25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Tarihten Ders Almak! Adolf Hitler, Mussolini, Stalin, Franko, Salazar... Almanya’nın, İtalya’nın, Rusya’nın, İspanya’nın, Por- tekiz’in diktatörleri... Kimi on, kimi yirmi, kimi otuz, kimi kırk yıl sürdürdüler ülkelerindeki kesin ege- menliklerini... Sıradan insanlardı! Ressam bozuntusu, gazeteci, asker, çeteci!.. Koskoca Almanya’yı, ordusu, gene- ralleri, mareşalleriyle dize getirdi Hitler denen onbaşı? Darbeyle ele geçirdi iktidarı!.. Askerle değil, sivil SS’ler, SA’ları, Gestapo’suyla!.. Mussolini de, ötekiler de emirlerinden polis güçlerine dayanarak saltanat sürdüler!.. Bizim Başbakan, ‘Benim en güvendiğim polis kuv- vetleridir’ dediğinde bütün bunlar bir bir canlandı.. Türk halkına ne zaman “En güvendiğin güç kim- dir” diye sorduklarında yanıt, “Silahlı Kuvvetler” ol- muştur. Meclis, hükümet, basın vb’ler çok sonra ge- lir... Şimdi sorsak halkımız aynı yanıtı verir mi? Yok- sa Başbakan gibi “En güvendiğim güç polistir” mi der? Türk Silahlı Kuvvetleri “Ben demokrasiden yana- yım” diyor. Ülke, sivil politikacılar tarafından yöne- tilmeli, dürüst seçimler olmalı, anayasaya bağlı ka- lınmalı, adalet bağımsızlığını korumalı, herkes ken- di görevini yasalara uyarak yerine getirmeli!.. Asker, iktidara her el koyuşunda erken seçim tarihini ver- miş ve sözünde durmuştur. Yaşanan gerçek buysa, şimdi neden gereksiz söy- lentiler, uydurma belgeler, onu bunu suçlamalar, Er- genekon’lar şunlar bunlar yaratılıyor? İnsanlar ha- pislere tıkılıyor, aydın gücü bilerek bilmeyerek yok edil- mek isteniyor!.. Altı buçuk yıldır iktidarda olan parti tutturmuş, “dar- be darbe” diye!.. Oysa Silahlı Kuvvetler “demokrasi” diyor... Çağdaş koşullara yakışan bir demokrasi istiyor... Ama ken- dine güveni olmayan ya da gereksiz kuşkulara düşen politikacılar, belki de iktidarlarını sürgit yaşamak için uydurma darbe kışkırtmalarıyla hem kendilerine hem de halka üzüntü veriyorlar. Bir başbakanın seçim yoluya iktidara gelmesi doğal bir durumdur. Ama o başbakanın iktidarda uzun bir süre kalmaya kalkışması akıldışıdır. Bir iki seçim kazanırsın, sonra yine kazanmak, direnmek istersen işin rengi değişir, tepkiler, direnişler, yakınmalar başlar. Menderes, üç seçim kazandı, Turgut Özal iki, De- mirel beş gitti beş geldi. Sonunda cumhurbaşkanı da oldu... Polis gücüne sırtını dayamadan, SS’ler gi- bi uydurma destekler yaratmaya kalkmadan, Silah- lı Kuvvetler’le arasını bozmaya heveslenmeden!.. Demokrasiyi iyi kötü yaşatmak uğraşımızda iyi ör- nekler de var. Kötüler de... “Ben polis gücüne gü- venirim” diyebilen bir kişi, başbakan da, parti lideri de olsa büyük bir yanılgı içindedir. Bunu kendisi bil- miyorsa, birileri çıkar anlatır. Özgür basın, özgür düşünce, özgür tartışma, işte bunun için vardır. Ta- rihten ders almayı bilmek yeter... PENCERE ‘Ay Yürüyüşü...’ Genelde medya Michael Jackson’ı nasıl anı- yor?.. “- Popun ikonu...” İkon ya da ikona ne demek?.. İkon, “Ortodoks Hıristiyanlarda, Hazreti İsa, Meryem Ana ya da Hıristiyan ermişlerinin, gele- neksel olarak tahta üzerine yapılmış ve kutsal ka- bul edilen resimlerine verilen ad...” Jackson’ın adı da neredeyse kutsal bir mer- tebeye ulaştı... Cenaze töreni de bu kutsallığa yakışan hava- da gerçekleşti... Amerika’da doruğa tırmanan sanatçı bütün dün- yada meşhur olur, geçmişte Elvis Presley, Frank Sinatra ve benzerlerini dünya öpüp başına koymamış mıydı?.. Ne var ki Michael Jackson hepsini solladı... Dünya patronu Amerika dünyanın gündemini de saptıyor. Çok değil kısa bir süre önce, med- yada Obama’dan başka bir şey konuşulmuyor- du... İşin ilginç yanı ne?.. Michael Jackson da zenci... Obama da zenci... Daha dün köle sayılanlar bugün doruklarda do- laşıyorlar... Ne var ki “popun ikonu” hiç alışılmamış, gö- rülmemiş biçimde dolaşıyor... Nasıl?.. “Ay yürüyüşü” dedikleri bir yöntemle gösteri- lerini donatıyor... Konuya merak sarmayanlar bile TV’lerde izle- mişlerdir, çünkü Michael Jackson’ın gösterileri son günlerde bütün televizyonları sardı, “ikon”un akıl sır ermeyen dans figürlerinden birine ne ad veriliyor: “- Ay yürüyüşü...” Sanki bu yürüyüş yerçekimine aykırı gibi gö- rünüyor, şaşkınlık ve hayranlık uyandırıyor... İn- san yapısına ters ya da yerçekimine kafa tutan bir çabuklukla sahneleniyor... Oysa Amerikalılar daha önce Ay’a gitmişlerdi... Uzayda yıldızlara ulaşıp yürümeyi denemişler- di, yerçekimi olmadığı için bu işin kolay olmadı- ğını hep birlikte TV ekranlarında izlemiştik... O deneylerde başarı kazanılamadı... “Ay yürüyüşü”nü Michael Jackson dünyada ve sahnede gerçekleştirdi... Zaten bu işler böyle yürüyor... İnsanlar Ay’a gittiler, ama Ay’ın romantizmini çiğneyip yok edemediler... Ay yürüyüşünün de Ay’da değil dünyada, hem de pop gösterisinde gerçekleşip meşhur olma- sı romantizmin sürdüğünü göstermiyor mu?.. Not: Beş on gün tatil için okurlarımın iznini ri- ca ediyorum... Görüşmek umuduyla... İ.S. 4 857 sayõlõ İş Kanunu’na, 26.06.2009 tarih ve 5920 sayõlõ Yasa ile -7. maddeden sonra gelmek üzere- bir madde (madde 7/A) eklenerek, özel istihdam bürolarõ aracõlõğõ ile geçici iş ilişkisi kurulabilmesine olanak ta- nõnmõştõr. Maddenin gerekçesinde, böyle bir düzen- leme ile Türkiye’de yõllardõr danõşmanlõk hiz- metleri adõ altõnda geçici iş ilişkisi sözleşmesi düzenleyen kuruluşlarõn yasadõşõ uygula- malarõna son verileceği belirtilmiştir. Bunun yanõnda, söz konusu yasayla, kayõt dõşõ is- tihdamõn önlenmesinin ve bu sektörde çalõ- şanlarõn sosyal güvence altõna alõnabilmele- rinin amaçlandõğõ da ifade edilmiştir. Avrupa Birliği’nin ödünç çalõşmaya iliş- kin 2008/104 sayõlõ yönergesi çerçevesinde hazõrlandõğõ, ancak önemli eksiklikler içer- diği söylenebilir.Normalde amaç işçi-işveren ilişkilerine katkõ sağlamak veya istihdamõ art- tõrmak olmasõ gerekirken, gerekçede öngö- rülen asõl hususun geçici iş ilişkisi sözleşmesi düzenleyen kuruluşlarõn “yasadışı uygula- malarına” yasal zemin kazandõrmak oldu- ğu anlaşõlmaktadõr. Bunu yadõrgamamak mümkün değildir. Kayıt dışı istihdamı önlemek Gerekçede ayrõca, getirilen bu düzenleme ile kayõt dõşõ istihdamõn önleneceği de ifade edilmektedir. Bu görüş yerinde değildir; çünkü Türkiye’deki uygulama Avrupa’da gö- rülenden oldukça farklõdõr. Gerçekten de, ül- kemizdeki özel istihdam bürolarõ, diğer şir- ketlerin geçici eleman taleplerini karşõlamak üzere kendi bünyelerinde eleman bulundu- ran kuruluşlar olarak faaliyet gösterme- mektedirler. Tam tersine, bir şirket (işveren) ihtiyaç duyduğu bir iş için elemanlarla ken- disi görüşmelerde bulunmakta; bunlardan an- laşmaya vardõğõ birini veya birkaçõnõ söz- leşme yapmak üzere belli bir özel istihdam bürosuna yollamaktadõr. Eleman iş sözleş- mesini bu özel büro ile yaptõktan sonra dö- nüp daha önce anlaştõğõ şirkette (işyerinde) çalõşmaya başlamaktadõr. Böylelikle şirket (işveren), kendi çalõştõr- dõğõ işçilere göre çok daha az mali ve sosyal haklara sahip olan bu elemanlara işlerini gör- dürme olanağõna kavuşmaktadõr. Özel is- tihdam bürosu ile iş sözleşmesi yapan bu ele- manlar çok farklõ işyerlerinde çalõştõklarõ için, bunlarõ örgütleme olanağõ da söz konusu ol- mamaktadõr. Sonuçta, bu elemanlar bir alt iş- veren işçisinin haklarõndan dahi yoksun bir biçimde çalõşmak zorunda kalmaktadõrlar. Ayrõca vurgulamak gerekir ki, bu tür bir ilişki çerçevesinde iş görenlerin iş güvenceleri de yoktur. Şirket (işveren), işverenin her is- tediğini yerine getirmeyen veya belli bir ko- nuda hak arama çabasõ içine giren bir işçinin geri alõnmasõnõ özel istihdam bürosundan is- temekte; büro o elemanõ derhal geri çek- mekte; işçi ise kendisine başka bir iş bulu- nacağõ ümidi ile beklemektedir. Öte yandan, bu tür bir ilişki çerçevesine ça- lõşan işçilerin uygulamada ihbar ve kõdem taz- minatlarõ ile izin haklarõndan yararlanama- yacaklarõnõ söylemek de yanlõş bir değer- lendirme olmayacaktõr. Sonuçta, bu hükmün -Türkiye koşullarõ ve uygulama gözlemleri dikkate alõndõğõnda- sendikasõzlaştõrmanõn, dolayõsõyla ucuz iş- çiliğin yolunu daha da açacağõ açõktõr. Hiç kuşku yoktur ki, bu olanaktan yararlanmak isteyecek bazõ işverenler, belirli bölümlerde yeniden işçi çõkarma yoluna gidecek; dõşa- rõdan temin edecekleri bu tür elemanlarla ça- lõşmayõ menfaatlarõna daha uygun bulacak- lardõr. Ayrõca, iş ilişkisinin geçici olmasõ ön- görülmüş olsa da, bu ilişki uygulamada sü- reklilik kazanacaktõr. İş, aynõ işçi ile olma- sa bile, farklõ kişiler tarafõndan görülecektir. Açõkçasõ, yeni düzenlemenin Türk çalõşma yaşamõna “taşeron işçileri sorunu” yanõn- da bir de “geçici işçi sorununu” ekleyece- ğinden haklõ olarak endişe edilebilir. Avrupa Birliği’nin söz konusu yönergesi uzun tartõşmalar sonunda 19 Kasõm 2008’de oyçokluğu ile kabul edilmiştir. Yönergenin 2. maddesinde, amacõn, ödünç iş ilişkisi çer- çevesinde çalõşan işçilerin korunmalarõnõn ve özellikle kendilerine ücret ve diğer çalõşma koşullarõ bakõmõndan “eşit davranılma- sı”nõn sağlanmasõ olduğu ifade edilmiştir. Do- layõsõyla, bu yönerge ile getirilen en temel gü- vence, normal iş ilişkisine dayanarak çalõşan işçiler ile ödünç iş ilişkisi kapsamõnda çalõ- şanlar arasõnda herhangi bir farklõ işlem yapõlamayacağõdõr. İş Kanunu’na eklenen 7/A maddesinde benzer düzeyde bir korumanõn varlõğõndan bahsetmek mümkün olmadõğõ gibi, eşitlik il- kesine veya eşit işlem görme hakkõna deği- nilmiş dahi değildir. AB hükümleri dikkate alınmamış Yine tasarõda ve bu konudaki AB yöner- gesinde, özel istihdam bürosunun işçiye ça- lõşabileceği bir iş bulmamasõ durumunda ve- ya bu işçilerin geçici işverenle olan ilişkisi- nin sona ermesi halinde -yeni bir geçici iş iliş- kisi kurulana kadar- işçiye belli bir ücret ödenmesi öngörülmüştür. Ancak yeni dü- zenlemede, özel istihdam bürosunun işçiyi herhangi bir işyerinde istihdam edememesi halinde, ücret güvencesinin sağlanmasõ sa- dece geçici işyerinde grev ve lokavt olmasõ durumuna özgülenmiştir. Dolayõsõyla işçinin çalõşmadõğõ diğer durumlarda ücret almasõ mümkün olmayacaktõr. Yeni 7/A maddesinde, geçici iş ilişkisi söz- leşmesine dayalõ olarak çalõştõrõlan işçi sa- yõsõnõn işyerinde çalõştõrõlan işçi sayõsõnõn dörtte birini geçemeyeceği öngörülmüştür. Böyle bir sõnõrlama yerinde olmakla birlik- te, “dörtte bir” ölçüsü oldukça aşõrõdõr. Yönergenin 6. maddesinin 1. fõkrasõnda ge- çici işyerinde, kalõcõ bir işe geçme konusunda fõrsat doğmasõ halinde, geçici işçilerin geçi- ci işveren tarafõndan bilgilendirilmesi ön- görülmüştür. Buna ilişkin bir düzenlemeye 7/A maddesinde rastlanõlmamõştõr. Getirilmek istenen düzenleme toplu iş hu- kuku bakõmõndan da ciddi sorunlar yarata- cak niteliktedir. Gerçekten de, sendikalaşma ve toplu iş sözleşmesi yapma konusunda be- lirsizlikler mevcuttur. Ödünç iş ilişkisiyle ça- lõşanlarõn hangi işkolundaki sendikaya üye olacaklarõ, işyerindeki işçi sayõsõna dahil edi- lip edilemeycekleri (maddede sadece İş K. m. 30’daki duruma atõf vardõr), toplu iş sözleş- mesi yapma yetkisinin belirlenmesinde dik- kate alõnõp alõnmayacaklarõ, geçici işyerindeki toplu iş sözleşmesinden yararlanõp yararla- namayacaklarõ gibi hususlar ileride önemli sorunlarõn çõkmasõna yol açacaktõr. Ama, asõl sorun bu hükmün sendikal ör- gütlenmeyi ciddi bir biçimde zaafa uğrata- cak olmasõdõr; belki de gerçekte amaçlanan budur (Hükümet esasen bu tutumunu, BA- SİSEN’in toplu iş sözleşmesinin işkolunda- ki bazõ bankalara teşmili kararõnõ, çok kõsa bir süre sonra yürürlükten kaldõrmakla ortaya koymuştur). İstihdam Bürolarõ ve Geçici İş İlişkisi Prof. Dr. Savaş TAŞKENT İTÜ İşletme Fakültesi Yeni düzenlemenin Türk çalõşma yaşamõna “taşeron işçileri sorunu” yanõnda bir de “geçici işçi sorununu” ekleyeceğinden haklõ olarak endişe edilebilir. SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Y aşadõğõmõz günlerde yukarõdaki başlõk biraz değil bir hayli ya- dõrganabilir. Neden mi ben yine de seviniyorum? Yõllardõr bu sayfada ve konu ile ilgili dergilerde dünyada eşi bu- lunmaz şu güzel Anadolu’yu, şu akõl al- maz boyutlardaki uygarlõklarõn kat- manlarõ olan yurdumuzu çevreleyen de- nizler ile insanõmõz arasõndaki ilişkileri yazar dururum. Radyolarda, görsel med- yadaki sohbet ve söyleşilerde, sempoz- yumlarda yer alõrõm. Kitaplarõm yayõm- lanõr. Bütün bu çalõşmalarda temel olan bir yakõnmam neredeyse okuyucularõ bõk- tõrmõştõr. Bu yakõnmanõn ön plandaki öze- ti olagelmiş gerçeği bir kez daha şöyle yineliyorum. Bu ülkenin insanõ Anadolu’nun verimli zenginliği nedeni ile denize mecbur edilmemiş, denize itilmemiş bu neden- le de insanõmõzla denizlerin ilişkisi uzun süreçlerde çok alt düzeydeki sõnõr- larda kalmõştõr. Bu sözlerime “Ne de- mek Akdeniz’i bir ‘Türk gölü’ yap- madık mı? Akdeniz’in hiçbir yö- resinde kuş uçurtmuyorduk unut- tuk mu” diyenler hep vardõr. Ama bun- larõn ayrõlmaz temel niteliği “uluslar- arasılık” olan denizcilik dediğimiz işle bir ilgisi olmamõştõr. Kabul edelim ki bunlarõn çağlara dönüşüm tarihleri koy- muş, keşiflerle, haritasõ çizilmemiş de- nizlerde yapõlan bilimsel çalõşmalarla ge- çen, o zamanlarõn gemileriyle 3/4 yõl sü- ren seferlerle kõyaslanabilir hiçbir tara- fõ yoktur. Olamazdõ da. Dünya denizci- liğine damgasõnõ vuran anavatanlarõndan on binlerce mil uzak kõyõlarda taşõ top- rağõ, bitkisel örtüyü, yerel canlõlarõ in- celeyen, gezdikleri denizlerin çok önem- li gizli özelliklerini saptayan, içinde ge- mici sayõsõ kadar bilim adamõ bulunan ta- rihteki yerlerini kimsenin değiştireme- yeceği gemilerle onlara kumanda etmiş efsane insanlarõn uluslararasõ denizcili- ğe, insanlõğa mal olmuş çabalarõ ve el- de ettikleri gerçeklerle kõyaslanacak bir şeyimizin olmadõğõnõ kabullenmek ben- ce konuya en olumlu yaklaşõm olur. Bugünlerde bile, hem de İstanbul’da yaşayan insanõmõz denizlerimizdeki ba- lõklarõ tanõmaz.. Balõk alacağõ zaman ba- lõğõn ismini, taze olup olmadõğõnõ, nasõl pişirilirse iyi olacağõnõ o cin gibi bõçkõn balõkçõlara soran kişilerin bu tür konuş- malarõna tanõk olursunuz. Bunlar insa- nõmõzla deniz ilişkisindeki durumun en sõradan kesitleri. Şimdi gelelim ben ne- ye seviniyorum. Bilindiği gibi denize ilk kez bilimin penceresinden bakan ve Heybeliada’da 1773 tarihini bir madalya gibi göğsünde taşõyan “Mektebi Şahane-i Fünun-u Bah- riye”. Dikkat Deniz Bilimleri Okulu de- niliyor. Yani bugünkü Deniz Harp Oku- lu, 1841’de de Üsküdar’da Ticaret-i Bahriye Mektebi Ali’si kuruluyor. O da Ferman-õ Şahane yani padişah emriyle. Şimdiki İTÜ Denizcilik Fakültesi. Elli beş yõl önce mezunu ve bir süre de öğ- retim görevlisi olduğum irfan ocağõ. Denizciliğimizdeki ilk ve unutulmaz başlangõçlar oldular. Neye mi seviniyorum. Şu anda ülke- mizin çağdaş teknolojinin donattõğõ mo- dern bir deniz gücü var. Her şeyleri ile kaliteli modern denizciliğin sistemleri ile donatõlmõş her rütbeden değerli subay ve Memed’leri ile. Deniz Ticaret Filomu- zun ekonomimize katkõlarõ ilgili ulus- lararasõ istatistiklere gurur ve umut ve- rici verilerle yansõyor. Sanat ve edebiyatõmõza deniz hiç gir- memiştir desem yeridir. Şimdilerde ba- kõyorum, ülkemizde denizcilikle ilgili her ay beş altõ dergi yayõmlanõyor. Eli kalem tutan denizciler oturup yazõyorlar. Ya- zacaklar. Denizi, orada çiçekler gibi açan gemileri, gemicileri insanõmõza ta- şõyacaklar. Amatör Denizcilik Federas- yonu ve benzeri kuruluşlar ülkemizde de- niz, halk ilişkisinin oluşturulmasõndaki önemli öncüler oldular. Bugünlerde Pe- ra’da bir sergi düzenlenmiş; Deniz Mü- zesi, Osmanlõ Donanmasõ’ndaki gemi- lerin seyir jurnalleri, haritalar vs. vs. Ter- saneler kenti Alanya Belediye Başkanõ beni aradõ sohbet ettik. Oraya bir Deniz Müzesi kurma çalõşmalarõ var. Sevini- yorum, seviniyorum ki nasõl... Seviniyorum... Oktay SÖNMEZ / Denizci Yazar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle