19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2009 PERŞEMBE 6 SÖYLEŞİ BİLİM ve SİYASET ORHAN BURSALI Bilimde Başarılar Ülkemizde karınca kararınca bilime uluslararası ölçekte katkıda bulunan bilim insanlarımız var. As- lında bunların sayısı az da değil. YÖK’ün bazı üye- leri her ne kadar yeni açılan üniversitelerle ilgili ola- rak “kurulduğu kentlere ekonomik katkı yapacak, öğ- renciler orada harcama yapacak… üniversite önün- deki kuyruklarda da azalma olacak” bakışına sahipse de üniversite kuruluşunun böyle bir amacı ve he- defi yoktur dünyada. Üniversiteler en üst evrensel düzeyde kaliteli in- san gücü, profesyonel uzmanlar yetiştirme, bilime önemli katkı ve bu yolla ülke ekonomisine bilimsel ve teknolojik değer katma, ülkenin sosyal, ekono- mik, çevre vb. sorunlarına çözümler sunma gibi gö- revler üstlenir. Bilim insanlarının, kişisel başarımları uluslararası ka- bul görmüş çeşitli ölçeklere vurularak görülebiliyor. Prof. Mehmet Doğan, Cumhuriyet Bilim ve Tekno- loji’de (CBT sayı 1161) yayımlanan araştırmasında, bu ölçekleri dikkate alarak, bilim insanlarımızın ba- şarı grafiklerini gösterdi. Burada bazı isimlere dikkat çekeceğim. Önce bir açıklama: Uluslararası bilimde “h-sayı- sı/değeri” diye bir ölçüt var. Bu ölçek, bilim insan- larının araştırma makalelerine aldıkları referansları (başkalarının makalelerinde anılmaları) dikkate alır. Bi- lim insanı için, başka bilimcilerce anılmak yani refe- rans gösterilmek önemlidir. Bu araştırmasının dikkate alındığını ve önemini gösterir. h- değeri/sayısı, belirli bir referans sayısı dikkate alındığında, kaç makale- sinin bu sayının üstünde olduğunu gösterir. Örneğin, genel kabul gören “h-20” değeri, bir bilim insanının 20 araştırma makalesinin, 20 başka makalede “site edildiğini” (citation) gösterir... Buna göre ABD’de yaşayan ve ülkemize de gelip giden bir bilim insanımızı anmalıyız: Aziz Sancar. San- car, gelmiş geçmiş bütün bilim insanlarımız arasın- da (yurtiçi ve yurtdışı) en yüksek h- değerine sahip bilim insanımız. 247 araştırma makalesine toplam 24 bin atıf aldı! h-değeri ise 86! Yine h-değerine göre di- ğer 4 Türk kökenli bilimci genellikle de ülke dışında! (Hadis Morkoç, A.S. Argon, Miral Dizdaroğlu, N.S. Sarıfçiftçi) Aziz Sancar’ın ulaştığı başarım değeri, kendisine bir Nobel getirebilir. Zaten biyolojik saat konusuna yaptığı katkılar Nobel Komitesi’nin ödül verebilece- ği nitelikte. Ülkemizde çalışan ve h-değeri en yüksek bilim in- sanlarımız: M. Kalayoğlu (karaciğer nakil uzmanı, ma- kalelerini ABD’de yazdı!) Oktay Sinanoğlu (Türkiye’de ama bilimsel araştırmalarının bütününü ABD’de yazdı); Salim Çıracı, Özer Bekaroğlu... Makalelerine en çok atıf alan, şimdi ülkemizde ya- şayan 5 bilim insanımız: M. Kalayoğlu, Ö. Sanal, O. Sinanoğlu, A.M. Celal Şengör. Bunlar arasında, makalelerinin hepsini Türki- ye’den üreten Celal Şengör’ün önemini özellikle vur- gulamak gerek. Şengör, ülkemizde yaptığı ve yurt- dışında çalışan yabancı bir bilim insanının katkıda bu- lunmadığı tek bir araştırmasına, ülkemizde gelmiş geç- miş en çok atıfı alan bilim insanımız: 814 yabancı bi- lim insanı, Şengör’ün verilerini kullandı! Onu, 348 ve 293 atıf sayısıyla E. Özbay izliyor! Peki, ülkemizde önemli yerlerde bulunan, YÖK’e, rektörlüklere atanmış, bilim kurumlarını yöneten, AKP’nin desteklediği bilim insanlarının bilimsel ba- şarımlarını merak eder misiniz? Bunu başka bir ya- zıda dile getireceğim. Şüphesiz, burada çok az sayıda bilim insanının ba- şarısını verebiliyoruz. Daha çoğunu merak edenler, anılan CBT makalesine bakmalı. Orada, hem çeşit- li dallarda bilim insanlarımızın başarı sıralamaları var hem de pek çok tanınmış bilim insanımızın başarı- ları dile getiriliyor... NOT: TURKCELL’E ÇAĞRI: Turkcell Kuruçeşme Arena’da müzik meraklıları ünlülerin konserlerini izliyor. Ama dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine rezalet bir are- na olamaz! Santana ve diğerlerini görmek ve dinlemek için yüklü paralar veriyor insanlar ama onları sadece bü- yük ekranda izleyebiliyor! Sahneyi görmek mümkün de- ğil! Ya sahneyi 2 metre yükseltmeli Turkcell, eğer se- yircilere saygısı varsa ya da seyircilerin bulunduğu ye- ri 2 metre alçaltmalı! “Geri kalmış ülke seyircisine bu ye- ter” anlayışını bence boykot etmeli! LEYLA TAVŞANOĞLU D emir Özlü hem ünlü bir yazar hem de usta bir avukat. 12 Mart muhtõ- rasõ mağduru pek çok kişiyi savun- du, idamdan döndürdü. Önemli bir özelliği de katõlõmcõ demokrasiyi içselleştirmiş olmasõ. Bu nedenledir ki Türkiye’de başka darbeler yaşamak istemediği için 1979’da İsveç’e yerleşti. Ama 1989’da yurt hasretine daya- namayarak geri döndü. Bugün yõlõn yarõsõnõ Stockholm’de, yarõsõnõ da İstanbul’da yaşõyor. Demir Özlü’yle Türkiye’de demokrasinin du- rumunu, Ergenekon davasõnõ ve askerin sivil mahkemelerde yargõlanmasõnõn önünü açan bir gece yarõsõ AKP oylarõyla geçen baskõn ya- sayõ konuştuk. - Siz, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra açılan davalarda pek çok kişiyi savundunuz. Askeri muhtıra dönemindeki hukuk anla- yışıyla bugün Türkiye’de Ergenekon dava- sında egemen olan hukuk anlayışını kıyas- ladığınızda ne görüyorsunuz? D. Ö. - 12 Mart döneminde savunduğum (öteki avukat arkadaşlarõmõ da unutmazsak) as- ker ve sivil 100’den fazla kişi arasõnda en az yarõsõnõn ölüm cezasõna çarptõrõlmasõ isteni- yordu. 1971’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü içinde kaba işkence türleri vardõ. Falaka, cop sokma gibi korkunç şeyler... 1972’den başlayarak bu işkenceli sorgu re- jimi kontrgerilla merkezlerine taşõndõ ve sis- temleştirildi. ABD’deki Bush yönetimi sõra- sõnda Küba’daki üste (Guantanamo) ve Irak’ta kullandõğõ yöntemler de sistematikti. İşkence yapõlõrken kimi yetkililerin viski içtiklerini bi- rinci derece tanõklardan dinledim. 1972’de genç hava subaylarõ tutuklandõklarõnda dişlerinde- ki çürüklerden onlara elektrik verilmişti. ‘50 KADAR MÜVEKKİLİM İDAMDAN KURTULDU’ - Bunları size kimler anlatmıştı? - Havacõ teğmen müvekkillerim Selimiye Kõşlasõ’nõn mahzenlerinde kendileriyle avu- katlarõ olarak konuştuğum sõrada söylemişlerdi. Ben infiale kapõlõp bağõrarak uluslararasõ hu- kukun ilkelerinden söz etmeye başladõğõmda görüşmemizi kontrol eden genç karacõ teğmen böyle konuşamayacağõmõ, komutana şikâyet edeceğini söylemişti. Sonra erkeklik duygularõ ağõr basmõş olacak ki şikâyette bulunmadõ. Asõl ilgi çekici olan 1972 sonbaharõnda Türkiye’de uzun yõllar görev yapmõş ABD’li bir diplomat arkadaşõmõn (arkadaşlõğõmõz 1956’ya uzanõyordu) bana 12 Mart Muhtõra- sõ’ndan önce İstanbul’da MİT’e ait bir köşkte il mülki amirliği, polis, istihbarat ve asker tem- silcileriyle birçok toplantõlar yapmõş oldukla- rõnõ açõkça anlatmasõdõr. Elli kadar müvekki- limin ölüm cezasõna çarptõrõlmasõ istendi ama hiçbir müvekkilim idam edilmedi. Ama 1972 Mayõs’õnda üç gencecik çocuk asõldõ. Ölüm ce- zasõ insanlõk dõşõ bir olaydõr. Bu idamlar genç liği her şeyin dõşõnda ayrõca tahrik etti. Artõk yeni bir Amerikancõ darbeye dayanamayaca- ğõm için Aralõk 1979’da yurdumu terk ettim. Yeni bir darbe hazõrlanõyordu. Herkes aldõ- rõşsõzdõ. En başta da sivil politikacõlar. Bu 12 Mart’tan da beter yaşandõ. Biz yurtdõşõndan mü- dahale etmeye çalõştõk. Ama büyük partilerin liderleri Karamanlis ve Papandreu gibi yurt- dõşõna çõkmadõktan sonra bunun ne etkisi ola- bilirdi ki? O yapõda olabilselerdi bugün Tür- kiye Yunanistan gibi AB içinde olabilirdi. Bun- larõ “Sürgünde 10 Yıl” adlõ kitabõmda yazdõm. ‘HİÇBİR REJİMDE, UYGULANMAYAN BİR YÖNTEM UYGULANIYOR’ - Peki, sizce 12 Eylül darbesi Türkiye’nin önünü açtı mı, yoksa fena halde bugünkü ko- şulların zeminini mi hazırladı? - Yeni nesiller telef edildi. Ordu sol eğilimli, sol eğilimi bir yana bõrakõn inisiyatif sahibi bin- lerce subaydan arõndõrõldõ. Bugünkü kaosa ve bence en derin toplumsal çöküntüye varõldõ. Bu- gün onca yõl sonra sivil darbe dedikleri nasõl bir şey diye düşünüyorum. Bu Ergenekon so- ruşturmasõnõ anlamak imkânsõz. Bir ceza davasõ savcõlõkça hazõrlanõr, bütün delilleri toplanõr, çerçevesi yasal süreler için- de çizilir ve mahkeme önüne getirilir. O sõra- da çok büyük, önemli bir bulgu bulunursa da- vaya eklenir, davanõn sõnõrlarõnõ genişletebilir. Ama burada ceza hukuku ve yargõlama usulüyle hiçbir davada, hiçbir rejimde uygulanmayan bir yöntem uygulanõyor. - Nedir bu? - Dava, geçerliliği tartõşõlacak olan çok az de- lille açõlõyor, sürdürülüyor. Sürdürülmesi sõ- rasõnda da sayõsõz aralõklarla gözaltõna alma- lar, evlerde, işyerlerinde vs delil toplamaya ça- lõşmalarla çerçevesi çizilmemiş dava, söyle- nenin tam tersine topluma ve toplumun iktidarla farklõ düşünceler taşõyan bir kesimine karşõ te- rör aracõ olarak kullanõlõyor. 20. yüzyõl tarihinde lanetlenmiş rejimlerin, Hitler, Fransa’daki Petain rejimi gibi rejimle- rin içinde en çok da Stalin’in 1936-1938 yar- gõlamalarõna benziyor. Ergenekon davasõ açõ- lõrken de bütün hukuksal sõnõrlar aşõlmõştõ. Asker ya da sivil her vatandaş hükümet darbesi ya da ihtilal düşünebilir. Bu konularda arka- daşlarõyla konuşabilir, mektuplaşabilir. Bu, bütünüyle düşünme, söz hatta hayal etme öz- gürlüğü içindedir. Her şeyden önce açõklõkla söyleyeyim ki eğer sanõklardan kimisinin adi bir suçla doğrudan iliş- kisi kanõtlanõyorsa -ki bu da açõklõk kazanmõ- yor ki, Danõştay olayõndan mahkûm edilmiş genç bir avukat sanõklar arasõna dahil ediliyor- bu da- vada kesin olarak bir ihtilal girişimi suçunu ka- nõtlamak olasõ değildir. Bu ünlü suçun nakis teşebbüs değil hazõrlõk aşamasõyla ilgili bir kanõtõna da rastlamadõm. Bir defa sanõklar arasõnda irtibat yok. Hazõrlõktan söz edebilmek için fiili birleşme olmasõ gerekir. Oysa sanõklar birbirlerini tanõmõyorlar bile... Sadece bir iki kişi, bir iki kişiyi tanõyor. - Peki, delil diye mahkemeye sunulan din- lemeler, ses kayıtları CD’ler, internet yazış- maları, günlükler delil sayılabilir mi? - Sayõlamaz. Bunlar bir ihtilal, cunta, eski de- yimiyle “taklib-i hükümet” davasõnda delil olamazlar. ABD Yüksek Mahkemesi’nin bu ko- nuda genel geçer kararlarõ vardõr. Bir boşanma davasõnda bile delil olamayacak şeyler bir siyasi davaya nasõl taşõnabilir? Sanõyorum, hazõrlõk aşamasõ için delil bulu- namadõğõndan birtakõm yerlerde silah ve mer- miler bulunmasõna devam ediliyor. Yedek Subay Okulu’nda dahi Özel Harp ad- lõ sekiz saatlik derste bize NATO çerçevesin- de, bir komünist istilasõna karşõ yurdun birçok yerine silah gömüldüğü anlatõlmõştõ. Tabii, ABD güvenlik teorilerine göre bizimki gibi bir NATO ülkesinde ulusal bir sosyalist partisinin iktidarõ almasõ dahi komünist istilasõ sayõlõyor- du. Nitekim bunu her sol hareketin tahribiyle ya- şadõk. 1977 seçimlerinden önce de Ecevit’i sosyalist sanõp art arda suikastlar düzenlediler. 12 Mart muhtõrasõ mağdurlarõnõ savunan ve çoğunu idamdan kurtaran ünlü yazar ve avukat Demir Özlü: 12 Eylül çöküş nedenidir Avukat ve yazar Demir Özlü, 12 Mart muhtõrasõ mağduru pek çok kişiyi savundu, idamdan döndürdü. B ir yerde komik bir yazõ okudum. Fethullah Hoca, Jean-Paul Sart- re gibiymiş. Filozof mu? Felsefi derinliğini hocamõzõn bir yana bõrakalõm, Sartre ateist-varoluşçuydu. ABD’deki burs- lular adam yağlamayõ bu aşamalara kadar götürdüler. Akõl dõşõ bir toplum yaratmaya çalõşõyorlar. Herkesi de cahil sanõyorlar. Dünya üzerine bilgilerini, dünyaya ba- kõşlarõnõ göz önüne alõrsak modernleşme de- ğil, uygarlõğõn elimine edilmek istendiği da- hi düşünülebilir. Bu gidişte demokratik bir açõlõm olduğuna inanmak isteyen ya da bu propagandayõ yapan aydõnlar, kişisel sap- lantõlarõnõ bir yana bõrakalõm, zaten kapalõ bir totaliter parti gibi davranõyorlar. Pek de içten pazarlõklõlar. - Siz 1980’li yıllarda Türkiye’nin AB’ye üye olmasını büyük bir güçle savunurken bugün bildiğim kadarıyla tam tersini dü- şünüyorsunuz. Neden? - Aralõk 1989’da on yõl aradan sonra ül- keme dönerken gazetenizde benimle ya- põlmõş bir konuşmada, Türkiye’nin gideceği yönün AB olduğunu öne sürmüştüm. Ama şimdi büsbütün o düşüncede değilim. Çün- kü o tarihteki AB’yle bugünkü AB’nin ru- hu arasõnda önemli farklar var. Düşünün, o tarihte Yugoslavya henüz parçalanmamõş- tõ. Üstelik son yõllarda AB giderek ABD’ye yanaştõ. AB’nin o zaman 12 üye devleti var- dõ. Bugün bu sayõ 27’ye çõktõ. Maastricht ça- lõşmalarõna katõlan iki uzman bana, geniş- leme projeleri içinde Türkiye’nin ele alõn- madõğõnõ söylemişti. Açõkça söylüyorlar ar- tõk. Türkiye’ye verilse verilse imtiyazlõ ortaklõk verilecektir. Bu da Gümrük Birli- ği’nin genişletilmesinden başka bir anlam taşõmaz sanõyorum. Ben AB’nin içinde yaşõyorum. Sõk sõk da Fransa’yla Almanya’ya gidiyorum. Fransa, Almanya ve İsveç’te ulusal devlet olduğu gibi duruyor. Bizde ise yõkõlmaya çalõşõlõ- yor. Bu konuda kuşkularõ olanlara hak ve- riyorum. Sağ Avrupa kendi dõşõndaki ulus- lara tam insan olamamõş insan gözüyle bak- maktadõr. Bu ABD’de daha da gelişkindir. Yoksa Irak’ta, Afganistan’da o kadar ra- hatça o kadar insan öldürebilirler miydi? Türkiye kendi ayaklarõ üzerinde durmadan bir şey yapamaz. Bu yol da toplumun İs- lamlaştõrõlmasõndan değil, Türkiye Röne- sansõ’nõn gösterdiği yoldan geçiyor. T ürkiye’de bugün bir kısım kendine aydın diyen insanlar ülkenin askeri vesayetten kur- tarılması gerektiğini savunarak AKP’nin sözde demokratik açılımla- rına destek veriyorlar. Başka bir aydın kesim de AKP’nin demokrasi adına as- kerin gücünü kırarak sivil darbe baş- lattığı görüşünde. Siz bu konuda ne dü- şünüyorsunuz? - Sanõrõm bir yõl kadar önce bir medya grubu yazarlarõ ve çalõşanlarõyla birlikte bir sermaye grubuna satõldõ. Bu 1861 yõlõ ön- cesi Rusya’da toprak köleliği kaldõrõlma- dan önce toprağõn üzerinde yaşayõp çalõ- şan mujiklerle birlikte başka birine satõl- masõna benziyor. Şimdi o gazetede yazan “aydınlar” ne kadar direnseler de yüksek sesle bağõrsa- lar da bağõmsõz olarak kendi düşünceleri- ni yazdõklarõna kim inanõr? Sanõrõm bu ye- ni sermaye grubunun yöneticisi Başba- kan’õn damadõ. Yaranma çabasõ bir yana otosansürün gücünü düşünmek bile çok zor. Ülkenin askeri vesayetten kurtularak demokratikleştiğini düşünebilmek için ik- tidardaki AKP’nin gerçekten tam demok rat bir parti olduğuna, demokrasiyi bütün kurumlarõyla yerleştirmek istediğine ina- nabilmek gerekir. - Sizce AKP tam anlamıyla demokrat bir parti mi? - Demokrasinin temelinde elbette laik- lik de vardõr. Bütün demokratikleşebilmiş toplumlar için yaşanmõş tarihsel süreç de budur. Laikliğe yan bakarak demokrasi in- şa edilemez. Seçim kampanyalarõ sõrasõnda partinin ilkeleri şiddetle savunulabilir ama seçimi kazanõp da hükümet olduktan sonra bütün halkõn hükümeti olmak zorundasõn. Oysa Türkiye’nin bütün insanlarõnõn hükümeti olmak istemeyen ya da olamayan tarafgir bir iktidar yapõsõyla karşõ karşõyayõz. Ay- rõca hâlâ çeşitli yöntemler kullanõlarak din- cileştirilmeye çalõşõlõyor. Herkesin kendi inancõnõ kendisinin seç- mesinin olanaklarõ daraltõlmak isteniyor. Şöyle bir slogan duydum: “AKP’yi tut- mayanlar yurdumuz teokratik rejime dönüşecek diyorlardı. Bakın işte dön- üştü mü?” Tam olarak dönüşmedi çünkü direnç var ama çeşitli yan yollarla dönüş- türülmeye çalõşõlõyor. ‘İÇTEN PAZARLIKLILAR’ P eki, bu sözünü ettiğiniz silahlar NATO silahları değilse onları ora- ya kimler gömdürmüş olabilir? - Suçun kanuna göre oluşmasõ açõsõndan asõl anlaşõlmaz olan şudur: Cunta askeri birlikler ta- rafõndan oluşturulur, ihtilale halk da karõşõrsa ve iktidar ya da devlet kuvvetleri bu kalkõşmaya karşõ çõkõyorsa bu silahlar ve mermilerin bu- lunup kullanõlmaya başlanmasõ nasõl olacaktõr? Zaten bu silahlarõn işler durumda olduklarõ da kuşkuludur. Üstelik halk bunu nasõl becerebi- lir? Devlet güçlerinin elinde daha ağõr ve işler- liği olan silahlar yok mu? Bu dava ne yazõk ki amacõndan saptõ. Saçmalaştõ. İnandõrõcõlõğõnõ yi- tirdi. Ceza hukukuyla ceza yargõlama huku- kunun sõnõrlarõnõ aştõ. Çok siyasi oldu. İktida- rõn projelerini uygulayabilmesinin korku ya- ratmaya yarayan bir aleti haline geldi. Öyle ki Başbakan, mahkeme kararõyla yasaklandõğõ hal- de hâlâ “Ergenekon Terör Örgütü” diyebi- liyor. Oysa mahkeme kararlarõ tavsiye niteli- ğinde değildir; kanun hükmündedir. Diyeceğim, Başbakan o kanunu çiğniyor. ‘YANGINDAN MAL KAÇIRILIR GİBİ YASA ÇIKARILMAZ’ - Hükümet kanadının, askeri personelin sivil mahkemelerde yargılanmasını hükme bağlayan kanun teklifini bir gece yarısı apar topar Meclis’ten geçirmesini nasıl karşılıyorsunuz? - Ceza yargõsõndan olağanüstü mahkemele- rin el çekmesi Türkiye’nin en büyük sorunla- rõndan birisidir. O yüzden bu değişiklik bir ge- ce yarõsõ yangõndan mal kaçõrõr gibi yapõlmaz. Yoksa bu çeşit değişiklikler taraflõ iktidarõn si- yasi anlayõşõyla ya da halkõn bütününün hü- kümeti olamamõş ya da olmak istemeyen ikti- dar eliyle tek taraflõ ve hukuk dõşõ olarak kul- lanõlabilir. Bu yüzden böyle bir değişiklik ül- kemizin en seçkin hukukçularõnõn tartõşma ve incelemesine muhtaçtõr. Ancak bugün Ergenekon davasõnõ yürüten mahkeme de olağanüstü mahkeme değil mi? Bir defa bulunduğu yer olağanüstü. Delil top- lama ve gözaltõna alma metotlarõ olağanüstü. Ülkemizde tamamõyla bağõmsõz bir Hâkimler ve Savcõlar Yüksek Kurulu (HSYK) olmasõ ve bu davanõn savcõlarõnõ onlar seçmeliydi. Ör- neğin İsveç’te yaklaşõk 200 yõldõr savcõlar ba- ğõmsõzdõr. Bizdeki avukat barolarõ gibi özlük işlerini de yargõlamayla ilişkilerini de kendileri kararlaştõrõrlar. Olağanüstü yetkilerle donanmõş savcõlarõ Adalet Bakanlõğõ seçiyorsa bu dava olağanüstü yöntemlerle açõlmõş demektir. Bu- rada da bağõmsõz yargõdan söz edilemez. Olağanüstü yargõ askeri kanattan alõnõp da po- lisle Adalet Bakanlõğõ’nõn seçtiği savcõlar ka- nadõna aktarõlõyorsa bu polis devletinin olgu- sudur. Hiçbir biçimde yargõnõn bağõmsõzlaş- masõ, sivilleşmesi, demokratikleşmesi mümkün değildir. Dilerim ki 1930’larõn Rusya’sõndan sonra bugün ülkemizde yeni Beria’lar (Sovyet döneminde Stalin’in halka kök söktüren polis şefi Lavrentis Beria) doğmaz. ‘Bağõmsõz yargõdan söz edilemez’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - DP Genel Başkanõ Hüsamettin Cindoruk, partisinin genel merkez binasõnda gerçekleştirilen genel idare ku- rulu toplantõsõnõn basõna açõk bölümünde yaptõğõ konuşmada, Başbakan Tayyip Erdoğan’õn, “Po- lis, rejimin teminatıdır” şeklinde “kavram kar- maşası yaratacak düşünceler” ifade ettiğini be- lirtti. Bu düşünceyi, anlamanõn ve kabul etmenin mümkün olmadõğõnõ ifade eden Cindoruk, “Dün- yanın neresinde polis rejimin teminatıdır? Me- sela Nazi Almanyası’nda Gestapo rejimin te- minatıydı. İran’da, din polisi rejimin teminatı olabilir. Demokratik bir cumhuriyette polisi rejimin teminatı yaparsanız, bütün dengeleri altüst edersiniz” diye konuştu. Türk siyasetine ömür vermiş insanlar olarak bir şeyi ortadan kal- dõrmaya çalõştõklarõnõ, ama başaramadõklarõnõ be- lirten Cindoruk şunlarõ söyledi: “Bu, İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesindeki hükümdür. O hüküm de yanlıştır, ama Sayın Başbakan’ın ortaya attığı hüküm ondan da yanlıştır. Her ikisini de reddediyorum. Hem silahlı kuvvetle- rin 35. maddeyle yaptığı darbeleri hem de poli- sin rejimin teminatı olduğu gibi sakat, hukuka aykırı görüşü reddediyorum. Rejimin güvence- si demokratik devlette anayasadır. Biz, bütün partiler, sivil toplum örgütleri, üniversiteler ve halk temsilcilerinin katılımıyla bir anayasa konferansı yapılmasını istiyoruz.” Cindoruk, askerlerin sivil mahkemelerde yargõ- lanmasõnõn önünü açan yasal düzenlemeyi değer- lendirirken de “Sivil yargı teminata mı kavuştu da askeri yargıyı tenkit ediyoruz” dedi. DP GENEL BAŞKANI CİNDORUK ‘Polis rejimin teminatõ olamaz’ ‘Laikliğe yan bakarak demokrasi inşa edemezsiniz’ [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle