18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 14 PAZAR KONUĞU CUMHURİYET 9 EKİM 2011 PAZAR [email protected] Eski Özel Kuvvetler mensubu Mete Yarar’dan TSK’nin yıpratılmasına çarpıcı yorumlar Toplumdan kopuk ordu olmaz T B SÖYLEŞİ P O R T R METE YARAR E PKK terörünün patlak verdiği dönemde Kara Harp Okulu’nu bitirdi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da komando birlikleri de dahil olmak üzere çeşitli birliklerde görev yaptı. Terörle mücadele konusunda eğitim aldı. Etnik sorunların temel sebepleri ve dış politikayla bağlantılarına ilişkin çalışmalar, Türkiye’nin bulunduğu bölge ve Ortadoğu üzerine araştırmalar yaptı. Özel Kuvvetler’de uzun yıllar görev aldı. 2004’te Irak’ta Özel Kuvvetler’de görevliyken TSK’den istifa etti. Daha sonra ticarete atıldı. Çeşitli şirketlerin enerji danışmanı olarak Irak’la bağlantıları sürüyor. Psikiyatri uzmanı Prof. Dr.Vamık Volkan’la birlikte, Türkiye’deki sorunların politikpsikolojik yanlarını araştırmayı amaçlayan EkoPolitik adlı bir sivil toplum kuruluşu kurdu. Kendini risk yönetimi uzmanı olarak tanımlıyor. LEYLA TAVŞANOĞLU PKK terörü giderek tırmanıyor, Kürt sorunu tam bir kördüğüm haline gelme eğilimi gösteriyor. Risk yönetimi uzmanı Mete Yarar, bu sorunların çoğulcu demokrasi değil, katılımcı demokrasiyle çözülebileceğini söylüyor. Yarar artık gayri nizami savaş üzerine kurulu bir dünya düzeni ortaya çıkacağına dikkat çekiyor. Türkiye’nin yarı aydınlara teslim olduğu bir ortamda ülkenin çok sıkıntılı bir sürece doğru sürüklendiğinin altını kalın çizgilerle çiziyor: 2000 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) gayri nizami savaşın üstesinden gelen dünyanın birinci ordusu olarak övülmüş, PKK terörü neredeyse sona erdirilmişti. 2003’ten sonra ne oldu da terör azdı? M.Y. PKK’yi yalnızca iç dinamiklerden etkilenen bir yapı olarak değerlendirirseniz aslında PKK’yi hiç anlamıyorsunuz demektir. PKK aynı zamanda dış politikaya çok endeksli ve manipülasyona çok açık bir örgüt. Çünkü PKK, içinde çok farklı etnik, mezhepsel unsurları ve ideolojileri barındıran bir oluşum. Bu işin doğru algılanabilmesi için 2000’den sonra yaşanan süreçleri çok iyi bilmek lazım. Amerikalılar özellikle 2001’deki 11 Eylül saldırısından sonra şöyle bir kavram kurdular: Artık dünyada konvansiyonel hiçbir savaş olmayacak. Yani bizim tabirimizle artık gayri nizami bir harp üzerine kurulu bir dünya düzeni ortaya çıkacak. Bunun örneklerini kendileri yaşadıkları için fark ettiler. 2008’de ABD Savunma Bakanı Robert Gates, “ABD dünyanın en büyük konvansiyonel gücüne sahip. Hatta ABD’nin deniz filosunun gücü kendisinden sonra gelen 13 ülkenin deniz gücünün toplamından daha fazla. Bizi konvansiyonel olarak kimse yenemez ama gayri nizami harp olarak bize inanılmaz biçimde zarar verebilirler” biçiminde çok önemli bir açıklama yaptı. İşte, Irak ve Afganistan buna çok iyi örnektir. SK’nin bugün “Bunu bana niye yapıyorlar?” yerine, “Ben bu süreci nasıl algılayamadım” sorusunu kendine sorması lazımdır. iz toplum olarak aydın üretemiyoruz. Bir ülkede aydın sayısı ne kadar azsa onların öldürülme riski de o kadar fazladır. Buradan Türkiye bağlamında ne söyleyebiliriz? M.Y. Bir kere ABD’nin konvansiyonel olarak yenilemeyeceği ortada. Ama gayri nizami savaş çok farklı bir konsept. Bu nedenle ABD bütün yapılanmasını artık gayri nizami savaşa ayırmaya karar verdi. Bu örnek aslında Türkiye’ye de çok uyuyor. Ülkelerin kaderlerini toplumlar belirler ama o ülkenin konumu da çok önemlidir. Türkiye çok stratejik bir konumda. Dünyanın bütün enerji yollarının kavşağında olan bir ülke. Dolayısıyla da başı hep dertte. Bunun da nedeni Türkiye’nin her zaman uç ülke olarak kalmaya devam etmesi. Sovyetler Birliği dağıldığı zaman herkes Türkiye’nin artık uç ülke olmadığını o nedenle de artık rahat edeceğini söylüyordu. Ama tam tersi oldu. Türkiye uç ülke olmaktan, kimle işbirliği yaparsa ülkeye fayda sağlayacak olan merkez ülke olma pozisyonuna geçti ki bu çok daha riskli bir konum. Artık hiç kimse Türkiye gibi jeostratejik bir ülkeyi kaybetmek istemiyor. Bu ülke zenginleşmeli ve büyümeli ki rahat etsin. Türkiye küçük kaldığı sürece sorunları büyür. Türkiye’nin büyümesinden neyi kast ediyorsunuz? M.Y. Topraksal büyümeden değil, etki alanından söz ediyorum. Bunu da hiç kimseyi rahatsız etmeden yapmak zorundasınız. Ama etki alanınızı büyütürken başkasının oyun alanına giriyorsunuz ve rakiplerinizin sayısı da artıyor. Yani komşularla sıfır sorun politikası pratikte yürümüyor mu? M.Y. Bence Ahmet Davutoğlu’nun felsefesi, “Biz sorun yaratmayacağız”dı. Ama dünyada sorunlar sadece sizden kaynaklanmıyor. Bunlar başka topluluklardan, başka ülkelerden, ekonomik, toplumsal tepkilerden kaynaklanır. Ortak bakanlar kurulu toplantısı yapmışken ve o kadar yakınlaşmışken Suriye’yle bugün bu sorunları yaşayacağımızı kim düşünebilirdi? Acaba Fransa neden ABD’den de daha istekli bir biçimde Libya lideri Kaddafi’nin devrilmesini istedi? Bunun nedeni sadece petrol mü? Kaddafi’nin Fransa’da büyük yatırımları vardı. Ancak aynı Kaddafi aylar önce Fransa’daki yatırımlarını durdurmak ve bunları başka bir ülkeye kaydırmak kararı almıştı. O ülkenin ismini vermem. Çünkü kıyamet o zaman kopar. Eğer bu yatırımlar gerçekten durdurulsaydı Fransa çok ciddi sıkıntılar yaşayacaktı. Bizim gördüğümüz çerçeve dışında çok daha geniş bir çerçeve var. Biz bunu algılayamadığımız sürece neler olup bittiğini net olarak anlayamayız. Bizim bölgeye baktığımızda Türkiye’yle boy ölçüşebilecek başka bir ordu yok. Türkiye akıl kullanırsa rahatlar ABD milliyetçilik akımlarını körüklüyor Bugün PKK’nin bize yaşattıklarını sadece iç politika malzemesi olarak değerlendirmek kadar vahim bir hata yapılamaz İyi de bu orduyu biz kendi elimizle yıpratmıyor muyuz? M.Y. Sonuçta ben TSK mensubuyum. En azından ben TSK felsefesiyle yetiştirildim. Benim orada silah arkadaşlarım var ve ben onlarla hâlâ yürek yüreğeyim. Ama TSK de şu hatayı değerlendirmelidir. Herkesin başına gelenlerde kendi hataları mutlaka vardır. TSK’nin bugün aslında, “Bunu bana niye yapıyorlar?” yerine, “Ben bu süreci nasıl algılayamadım?” sorusunu kendine sorması lazımdır. Çünkü suçu başkasında aradığınız zaman sorunu hiç anlamıyorsunuz demektir. Bir bünyenin içinde bile sizi anlayamayacak insanlar yaratmışsanız diğerlerinin sizi anlamasına olanak var mıdır? Kendi evlatlarınızın içinde doğru insanları yüceltmezseniz, arkadan gelenlere örnek göstermezseniz yaşayabilir misiniz? Kendi toplumuna 30 yıldır yaşananları anlatamayan bir TSK olabilir mi? İnsanların hayatta etliye sütlüye dokunmayacağı bir model yaratırsanız TSK’nin yapması gereken başka bir örnek oluşturamazsınız. Bana birisi bağırdığında, acaba niye bağırıyor, diye düşünürüm. Bunu düşünmediği sürece TSK’nin kendisini geliştirme şansı yoktur. Ben bir askerim. Geriye dönüp baktığımda beni en çok rahatsız eden yaptıklarımı suya yazmış olduğumu görmem. Ben suya yazı yazmaktan vazgeçip duvara yazı yazmaya karar verdiğim için istifa ettim. Artık mücadelemi sahada yapıyorum. TSK, Türkiye’nin yanı sıra aynı zamanda da NATO’nun ordusu. NATO’nun bilgisi olmadan Türkiye’deki bu operasyonlar yapılabilir miydi? M.Y. Ben o kadar da komplo teorisine prim vermiyorum. Belki bu işin gerçeği onlarca yıl sonra ortaya çıkacak. Çünkü artık toplumların gizlisi saklısı kalmadı. Bunu inanarak, vicdanımla söylüyorum. TSK hiçbir zaman başka bir ordunun ya da başka bir grubun emrinde olmadı. Dünyanın her tarafında görev yaptık. Bize tek bir mermi atılmadı şimdiye kadar. Bunun nedeni de TSK’nin hem kendine göre gelenekleri olması hem de bu işi doğru yürütmesiydi. Yurtdışında bu kadar saygınlığı olan bir ordu kendi ülkesinde neden bu kadar yıprandı? Türkiye vazgeçilemeyecek, başkası tarafından kontrol edilmesine izin verilemeyecek kadar değerli bir ülke. Türkiye’nin yer almadığı bir oyunda ana karakter yok demektir. Bulunduğunuz coğrafyada böyle bir noktadasınız. O zaman da bütün güçlerin mücadele ettiği bir alan haline geliyorsunuz. Bugün PKK’nin bize yaşattıklarını sadece iç politika malzemesi olarak değerlendirmek kadar vahim bir hata yapılamaz. Peki, bugün Türkiye’deki Kürt toplumu siyasi partisini kurmuş, sesini bu kadar duyurmuşken PKK hâlâ terör saldırılarında niye ısrar eder? M.Y. Üstelik ülkedeki yatırımların üçte biri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya yapılıyorken... PKK her gün hiç kimse tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan başka bir şiddet boyutuna geçiyor. Siyasette esnek olmak lazım. Türkler ise ya çok dost ya da çok düşman. En kötü tarafımız bu. Aslında gerçek hayatın büyüklüğü siyahla beyazda değildir. Büyük çoğunluk gridedir. Griyi, toplumsal süreçleri anlayamazsanız ekonomik süreçleri de anlayamazsınız. İngilizler gri alanı çok iyi yönetiyor ve gride kalıyorlar. Doğruyu algılayamadığımız bir süreçte de PKK’nin palazlanıp büyümesi çok kaçınılmazdır. Bugün bütün dünyada milliyetçilik akımları yükseliyor. Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, “Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar olan coğrafyada kalemle çizilmiş sınırlar içindeki halkların hem dinsel hem mezhepsel hem de etnisite olarak farklı farklı ülkelerin korumaları altında olmalarını destekleyeceğiz” demişti. Sonuçta bu milliyetçilik akımları körüklemek değil midir? O zaman da PKK’nin ve ideolojik olarak ona destek veren Kürtlerin bundan etkilenmemesi mümkün değildir. Sizce bu kadar depolitize olmuş bir toplumla Türkiye nereye varır? M.Y. Bir tarafta Kürtler son derece politize olmuş durumda. Ama onun karşısında politize bir Türk halkı yok. Bir ülkenin yaşam gelişimi ne kadar politize olduğuyla ilgilidir. Şu andaki sıkıntılar da bundan kaynaklanıyor. Burada sorgulanması gereken Kürt vatandaşların neden bu kadar politize olduğu değil Türk vatandaşların neden bu kadar depolitize olduğudur. İnsanlar kendi fikirleri için mücadele etmekte özgürler. Katılımcı demokrasi de budur zaten. Birisinin tezine karşı çıkıyorsanız sizin de kendi tezinizin olması lazım. Siyasette boşluk bırakırsanız birisi gelir o boşluğu doldurur. Kimse, “Neden Kürt siyaseti o kadar yetkin ve başarılı?” diye sormasın. Demokrasi adına ne kadar çok insan mücadele ederse etmeyen insanlar sırıtır. Bugün ortada dolaşan din bezirgânları, sahte demokratlar, sahte Kemalistler, sahte aydınlar toplumu öldürüyorlar. Sizin bunların karşısına getireceğiniz doğru profilleriniz olması gerekiyor. Ortalıkta bugün sözüm ona kendilerine aydın diyen birtakım tetikçiler türemedi mi? M.Y. Biz toplum olarak aydın üretemiyoruz. Bir ülkede aydın sayısı ne kadar azsa öldürülme riski de o kadar fazladır. Uğur Mumcu’nun, Çetin Emeç’in ve başkalarının katledilmesindeki en büyük özellik şudur: Onların arkasından gelebilecek çok sayıda aydın olduğunu bilselerdi kimseyi öldürmezlerdi. Bugün sorulması gereken soru şu: Acaba o aydınları vuranlar mı yoksa onların arkasından gelecek aydınları yetiştiremeyen toplum mu suçlu? Başarı gri alanı yönetmektir ASKERİ CASUSLUK VE ŞANTAJ DAVASI NEDİM ŞENER’DEN ‘EK KLASÖR’ AÇIKLAMASI Uçar’dan Genelkurmay Başkanlığı’na suç duyurusu İstanbul Haber Servisi İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen “Askeri Casusluk ve Şantaj” davasının tutuklu sanığı Yüzbaşı Esin Tolga Uçar, şüphelilerde ele geçirildiği iddia edilen belgelerle ilgili değerlendirme çizelgesinde ciddi hatalar olduğunu ileri sürerek çizelgeyi hazırlayanlar hakkında Genelkurmay’a suç duyurusunda bulundu. Soruşturma sırasında şüphelilerde ele geçirilen belgeler savcılık tarafından Genelkurmay’a gönderilerek “belgelerin devletin güvenliğine ait gizli belgeler olup olmadığı” sorulmuştu. Genelkurmay’ın savcılığa gönderdiği “değerlerdirme çizelgesi”nde, belgelerin birçoğunun “açıklanması yasaklanan ve niteliği bakımından gizli olduğu” kaydedildi. Uçar’ın avukatları tarafından Genelkurmay’a 8 Ekim’de sunulan dilekçede “çizelgelerde yer alan değerlendirmelerin büyük bir kısmının hatalı ve çelişkili bilgiler içerdiği” öne sürülerek değerlendirmeleri yapan Genelkurmay personelleri hakkında soruşturma açılması talep edildi. Odatv bilgisayarlarında ne çıkacağı biliniyor muydu? Galatasaray’da 341’inci buluşma Cumartesi Anneleri İHD İstanbul Şubesi Kayıp Komisyonu üyeleri, kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin cezalandırılması talebiyle 341’inci kez Galatasaray Meydanı’nda bir araya geldi. Kayıp yakınları, 12 Eylül döneminin ilk kayıplarından olan ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun raporuyla “gözaltında kaybedildiği” itiraf edilen Cemil Kırbayır’ın ölümünden sorumlu tüm yetkililerin cezalandırılmasını istedi. (Fotoğraf: HÜLYA KESKİN) İstanbul Haber Servisi Odatv soruşturması kapsamında tutuklu bulunan gazeteci Nedim Şener, “Odatv operasyonu için son hazırlıkları yapanlar oradaki bilgisayarlarda neler çıkacağını biliyor muydu? 2009 yılında kayıt altına alınan telefon görüşmelerimin 2011 Ocak ayında tam da Odatv baskınından önce kâğıda dökülmesinin başka bir cevabı varsa elbette dinlemeye hazırım” dedi. Silivri Cezaevi’nde Odatv soruşturması kapsamında tutuklu bulunan gazeteci Şener, davanın ek klasörleri ile ilgili açıklama yaptı. “1.5 yıldır bekleyen telefon kayıtlarım neden Odatv baskınından hemen önce tape edildi?” sorusunu soran Şener “Bu konuşmaların sokağa düşmesinden kendi adıma hiç gocunmam yoktur. Yalnızca benimle konuşanlar adına üzgünüm. Hrant Dink’in kardeşi Orhan Dink, AKP’li eski milletvekili Azmi Ateş, gazeteciler, MB eski Başkanı Süreyya Serdengeçti, TMSF’de dürüst çalışmalar yapan bürokratlar, Enerji Bakanlığı avukatı adına üzgünüm” ifadelerini kullandı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle