18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Psikoterapi: Tadında Bırakmak GEÇEN YIL, Davos sonrası, aşağı yukarı aynı tarihlerde bu sütunun “Psikoterapi” başlığı altında şöyle yazılmıştı: “‘İnsan öldürmeyi siz iyi bilirsiniz’ derken bununla onun halkını, ulusunu, devletini kastettiğiniz açıkça belliyken arkasını iyi düşünmek gerekmez miydi?.. Davos olayı elbet Erdoğan’a ve partisine oy getirecektir… Libya’dan ve Filistin’den alkış alması da doğaldır.” Yazı, bunun başka alanlarda ödenecek bedelinden söz etmekteydi. Nitekim öyle oldu. Hatta, daha fazlası: Ortadoğu ve neredeyse bütün İslam âlemi, birikmiş cümle komplekslerin hıncını çıkarırcasına ayağa kalktı, ama aynı olay İsrail’le ve ABD’deki “lobby”yle arayı bozmakla kalmadı, bütün Batı dünyasında “Ankara eksen değiştirdi” kuşkusunu biraz daha pekiştirmiş oldu. AKP iktidarının bu kuşkuyu gidermek için, örneğin Kıbrıs gibi sorunlarda ne gibi ödünler vermeye kalkacağını henüz bilmiyoruz. İsrail devletinin geçen günkü terbiyesizliğiyle ve ardından gelen özür dileyişle iki tarafta hangi psiko-politik sonuçlara varılacağını da. Aslında, bu olaylardan çıkarılacak önemli bir ders var. Ortadoğu coğrafyasında öğrenilmesi ve öğretilmesi zor bir ders. Büyük imparatorlukların tarih boyunca yarıştığı ve her iki anlamda kapıştığı bu topraklar, uygarlık miraslarının zenginliğine karşın zaman zaman boyunduruk altına sokulmuşlukları yüzünden ezikliği ve kompleksi de bol insanların yaşadığı bir dünya köşesidir. Sosyal psikolojinin büyük önemi var bu yerlerde. O nedenle, bu toplumların liderleri halklarının ruh halleriyle oynamayı çok kârlı buluyor ve bazen kazanıyorlar da. Batı’nın soğukkanlı hesaplılığı ara sıra buna yenik düşüyor, ama çoğu zaman ağır basan yine Batı’dır. Kaddafi, işsiz kalmış Türklerin “Ne istenirse yaparız” ezikliğiyle gittikleri topraklarda “Osmanlı’ya çöpçülük yaptırdım” diye övünüyordu, ama süpürttüğü toprağın altındaki petrolü çıkarmak için Amerikan şirketleriyle anlaşmaktan başka çare bulamamıştı. Kıssadan hisse: Psikolojik zaferler gönülleri okşasa da önemli olan, yeryüzündeki büyük hesaplaşmayı yılmaz inançla, sarsılmaz bilgiyle, şaşmaz hesapla ve tükenmez sabırla sonuçlandırmaktır. Anadolu halkı, ki yedi düvele karşı böyle bir mücadeleyle uluslaşmaya yönelmiştir, başını dik tutmak için küçük senaryolara muhtaç değildir. Bu ulus, diplomasiye uygun bir özürü tadında bırakıp artık tarih önündeki büyük sınavının gereklerini yerine getirmeye dönebilecek kadar akılcı olamaz mı? [email protected] PENCERE Hop Mop, Altın Top... Şeyh Sadi-i Şirazi , Doğu ve Batı coğrafyasında el üstünde tutulur, 13’üncü yüzyılda yaşamış bir İran şairidir, “Gülistan”, “Bostan” gibi yapıtları Türkçeye de çevrilmiştir ve dillere destandır. Peki, bunca değerli Şeyh Sadi’nin kadınlara dönük yargıları nasıldır?.. İşte birkaç örnek!.. Diyor ki Sadi: “- Kadın senden ziyade kabul ve saygı görürse, sen erkekliğinden utanmaz mısın?.” “- Kadınlar, kadınlık icabı, bazen namaz kılamazlar. Sende bu yoktur. O halde niçin ibadeti bir yana bırakıyorsun?.. Yürü hey kadına yetişemeyen kişi!.. Üstelik bir de erlik lâfı etme!..” “- İyi huylu kadın odur ki kocasının elinden sirkeyi helva yer gibi içer; kötü huylu kadın odur ki meyvayı yerken suratı sirke satar.” “- Kadını çarşıya pazara bırakma!.. Söz dinlemezse, döv!.. Sözünü yürütemezsen, karı gibi evde otur; o erkek gibi gezsin, yürüsün...” “- Yabancılara karşı kadının gözleri kör olmalıdır; evden çıkınca doğru mezara girmelidir.” “- Hanımına (yabancılara) yüz açtırma!..” “- Hanım sözünü dinlemezse, o erkek, sen kadın olmuş olursunuz.” “- Kadın kaşlarına rastık çekecek olursa, söyleyin kocasına, yüzüne allık sürsün!..” “- Ey zengin!.. Her baharda yeni bir kadın al!.. Zira geçen seneki takvim işe yaramaz!..” Beğendiniz mi Şeyh Sadi’yi?.. Şairin suçu yok, 13’üncü yüzyılda toplumun kadına bakışı din öğretisine bağlıydı. Peki, bugün İran’da kadın nasıl?.. Bizde nasıl?.. Bizim medyada kimi gazete çıplak kadın pazarlıyor, kimisi için çıplak kadın günah... Medya iki kutup gibi.. Ya tesettür.. Ya da kadını metalaştırıp erkek piyasasında pazarlama borsası.. Ya kadınlarımız?.. Onlar da şaşkın.. Kimisi dağıtık.. Kimisi derli toplu.. Kimisi edepsiz.. Kimisi olgun ve dolgun.. Kimisi hercai.. Kimisi gündüz sefası.. Kimisi şatıfilli.. Kimisi zilli.. Kimisi tango tango fiyango; kimisi hoppa moppa, kimisi top mop altıntop.. Kimisinin eli maşalı.. Kimisinin gözü kapalı.. Kimisinin hayatı iştir, düştür.. Kimisi ne yazdır, ne kıştır.. Kimisi ev kadınıdır, kimisi iş kadını, kimisi sokak kadını, kimisi mahalle karısı.. Kimisi de insan kadındır.. Ama tam insan!.. Tarih boyunca kadın nereden yola çıktı, nereye geldi, nerede duracak?.. Başlangıçta erkeğin malı, kölesi, cariyesiyken, kadın az buçuk özgürleşmedi mi?.. Başlangıçtan bugüne kadın kadınlaştı mı?.. İnsanlaştı mı?.. Şeyh Sadi’nin 13’üncü yüzyılından 21’inci yüzyıla dek 800 yıl geçti; Türkiye’deki çok partili rejimde tesettür kavgası sürüyor... Vah kadınımıza.. Ah erkeğimize!.. (8 Ağustos 2004 tarihli yazısı) “Uluslararasõ toplum tercihinin barõştan ya- na olduğunu hemen her ülkede çeşitli protes- to eylemleri ile ortaya koymuş olmasõna kar- şõn, savaşõn kaçõnõlmaz olduğu kanõsõ aşõlmõş değildi. Nitekim savaşõn acõmasõzlõğõna defa- larca tanõk olmuş Irak halkõ kaçõnõlmazõ yaşadõ. 11 Eylül olayõ bir ayõnõ doldurmadan, 7 Ekim’de başlatõlan Afganistan harekâtõnõn yalnõz o bölgeyle sõnõrlõ kalmayacağõ nasõl bi- linen bir gerçekse, Irak’ta başlatõlan savaşõn yalnõzca petrole yönelik olmadõğõ zamanla an- laşõlacaktõr. Suriye, İran, Filistin doğrudan, Tür- kiye ise şimdilik dolaylõ hedef. Dünya barõşõ için savaş öyle mi?!.. Hiçbir kanõtõ olmayan suçlamalar, terörü ba- hane ederek devlet terörünü uygulamak, ulus- lararasõ hukuku hiçe saymak dünya barõşõna mõ, yoksa kaotik açõlõmlara mõ hizmet eder?.. Kendine evrensel bir misyon biçerek, dün- ya egemenliğine soyunmanõn ilk örneği değil tanõk olduğumuz. Emperyalizmi “globalizm” adõ altõnda yeniden üreten ve kendisini başat güç ilan eden ABD’nin, global bir tehdit un- suruna dönüşmesi 11 Eylül’ün ürünü de değil. ABD’nin önceliği ve bunun gerekliliği, ABD stratejisti Z.Brzezinski’nin yazõlarõnda yer al- mõştõ, şimdi yaşama geçiriliyor. ABD’nin Avrasya’ya kadar uzanan satranç tahtasõnõn bü- yüklüğünü dile getiren de Brzezinski idi. 11 Eylül, ABD’nin tetikçisi. Kurduğu sat- rancõn başõnda hamle yapmak için bekleyen ABD için şahane bir fõrsat. Avrasya’nõn Rus- ya güdümüne girmeden kontrol altõna alõnmasõ girişimlerinde şimdilik başarõlõ görünen ABD’nin Türkiye’nin stratejik ortağõ olarak Türkiye’yi bölgede güçlendireceği hesaplarõ- nõ yapanlar yanõlõp yanõlmadõklarõnõ bir süre sonra anlayacaklar. ABD’nin bölgedeki çõ- karlarõ Türkiye’nin önemini arttõrmaktan de- ğil, azaltmaktan geçiyor. Çok önemli bir kon- jonktürel değişim olmadõkça, Türkiye üze- rinden yapõlan hesaplar, bölgede söz sahibi ola- bilecek birliktelikler oluşturmasõnõn önüne geç- mek yönünde olacaktõr. Öyleyse neden ABD; Türkiye’nin AB sürecinde yer almasõ için ça- ba gösteriyor? Biliyor ki, AB hiçbir zaman Tür- kiye’yi tam anlamõ ile ortak statüsüne kabul etmeyecektir. Türkiye’nin aşõrõ istekliliği ma- lum. Türkiye’nin istediğini yapõyor görüntü- sü ile AB’nin tezgâhõna Türkiye’yi daha çok itelemiş oluyor. Çünkü AB yolunda Türkiye demokratikleşmediği gibi, ulus devlet iddia- sõ geriletecek içeriklerle donatõlõyor. AB’nin adaylõk pastasõndan Türkiye pay alamazken, hem AB, hem de ABD Türkiye’nin oyalan- masõnõn tadõnõ çõkarõyorlar. ABD koşullu işbirlikçi Savaş dünya gündemini hayli uzun süre meş- gul edecek bu belli. Türkiye, ABD’nin satranç tahtasõnõn önemli taşlarõndan biri, stratejik or- tak olan biziz; ABD değil. Türkiye’nin ge- reksinimleri söz konusu olduğunda ABD ko- şullu bir işbirlikçi. Buna fõrsatçõlõk da diyebi- lirsiniz. Demem o ki, Türkiye bundan sonra atacağõ adõmlarda ABD’nin satranç tahtasõn- da kendisinin de olduğu hesabõnõ iyi yapma- lõ. Kolektif güvenlik konusu hep bir soru işa- reti taşõmõştõ. NATO’ya gereksindiğimizde ko- lektif savunmanõn da kolay harekete geçirile- bilir olmadõğõna tanõk olduk. Uluslararasõ gü- vensizlik ortamõnda ABD’nin mesajõ açõk; gü- venliği ben oluşturabilirim, ya da bozarõm. Bir- leşmiş Milletler’in devre dõşõ bõrakõlmasõnõn başka bir özeti olamaz. II. Dünya Savaşõ sonrasõ için İnönü, dünyada yeni bir düzen ku- rulacağõnõ ve Türkiye’nin de bu düzende ye- rini alacağõnõ söylemişti. Şimdi Türkiye’nin bu- lunduğu coğrafyada bir düzen kurulmak iste- niyor. Türkiye’nin devre dõşõ bõrakõlmak is- tendiği bir düzen. Hem ABD’nin hem de AB’nin çõkarlarõ bu düzenden geçiyor; yani güçlü değil, güçsüzleştirilmiş bir Türki- ye’den.Türkiye hiç bu kadar iyimserliği terk etmesi gereken bir süreç yaşamamõştõ. Uyu- tulup unutulmamak adõna, satranç tahtasõnda atõlabilecek tüm adõmlarõn önceden hesapla- nabilmesi için en azõndan iyimserlikteki aşõ- rõlõklarõmõzõn törpülenmesi gerekiyor... Dışarıdan destekli güç Dõşarõdan destekli hiçbir güç gerçek güç de- ğildir. Kendi gücümüzü bileyecek yerde, bi- letmeye çalõşõlmasõ anlaşõlõr gibi değil. İyim- serliğin kabarõk faturasõndan rahatsõzlõk duy- ma eşiğine çoktan geldik. Bunu savaşa hayõr söylemleriyle vicdanõmõzõ susturacak şekilde aşmak yerine şu eşikte ciddi muhasebe yap- mamõz gerekiyor; dostluklar, ortaklõklar, bir- likler ve onlarõn ne denli samimi olduklarõ üze- rine... Dilemekle oluyorsa; savaşsõz, barõş dolu, analarõn ciğerinin yanmadõğõ, çocuklarõn yü- reğini korkunun dağlamadõğõ, her insanõn hak ettiği insanca bir düzende yaşama hakkõ- nõn güvence altõna alõndõğõ, insan kanõ üzeri- ne kurulmuş satranç tahtasõna dönüşmeyen bir dünya temennisiyle...” Yukarõdaki satõrlarõ Mart 2003’te kaleme al- mõştõm. Bugünün stratejik derinlik(!) yanlõsõ dõş politika yapõcõlarõnõn uyguladõklarõ ABD ve AB yanlõsõ politika, Türkiye’nin dõş cen- deresini daraltmõş; bağõmlõlõklarõ arttõrmõştõr. Dõştaki kaos iç politikamõza taşõnmõş; ulus- lararasõ sistemi kendi lehine dönüştürmek is- teyen ABD’nin politikasõ, rejimi kendi isteği doğrultusunda şekillendirmek isteyen AKP ta- rafõndan benzer biçimde iç politikamõza ta- şõnmõştõr. Hukuku hiçe saymalar, delilsiz suç- lamalar, giderek etki alanõ genişleyen kaotik ortam, tõrmandõrõlan kurumlararasõ çatõşma, gü- venliğimizin teminatõ olan TSK’ye yönelik it- ham ve iddialar... Hepsini ama hepsini, kuru- lan “Büyük Satranç Tahtası”nda Türki- ye’nin rolü üzerinden okuyunca en doğru tah- lili yapabileceğiz. Yõl 2010. Geçen süre 2003’te yazdõklarõmõzõ doğrulamamõş mõ?!. “21. yüzyıla Türkiye şe- kil verecek” demişti Clinton. Biz de “Tür- kiye üzerinden şekil verilecek” diye tercü- me etmiştik. Türkiye üzerinden 21. yüzyõla şe- kil verilirken, Türkiye’de dengeler de yeniden şekillendiriliyor... Yõpratõlan kurumlarla rejim hepimizin gözü önünde dönüştürülüyor. He- pimizin gözü önünde!.. Büyük Satranç Tahtasõ Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi Şimdi Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada bir düzen kurulmak isteniyor. Türkiye’nin devre dõşõ bõrakõlmak istendiği bir düzen. Hem ABD’nin hem de AB’nin çõkarlarõ bu düzenden geçiyor; yani güçlü değil, güçsüzleştirilmiş bir Türkiye’den. Türkiye hiç bu kadar iyimserliği terk etmesi gereken bir süreç yaşamamõştõ. S on yõllarda etnisite, etnik köken, etnik ayrımcılık gibi deyimler çeşitli ülkele- rin gündeminde. Yanõltõcõ ve/ve- ya abartõlõ anlayõş ve yaklaşõmlar dolduruyor ortamõ. Aslõnda bi- limsel bakõmdan deyim, köken ye- rine grup’tur. Etnik deyimi, eski Yunanca ethnikos kelimesinden geliyor ve müşterek kültürel bağlar ve değerleri paylaşan (dinsel, ulusal… vb.) ve bazen de fiziksel karakteristikleri içeren sosyal gruplar anlamõnda kulla- nõlõyor. Ancak antropoloji ve son yõllarda özellikle genetik bilimi- nin verilerine göre insan toplum- larõnda etnik veya etno-linguis- tik denilen gruplarõn oluşmasõ, ta- rihsel / biyolojik (genetik) bir ol- gu ve de giderek sosyal içerikli bir tanõmlama olup uzun zamanlar sü- resinde gelişen bir farklõlaşma sürecini yansõtõr. Bu farklõlaşma ve genetik değişimler (varyasyon- lar) bazen az ve bazen de nispe- ten daha belirgin olabiliyor. İnsan toplumlarõnda küçük, dağõnõk ve başlõca coğrafi yerleşim ve de varyasyonlar gösteren ve de ge- netik yapõlarõ öne çõkabilen bu gruplara etnik grup deniliyor (Genetics in Medicine, Thom- son&Thomson 2001). Yaklaşõk 300.000 yõl önce ilk kez Afrika’da beliren (zuhur eden) bugünkü insan türü (homosapi- ens), 200.000 yõllõk bir süreyi Afrika’da yerleşip çoğalarak ve de yayõlarak geçirmiş ve sonra dün- yanõn öteki bölgelerine dağõlarak gruplar (diasporalar) oluşmuştur antropoloji incelemelerine göre (Nature Reviews Nephrology, December 2009). Afrika dõşõnda- ki yerleşme 100.000 yõlõk geçmi- şi kapsamaktadõr. Bu bilgilere göre homosapiens’te, 300.000 yõllõk macerasõ süresinde sürekli olarak ve değişik oranlarda ge- netik varyasyonlar oluştuğu gös- terilebildi. Halen Afrika’daki et- nik grup sayõsõ 2000’den fazladõr fakat 2000 ulus veya devlet değil. Uluslaşma kolay değil. Bir isim takmakla olmuyor. Esasen tarih süresince nispeten geç bir olay, bir organizasyondur uluslaşma ve de pek çok öğeyi içermesi (fikirsel, tarihsel, sosyal vb.) gerekmekte- dir. Dolayõsõyla öteden beri kişile- rin ve bazen de siyasetçilerin za- man zaman söylediği gibi yaratõ- cõnõn (Tanrõ’nõn) özellikle oluş- turduğu (yarattõğõ?) etnik kö- kenler olduğu kabul edilir gö- zükmüyor. Fakat oluşturucu güç- ler, etkenler 300.000 yõllõk süre içinde insanõn iç dinamikleri (ge- netik ve epigenetik) ve dõş çevre- sel faktörlerin ve de koşullarõn et- kisiyle oluşup gelişen değişimle- re (varyasyon) uğramõş ve de uğ- ramaya devam etmektedir. Bu biyolojik, tarihsel ve de çevresel faktörlerle oluşan ve et- nik denilen grup’larõn birbirlerine göre üstünlüğünü veya aşağõlõğõ- nõ ileri sürmek, ayrõm yapmak ola- sõ değildir. Gruplar ve bu grupla- ra ait kişiler doğarlarken bir kim- likle doğmazlar veya kimlikle doğmalarõ hedeflenmez, genetik bilimine göre. Herkes, her grup ve gruptakiler insan olarak doğar ve sonra toplum içinde sosyal kim- liğini kazanõr, edinirler ve de bu gruplar sosyal yaşamlarõ içinde ve süresinde kültürel düzey veya üs- tünlük gibi değerlere sonradan ulaşabilirler. Bu bakõmlardan “etnik kim- likçilik” veya “etnik kimliğe odaklanma” da denilebilecek olan etnosentrizm’in biyolojik ve de evrim süreci bakõmõndan bir da- yanağõ vardõr denilemez. Günü- müzde çeşitli toplumlarda gözle- nen etnosentrizm; aşõrõ, abartõlõ, duygusal ve çok kez siyasal bir saplantõ haline dönüşebiliyor. Et- nosentrizmi reddedenler çok olup hatta bazõlarõ buna günah dahi der- ler. Önemli olan ve değerli olan sa- dece insandõr. Büyük halk şairimiz Yunus Emre’nin dediği gibi: “Sen sana ne sanırsan ayruğa da anı san Dört kitabın manası budur eğer var ise.” Etnik Gruplar Nedir Ne Değildir? Dr. Kemal ÖNEN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle