19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 22 AĞUSTOS 2011 PAZARTES 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kapitalist Cennetten Haberler Kuvvetin Estetiği ÜÇ Ereğli’miz olduğunu hemen herkes bilir: Marmara’nın, Karadeniz’in ve Konya’nın Ereğli’leri. Bunlardan Karadenizli olanı, anlatılması uzun çeşitli nedenlerle üçünün önüne geçmiş, kıyısında kurulduğu denizin adını da kendi adına ekleyerek bugünkü Karadeniz Ereğli olmuştur. Aslına bakarsanız, üçü de adlarını antik dönemin Kuvvet Tanrısı Herakles’ten alırlar. Nitekim, Doğu ve Orta Akdeniz’de Herakles adının değişik türleriyle kurulmuş bir yığın kent kalıntısı ya da örenyeri daha vardır. Anadolu’da bile yüzlercesi. Belki, Doğu Karadeniz’in Araklı’sına kadar. ütün bunları yazmak niçin geçer insanın aklından? Çünkü, 20 Ağustos Cumartesi günü Karadeniz Ereğli’deki bir akşam yemeği sonrası, büyük demirçelik üreticisi Erdemir adlı kuruluştaki Türk Metal Sendikası mensupları Belediye Başkanı Halil Posbıyık’ın üzerine çullanıp yere düşürmüşler ve yumruklamaya başlamışlar. Hem de Zonguldak Valisi’nin, eski Meclis Başkanı’nın, düzgün ve ciddi giyinmiş bir yığın insanın gözleri önünde. O Ereğli ki, doğası, havası, denizi, çileği ve insanlarıyla hep iyinin, doğrunun, güzelin kenti diye bilinir. O Zonguldak ki, kuruldu kurulalı emeğin, kendince bir sanayi devriminin, haklı mücadelenin ve Cumhuriyetçiliğin başkentlerinden biri olarak anılır. Tepkinin, sağlık ve estetik nedenlerle belediye kuralları gereği uygulanan yasaklar ve kapatmalardan ileri geldiği, arkasında Erdemir yönetiminin bulunduğu söylenmekte. ntik dönem kazılarında bulunan heykeller hangi tanrıyı ya da tanrıçayı mermerleştirirlerse mermerleştirsinler, hep sanat yapıtlarıdır. Haklılığın kuvvetindeki güzelliği mermerleştirmek kadar haksızlığın arkasındaki kuvvetin çirkinliğini mermerleştirmek de büyük düşünce derinliği ve yontuculuk becerisi gerektiriyordu. Bugün ne diyebilirsiniz böyle durumlarda? Konunun mahkemelik olduğu muhakkak. Kuvvet Tanrısı’nın haksız sendikacı kılığına ve arkasındaki şirket kimliğine büründüğünü söyleyerek düğümün Adalet Tanrıçası’nın terazisi ve kılıcıyla çözülmesini beklemek yetmez. Birey boyutlarını aşan ilkelerden de umut kesmeden, hiç değilse elimizdeki Ereğli’yi Karadeniz Ereğli yapan güzellikler aşkına, belediyeciliğin, sendikacılığın, kamu işletmeciliğinin, yerel yöneticiliğin ve yerliliğin ortak aklını seferber edip değerli bir yurt köşesini sevmenin gereklerini yerine getirmeye başlamak da mı elimizden gelmez? Birinci sınıf insanlık verilmiyor, olunuyor ve alınıyor. Bunun koşulları belli. Hâlâ ilgimizi çekiyorsa Batı bilimsel düşünce, özgür düşünce ve sanat demek. Sanayi de bunların üzerine oturuyor. Bizdeki gibi bilimden ve düşünce özgürlüğünden bağımsız bina ya da otomobil yapmak değil. Doğan KUBAN er yıl bir araba değiştiren ve yeni çıkan her ürünün peşinden koşan insanlar, çevrelerinin, insanların düşünce ve davranışlarının, hatta en büyük kurumların değişmesinden bazen habersiz görünüyorlar. Daha doğrusu değişmenin doğasını ve büyüklüğünü anlamakta zorluk çekiyorlar. 19 ve 20. yüzyılların en büyük karakteristiği kapitalist emperyalizmsosyalizm kavgasıydı. Geçen yüzyıl sonunda sosyalist düşünce ikinci plana düştü. Kapitalizm egemen oldu. Batı’yı taklit ederek yaşayan bütün ülkelerin de ‘credo’su kapitalizm oldu. Şimdi Batılı kapitalizm’in sonunun geldiğini söyleyenler de yine kapitalist düşünürler. Türk halkının istisnalar olsa bile kapitalizm silahşoru kimliğindeki bizim medyadan, bir şey öğrenmesi olanaksız. Kapitalist dünyadaki gelişmelerin daha doğru boyutlarını ve eleştirisini yine Batılı kaynaklardan öğreniyoruz. Önce nasıl bir dünyada yaşadığımızı anımsayalım. Dünya nüfusunun aç sayılan bölümü 1980’de 800 milyonmuş. 30 yılda 125 milyon artmış. Petrol tüccarı birkaç şeyhlik ve Suudi Arabistan dışında 1.5 milyarlık İslam dünyası, 2.6 milyarlık Çin ve Hindistan’ın adam başına ulusal gelirleri Batılı kapitalistlerin gelirlerinin 1/81/10’u arasında. Gerçi 1/40 olan da var. Bunların arasında Malezya, Türkiye gibi biraz daha iyi durumda olanları var. Fakat iflas eden Yunanistan’ın adam başına ulusal geliri Türkiye’nin üç katı. Dünyayı 16. yüzyıldan bu yana sömüren Batılılar bu durumdan temelde memnun, sömürüyü başka yöntemlerle 21. yüzyılda da sürdürmek istiyorlar. Yani 925 milyonu aç ve 4 milyarı fakir olan dünyada kapitalist dünya düzeninin sürmesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. H B lerde vurgulanan bir borçlar Avrupa’sı gibi olgularla kanıtladı. Yunanistan’ın adam başına ulusal geliri 33.000 dolar. Böyle bir Müslüman devleti yok. Yunanistan’ın nüfusu 9 milyon; borcu 320 milyar Avro. Sonuç: Yunanistan borcunu ödeyemiyor. Kapitalist düzen bu kadar iyi ise neden milyarlarca insanı süründürüyor? Kapitalist dünyanın bunalımını liberal kapitalizmin en gösterişli çığırtkanı Economist’in dile getirdiği bir dünya panoramasında okuyucularla birlikte izlemek için, 16 Temmuz 2011 tarihli sayısından seçtiğim ve dünyamızın halini anlatan, aşağıdaki özeti sunuyorum. Avro krizi The Economist çok iyi hazırlanmış, albenili, bütün dünyadan haber veren, acımasız bir kapitalizm borazanıdır. Dergiyi süsleyen güzel reklamlar, mükemmel bir sayfa düzeni ve ciddi araştırmaları görmezlikten gelmemeli. Onun için bir Economist okuyucusuyum. Yazıda sürünen ve ölen Somalililer türünden insanı ürperten tablolar hemen hemen yok. İnsanları insan olarak görmemeye koşullandık. Avrupa sarhoş olmuş; ‘Avro’ krizi, İtalya’yı da içine alarak tehlikeli bir aşamaya ulaştı; İspanya’da ekonomik duruma karşı sokak kavgaları, İrlanda’da sokak gösterileri var. Ekonomi İngiltere de sallanıyormuş, ama yıkılmamış. Economist’in haberinden anladığımız kadar Avrupa’nın bütün devletleri gayri safi ulusal gelirin belli bir oranında borçludur. Başı da Berlusconi İtalya’sı çekiyor. Araya sıkışan başka haberler de var. Almanya ve Fransa Arap diktatörlere silah (tank) satıyorlarmış ve bu yüzden aralarında dalaşıyorlarmış. Arap dünyasının iki en kötü diktatörünün düşüşü halka müthiş bir karşı koyma dinamizmi kazandırıyor. Kaddafi de gidici. Yemen, Suriye ve olasılıkla başka ülkeler sırada. (Dergi bu olaylara 8 sayfa ayırmış.) Oyuncu Amerika’nın para basarak altın niyetine dünyaya sattığı dolarlar yüzünden borcu 13 trilyon doları geçmiş. İşsizlik yüzde 9.2. Bu aşağı yukarı 30 milyon kişi eder. Amerikan bankaları Avrupa ve Asya bankalarından geri kalıyorlarmış. Şöyle olayları bizim halk bilmez: Amerika’da işsizlere ve fakirlere yılda 60 milyar tutarında yemek karnesi veriliyor. Bunların sayısı 45 milyon kişi, yani nüfusun 1/7’si. (2010). Bu işe bakan Tarım Bakanlığı muhtaç olanların 2/3’ünün daha başvurmadığını saptamış. Amerikalılar giderek daha çok aç kalıyorlar! Biz Amerika’nın dünyanın en zengin ülkesi olduğunu biliriz de, 45 milyonun fakirlik ya da açlık sınırında olduğunu bilmeyiz. Şu sıralarda Temsilciler Meclisi’ndeki önemli tartışmalardan biri bu yardımın azaltılması konusu imiş. Kapitalist cennetindeki cehennemlik olayları anlatmakla bitmez. Cihadi’er Mumbai’de (eski Bombay) bomba patlatıp 17 kişiyi öldür müşler, 130 kişiyi yaralamışlar. Bu tür haberler bizde bile gündelik polis olayları haline geldi. Malezya’da hükümete karşı gösteri; 1600 kişi gözaltına alınmış. Bu kalabalık kaos kışkırtıcıları imiş. Suriye, Libya, Yemen’deki olaylar insanını aklına bir soru getiriyor: Bir diktatöre tanrısal hak olarak kaç adam öldürme ve ocak söndürme hakkı verilir acaba? Hâlâ tehlikeli Fukuşima yayınlarda rating listesinden düştü. Orta Amerika devletlerinin uyuşturucu kaçakçılarıyla mücadelesinin ise haber değeri bile yok. Dergide bir İngiliz okuyucu mektubunda “Zengin ülkeler onlarca yıl sürmüş savurganlığın cezasını çekmeli.” Tabii dünya onların yanlışlarını nasıl olup da üstleniyor, diye sormuyor. Kapitalizm nesi ile iyi? 1 milyar insan aç olduğu için mi? Avrupa ülkelerinin yarısı borçlu olduğu için mi? İngiltere sarsılmış da olsa ayakta durduğu için mi? Amerika’da işsizlik yüzde 9.2 olduğu için mi? Amerika’da 45 milyon adam yemek karnesi aldığı için mi? Amerika’da altmış iki banka battığı ve Amerikan bankalarının Avrupa ve Asya bankalarına göre performansları düştüğü için mi? Emperyalist devletlerin en iyi dostlarının çok uzun yıllardır Arap ve İslam diktatörleri olmasından mı? Avrupa’nın, Amerika’nın Türkiye’den bir farkları var. Ben onların yayınlarından içinde bulundukları durumu öğreniyorum. Bizim gazetelerden Türkiye’nin halini pek sağlıklı öğrenemiyorum. Kapitalizm gerçi hasta, sonucu uzmanlar konuşuyor. Fakat demokrasi olduğu oranda, Batı ülkelerinde yaşıyor. Gerçi Batılı ülkeler demokrasi ve kapitalizm ikilisini yaşatmak için dünyadaki diktatörlerle işbirliği yapıyorlar. Bu sömürü odaklarının tarihi eskidir. 19. yüzyıl ortasına kadar uzanır. Dam Üniversitesi... Nusret ERTÜRK Bilim, özgürlük ve demokrasi Dünya sadece sömürülmedi geri bırakıldı. Gerçi Batılılar, eski sömürgeleri için “Biz oralara gitmeseydik daha da geri kalacaklardı” diyorlar. Bazen bu düşünce insana biraz haklı gibi gelebilir. Evet, Batı, dünyayı uygarlığın en üst aşamasına getirdi. Bu pakette en değerli mal bilim, özgürlük ve demokrasidir. Kurtuluş Savaşı’nı yapmasaydık, Türkleri hangi sınıfa yerleştireceklerini görecektik. Kapitalizm Batı dışındaki dünyayı birinci sınıf insan kategorisine hiç sokmadı. Komünizm de sokmadı. Sömürgeci Batılı ne karaları, ne sarı ırkı, ne Müslümanları insan olarak görmedi. Günümüzde Avrupa ve Amerika’daki Müslüman düşmanlığı ve şovenizm bu kültürel mirasın henüz yaşadığını gösteriyor. Birinci sınıf insanlık verilmiyor, olunuyor ve alınıyor. Bunun koşulları belli. Hâlâ ilgimizi çekiyorsa Batı bilimsel düşünce, özgür düşünce ve sanat demek. Sanayi de bunların üzerine oturuyor. Bizdeki gibi bilimden ve düşünce özgürlüğünden bağımsız bina ya da otomobil yapmak değil. Ne var ki bu koşullar şimdi Arabistan’da, Kahire’de ya da Isfahan’da değil. Hâlâ Berlin’de, Paris’te, Londra’da ve Amerika’da. Belki Çin’e de bilim ve sanayi öncülüğü ile gelecek. İslam dünyasının uygarlığı bağlamında Batılının acelesi yok; Çin’in de yok. Özgür düşünceye, bilim ve sanata bilinçli olarak ulaşan toplum çağdaş uygarlığa da ortak olacak. A Arap Baharı Dünyanın yüzyıl ortasına kadar nüfusunun yüzde 50 artma olasılığı, küresel ısınmanın tehlike çanları ve enerji darlığı gibi öngörülere karşın açgözlü bir kapitalist Batı’nın zenginlik ve egemenliğini sürdürmek için dünya kamuoyuna sunduğu tüketim sarhoşluğu içinde, insanlar kendilerine birçok tuzak hazırlandığını algılamıyorlar. Fakat İslam ülkeleri özgür düşünce ve bilime gereken ayrıcalığı tanımadıkça içinde bulundukları durumdan kurtulma şansları yok. Olasılıkla Çin ve Hindistan Batı’yla boy ölçüşerek kendi geleceklerini belirleyecekler. Arap Baharı denen başkaldırma, Müslüman Arapların dünyanın geleceğini görmekten çok, içinde yaşadıkları çürümüş despotik rejimlerden ve açlıktan kurtulma mücadelesinden başka bir şey değil. Herhalde Haçlı Seferleri ve 20. yüzyıl dünya savaşlarından sonra insanların akıllarını kaçırdığı tarih çağlarından birini yaşıyoruz. Kapitalist düşüncenin toplumları ne kadar dengesiz bıraktığı birkaç yıl önce Amerika’da çıkan ekonomik krizden sonra Yunanistan’ın iflası ve diğer iflas adayları ve son gün Maksim Gorki, hapishaneye ‘üniversite’ der. Onun, ‘Benim Üniversitelerim’ adlı yapıtı ünlüdür. Gorki, ya bizim üniversiteleri görseydi? Ciltler dolusu yazacağı kesindi. Hapishane konusunda ilk dereceleri kimseye kaptırmayız. Son yıllardaki atağımızla Nobel bile alırız. İçeri atılanlar yedi yılda altmış binden yüz yirmi binin üstüne çıkmış. Şimdilerde, ‘hapishane’ deyince, Silivri akla geliyor. Üniversitenin en büyüğü, en ünlüsü orada. Harvard’ı, Oxford’u çoktan solladı. Yayında, dünya rekorunu elinde tutuyor. Silivri’de yazılan yapıtlar, en çok satanlarda başı çekiyor. Örneğin Mustafa Balbay; üç yılda yüzlerce yazısının yanında üç yapıtı yüz binler sattı. Silivri’de metrekareye birkaç yazar düşüyor. Gerçek üniversite orada. Şaka mı? İçinde kaç rektör, kaç dekan, kaç uluslararası nitelikte bilim insanı, kaç yazar, kaç düşünür? Kadroya milletvekilleri de eklenince örneği bulunmaz oldu. Dünyada bir başka benzerini gösteremezsiniz. Müzikolog yazar Ahmet Say, öğreniminin bir bölümünü hapishanede yapmıştır. Sayın Say diyor ki, “Yaşantının en zengin deposu hapishanedir. Cezaevinde altı ay daha kalsaydım, bir roman daha çıkaracaktım.” O meşhur Kocakurt romanını içerde yazmıştı. Üniversitenin havasından olsa gerek… Nâzım Hikmet, içerde bile çevresini aydınlatmıştır. Orhan Kemal’in yazar olmasında, N. Hikmet’in büyük katkısı biliniyor. Birçok yazar, Anadolu insanını hapishanede tanımıştır. Namık Kemal, Aziz Nesin, Kemal Tahir, Kerim Korcan, H. İ. Dinamo… hapishanenin takdirnameli öğrencileridir. Zindandan geçmeyenlerin bir yanı eksik kalırmış… Günümüzde, hapishaneye çağrılıp da gelmem diyen nerdeyse yok. Geçenlerde, emekli bir paşa tutuklanmak için tam beş saat ayakta bekledi! Elbette bir nedeni var. Adı okunan oradadır. Hangi üniversitenin sesi çıkıyor? Dam Üniversitesinden başka tık yok. Elli milletvekili Silivri üniversitesine boşuna gitmedi. Salonlarda dersler dinlediler, mest oldular. Yine gideceklermiş. Kimse Silivri’ye yetişemez. Dünyada parmakla gösteriliyor. Maksim Gorki, hapishaneye boşuna mı üniversite demiş? Geleceğimiz bilime bağlı. Bilim de üniversitede… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle