, Patriyot Hayati, Komsomol Hasan, Şoför İdris, Hamdi Şamilof, Zihni Anadol, Ahmet ve Macit Bilge Kardeşler, Sakallı Celal, Fırıncı Ahmet, Saatçi Niko, Sarkis Çerkezyan, Aram Pehlivanyan, Sarı Mustafa, Nihat Sargın, hepsi Soner ile birlikte... Sabiha Sertel, Behice Boran, Ankara mahpusu Suat Derviş, Sıdıka Su, Zehra Kosova… Kadınlar, bizim gözüpek, cesur kadınlarımız… Sağlık emekçilerimiz Doktor Hikmet Kıvılcımlı, Haig Açıkgöz, Müeyyet Boratav… Şairler Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Enver Gökçe, Şükran Kurdakul, Arif Damar, Cahit Irgat… Ahmet Arif karanfil kokan cıgarasını yakıyor… Hasretinden prangalar eskitiyor… Şimdi hakkaniyet ve adalet için savaşıma bütün ömürlerini adayanları, Soner Yalçın’ın “kameralara yakalanmayan” koğuş arkadaşlarını hatırlamanın tam da zamanıdır. Tam da zamanıdır 50 yıl öncesini, Yön dergisini ve Türkiye İşçi Partisi’ni hatırlamanın… göremedikleri gibi… 50 yıl önceki Yön Bildirisi’ne bir göz atacak olursak Soner Yalçın’ın koğuş arkadaşlarının çoğunu orada görmekteyiz. Yön dergisi de Türkiye İşçi Partisi de gökten zembille inmedi. Nâzım Hikmet’in şiirlerini leylekler Moskova’dan gagalarında getirmedi. Yön’ün çıkış bildirisini imzalayanların çoğu aynı zamanda TİP üyesiydi. O dönemde Yön ile TİP arasında belirli bir işbölümü, örtük bir işbirliği olduğu şimdi daha kolay anlaşılabilir. TİP sendikaları harekete geçirirken, Yön dergisi aydınlar, bürokrat ve asker kesimler üzerinde büyük bir etki yaratıyordu. O zamanki TKP kadrolarının 1966 yılındaki Malatya Kongresi’ne kadar hem TİP hem de Yön dergisi üzerinde önemli ölçüde etkili olduğu görülebilir. Biliyoruz ki, Yön dergisinin sahipleri Cemal Reşit Eyüboğlu ile CHP Hatay Milletvekili Sırrı Hocaoğlu, Zeki Baştımar’ın yakın dava arkadaşlarıdır. eslim olmamakta bütün mesele!’ Bir yanda dışarıda, bedenlerinin yanı sıra belleklerini yitirmiş gölgeler, geçmişini unutmuş özgür olduğunu sanan mahpuslar… Okları kırılmış, deri değiştirmiş, pısmış, tırsmış, teslim olmuş kirpiler… Yobazlara siftinip sürtünüyorlar. Öbür yanda değerbilir Soner Yalçın ise özgürlüğün, eşitliğin, adaletin ancak çetin savaşımlarla kazanılabileceğini gösterenlerin hakkını veriyor. “Kameralara yakalanmayan” koğuş arkadaşlarıyla devrimci geçmişimizi bugüne taşıyor… Bunca emek, bunca çileli ve özverili savaşımın boşa gitmediğini kaleminin bütün ustalığıyla Silivri’den dile getiriyor. “Cezaevi yalnızlığı yüceltir, insanı çoğaltır…Memleketimde mahpusluktan geçer insan olmanın yolu…” diyor sevgili Soner Yalçın. “Yalnız değilsiniz” diye yankılanıyor Sabahattin Ali’nin sesi Sinop kalesinden Silivri’ye… Sol memesinin altındaki cevahir kararmamış olan içeride ve dışarıdaki bütün yoldaşlara, bütün yurtseverlere sesleniyor: “Görecek günler var daha / Aldırma gönül aldırma!” Ve Nâzım Hikmet bir koluyla sarılmış Orhan Kemal’e, Kemal Tahir’e; öbür kolu Soner Yalçın’ın omzunda, diyor ki: “Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele!” ‘T ürkiye Solunun Âdem Babası’ Ankara’da geçen ay Petrolİş salonundaki toplantıda Profesör Korkut Boratav, “Türkiye solunun Âdem babası Yön hareketidir; eskiyle de zaman zaman birleşmiştir” diyerek bir gerçeği dile getiriyordu. Evet; hem Yön hareketi hem de Türkiye İşçi Partisi kapitalist olmayan kalkınma yolunu, ulusal demokrasiyi savunan TKP çizgisi ile önemli ölçüde örtüşmüştür. Tarihi elbette bugünün değer yargılarıyla, günümüzün görme üstünlüğü ile değil, zamanının koşulları içinde incelemek gerek… Ama bazen tersi de doğrudur. O günlerde herkesin göremediğini bugün daha kolay görebiliriz. Tıpkı Soner Yalçın’ın koğuş arkadaşlarını, onu gözleyenlerin ‘T C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle