18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 AĞUSTOS 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 DİSKAR’ın araştırmasına göre ücretliye yüzde 10 kaybettiren hesaplama yöntemi gizli yoksullaşmaya neden oluyor Yoksulluk gizleniyor Madde sepetinin her yıl değişmesi, verilerin güvenilirliğini zedeliyor. Sabit madde ağırlıkları ile hesaplanan endeksi ile resmi endeks arasında fark sistematik olarak enflasyonu düşürecek şekilde artıyor. Ekonomi Servisi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Ensitüsü’nün (DİSKAR) araştırmasına göre ‘yoksulluk’, TÜİK’in enflasyon sepetinde gizli hale getiriliyor. Enflasyon sepetinde yapılan oynamalar, enflasyonu geriletiyor. Madde sepetinde araç satın alımı yüzde 5.44’lük ağırlığı ile yüzde 5.23’lük kiradan ve yüzde 3.14 ile ekmekten daha fazla ağırlığa sahip bulunuyor. Ücretliye yüzde 10 kaybettiren hesaplama yöntemi gizli yoksullaşmaya neden oluyor. Rapora göre fotoğraf makinesi, kamera, CD çalar, telsiz telefon ve cep telefonu, tansiyon aleti, gözlük camı gibi ürünler enflasyon endeksinde yer almasaydı, sepette yıllık yapılan değişikliklerin etkisi de ilave edildiğinde TÜFE mevcut değerinin Sermayenin Sinirleri Küresel sermayenin sinirleri yeniden bozulmuş görünüyor. Dünyanın önde gelen borsalarında geçen pazartesi günü yaşanan büyük düşüşler, yalnızca o günün “kara pazartesi” olarak adlandırılmasına yol açmakla kalmadı, ekonomik geleceğe ilişkin kaygı ve giderek korkuları da tetikledi. Henüz 20082009 bunalımının dumanı tüterken ve dünya ekonomilerinin o hastalıktan tam olarak kurtulup kurtulmadığı belirsizliğini korurken gelen bu sarsıntı nasıl doğuyor ve nelere gebedir? Son bir yıl boyunca komşumuz Yunanistan’da çok ağır biçimde yaşanan ve özellikle de Avro kullanan kesimde sürekli çözüm arayışlarına konu olan bunalımın AB’nin İspanya, İtalya ve Portekiz gibi güney kanadına atlamasından korkulmaktaydı. Bunalımın nedeni, başta Yunanistan, bu ülkelerin borçlarını ödeme yeterliliğine sahip olup olmadıklarıydı; özünde, sermayenin her zaman aradığı “güven” sorunuydu. Gerçekte, her borç veren yalnızca alacağı faiz getirisine bakmaz, borç verdiğinin borcunu geri ödeme gücüne ya da kapasitesine bakar; güven sorununun asıl kaynağı budur. Ülkelerin borçlarını geri ödeme gücü ile ilgili “kredi değerlendirilmeleri”, kuşkusuz bireysel borçalacak ilişkisinden çok daha karmaşıktır ve yalnız kamu kuruluşlarına değil, banka ve firmalarıyla ülke ekonomisinin bütününe bakılarak yapılır. Küresel sermaye, Yunanistan ve AB’nin güneyi gibi görece küçük işlerle oyalanırken gerçekten büyük “güven göçüğü”, kapitalizmin tapınağından, ABD’den geldi. Uluslararası değerlendirme kuruluşu S&P, asırlık tarihi boyunca, AAA ile en yüksek kredi değerlendirme notunu alan ve küresel güven piramidinin en tepesinde yer alan ABD’nin notunu bir derece kırdı, AA+ yaptı ve kıyamet koptu. Sermayenin sinirleri iyice, çıldıracak derecede bozuldu. Kapitalizmin geleneksel yılmaz savunucuları, yorumlarında, hemen her zaman yaptıkları gibi, bu güven bunalımının asıl nedenini ABD’nin siyaset sistemine bağladılar. Birilerinin ikide bir “Ah bizde de olsa” demesine bakmayın, ABD siyaset yapısı, yüzyılların kendine özgü birikimlerinin bir sonucudur. Değişik tepe kurumlar, özellikle de parlamento ve başkan arasındaki denetim ve denge süreçlerine bağlı olan ABD siyaseti, geçen günlerde devletin borçlanma tavanını yükseltme işini iyi yönetemedi. Bu nedenle, “Acaba ABD de borcunu ödeyemez duruma düşer mi” sorusunun gündeme gelmesi, sonunda sermayenin kalp atışlarını çok yakından izleyen S&P’nin de tepesini attırdı; ABD’nin kredi değerlendirme notu düşürüldü ve bu olgu dünya piyasalarında büyük bir güven bunalımı yarattı. Bundan sonrası, ABD’nin sermayenin güvenini yeniden tam anlamıyla kazanmasına bağlı olacaktır. Güven tazelemek, hele asırlık bir noktadan kopuşun sonrasında hiç de kolay olacağa benzemiyor. Ancak sermaye aynı zamanda esnektir ve yeni koşullara ayak uydurmasını bilir; ABD’ye güvenini iyice yitirirse yuvalanacağı yeni cennetler bulur. Türkiye’ye gelince, S&P kredi değerlendirme notu BB+ ile iyi sayılır. Türkiye, on yıl önce yaşadığı ağır krizin bedelini, toplumun sırtına 65 milyar dolar gibi ağır bir yük yükleyerek ödedi. Sermaye işlemlerinin yapıldığı bankacılık sisteminin oldukça sağlam olduğu anlaşılıyor. Türkiye’de yönetim tek elde, yani Başbakan’da toplandığından, sermaye için sıkıntı yaratacak ABD ya da AB benzeri “demokratik süreçler işlemez”; toplumsal tepkiler de polisiye önlemlerle kolayca bastırılır; kısaca, içeriden sermayeye güvensizlik yaratacak siyasi bir sorun çıkmaz. İçeriden çıkacak sorun kurumsal olabilir. Başbakan’a tamamıyla bağlı kurumların, küresel sermayenin anlık davranışlarına; giriş ve geri dönüşlerine, zamanında ve doğru tepki verebileceğini; teknik yeterliliklerini gereği gibi kullanabileceklerini beklemek, aşırı iyimserlik olur. Sermayenin sinirleri, küresel düzlemde birbirine eklidir. Bir yerde görülen titreşim, kolayca diğerlerine de geçer. Önemli olan, ABD kaynaklı bu büyük fırtınanın ekonomimize olası olumsuz etkilerini olabildiğince hafifletmektir. Demokrasimiz olmasa da ustalığımız ve imanımız var. Hem baksanıza, bir konser için İstanbul’a gelen ve büyülendiğini söyleyen Venezüellalı ünlü müzik adamı ve ekonomist Jose Antonio Abreu ne diyor: “Krizin kaynağında manevi değerlerden uzaklaşmak var, Türkiye şanslı görünüyor.” (Hürriyet, 10 Ağustos, Hülya Güler’in haberi.) Ayrı bir endeks oluşturulmalı Ücret artışlarında dikkate alınacak ayrı bir endeks oluşturulmalı. Fiyatı sistematik olarak gerileyen teknolojik ürünler mal sepetinden çıkartılmalı. Toplum tarafından yaygın olarak kullanılmadığı halde, yüksek değer taşıdığı için ciddi bir biçimde enflasyonu etkileyen ürünler mal sepetinde yer almamalı. Her türlü sübjektif müdahaleye açık olan yıllık sepet değişimi konusunda, sendikaların da onayının alınması sağlamalı. statistik Konseyi’nin kapsamı genişletilerek emek örgütlerinin katılımı ve denetimi sağlanmalı. Hükümet mensuplarının TÜ K’e müdahalesi anlamına gelecek yaklaşımlardan uzak durmaları sağlanmalı. Enflasyon hesaplaması nedeniyle yaşanan gelir kayıpları giderilmeli. 18.81 puan ve yüzde 10 üzerinde olacaktı. Bu değerin ücretlere yansıtılması durumunda SGK verilerine göre işçinin eline geçen net ücret aylık 95 TL, yıllık 1140 TL fazla olacaktı. Rapora göre bu miktar şu an herhangi resmi hesaplamada kayıp olarak görülmüyor. TÜİK tarafından üretilen verilerin işçilerin ve geniş emekçi kesimlerinin gelirlerini doğ rudan etkilediği vurgulandı. Hükümetin enflasyonu sadece makro ekonomik dengeleri etkileyen unsur olarak gördüğünün belirtildiği raporda, buna karşın enflasyon oranlarının, emekçiler açısından ihtiyaç duyulan temel ürünlerin gerisinde kalmasının, alım gücünü ciddi şekilde etkilediği ve gizli bir yoksullaşmanın yolunu açtığına dik kat çekildi. Araç satın alımının emekçilerin ücret artışlarını etkilememesi gerektiği kaydedilen raporda enflasyon hesaplanırken ve ağırlıkları belirlenirken, toplumun büyük bir kesimini doğrudan etkilemeyen maddelerin ya da fiyatları doğallığında sürekli olarak gerileyen teknolojik ürünlerin dikkate alınmasının doğru olmadığın vurgulandı. Nükleerde mevzuat tamam Aselsan, devler liginde yükseliyor ANKARA (AA) Milli savunma sanayi içinde önemli bir yeri olan ASELSAN, dünyanın en büyük 100 savunma sanayi şirketi listesinde bu yıl 80. sıraya yükseldi. ASELSAN, ABD merkezli askeri yayıncılık kuruluşu Defense News dergisi tarafından yayımlanan ve dünyanın en prestijli savunma sanayii listesi olarak kabul edilen listeye önceki yıl 93, geçen yıl 86. sıradan girmişti. ASELSAN beş yıldır bu listede yer alan tek Türk firması konumunda bulunuyor. Bu yıl 80. sıraya yükselen ASELSAN, savunma sanayiinde faaliyet gösteren çok sayıda ABD, Rus ve İsrail firmasını da geride bıraktı. Birinciliği, Amerikan Lockheed Martin firması alırken, onu İngiliz BAE Systems izledi. Ekonomi Servisi Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) Başkanı Hasan Köktaş, nükleer santral yatırımları için belli kolaylıklar sağlayarak başvuru için gereken tüm mevzuatı tamamladıklarını açıkladı. AA’nın haberine göre, EPDK’nin bu haftaki toplantısında Akkuyu’da nükleer santral yapacak olan Rus şirketin asgari sermaye oranı ile kuruma yapacağı lisans başvurusunda yatırması gereken teminat mektubu belirlendi. Buna göre Akkuyu’da kurulacak toplam 4 bin 800 megavat kurulu gücünde ve yaklaşık 20 milyar dolar yatırım yapılması planlanan nükleer santral için asgari 1 milyar 440 milyon lira sermayesi olan bir şirket kurulacak. Şirket önümüzdeki aylarda EPDK’ye lisans başvurusu yaptığında 157 milyon 200 bin liralık banka teminat mektubu verecek. Köktaş, doğalgaz ya da ithal kömür gibi bir üretim tesisi için lisans baş Yapılandırma taksidini geciktirene uyarı BATMAN (AA) Maliye Bakanlığı, kamu alacaklarının yeniden yapılandırılması kapsamında ilk 2 taksidi yatırmadığı tespit edilen 800 bin yurttaşı mektupla uyaracağını açıkladı. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in verdiği bilgiye göre, mükelleflere ilk 2 taksidi ödemeyip, 1 taksidi daha yatırmaması halinde yeniden yapılandırma hakkının ortadan kalkacağı uyarısında bulunulacak. Beş milyonu aşkın mükellefin çoğunun ödemelerini aksatmadığını belirten Şimşek, “Borçlu mükelleflerimiz bu tarihi fırsatı heba etmesin. Mükelleflerimizin mevcut avantajları yitirmemesi için taksit ödemelerinde gereken hassasiyeti göstersin” dedi. yavaşlıyor. Kısacası bankaları kurtarmaya giden 12 trilyon dolara karşılık, ortada genel müdürlere verilen mültimilyon dolarlık ikramiyelerden başka bir şey yok. Yaklaşık 10 yıldır, finansallaşmanın ve borç köpüğünün arkasındaki belirleyici etkenin, aşırı üretim, yetersiz talep sorunu olduğunu vurguluyorum. Yaklaşık 30 yıldır kredi genişlemesiyle ertelenen sorun nihayet ertelenemez noktaya geldiği için bu mali kriz patlak vermişti. Pimco’nun (dünyanın en büyük bono yönetimi şirketi) kurucu Bill Gross’un geçen hafta Washington Post’taki “Amerika’nın borcu en büyük sorun değil” başlıklı yazısını okuyunca, sermayenin zirvelerindekiler de Marx’ı okumaya başladılar galiba diye düşündüm. Gross, “Borç bir hastalık değil, bir semptomdur. ... Hastalık... tüketim ve yatırım yetersizliğidir. Borç sorunu, özel ve kamu kredi piyasalarında buna karşı geliştirilen antidotun istismar edilmesinden kaynaklandı” diyor, ekliyordu: “Biz ve küresel rakiplerimiz on yıllardır yetersiz toplam talep sorunuyla boğuşuyoruz. Şimdi açıkça görülüyor ki kaldıraç (borçlanarak yatırım yapmak) denen sihirli iksir artık tükendi... Krizin kalbinde borç değil toplam talep eksikliği yatıyor. ... Kapitalizmin bu potansiyel olarak ölümcül hastalığı birçok uzun dönemli maddi trendin üründür.” Bill Gross “ölümcül hastalıktan” söz etmekte haklı. Hükümetler, talep yetersizliği sorunu yerine, piyasaların baskısıyla, harcamaları kısarak borç ödemeye odaklandıkça, Ponticelli&Voth araştırmasının gösterdiği gibi “kaos” kaçınılmaz oluyor, İngiltere’de yaşananlara benzer olayların yaygınlaşması da. Türkiye’de nükleer santral kurulması için gerekli olan düzenlemeler tamamlandı. Akkuyu için asgari 1 milyar 440 milyon lira sermayesi şirket kurulacak, EPDK’ye 157 milyon liralık teminat mektubu verilecek. vurusu yapan şirketlerde aranan “toplam yatırım tutarının yüzde 20’si oranında asgari sermaye şartı”nı, nükleer santralda işi kolaylaştırmak için yüzde 5’e indirdiklerini söyledi. Köktaş, ayrıca nükleer santral yapacak şirketin önce yer lisansı alıp bu lisansla üretim lisansı başvurusu yapmasına karar verdiklerini belirtti. boyunca, özellikle en denetimden kaçmış vahşi biçimlerinin sergilendiği dönemlerde ürettiği bir semptom. Bu yüzden egemen sınıfların korkusunun boyutları çok büyük, tepkileri çok şiddetli... Geçen hafta İngiltere’de sokaklar yanıyordu, dünya ekonomisinde de borsalar... Bu olayları açıklamaya çalışan politikacıların, medya kanaat önderlerinin söylemlerinde, çok sık “akıldışı”, “çürüme”, “çöküntü”, “panik” gibi kavramlara başvurdukları görülüyordu. Bu iki olay arasında bağ kurmaya çalışan bir yoruma ben rastlamadım. Halbuki geçen hafta yayımlanan bir araştırmanın bulguları tam da böyle bir bağlantıya işaret ediyordu. okaklardaki ‘şey’ aslında neydi? Medyada öne çıka(rıla)n görüntülere bakınca, insan bir ahlaki tiksinme duygusuna kapılıyor. Dükkânı yağmalanan yaşlı berber, bakkal, büyük mağaza zincirlerinin yerel şubelerinin yanı sıra, yağmalanan, yakılan bir sürü yerel dükkân, önce dayak yiyen, sonra bizzat kendisine yardım edenler tarafından soyulan Malezyalı öğrenci, bunlara benzer çok sayıda garip olay... Medyanın bunları öne çıkarırken amacı, izleyicilerde tam da bu tiksinti duygusunu uyandırmak, “olayı” toplumsal ahlakın sınırlarını aşan birkaç olguya indirgeyerek, “kamuoyu” gözünde mahkum etmekti. Böylece düzen partileri (Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisi) açıklamalarında “alt sınıfların ahlak çürümesi” savları üzerinde yoğunlaşarak olanları sıradan zabıta vakasına indirgeyerek, dikkatleri 30 yıldır yedikleri “haltlardan”, böylece yarattıkları vahşi ve talancı kapitalizmden uzaklaştırma olanağı elde ediyorlardı. Ama sokaktaki görüntülere bir adım geri çekilerek, medyadaki “kanaat önderleri”nin kanaatlerine aldırmadan bakınca, sokaklardaki “şey”in, “yozlaşmış” (sinsice ima S edildiği gibi siyah) gençlerden başka bir şey olduğunu görmek olanaklı. Birincisi, Tottenham’da sokaklara çıkanlarla, hem Londra’nın başka mahallelerinde hem de İngiltere’nin başka kentlerinde sokaklara çıkanların sosyal, demografik ve eylem tarzı alanlarında ortak özellikler sergiledikleri görülüyordu. Karşımızda, birkaç bireyin eylemine, bir mahalle veya kent halkına, yerel koşullara indirgenemeyecek, hepsi birden aynı “kümeye” sokulabilecek olaylar, aslında bir büyük “olay” var. Reuters muhabirinin Londra’nın Hackney bölgesinde yaptığı bir araştırma, ayaklanmaya, yağmalara katılanların salt “yoldan çıkmış”, “vahşileşmiş” gençlerden değil, bunların yanı sıra onların anne ve babalarından, işsiz gençlerin yanı sıra ücretle çalışanlar kesiminden siyah, beyaz ve Asyalı insanlardan oluştuğunu ortaya koyuyordu. Olaylarla ilgili olarak bugüne kadar tutuklanan 2 bin 250 kişinin toplumsal profili de bu gözlemleri destekliyor. Reuters’in araştırması, bölgedeki insanlar arasında, yıllardır toplumsal harcamaları kamu yatırımlarını kısarak, kapitalist sınıfın vergilerini azaltarak devletin, toplumun kaynaklarını, toplumun en zengin kesimine transfer eden “vahşi kapitalizme” yönelik güçlü bir tepkinin olduğunu gösteriyordu. Olaylara katılan 40 yaşlarında bir kadının Kanal 4 haberlerinde dediği gibi, “bankerler milyarlarca sterlini yağmalarken üç, beş dükkânın sözü mü olur”du. Geçen hafta işaret ettiğim gibi, “vahşi kapitalizmin” etkilerinin ilk kez hissedildiği 198185 Sokaklar ve Piyasalar döneminde aynı bölgelerde benzer ayaklanmalar yaşanmıştı. Bu anlamda sokaktaki “şey”in vahşi kapitalizmin “semptomu” olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. “Olayın” tarihsel boyutu aslında çok daha güçlü. Temmuz sonunda yayımlanan “Kemer sıkma ve Anarşi: Avrupa’da Bütçe Kesintileri ve Toplumsal Huzursuzluklar, 1919 2009” (Jacobo Ponticelli, HansJoachim Voth, Austerity and Anarchy: Budget Cuts and Social Unrest im Europe, 19192009; http://ssrn.com/abstract=1899287) başlıklı bir araştırma, gelişmiş ülkelerde uygulanan kemer sıkma politikalarıyla, toplumsal “kaos” (protesto eylemleri, ayaklanmalar, suikastlar, genel grevler) artışı arasında çok yakın bir ilişki olduğunu gösteriyor. Araştırma ekonomik büyüme hızındaki artışla “kaos” göstergelerindeki artış arasında, özellikle kriz dönemlerinde, örneğin 1965’ten sonra, ters yönde bir ilişki olduğunu da ortaya koyuyor. Kısacası sokaklardaki “şey”, ne Başbakan’ın iddia ettiği gibi “toplumun hastalıklı” bir kesimine indirgenebilecek ahlaki yozlaşma ne de İngiltere’ye özgü bir şey. Sokaktaki “şey” kapitalizmin tarihi başka yerde... Yağmanın büyüğü Bu mali krizde devletlerin, bankaları kurtarmanın faturasını halklarına ödetme çabalarına bakınca insanın aklına Brecht’in “Bir banka kurmakla karşılaştırdığında, bir banka soymak nedir ki?” sözleri geliyor, hele geçen hafta borsalarda yaşanan sert dalgalanmalardan sonra... Önceki hafta, Berlusconi, İtalya’da toplumsal harcamalarda derin kesintilere gideceğini açıklayınca biraz sakinleşen piyasalar, Standard and Poor’s’un ABD’nin kredi notunun “AA+”ya düşürmesiyle yeniden şiddetle dalgalanmaya başladı. Haftanın ikinci yarısında, ABD Merkez Bankası faizleri iki yıl boyunca arttırmayacağını açıklayınca borsalar “rahat bir nefes aldılar”. Borsalar tümüyle, hükümetlerin kesintiler yoluyla kendi halklarını soyarak, borç ödemeye kaynak ayırma kapasitesine odaklanmış durumdalar. Toplumun geri kalanının ne olacağı umurlarında değil. Ancak bu kısa dönemli, bencil yaklaşımın sorunları da giderek ortaya çıkıyor. Geçen hafta yayımlanan veriler 2008’den bu yana tüm kurtarma paketlerine karşın ABD ekonomisinin hemen hiç reel büyüme yaşayamadığını ortaya koyuyordu (Financial Times, 10/08/11). AB ekonomisi de Buğday’da ‘prim desteği’ bilmecesi Ekonomi Sevrisi Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından bu yıl buğdayda ton başına 115 lira prim desteğinin verileceğinin açıklanması çiftçilerde kafa karışıklığına neden oldu. Desteğin mazot, gübre ve toprak analizi gibi yan ürünleri de kapsayıp kapsamadığı hâlâ belli değil. Adana Çiftçiler Birliği İkinci Başkanı Mutlu Doğru, geçen yıl 50 lira olan buğday prim desteğinin 115 lira olarak açıklanmasının neleri kapsadığının belli olmadığını kaydederek söz konusu karışıklığı Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne sorduklarını ancak her hangi bir cevap alamadıklarını söyledi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle