17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 30 HAZ RAN 2011 PERŞEMBE 2 Evet, yarın ne olacak? Yarın, içinde bulunulan günden sonra gelecek olan ilk gün... Sözlükler böyle tanımlıyor. “Yarınlar bizim”, “Umut yarınlarda”; “Yarın güneş doğacak”, “Yarın, hep yarın, yarın!..” Siz de yarınları bekleyenlerden misiniz? O güzel, aydınlık, mutlu yarınları... “Yarın olsun yarın olsun diye günler soluyor. Ne duysam ne işitsem bana bir dert oluyor” şarkısını anımsayanlardan mısınız? “Yarın bir başka gündür” demiş bir bilge de... Sanki bir başka günmüş gibi, başka bir güneş doğacakmış, rüzgârlar daha tatlı esecekmiş gibi... Hep bir umuttur yarını beklemek. O yarın, gelir gider boşu boşuna, sonra başka bir yarın beklenir. Yarın, zamandır, bir tek andır gerçekte... Doğrusu, yarın diye bir şey yoktur. Yarın ne olacak? Bu yazıyı pazartesi günü yazıyorum. Yarın TBMM açılacak. Millet OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ama yarın ne olacak? Yeminler mi edilecek, yoksa boşuna mı beklemek? Halkın oylarıyla seçilenlerin ant içmeye çağrılmamaları, elde ettikleri haklarını kullanamamaları, hukuk, yasa, akıl, gerçek denen değerlerin boş bir gevezelik olduğunu bir kez daha görmek mi? Sen, yazar, kaç kez bekledin güzel yarınları! Bir aldanış, bir yanlış içinde yıprattın kendini boş umutlarla. Bir kez daha mı? Oysa çok yaşlandım, hâlâ anlamadın mı yarınların boş aldatmaca olduğunu!.. Daha doğrusu, yarın diye bir şey olmadığını!.. Yarın var, yarından sonrası var, ondan da ötesi varmış!.. Oysa hiçbiri yok. Yalnız sen varsın, tek başına, bunca hengâme ortasında çırpınan... Yine de yarınlardan bir şeyler bekleyen, bir türlü uslanmayan, akıllanmayan... Yarın ne olacak? Ne mi olacak? Bir hiç!.. Soğur Cehennem Bile! Neslihan PERŞEMBE “…Ben derim ki:/Ömrüm, ömrüm/Mumlar neden eriyip sönerler de,/Tersine doğru yanmazlar/Uzayarak yeniden?/Ve insan doğmak ister mi/Bir daha, ölmek için!..” İzmir Bergama doğumlu, yaşamının ilkgençlik dönemine kadar İzmir’de yaşayan Metin Altıok’un “Bir Gün Ölürüm” adlı şiirinin bu dizeleri hayatlarımızı bir mermer gibi koyar önümüze ve yontmamızı ister. Şimdi soralım kendimize: Hayatımızı yonttuğumuzda neler kalıyor geriye? Kalanları cevaplandırdıysak bir de kalmayanları cevaplandıralım. Benim cevabımda yaz mevsiminin en yalnız ayı var; temmuz. Temmuz en yalnız ay çünkü bir boşluk olarak kalacak hayatımızda. Kapanmayacak bir çukur açılmıştır ruhumuzda. Terk edilmiş, dışlanmıştır. Tüm bunlara rağmen temmuzun yalnızlığı farklıdır. Neden mi? Altıok’un dizelerine kulak verdiğimizde görürüz bu farklılığı: “…Beyaz mürekkeple yazdım/Bu şiiri karanlığın üstüne…” Temmuzun yalnızlığı umutsuz değildir. Değersiz hiç değil. Asla güvensiz olmamıştır. Anlamsızlıksa uzak bir duygudur ona. Haksızlığa ve zulme karşı buluşan ve buluşmayı düşünmeye, yaratıcılığa, şenliğe dönüştüren, hayatı hep anlamlı kılacaktır. En genci 12 yaşında, yine en genci 66 yaşında 37 insanımızın yakıldığı Sivas katliamı üzerinden on sekiz yıl geçti. On sekiz yıl geçti de bu katliam rüştünü ispat edebildi mi? Katliamlar reşit olmaz. Olsa olsa müebbet bir sürgünü yaşar kendini yakan alevinde; cehenneminde... Yarın Ne Olacak? vekilleri ant içecek. Kimi kâğıttan, kekeleyerek, kimi ezberden, bir anda... Bir ant, bir yemin, bir inanç, bir bağlanma... Atatürk’ün kurduğu bir cumhuriyete bağlılık, gerçek bir demokrasiden yana olmak, daha doğrusu halka, doğruya, güzele, yararlıya inanmanın belirtisi... Çok yeminler dinledik! Kaç kişi, o yemine bağlı kaldı? Bir meraklı çıksa da araştırsa!.. Bırak bu saçmalıkları mı diyorsunuz, haklısınız. Ant içmek boş bir sözdür. Bir iki sözcükle geçiştirilen bir an... Hukukun Bittiği Yerdeyiz... Mahkeme “kaçarlar” diyor... Ben hiç milletvekili olunca bırakıp da kaçanı duymadım... Ayrıca yargıçlar uçağa binip yurtdışından mahkemeye geleni de “Yurtdışına kaçar” diye tutukladı... Belki de “kaçma” tanımları farklıdır... Tutukluluk hallerinin sürmesinde ikinci neden ise; ya tutuklular dışarı çıkınca delilleri karartırlarsa... Nerede bu deliller?.. Deliller yargıcın önündeyse nasıl karartılır?.. Yok eğer deliller yargıcın önünde değilse, neyle tutuluyor bir sürü insan üç yıl hapiste, delil yoksa... Peki; üç yılda toplanamayan deliller... Ya beş, on, on beş yılda anca toplanacaksa... Üç yıl az zaman değil... Üç yılda bulunamayan delilin ne zaman bulunacağını kim bilebilir?.. Niçin daha açık açık söylemiyoruz: Başından beri kuşkulandığımız, karşı çıktığımız, anlatmaya çalıştığımız, yırtındığımız süreç tamamlandı... Ve Türkiye’de yargı bitti... Yok artık... Peki yargı bittiyse biz kime gideceğiz hukuku aramak için?.. Mahkemenin kendisi “haksızlığın, hukuksuzluğun kapısı” olmuşsa... Duvarsa o kutsal kapı... Hakkı ve hukuku aramak için hangi kapıya gidebiliriz biz?.. Dillerde dolanan o Urfa deyişini yıllar önce ilk kez ben yazmıştım: “Çaresi ne, çaresi ne Et kokarsa tuz ekerler Tuz kokarsa çaresi ne?..” Vay elim kırılsaydı... Ya da kalemimi mi kırsaydım... Ve hukukun bittiği yerdeyiz... Bu bir yazı değil artık... Çığlık... Soruyorum kör kuyulara: Mahkeme kapısı bittiyse... Kime gideceğiz?... Kime?.. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle