18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 10 EYLÜL 2011 CUMARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Siyasetin TÜBA’ya Müdahalesi... Ölçüyü Kaçırmamak İNSAN beyni, bütün mükemmelliğine karşın elektronik bir araç değil ki derecesi derecesine tam ayarlayıp da ölçüyü hiç kaçırmayasınız. Ölçü, zaman zaman kaçırılabilir. Elbet önemli bir erdemdir ölçüyü kaçırmamak ama ister istemez kaçırırsınız bazen. Vücutta kendiliğinden oluşmuş birçok şey gibi dilinizin ucuna gelen bir sözü kaçırmamak da çok zordur. Oysa, iyi yetiştirilmiş kişilerdeki beyinin durumu değerlendirmek ve doğru karşılığı bulup verebilmek bakımından hiçbir yapay araçta bulunmayacağını söyleyerek diplomatlarımızla övünürüz zaman zaman, değil mi? Ayrıca, hayvanlardan farklı olarak içgüdüye ve kan basıncına dayanamayıp tepesi atabilecek olanları onarılmayacak durumlara düşmekten koruyacak yapısal ve örgütsel çareler de bulmuştur insanlar. rneğin, çoğu zaman yanlış yorumlanan ve basit bir altüst ilişkisiymiş gibi düşünülen “seçilmişleratanmışlar” ilişkisinin bile özünde bu çarelerden biri yatar. Genellikle memur memurdur, söyleneni ve emredileni yapar diye düşünürsünüz ama gerçekte öyle midir? Daha doğrusu, öyle mi olmalıdır? Memura hep “Başüstüne, emredersiniz” demesi için mi maaş verir devlet? Birlikte ya da emrinde çalıştığı kişi amir olsa da memurun “Şöyle söyleseniz ya da şöyle yapsanız daha iyi olmaz mı” diyebileceği, hatta demesi gereken durumlar yok mudur? Askerlikteki mutlak emir durumlarının bürokraside de geçerli olması elbet savunulamaz. Kaldı ki askerliğin bile kurmaylık düzeyinde serbest tartışmayla ortak aklı oluşturmak için rütbe gereklerinin ikinci planda tutulması da bir çeşit kural sayılabilir. yle görülüyor ki özellikle dış politika açısından galiba Sayın Başbakan’ın çevresinde böyle olmuyor. Şimdi, muziplik ya da devrimci cumhuriyete karşıtlık olsun diye “Atatürk’ün çevresi böyle değil miydi” diyenler olur ama, onlara verilebilecek yanıt çok basittir: O çevrede kritik konular ve ciddi sorunlar bir şeyler yiyip içen nitelikli insanların sofrasında konuşulurdu ve Mustafa Kemal, bütün niteliklerine ek olarak, kurmay öğrenimi de görmüştü. Bugün için siyasi otoriteye doğruyu söyleyenler, maalesef, sadece TÜBA üyeleri ve uluslararası bilim kamuoyudur. Ülkemizde insani zaafları ve küçük çıkarları nedeniyle sessiz kalmayı yeğleyen kişi ve kurumlar kendilerinin ileride nasıl niteleneceklerini bilim tarihini okuyarak öğrenebilirler. Prof. Dr. Naci GÖRÜR TÜBA Asli Üyesi H Ö er bilimler akademisi gibi, TÜBA da bilime yapılan önemli katkıları belgelemek, başarılı araştırmacıları ödüllendirmek, uluslararası bilim dünyasıyla ilişki ve iletişim içinde olmak, ulusal ve uluslararası çalıştay ve toplantılar düzenlemek, hükümetlere bilimsel danışmanlık yapmak, çeşitli alanlarda rapor hazırlamak, kitap yayımlamak ve gençleri bilime özendirmek gibi faaliyetleri olan bir bilim kurumudur. En önemli amacı toplumda bilimsel düşünceyi yaygınlaştırarak bilim toplumuna dönüşümü hızlandırmaktır. Kuşkusuz, hükümetin eğitim, üniversite ve ArGe ile ilgili projelerinde yer almak, fikir vermek ve yol göstermek de TÜBA’nın asli görevlerindendir. lanmaya tepki gelince de Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sayın Nihat Ergün hükümetin TÜBA’yı, organize çalışmaların yapıldığı, temel bilimlerle ilgili araştırmaların yürütüldüğü bir yer haline getirmek istediğini söyledi. İşte bu söylem bırakınız halkı, hükümet nezdinde bile bir “bilimler akademisinin” ne olduğunun pek bilinmediğini ortaya koydu. ses çıkmıyor. Üniversiteler siyasi otoriteye doğruyu söylemiyor. YÖK de öyle. Ülkenin yükseköğretimini planlayan ve koordine eden bir kurum bir bilimler akademisinin nasıl olması gerektiğini, üyelerinin kendisi veya hükümet tarafından atanamayacağını açıklamıyor. Benzer şekilde TÜBİTAK da suskun. Halbuki bu kurumların en önemli görevi eğitim ve araştırma konusunda siyasi otoriteyi doğru bilgilendirmek ve yönlendirmektir. Biz Atatürk’ü Sevdik... “Er geç razı olacaklar ve katlanacaklar” dediği belki olabilirdi... Ama bize Atatürk’ü sevdirmeselerdi… O zaman kolaydı… Onun bize bıraktığı cumhuriyet tarumar edilirken umursamaz, emaneti ilkelere kulak asmaz, umut ve şevkle kurduğu laik devlet totaliter rejime dönüşürken dönüp bakmazdık. Diyelim ki laiklik mi tekmeleniyor?.. Şöyle deyip geçerdik: “…Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, en büyük tahribatı vermiş olan sistemin ilkelerinden birisi de laiklik ilkesidir...” (Abdullah Gül1992) Ya da “Ne mutlu Türk’üm diyene” mi demişti Atatürk?.. Şunları söyleyip dönüp giderdik: “...Milliyetçilik öyle olmuş ki Türkçülük şeklinde olmuş… Mesela ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ lafını tutup her yere yaza yaza, özellikle hiç olmayacak yerlere yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür…” (Abdullah Gül1992) Diyelim ki vatan sevgisi… Eğer bize Atatürk’ün vatan sevgisini öğretmemiş olsalardı, şöyle derdik “vatan sevgisini” soranlara: “…Seyahat ederseniz Doğu ve Orta Anadolu’ya geldikçe ‘Önce vatan’ yazdığını da görürsünüz. Yani bunlar tek parti döneminden kalan zorla halkın kendi inanç değerleriyle bütünleşmemiş bir dünya sistemini halka zorla kabul ettirmektir…” (Abdullah Gül1992) Misal; yeni bir anayasa yapılırken, Atatürk’ün rüyası ve ideali “çağdaş yaşam” mı söz konusu?.. Silkeleyip atardık: “…Hani özel televizyon yayınları da böyle olmuştu. Fiili uygulamalar hukuki düzenlemelerin önüne geçmiştir. Şimdi hukuki düzenlemenin yapılması gerekir…” (Abdullah Gül2010) Ama ne yapalım ki bize Atatürk’ü sevdirdiler... Onun bize bıraktığı her şey göz bebeğimiz gibidir... Sesimizi kesemeyiz... Bağırırız, çığlık atarız, direniriz, didiniriz, olmadı dizimize vurup bedelini öderiz başımız dimdik... Ama teslimiyet, biat, sineye çekmek bize göre değil... Çünkü biz Atatürk’ü sevdik... Karar gözden geçirilmeli Gerçi, siyasi otoritenin KHK’yi işin aslını bilmeden hazırladığını söylemek de mümkün değildir. Aksi olsaydı zaten planlarını ve ne düşündüğünü oturup TÜBA yetkilileriyle tartışırdı. Gelinen noktada ülke ve siyasi otorite daha fazla zarar görmeden alınan kararlar acilen tekrar gözden geçirilmelidir. Eğer niyet gerçekten ülkemizdeki temel bilimler araştırmalarının TÜBA gözetiminde yaptırılması ise bu kurumdan özerk yapısı aynen korunarak yararlanılmalıdır. Aksi tutum, hükümeti yıpratacak, ülkemizi çağdaş dünya nezdinde bir 3. Dünya ülkesi durumuna düşürecek ve ülkemizdeki gerçek bilim insanlarının da çalışma zevk ve azmini kıracaktır. Bugün için siyasi otoriteye doğruyu söyleyenler, maalesef, sadece TÜBA üyeleri ve uluslararası bilim kamuoyudur. Ülkemizde insani zaafları ve küçük çıkarları nedeniyle sessiz kalmayı yeğleyen kişi ve kurumlar kendilerinin ileride nasıl niteleneceklerini bilim tarihini okuyarak öğrenebilirler. nıklık etmiş, bilime, düşünceye, yazına beşik olmuş Anadolu’nun ve insanının bilgisine ulaşmaları ve bu bilgiyi yaymaları anlamlı, övülesi çabalarıdır. Türk halkının özgür geleceğine inanıyorlardı. Bu bağlamda Azra Erhat birçok yapıt yazdı. A. Kadir’le çevirdikleri “İlyada” ödüller aldı. 6 Eylül 1982’de yitirdiğimiz Azra Erhat’ı saygıyla, özlemle anıyorum. Ulusumuzun bilincinde her zaman yaşayacak. Siyasi otoritenin tavrı Demek ki TÜBA siyasi otorite tarafından bir nevi araştırma enstitüsü veya merkezi olarak algılanıyor. TÜBA’nın seçkin bilim insanlarının bir araya geldiği onursal bir kurum olduğu bilinmiyor. Belki de bu yüzdendir ki kurulduğundan bugüne kadar hemen hemen hiçbir hükümet eğitim ve bilim politikaları hakkında TÜBA’ya başvurup yeterince bilgi ve görüş almadı. Anlaşılan şimdi de herhangi bir araştırma kurumuna eleman alır gibi çok sayıda araştırmacıyı TÜBA’ya atayarak burada temel ve sosyal bilimlerde araştırmalar yaptıracaklar. Zaten Sayın Bakan da bir bakıma bunu kastederek “TÜBA’nın kadrosunu zenginleştirmek gerek” diyor. Bütün bu trajikomik şeyler olurken, maalesef üniversitelerden herhangi bir Hükümete bağlı kamu kurumu Hükümet 28 Ağustos 2011 tarihinde yayımlanan bir kanun hükmündeki kararname (KHK) ile TÜBA’da yapısal bir değişikliğe gitti. Bu değişiklikle kurumun özerkliği, kendi üyelerini ve başkanını seçme imkânı elinden alındı. Bir bakıma ağırlıklı olarak hükümete bağlı bir kamu kurumu haline getirildi. Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde görülmeyen böyle bir yapı İ Ö nsancı ekinsel değerlerin yüceltilmesi üzerinde yükselen Türk devriminin en önemli sözcülerinden biri Azra Erhat’tır. Ekin devrimimizin başarısında Erhat’ın da içinde olduğu aydınların özverisinin payı büyüktür. Çeviri kurulunda karşılık beklemeden çeviri yaparlar. Kurulun çalışmasıyla yaklaşık altı yüz klasik yapıt çevrilir. Çalışkan insanlardır. Ülküleri vardır. Düşleri vardır. Neredeyse iki yüz ekin ile Azra Erhat’ı Anımsamak Günay elli uygarlığa yurt olmuş Anadolu anılan aydınların gözbebeğidir. Tüm bu ekinler, uygarlıklar bizimdir. Yapıtlarıyla yaşayan o güzel insanlarla birlikteydi Azra Erhat. Mavi yolcuydu onlar. Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Halikarnas Balıkçısı, Orhan Burian, Bedri RahGÜNER mi Eyüboğlu, Azra Erhat, A. Kadir… Birbirinden ayrı düşünülemeyecek bilge, çalışkan, güzel insanlar. Anadolu ve dünya ekininin başat yapıtlarını özenle Türkçeye çevirdiler. Anadolu insancılığının sözcüsüydüler. Aydınlanmacı ve usçuydular. İnsanlığın da doğuşuna ta C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle