25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 18 EK M 2011 SALI 2 benimsendi. Derken iktidara AKP geldi. Dokuz yıldır işbaşında... Daha önceden düşüncesini açıklamıştı, yeni bir anayasa gerekiyor!.. Ilımlı İslam ağırlıklı bir partiye yakışan bir anayasa yapılmalı! Yandaş hukukçular çalıştı, bir taslak hazırlandı, yetmedi. Şimdi muhalefetle birlikte yeni bir anayasanın hazırlanması başlatıldı. AKP daha iktidar öncesinde belirttiği isteklerini gerçekleştirecek bir anayasa istiyor... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Savaşçı Dili... Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’ün, yaşadığı muharebe süreçlerinin ardından “savaş dili”ni terk edip sürekli ‘barış dili’ni kullanması, yazımın özünü oluşturacak önder bir uygarlık örneğidir. Savaş çığlıklarının böyle bir bilgeliği çiğnemeleri yalnızca gaflettir, cehalettir. Salih ÖZBARAN / Tarih Profesörü Ekim 2011 tarihli Dışişleri Bakanı’nın “Biz Suriye Cumhuriyet gazehalkına yönelik baskıların artık tesinin 6. sayfası kabul edilemez aşamaya geldi“savaş dili”nin ğini düşünüyoruz” biçimindeki kullanımına karşı çıkan, kaçınılbeyanını analiz ediyor. Bursalı, bamaz tepki içeren sütunlarla dokanın karşısına aldığı gazetecileluydu. İş Bankası Yönetim Kurulu rin şöyle bir soru sormaları geBaşkanı Ersin Özince, Türkiye rektiğini de söylüyor: “ABD SuCumhuriyeti hükümetinin iç ve dış riye ile dost olsaydı, iktidarınıpolitikadaki gelişmelerin ekonozın Suriye’ye karşı bu ‘müdamiyi etkilediğini söylerken kohaleye hazır’ tutumu ve birtakım nuyu son zamanlarda devletin yaptırımların devreye sokulçok yüksek katlarındaki kimi yöması söz konusu olabilir miyneticilerin ve medya mensubu di?” bazı kişilerin dillerine pelesenk etanki Osmanlı ihtişamı tikleri şu “savaş” sözcüğüne geyaşıyoruz! tirmiş ve gazetenin Ankara temsilcisi olan Utku Çakırözer’e Andığım bu tespitler beni geçşöyle bir açıklama yapma gereği mişe götürüverdi birdenbire; Körduymuştur: “Bakın yöneticilefez Savaşı’na sıcak bakan Cumrimiz savaş sözü ediyor. Serhurbaşkanı Turgut Özal dönemaye yavru ceylan gibidir kaminde (1990’da) aynı müttefikin çar”. Özince, Atatürk’ün “bilim arzusu doğrultusunda savaş dilive akıl” mirası üstüne vurgu yani kullanmasına, “Türk’ün cenpıyor; Cumhuriyet rejiminin çağgâverliği”ni de hatırlatan bir teşdaş değerlerinin sorgulanmasını vikle Arap dünyasından pay ko“abesle iştigal” olarak belirtiparma niyetine ilişkin sözlerini yor. anımsatıverdi. Tarihçiliğim beni Aynı sayfanın sağ yanında “Biçok daha gerilerde yatan ve Oslim ve Siyaset” köşesinde Orhan manlılar’ın Suriye ve Mısır’ı yöBursalı “Davutoğlu: Savaşçı netimleri altına aldıkları ayların, dil” başlığı altında çıkan yazısıyyılların da imgesini bir kez daha la konuyu tamamlıyor, Suriye üsserdi önüme. tüne dönen dümenlerin arka plaOsmanlı güçlüydü o zamanlar. nında yatan dürtüleri ifade ediyor, Bu güç, ‘Batı’dan öğrenip uygu Anayasalar ve Biz!.. “Anayasayı bir kere bozmakla hiçbir şey olmaz.” Zamanın başbakanı Turgut Özal böyle demişti. Bir kere değil, çok kere bozdular, orasını burasını değiştirdiler. 27 Mayıs’ın Anayasası’nı tanınmaz biçime soktular. Uygar ülkelerde anayasalar öyle ikide bir, onun bunun keyfine göre değiştirilemez. ABD’nin anayasası kurulduğu günden beri hep aynı! İngiltere’nin yazılı bir anayasası da yok! Ama bizim ülkemizde?.. Güzel, sağlam bir anayasa yaptılar 27 Mayıs Devrimi’nden sonra... Dönemin ünlü hukukçuları hazırladı; taslak gazetecilere, yazarlara, hukukçulara gönderildi, herkes düşüncesini belirtti. Halkoylamasında önemli bir çoğunlukla kabul edildi. 1971’de bir askeri darbe oldu. Demirel iktidarı değişti, Nihat Erim’in hükümeti işbaşına geldi. Bu kez 61 Anayasası’na karşı itirazlar başladı. Erim bile “Bu anayasa lüks” dedi. Başladılar oynamaya, kimi yerlerini çıkarıp yeni şeyler eklemeye. On yıl geçti geçmedi yeni bir asker darbesi, Evren Paşa ve arkadaşlarının yönetime el koyması. Yeniden bir anayasa arayışı... Bir önceki anayasayı beğenmemek, yenisini hazırlatmak... O da oldu, halkoyunda yüzde 93 oyla Ben bu anayasa konusunda, savcılıklarda, mahkemelerde kaç kez hesap verdim. Halkı isyana çağırmakla suçlandım. İki kez yargıç önüne çıktım. Sonunda da üç ay hapse mahkum oldum. Evren Paşa anayasasına “hayır” demenin cezasıydı... Şimdi AKP’nin, daha doğrusu Tayyip Bey’in özlediği bir anayasanın hazırlıkları başlatılıyor. Muhalefetteki partilerin de görüşü alınacakmış!.. Ama sonunda Tayyip Bey’in özlemlerinin ağır basması kaçınılmaz olacaktır. CHP de, MHP de, BDP de, bu oyuna gelmemeli. Tayyip Bey’in kurmak istediği “ileri demokrasi”nin, nasıl bir ucube olacağını düşünmek, zor değil!.. Ben 12 Mart’ta, 12 Eylül’de halka kabul ettirilen anayasalara karşı çıktığım gibi, AKP’nin öncülüğünde ortaya çıkarılacak anayasanın, Atatürk Cumhuriyetine karşı bir girişim olacağını, bir kez daha söylemek istiyorum. Dokuz yıldır bu iktidarın ülkeyi nereye götürdüğü ortadayken... 10 S ladığı topçuluk tekniğiyle, İran’daki Türk soylu Safevileri alt etmişti. Padişah 1516’da top tüfeğiyle çıktığı seferde dümen kırıp Suriye ve Mısır’daki Memluk devletini dize getirmişti; bu devletin iki sultanını da ölümle buluşturmuştu? Bir zamanlar güçlü topların yeşerttiği Osmanlı imparatorluğunu tasavvur etmeye çalışırken, günümüzde ‘Batı’ tarafından Anadolu’nun orta göbeğine yerleştirilmek istenen ve TC Hükümeti’nce kabul gören füze kalkanı aklıma geliverdi. Ne yapılmak istendiğini anlamaya çalışıyorum; kiminle savaşmaya veya kime karşı savunmaya hazırlanıldığını bilmek istiyorum; İslam dünyasının nereden yaralanmasına çalışıldığını öğrenmek istiyorum; “Batı” ile ne tür angajmanlara girişildiğini kestirmek istiyorum. Ama hepsine muğlak, karışık, anlaşılmaz yanıtlar verildiğini görerek şaşırıyorum. Adeta birileri için savaş bahanesi arandığını, ama “derse Allah ben ne cevap vereyim” korkusu da yaşandığını sanıyorum. Sıfır Noktası... Cumhurbaşkanı Güneydoğu sınırına gizli gitti... İnsan bari gizli de döner... Ki kimse “gizli gittiğini” duymasın... Çünkü ben, cumhurbaşkanı olduğu vatan topraklarına böyle gizli gizli gideni hiç duymamıştım... Oysa nereye gitse, günlerce gözüne gözüne sokuyorlar insanın “gidiyor” diye... Diyelim ki Güney Afrika’ya gidişinden aylar öncesinde medya “gidiyor” diye tutturuyor... Amerika ya da Kayseri fark etmiyor, yeter ki gitsin... Bakanlar “gidiyor” diye koşuyor... Vali koşuyor... Bando koşuyor... Bando koşunca “gidiyor” diye koşan koşana... Zaten sonra “geliyor” başlıyor... Ama Hakkâri’ye gidiyor geliyor... Gizli... Niçin?.. “Güvenlik nedeniyle” diye açıkladıkları “gizli gidiş”in fotoğraflarını iki gün sonra internetten alabilen yalaka medya, oradaymış da görmüş gibi “sınırda sıfır noktasına kadar giderek askere moral verdi” diyor... Halbuki askerin moralini bozmuştur... Cumhurbaşkanı gizli gelmiş çünkü... Allah muhafaza bir tanıyan olsa... Başbakan gidiyor; üç general, otuz subayın, bir askerin arasında siperde çömeliyor ki gözükmesin... Cumhurbaşkanı gidiyor “gitmemiş gibi” yapıyor... “Açılım” deyip kapandılar... Muhalefet liderlerine “Sivas’ın öte yanına geçemezler” derken üstelik... İyi ki yolda gören çıkmadı... Devlet adamlığı zordur hafız... Yürek ister... Devletin kayıtlarındaki şehir kasaba isimlerini silsinler diye bölücülere yol gösterip “burası Norşin” demeyecek kadar ciddiyet... Teröristleri kucaklayıp askerleri hapishanelere doldurmayacak kadar mantık ister... Hadi hiçbirisi olmadı, müebbet hapse mahkum bir teröristbaşı ile anayasa pazarlığı yapmayacak kadar akıl ister... Yoksa... Yoksa işte böyle gizli gider devlet adamı kendi karakoluna... Ki görmesinler... Devletin geldiği yer, eh orası: Sıfır noktası... Savaş ve bilgelik Cumhuriyet’in 25 Ocak 1991 tarihli sayısında yazısını “Savaş” başlığı altında yayımlayan Melih Cevdet Anday, “Tarihçiler birtakım geçmiş uygarlıkların savaş, hastalık, deprem gibi nedenlerle silinmiş olduğunu söylerler” saptamasından sonra şunları dile getirmiş: “Bunlar içinde en geçerli olanı savaştır elbet. Buna karşın barışın bir türlü sağlama bağlanamaması, sağduyuyu isyan ettirir. Eskiden toprağı verimden düşmüş bir topluluğun bitek yerlere akın ettiğini biliyoruz, ama açgözlülüğün savaşı doğal kılması olanaksızdır. Onun için de despotlar, diktatörler, plütokratlar [yönetimdeki zenginler] kutsallaştırdıkları birtakım kavramlarla halkı kandırma, aldatma yolunu tutarlar.” Açgözlülüğün savaşı doğal kılması, “yalnızca eli kanlı kişilere ait olacaktır” demişti “Savaş Sanatı Tarihi” yazarı John Keegan; savaş ve politikanın ayrılmaz parçalar olduğuna karşı çıkmanın bilgeliğine değinmişti: “Mantıksal kısıtlamaların ve hatta simgesel geleneklerin ilkelerinde bile yeniden keşfedilmesi gereken bir bilgelik vardır. Savaş ve politikanın ayrılmazlığına karşı çıkmak ise daha da büyük bilgeliktir. Bunu yapmadığımız sürece, bizim geleceğimiz de […] yanlızca eli kanlı kişilere ait olacaktır.” Doğal afetlerin nereden ve nasıl gelebilecekleri kesin bilinmese de, onlara karşı önlem almak suretiyle görev yapabiliriz, yapmalıyız. Ama sadece sermayeyi ürküteceği savının ötesinde, savaşları, çok daha vahim insanlık ve doğa cinayetlerini önlemek kesinlikle elimizdedir; özellikle de halkın oylarıyla yönetime gelmiş kişilerin elindedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’ün, yaşadığı muharebe süreçlerinin ardından “savaş dili”ni terk edip sürekli ‘barış dili’ni kullanması, yazımın özünü oluşturacak önder bir uygarlık örneğidir. Savaş çığlıklarının böyle bir bilgeliği çiğnemeleri yalnızca gaflettir, cehalettir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle