22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2010 CUMA 6 HABERLER BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Kaldığı Yerden Başlayarak... Cumhuriyet’te, haftalık yazılarım, 1993’ten bu yana, -bir ameliyat dışında- aralıksız sürdü. Bu gazetede yazmak üstelik, bir zevktir; hiçbir nedenle aksamaya uğramaz. Sağlığa dikkat de bu nedenledir... Ne var ki, sağlık, ummadığınız anda, bir anda düşüp bozulmaz olmaz mı? Geçenlerde de böyle oldu: Hesapta olmayan bir yüksek tansiyon -kara bela gibi- yakamıza yapıştı. Ne dersek çare olamadı. Hekimler de çaremize koştu; mazaratın ısrarı kırıldı ve yakamızı kurtardık. Ne var ki hekimler, büyük bir ısrarla elde ettikleri zafere, bir kez daha kaybedilmez diye üstünde ısrar ettiler. Ufukta büyük bir eylem vardı; Adana’da TÜYAP fuarı yaklaşmıştı; ve bende de heyecan! Ne var ki hekimler, sağlık adına yeni bir yolculuğa kesinlikle karşı çıktılar. Karar, bilim otoritesinden geldiği için, saygıyla karşıladım. Sadece tansiyonlar değil, yakın çevremde birkaç ölüm de benim bunalımımı yoğunlaştırdı: Arka arkaya Yıldız Sertel ve Kıvanç Ertop göçüp gittiler... Yıldız, bir 30 yıldır dostumdu. Üstelik, ünlü Sertel’lerden geliyordu ve Nâzım Hikmet’i görüp tanımıştı. Bu bilgiler, onun eserlerinde hep canlı idiler. Böylece, Yıldız’ın kitapları büyük bir önem taşıyorlardı. Hep öyle kaldılar. Bir sonuncu, “vasiyet” hükmünde yâdımda: Yıldız Sertel, ölmezden önce, İstanbul’un önemli bir yerinde Nâzım Hikmet’in bir heykelinin dikilmesini istiyordu. Buldu, buluşturdu: Kaynaklarını sağladı, heykelcisini de saptadı. Şimdi yakın günlerin birinde, -öğrendiğime göre bugün- Caddebostan Kültür Merkezi’nin bir salonunda bu heykelin açılış töreni yapılacak. Hepimiz de, o törende hazır olacağız... Kıvanç Ertop değerli bir iktisatçıydı; 1970’lerde, Şişli İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu’nda bir birikimin başındaydı. Ancak, bir büyük bir yakınması da vardı: Çeşitli liselerden çıkıp gelenler korkunç bir kültür açıklığı içinde, yüksekokulda verilen bir kültürü izleyemez durumdaydı. Bizzat bana yakındığı bir konuşmada istediği, aradaki büyük boşluğun doldurulmasıydı. “Uygarlık Tarihi”nin yazılması bundan doğdu ve dersin verilmesini de bana bıraktı. O dersin yaptığı yankılar ünlüdür. O sürdürdükçe, Kıvanç’ın adı da sürecektir; ve konunun “güncel”liği de kaybolmayacaktır... Özetle, Çukurova 3. Kitap Fuarı, 12 - 17 Ocak 2010 tarihlerinde, kültür ve eğitim dünyamız Adana’da buluşuyor. Buluştu da, güzel bir açılışla fuar hizmette. Paneller, söyleşiler, okuma ve imza etkinlikleri, çiçeği burnunda karikatürcüler, mizah festivalleri yan yana. 12 - 17 Ocak 2010 tarihleri unutulmaz olacak: Gidiniz, sevgili okurlar izleyiniz bu şöleni... Ancak, bu şöleni izlerken, sevgili bir yazarımızın, Mustafa Balbay’ın, -316 gündür- köşesinden uzak kaldığını da unutmuş değilsiniz... Tutuklu teğmenler için itiraz İstanbul Haber Servisi - İstanbul ve Göl- cük’te düzenlenen eşzamanlõ operasyonlar kap- samõnda tutuklanan deniz teğmenler Faruk Akõn, Sinan Efe Noyan ve Alperen Erdoğan adõ- na avukat İrfan Sütlüoğlu tahliye talebinde bu- lundu. Beşiktaş’taki İstanbul Nöbetçi 10. Ağõr Ceza Mahkemesi’ne sunulan dilekçede, krimi- nal araştõrma raporuna göre, aramalarda ele ge- çen suç eşyalarõ üzerinde müvekkillerden hiçbi- rinin parmak izinin bulunmadõğõ ifade edildi. Muhabirlere soruşturma Haber Merkezi - Bülent Arõnç’a suikast iddia- sõyla başlatõlan soruşturmada, gözaltõna alõnan se- kiz askerden biri olan albayõ, sorgusu sõrasõnda fotoğraflayan Hürriyet ve Habertürk gazetesi mu- habirleri için soruşturma başlatõldõ. “Terörle mü- cadelede görev yapanlarõ hedef gösterdikleri” id- dia edilen muhabirlerin, 1 yõldan 3 yõla kadar ha- pis cezasõ istemiyle yargõlanabileceği belirtildi. TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ mfarac@cumhuriyet.com.tr - www.mehmetfarac.com Siz kalpten kalbe giden küçük nidaların ölümün kapısını bir düşman gibi zorlayabileceğini hiç duydunuz mu?.. Duymadıysanız buyurun okuyun... Okuyun da platonik sevdaların bile töre cinayetine yol açtığı bir coğrafyada tertemiz duyguların, kafası belden aşağıya odaklanmış zavalılarca nasıl kana bulaştırıldığına tanık olun!.. O küçük kız... Örülmüş saçlarından töreye bağlanmış o küçük kız var ya; mavi lastik çizmesiyle karlara bata çıka giderken okula, o gün çarpuk çurpuk o tahta sıraya son kez oturacağını bilebilir miydi acaba?.. Kömür sobasının güçlükle ısıttığı derme çatma sınıfa girdiğinde, o mazlum ve o mahcup gülümseyişi mutluluğunun son tebessümü mü olacaktı?.. Ne tuhaf ve garipti ki, çocukluğun o lekesiz yansıması, gamzeli yanaklarında pırlanta bir hızma gibi parlasa da bilinçaltına pompalanmış nedeni belirsiz ve gizemli bir korku vardı al yanaklarında!.. Ve o korku, karların çatlamış okul camlarını buhrana teslim ettiği anlarda esir almıştı tüm benliğini!.. Sobanın içinde çatırdayan ateşin sesi, beyaz tebeşirin kara tahtadaki hışırtısı ve muzip çocukların öğretmen korkusuna direnen tepinmeleri birbirine karıştığında; o, içindeki insan sevgisinin altında yatan kıpırdanışları düşünüyordu!.. Yırtık çoraplarını örten naylon çizmesi, önlüğünün altından ipleri sarkmış pembe kazağı ve küçük yüreğinde lastik bir top gibi zıplayan masum duyguları vardı onun... Dün gece bir sevda filmi mi izledi televizyondan ne?.. Yoksa “Aşk-ı Memnu”dan bir sahne mi kazınmıştı kirlenmemiş beynine?.. İhtimaldir ki, sevdanın henüz rotasını çizemediği yüreğinde; içtenlik ve hayranlık, arkadaşlık ve dostluk, hatta sevgi ve özlemi barındıran nadir, ancak çaresiz duygular taşıyordu... Silgisi kopmuş kör uçlu kalemiyle, kara kaderinin belki de fermanını yazdığının farkında bile değildi!.. Kalpten kalbe giden yol!.. Öğretmen konuşuyordu ama o biraz boş, biraz şaşkın, biraz da heyecanla izliyordu çevresini... Önceki akşam isli bir ampulün aydınlığında yaptığı ödevlerini en sevdiği arkadaşına gösterdi... Sonra da çizgili defterinin bir köşesine yazdığı iki kelimelik yazıyı da aynı çocuğa uzattı... İki çift kara göz, çocuk curcunasının yarattığı atmosferde iki minik kelebek gibi kanat çırpıp duvarlara yapıştırılmış sulu boya resimlerinin üzerine kondular sanki!.. Hani şu önünden küçük derelerin aktığı, bacasından duman tüten karlı köy manzaraları var ya... İşte çocuk hayallerinin küçük kâğıtlara nakşedildiği o resimler tanıktı, ufacık yüreklerin o tertemiz alışverişine!.. Öğretmen işte o anda gördü masumiyet sevdasının o kanlı kopyasını!.. Hışımla yanlarına gitti ve küçük çocuğun avuçlarına sıkıştırdığı kâğıdı alıp okudu... İşte o kâğıttan algılanan kirli öfkeler, kimbilir hangi zalim parmağın tetiklediği bir Kalaşnikof mermisini ölümün son damgasına dönüştürüverdi!.. İnsanın bırakın yazmayı ya da okumayı, sorgulamaya bile utandığı bir olay yaşandı önceki gün, Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesine bağlı Sonkaya köyünde... Köyün eski ismi Zorava’ydı... Yıkık dökük taş duvarların çevrelediği garip evleri, yokluğun ve yoksulluğun egemen olduğu küçük dünyalı insanları vardı o köyün... Kar yağdı mı çevreye, açık olan tek güzergâh yalnızca kalpten kalbe giden yol olurdu orada!.. Sonkaya İlköğretim Okulu’nun 12 yaşındaki öğrencilerinden Meryem Sökmen iddiaya göre ders ortasında bir not yazarak arkadaşına vermişti. Üzerinde “Seni seviyorum” yazılan nota öğretmen hemen el koymuştu!.. Not daha sonra öğretmen tarafından okul müdürüne ulaştırılmıştı. Yine iddiaya göre müdür de Meryem’in köy korucusu olan babasını okula çağırarak bu gizemli yazışma konusunda bilgilendirmişti!.. Öğle saatlerinde yaşanan olayın ardından, insanın insana sunabildiği en masum duygularla suçlanan Meryem evine gönderildi!.. Bir saat sonra ise küçük yaşamların sığdırıldığı o köhne evin pejmürde duvarlarında, pervasız bir kurşunun metalik sesi yankılandı!.. Önce cam kenarına sığınmış aç serçeler havalandı, sonra da kapının dibinde sıcağı arayan küçük köpek irkildi... Bir çocuğun, tezek ateşinin ısıttığı o virane evin her santimetrekaresine gizlenmiş anıları kan boşalan gırtlakta acı bir haykırışa dönüştü ve kerpiç duvarların saman katılmış hücrelerine çarptı... Çıkış arıyordu yaşam ama ölüm ne çare ki baskın gelmişti... O çelimsiz beden, kafesten çıkmak için kendini paralayan yaralı bir kuş gibi amansızca çırpınmış, sonunda takatsiz kalmış ve narin kollarını toprak zemine bırakıvermişti!.. Mezarda yalnız değil!.. Çenesinin altından giren bir kurşun o bahtsız gözleri duvardaki siyah- beyaz resimlere kilitlemişti!.. Kan, önce bembeyaz okul yakasının, sonra da masmavi önlüğünün ciğerlerine işledi... Tabii ki o klasik, o utanmaz ve o ikiyüzlü saptama Meryem’in yakasına da yapıştırıldı... “İntiharrrrrr!..” İddiaya göre, küçük kız babasına ait korucu silahını çenesinin altına dayamış ve tetiğe basmıştı!.. Meryem’in cenazesi otopsi için Trabzon Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Gözaltına alınan korucubaşı baba Muzaffer Sökmen ise ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı! Siz bu ölümün gerçek nedenini öğrenmek için son iki yılda korucu silahlarının kaç masum kızın yaşamına mal olduğunu dair bir araştırmaya girerseniz çok ama çok üzülürsünüz!.. Ve ne ilginçtir ki, devletin “terorizm” uğruna feodal kafalara teslim ettiği bu silahların hep “törerizm” adına kullanıldığını görür, “katil kim” sorusu için delicesine yanıtlar ararsınız!.. Meryem, arkadaşlığın güven veren coşkusuyla mı, çocukluğunun saf duygularıyla mı, yoksa ergenliğin küçük ve tertemiz çırpınışlarıyla mı yazdı “Seni seviyorum” cümlesini... Önemli mi ki?.. “Seni seviyorum” diye yazmıştı ya işte!.. Ne beklersiniz ki böyle saf, böyle içten bir mesajdan?.. İnsan sevgisini en masum biçimde dışavuran bir çocuk; yalancı sevdalarını büyük yürekler üzerine tenekeden kolyeler gibi asan zavallılar kadar çirkef olamazdı ki!.. Meryem’in kaderi, öğretmen- müdür-korucu üçgeninde çizildi ve törenin puslu ortamında beklenen o utanç verici son gerçekleşti!.. Ancak bedeni küçük, yüreği kocaman o kız zalimlerin kazdığı mezarında yalnız olmayacak!.. Öğrendim ki, Meryem’i ölüme sürükleyenler onu 14 ay önce gizemli biçimde “kendini asarak” intihar ettiği ileri sürülen ablası Necla Sökmen’in yanıbaşına gömecek!.. ‘Seni Seviyorum’ Ölüm!.. Eski İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürü, JİTEM’cilerin terörle mücadelede kahramanca çalõştõklarõnõ söyledi Saçan’dan JİTEM’e övgü HATİCE TUNCER İkinci Ergenekon davasõnda tutuklu sanõk eski İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, Susurluk’ta ortaya çõkan yapõnõn MİT ve jandarma içerisindeki uzan- tõlarõnõn çözülmediğini söyledi. Saçan, iddia edilen Ergenekon örgütüne ilişkin olarak, “Bu örgütle o örgüt aynı değil. Bu örgütün po- litik olarak sulandırılma aşaması. Hükü- met muhalifleri ile Fethullah Gülen mu- haliflerini aynı kazanda pişiriyorlar” di- ye konuştu. Tuncay Güney, 2 Mart 2001’de Organi- ze Suçlar Şube Müdürlüğü’ne gönderildiğinde ele geçen bütün belgelerinin dökümünü, mülakat çözümünü yaptõrdõğõnõ ve hepsini DGM Başsavcõlõğõ’na gönderdiğini anlatan Saçan, şunlarõ söyledi: “Tuncay Güney tarafından çizilmiş Ve- li Küçük yapılanmasının şemasını da gön- derdim. Hiçbir şeyi kapattığım yok. Tüm dökümler Savcı Muzaffer Yalçõn’a gönde- rildi. Adli Tahkikat Büro Amiri Serdar Ak- ça halen görevde. Akça’yı yardımcım Ke- mal Karademir’in ifadesinin alınması du- rumunda olay net ortaya çıkacaktır” de- di. Daha sonra üye hâkim Hasan Hüseyin Özese, Saçan’dan Duysan Fabrikasõ’nõn sa- hibi Şevki Duy ile, davanõn tutuklu sanõkla- rõndan emekli Albay Arif Doğan hakkõnda- ki telefon görüşmesini açõklamasõnõ istedi. Saçan, Şevki Duy’un Kõrklareli’nde bir ye- ri olduğunu ve bazõ kişilerce rahatsõz edilmesi nedeniyle Arif Doğan’ndan yardõm istediğini anlattõ. Muş’ta 1993-96 yõllarõ arasõnda Te- rörle Mücadele Şube müdür yardõmlõğõ ve müdürlüğünde bulunduğunu söyleyen Sa- çan’a “Arif Doğan ile ilgili ne bildiği” so- ruldu. Saçan soruyu, “Arif Doğan’ın Jİ- TEM’ci olduğunu bilirim. Şevki Duy’a ‘bulaşma’ dedim. Daha sonra Arif Doğan, Şevki Duy’a 2 kişiyle 3 milyarlık telefon fa- turasını gönderip ödemesini istemiş.” ‘İlişkiler açığa çıkmadı’ “Susurluk olayı ile ilgili ne bildiğine” ilişkin soru üzerine Saçan şunlarõ söyledi: “Susurluk sürecinde İbrahim Ağabey de var. İbrahim Şahin mahkûm oldu. Polis, politikacı, mafya ilişkileri açığa çıktı. Ama MİT ve askeri kesimin, Jandar- ma’nın suç işleyen kısmı hiç görülmedi. Yeşil kimin adamıydı? Ben bunların üzerine gittiğim için buradayım. Yeşil’i bulabilseydim... Çok operasyon yaptım ama yakalayamadık.” Hâkim Özese’nin “JİTEM ile ilgili bil- giniz var mı” sorusu üzerine Saçan şöyle ko- nuştu:“Jandarma İstihbarat Terörle Mü- cadele daha sonra JİT adını aldı. Jİ- TEM’ci dedikleri terörle mücadelede kahramanca çalıştılar. Ama kurumlarda zaman içinde dejenerasyon olabiliyor. Benim dönemimde 121 polisin çalıştığı or- ganize şubede 1800 polis çalışmış. Hane- fi Avcõ ‘JİTEM’in gayriyasal işlerini bili- yorum’ dedi. Hanife Avcı görmüş de niye müdahale etmemiş.” “Ben gördüğüm her yasa dışı işe müdahale ettim” diyen Saçan, “2001’de Genelkurmay İstihbarat Baş- kanlığı’nda çalışan bir kurmay binbaşı- yı gözaltına aldım, tutuklattım. Şimdi ‘İlk kez asker alõnõyor’ diyorlar, asker hiçbir zaman ‘girme’ demedi. JİTEM’ci diye geçinip Yeşil’i kullanan adamlar vardı. Faili meçhul cinayetlere adı karış- mış, hatta kesin cinayetleri var” dedi. Başkan Köksal Şengün sorusu üzerine Sa- çan söylediklerinin duyum olmadõğõnõ be- lirterek “Bilgim var. Mafyalaşan itirafçı- lara çok operasyon yaptım” diye konuştu. ÜMRANİYE İHBARININ SES KAYDI DOSYADA Ergenekon soruşturmalarõn başlamasõna neden olan Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan 27 adet el bombasõ ve patlayõcõlara ilişkin ihbar telefonu- nun ses kayõtlarõ dava dosyasõna konuldu. Birinci iddianamede “ihbarcı” olarak yer alan Şevki Yiğit, 12 Haziran 2007 tarihinde Trabzon İl Jandarma Komutanlõğõ’nõn 156 hattõnõ gizli numa- radan kendi kimliğini belirtmeden arõyor. İhbarcõ “Bir ihbarda bulunmak istiyorum” diye sözleri- ne başlõyor. “Ümraniye Çakmak Mahallesi Muh- tarlığı’nın karşısında, elektrik direğinin yanın- da, önünde büfe olan boş bir binanın çatısında, el bombası ve C-4 patlayıcı madde bulunduğu- nu anlatıyor. Patlayıcıları Mehmet Demirtaş isimli şahsın sakladığını, bu patlayıcıların De- mirtaş’ın komutanı emekli astsubayın olduğunu belirtiyor. Adresi Mithatpaşa Caddesi ile Sa- manyolu Caddesi’nin birleştiği sokaktaki Kar- dak Balıkçısı’nın yanındaki tek katlı bina” diye tarif ediyor. Bombalarõ saklamakla suçlanan tutuklu sanõk Mehmet Demirtaş’õn eniştesi olan ihbarcõ Şevket Yiğit’in oğlu Ali Yiğit de davada bir süre tu- tuklu bulunduktan sonra serbest bõrakõlmõştõ. Ali Yi- ğit, duruşmalarda dayõsõ Demirtaş’õn bombalarõn as- kerlikte komutanõ olan emekli Astsubay Oktay Yıl- dırım’a ait olduğunu söylediğini iddia edilmişti. Gecekondudaki el bombalarõ Gazetemiz okurları ve sivil toplum ku- ruluşlarının temsilci ile üyeleri, gazete- mizin Ankara Temsilcisi ve yazarı Mus- tafa Balbay ile aydınların serbest bırakıl- masına yönelik eylemlerini dün de sür- dürdü. Gazetemizin Şişli’deki merkez bi- nasının bahçesinde gerçekleştirdikleri protesto eyleminde “Balbay’ın yanı ba- şındayız” nöbetinde dün bir araya gelen katılımcılar “Demokrasi için özgür yar- gı”, “Yargısı özgür olmayan ülke batar”, “Başbakan söylediğini duymalı”, “Siyasi yargı yıkımdır”, “Ergenekon davası bir ortaoyunudur” yazılı dövizleri taşıdı. ‘Ergenekon bir ortaoyunu’ ‘YA ÖLÜRSE NE OLACAK’ Üye Hâkim Sedat Sami Haşı- loğlu’nun sorularını yanıtlayan Saçan, 2001’deki çalışmalarıy- la ilgili organize şube ve istih- barat şubede görevli polislerin ta- nık olarak dinlenmesini istedi. Haşıloğlu’nun “Tanık listemize aldık” sözleri üzerine Saçan, “Ama baştan yapılması gerekiyordu. Yardımcım Ahmet İhtiyaroğlu dilekçe verdi, savcılar hâlâ dinlemedi. Ya ölür- se, kimin ne zaman öleceği belli mi” di- ye konuştu. Saçan, Ali İhsan Yıldırım adlı polisin sicilini “Peker ile ilişkili” ol- duğu gerekçesiyle bozduğunu söyledi. ‘KÜÇÜK’Ü ARAŞTIRDIM’ 2 Ocak 2010 tarihli duruş- mada çapraz sorguda kendisi- ne sorulan sorulara bir kez da- ha açıklık getirmek istediğini belirten Adil Serdar Saçan şöyle konuştu: “Benim 2001’de aldığım çalışma izni Ergene- kon ile ilgili değil. Zaten Er- genekon ile ilgili terör örgütü vasıf- lama ve nitelendirmesi 2007’de baş- ladı. Çalışma iznim Veli Küçük ve Se- dat Peker yapılanmasıyla ilgiliydi. Veli Küçük’ün bağlantılarını 5 şube tespit edemedik. Bugün de devletin ola- naklarına rağmen tespit edilemedi.” AVUKATI TAHLİYESİNİ İSTEDİ Balbay:Savcı aynalarakızıyor Duruşmanõn talepler bö- lümünde söz alan gazete- miz Ankara temsilcisi ve yazarlarõndan Mustafa Balbay “Son 10-15 gün içerisinde meydana gelen gelişmeleri değerlendir- mek istiyorum” dedi. Bal- bay mahkeme heyeti başka- nõ Köksal Şengün’ün ka- bul oyuna karşõn tahliye ta- lebini üye hâkimlerin red- detmesi nedeniyle bu konu- ya değinmeden “Açıklamalarımı özellikle Ha- san Hüseyin Özese ve Sedat Sami Haşıloğ- lu’nun dikkatlerine ve sağduyusuna sunmak istiyorum” diye konuştu. “Ben gazeteciyim ve gazeteciği aktif olarak yapıyordum” diye ko- nuşan Balbay “Özgürlüğüm elimden alınma- dan önce yaptığım haberlerin katlanarak de- vam ettiğini görüyorum.” dedi. Kozmik oda tartışmaları Genelkurmay Seferberlik Tetkik Kurulu’nda bir hâkimin araştõrma yaptõğõna ve “kozmik oda” tartõşmalarõna dikkat çeken Balbay “Kroki 10 Ocak tarihinde Milliyet gazetesinde yayım- landı. Arkasından diğer gazetelerde yayımlan- dı. Haberi yapan gazetecilerin evlerinde ara- ma yapılsa bu kroki mutlaka vardır. Gazeteci- lere ‘kimlerle hazõrladõnõz’ diye mi soracaksı- nız?” diye konuştu. “Kozmik oda” aramalarõ sõ- rasõnda “gizli belge” konusunun da kamuoyunda tartõşõldõğõnõ ve Ankara 12. Ağõr Ceza Mahkeme- si’nin “yayın yasağı” isteğini reddettiğinin altõnõ çizen Balbay şöyle devam etti: “Gizli belgelere yayın yasağının reddine itiraz da reddedildi. ‘Gizli belge olsa da yayõmlanabilir’ kararı çıktı. ‘Gizli belge olsa bile devlet sõrrõ olup olmadõğõ ayrõca değerlendirilir’ denildi. Şimdi de ‘devlet sõrrõ’ tartışması başladı. Şu anda ‘devlet sõr- rõ’na kimin karar verileceği tartışılıyor.” ‘Yaşananları aktardım’ Haber ve yazõlarõnda “kaotik ortam”õn hazõr- lanmasõ ve “darbe”ye ilişkin bir imanõn dahi bu- lunmadõğõnõ, yaşananlarõ aktardõğõnõ söyleyen Balbay “İçinden geçtiğimiz dönemde tutuklu- luğum devam ederken çok daha şiddetli ku- rumsal tartışmalar oldu. Gazeteci topluma ay- na tutar. Savcı aynalara kızıyor” diye konuştu. 2004’teki kuvvet komutanlarõnõn ifadelerinin ardõndan serbest bõrakõldõğõna dikkat çeken Bal- bay, Hava Kuvvetleri Komutanõ emekli Orgene- ral İbrahim Fırtına’nõn basõnda yer alan ifade- sinden alõntõlar yaptõ. Fõrtõna’ya “Balbay da ele geçen belgelere göre Cumhurbaşkanı ile ilişki- lerin Balbay ile İlhan Selçuk tarafından sağ- landığı”na ilişkin sorular yöneltildiğini belirterek “Çapraz sorgum sırasında savcı Nihat Taşkın ‘Cumhurbaşkanõ’nõn bunun içinde olmadõğõnõ gördük’ demişti” şeklinde anõmsatmada bulundu. Balbay’õn avukatõ Aydın Metin ise Balbay’õn 11 aydõr tutuklu olduğuna dikkat çekerek “Tu- tukluluk hali bir cezaya dönüşmüştür. Özel- likle muhalif üyelerin Balbay’ın özgürlüğü- nün verilmesi konusunda hassasiyetini ve ka- rarlarını talep ediyorum” dedi. Fotoğraf:HÜLYAKESKİN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle