Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2009 PAZARTESİ
12 DIŞ BASIN [email protected]
DEĞİŞEN DÜNYADAN
HÜSEYİN BAŞ
Kopenhag ‘Fiyaskosu’nun
Ardından..
Onca umut bağlanan Kopenhag İklim
Konferansı’nın çoklarına göre tam bir fiyaskoyla
sonuçlanması sürpriz olmadı. Dünya zenginleri;
çoğu küresel sorunlarda olduğu gibi üzerinde
yaşadıkları gezegen için ölüm-kalım sorunu ile
doğrudan ilgili küresel ısınma konusunda bu kez
de savsaklama yolunu seçmişler ve çözümü,
Aralık 2010’da Meksika’nın başkenti Mexico’da
düzenlenecek zirveye ertelemişlerdir.
Brezilya Çevre Bakanı Carlos Minc’e göre
zirvenin çıkmaza girmesinin nedeni, “Zengin
ülkelerin küresel ısınmanın sorumluluğunun büyük
bölümünü yoksul ülkelerin sırtına yüklemek
istemeleridir. Bu kabul edilemez”.
Zirve’den, başta Birleşik Devletler olmak üzere,
genel olarak Kuzey’in zengin ülkelerinin
öncülüğünde gezegenin bekası ile ilgili iklim
değişikliklerinin kaynaklandığı sera etkili gaz
salımlarının azaltılmasının “olmazsa olmazı”
gerekli, acil, yaptırımlı fonlar yaratmaları; yanı sıra
bizzat ürettikleri sera etkili gaz salımlarının,
rekabeti, gelişmeleri önleyeceği bahanelerini bir
yana bırakarak azaltılmasıyla ilgili önlemlerin
alınması yönünde bir anlaşma bekleniyordu.
Ancak on bir gün süren yoğun tartışmalar sonuç
vermemiş, umut bir başka bahara ertelenmiştir.
Anlaşılan o ki, zengin ülkelerin yönetimlerinde
belirleyici etkinliği olan finans odaklarınca; salt
gezegenin kazançlı çıkacağı ileriye dönük
yatırımlar, sera etkili gazların azaltılmasıyla ilgili
dönüşümler için yoksul ülkelere yapılması gereken
yardımlar rantabilite açısından son derecede
kuşkulu görünmektedir. Savsaklamanın, somut
adımlar atılmadan geçiştirilmesinin ardında büyük
bir olasılıkla yukarda söz edilen kuşkunun payı
bulunmaktadır. Nitekim zengin ülkelerin vaat
ettikleri yardımların yetersizliği, konuyla ilgili
tavırlarını açık ve net bir biçimde ortaya
koymaktadır. Bankalarını ayakta tutmak için
milyarlarca milyar doları seferber eden Birleşik
Devletler’in, gezegenin geleceğini kurtarmak
adına yoksul ülkelere vermeyi düşündüğü yardım
2020 yılına kadar sadece 3.6 milyar dolardır.
Avrupa Birliği’nin katkısı ise 2 milyar Avro gibi
düşük düzeydedir. Oysa aynı AB, bankalarını
batmaktan kurtarmak için gözünü kırpmadan
1000 milyar Avro’yu gözden çıkarmıştır. Ayrıca
Birleşik Devletler, iklim, doğanın korunması gibi
küresel sorunlarda, deyim yerindeyse, sabıkalıdır.
Bu konularda Milat sayılan Kyoto Protokolü’nü şu
ana kadar onaylamayan tek sanayi ülkesidir. Bu
yüzden, Kopenhag’daki düş kırıklığında öncelikle
onun payının bulunmasının şaşırtıcı bir yanı
yoktur. “Eğer söz konusu olan ‘iklim’ değil,
bankaların kurtarılması olsaydı, iklim çoktan
kurtarılırdı” diyen Venezüella lideri Hugo
Chavez’e gelin de hak vermeyin!
Küresel ısınmanın, 2020 yılına kadar ortalama
1.5 ile 2 derece arasında sınırlandırılması ile ilgili
bir anlaşma Kopenhag’da ne yazık ki
ıskalanmıştır. 2010 Aralık ayında Mexico’da
gerçekleşecek zirvenin kaderinin farklı olacağı
ihtimali ise kuşkuludur. Ama kuşkulu olmayan,
bilimsel araştırmalara göre küresel ısınmanın üç
derecelik artışının büyük felaketlerdeki artışı da
beraberinde getireceğidir: Taşkınlardan 170
milyon insan zarar görecektir. Bugünün bir milyar
sınırını aşan açlarına 550 milyon insan daha
eklenecek, çok sayıda hayvan ve bitki türü yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Üstelik
gezegeni ve üzerinde yaşayanları bekleyen
tehlikeler sadece bunlarla da sınırlı değildir.
Örneğin felaketlerin yansımaları, bir dizi başka
felaketleri de tetikleyecektir. Taşkınlar ürün
alınımını; erozyon, ekilebilir toprakları olumsuz
yönde etkileyecek; kuraklık, açlığın daha da
artmasına yol açacaktır. Saygın sivil toplum
kuruluşlarından Attac’ın Kopenhag Zirvesi
sırasındaki gösterilerinde “İklimi değil, sistemi
değiştirin!” belgesi, kanımızca, çözümün önemli
anahtarları arasındadır. Zira küresel ısınmayı
engelleyen kararların hayata geçirilmesinin önünü
kesen, savsaklayan bizatihi sistemin kendisidir.
Kapitalist sistem gezegenin bekasıyla ilgili
konularda bile her zaman yaptığı gibi “etiği” rafa
kaldırarak gelecek korkusundan rant sağlamanın
peşindedir. Nitekim konferans süresince nükleer
lobilerinden sanayicilere, bankalardan karbon
pazarının simsarlarına uzanan çok sayıda lobici bu
yönde hummalı uğraş vermişlerdir. Özellikle de
karbon pazarı şimdiden büyük kazançlar sağlayan
yeni işkollarından biri haline gelmiştir.
Yakın gelecekte küresel boyutlara ulaşması
beklenen karbon salımı pazarının kapitalizmin hâlâ
süren krizine, spekülasyon ustası bankacıların ve
borsa simsarlarının patlayan köpükleriyle yeni
finansal krizler ekleyeceklerinden kuşku yoktur.
Kopenhag zirvesinin başarısızlığının yansımaları
arasında, hemen kapıda bekleyen gıda ve yetersiz
beslenme krizi var. “Açlığa Karşı Eylem” adını
taşıyan bir başka saygın sivil toplum kuruluşu,
tıpkı BM’ler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gibi bu
öngörüyü doğrulamakta, yeni bir gıda krizi için
gerekli bütün koşulların oluştuğunu ileri
sürmektedir.
Gelecek yazımızın konusu bu olacak: Bir yanda
tüketim çılgınlığı ve israf, bir yanda milyarı aşkın
aç insan!..
EDUARDO GALEANO
Dünyanõn sağlõğõ berbat durumda. Evrensel
felaket tellallarõ “hepimiz sorumluyuz”
diye haykõrõyor ve çoğunluk onaylõyor: “Evet,
hepimiz sorumluyuz, yani hiçbirimiz.”
Çevre teknokratlarõ tavşanlar gibi çoğalõyor.
Dünyada doğurganlõk oranõ en yüksek grup:
Uzmanlar yeni yeni uzmanlar üreterek
konunun belirsizliğinin selofan kâğõtlarõyla
sõkõca paketlenmesi için uğraşõyorlar.
Ülkelerin bildirgelerinde ve kimsenin
takmadõğõ resmi anlaşmalarda yazõlsõn diye
hepimizi fedakârlõğa çağõran puslu bir dil
üretiyorlar. Bu sözcük çağlayanõ (ozon deliği
kadar ciddi bir çevre felaketine yol açacak bir
sel oluşturabilir) durup dururken başlamadõ.
Resmi dil, tüketim toplumunu, ilerleme adõna
model dayatanlarõ ve dünyanõn suyunu
çõkaranlarõ bağõşlamak için gerçeği boğmaya
çalõşõyor. Ama istatistikler itiraf ediyor: Laf
kalabalõğõnõn gizleyemediği verilere göre
insanoğlunun yüzde 20’si çevreye zulmün
yüzde 80’inden sorumlu. Katillerin intihar
dedikleri bu suçun cezasõnõ toprağõn yok
olmasõ, havanõn kirlenmesi, suyun
zehirlenmesi, iklimin delirmesi, doğal ve
yenilenebilir kaynaklarõn mahvolmasõ
sonucunda tüm insanlõk ödeyecek.
Norveç Başbakanõ Harlem Bruntland, geçen
günlerde “Dünyada yaşayan 7 milyar insan
Batılı gelişmiş ülkelerin insanları gibi
tüketecek olsaydı yerküre gibi 10 gezegen
daha gerekecekti” dedi. Olanak dõşõ bir
durum. Bizi birinci dünya ülkeleri arasõna
sokmaya (zenginliğin ve mutluluğun
pasaportu) yeminli Güney’in hükümetlerini
dolandõrõcõlõktan yargõlamalõ. Hem bizimle
dalga geçiyorlar, hem de 1. Dünya’nõn işlediği
suçu savunuyorlar. Komşuyu sömürmek ve
doğayõ yok etmek üzerine kurulmuş; aslõnda
bedenimizi hasta eden, ruhumuzu zehirleyen
ve bizi dünyasõz bõrakacak olan bu sistem
kendi yaşam biçimini bir cennet gibi sunuyor.
Şimdi kimya sanayisinin devleri yeşil renkli
reklamlar yapõyorlar. Dünya Bankasõ, her
raporunda “ekoloji”den söz ederek ve
kredilerini yeşile boyayarak imaj temizlemeye
çalõşõyor. “Kredi vermemiz için çevrenin
korunması önkoşuldur” diyor yüce bankanõn
başkanõ. Kirletme özgürlüğümüzü kõsõtlayan
kesin bir önlem olmadõkça hepimiz çevreciyiz.
Uruguay parlamentosunda çevreyi koruyan
ürkek bir yasa oylandõğõnda havayõ zehirleyen,
sularõ çürüten şirketler, anõnda suratlarõndaki
yeşil maskeleri fõrlatõp bağõrmaya başladõlar:
“Çevreciler aslında yoksulluğun
avukatlarıdır, ekonomik gelişmeyi sabote
edip yabancı sermayeyi korkutup
kaçırırlar.”
Dünya Bankasõ (zenginliğin, gelişmenin ve
yabancõ sermayenin birincil destekçisi) kim
bilir hangi avantajlarõ hesaplayarak
yakõnlarda Birleşmiş Milletler ile birlikte bir
Dünya Çevre Fonu kurdu. Kör vicdanlarõn
vergisi olarak ayõrdõklarõ para çevrecilerin
kaybettiklerinin yüzde 1’i bile değil. Kusursuz
bir niyet ve kaçõnõlmaz sonuç: “Eğer bu
projeler için özel bir fon gerekecekse
Dünya Bankası zaten bunu kabul etti, öteki
projeler gereksiz.”
Adõ dünya olan banka ve kendisini
uluslararasõ diye niteleyen para fonu, bu ikiz
kardeşler, Washington’da otururlar, buyruklarõ
oradan alõr ve orada birtakõm kararlar verirler.
Kim parayõ veriyorsa o yönetir, sayõsõz
Artõk kimse doğaya egemen olmaktan söz etmiyor, cellatlarõ bile onu nasõl
koruyacağõmõzõ tartõşõyor... Uygarlõk saati zamanla, büyümeyi ilerlemeyle, büyük
olmakla büyüklüğü karõştõrdõ. Doğa deyince manzara anladõ. Ve Dünya, merkezi
olmayan bu labirent kendi gökyüzünü parçaladõ.
teknokratõ asla yediği çanağa pislemez. Üçüncü
Dünya’nõn birincil alacaklõsõ olarak Dünya
Bankasõ rehin düşmüş ülkelerimizi (dakikada
250 bin dolar dõş borç ödeyen) yönetir, verdiği
ya da vermeyi vaat ettiği paralar karşõlõğõnda
kendi ekonomik politikasõnõ dayatõr. Her
defasõnda daha az satõn alõp, daha az ödeyen
“pazar”õn kutsallaştõrõlmasõ tüketim diniyle
uyuşturulmuş Güney’in büyük kentlerinin
põrõltõlõ kõvõr zõvõrla dolmasõna neden olmuş,
tarõm alanlarõ yok olmuş, su çürümüş, ormanlar
çöle dönmüştür. Al Capone’un sözlerine
benziyor, ama o beyefendiydi; kurbanlarõnõn
cenazesine çiçek gönderirdi. Dünyanõn petrol,
kimya ve otomotiv devleri Eko 92 (1992’de
Brezilya’da yapılan çevre zirvesi ç.n.)
bütçesinin önemli bir bölümünü karşõlamõş.
Rio’daki konferansta yerkürenin can çekişmesi
konuşulmuş. Yeryüzü zirvesi diye
isimlendirilen bu toplantõda kirlenmeden
sorumlu ne ulusötesi şirketler kõnanmõş, ne de
zehir satõşõnõ mümkün kõlan sõnõrsõz ticaret
özgürlüğü hakkõnda bir söz söylenmiş.
Yüzyõlõn sonundaki bu büyük maskeli baloda
kimya endüstrisi bile yeşil giyinmiş. Ekolojik
sõkõntõ tabiat anaya yardõm etmek için yeni
biyoteknolojik üretim planlayan büyük
labaratuvarlarõn uykusunu kaçõrmõş.
Bu uykusuz bilim adamlarõ kimyasallar
olmadan zararlõlara dayanõklõ bitkiler
bulamadõlar, sadece kendi ürettikleri ilaçlara
dirençli bitkilerin ortaya çõkmasõna neden
oldular. 10 büyük tohum üretici firmanõn 6’sõ
tarõm ilacõ üretiyor. (Sandoz, Ciba-Geigy,
Upjohn, Pfizer, ICI, Shell)
Kimya endüstrisi mazoşist değil kuşkusuz.
Yansõz ekoloji aslõnda sağlõklõ besin, temiz su,
hava ve sessizliğe sadece parasõnõ ödeyenlerin
sahip olduğu adaletsiz bir düzene suç ortağõ
olmak demektir. Chico Mendes, kauçuk
işçisiydi. 1988’de çevre militanlõğõ ile sosyal
adalet savaşõnõn bir arada olmasõ gerektiğine
inandõğõ için öldürüldü. Chico, Brezilya’da
toprak reformu yapõlmadan Amazon
ormanlarõnõn kurtarõlamayacağõnõ biliyordu.
Cinayetten 5 yõl sonra Brezilyalõ rahipler, her
yõl 100’den fazla tarõm işçisinin toprak
kavgasõnda öldürüldüğünü, 4 milyondan fazla
işsiz kalan köylünün de kentlere göçtüğünü
duyurdular. Bu sayõlarõ tüm Latin Amerika’ya
yayabilirsiniz, milyonlarca insanõn köyden
kente göçmesiyle şişmiş kentler: Politik körlük
ve sağõrlõk sonucu oluşmuş bir ekolojik felaket.
‘Doğa bizim dışımızda’
Tanrõ 10 Emir’de doğayõ saymayõ unutmuş.
Sina Dağõ’ndan bize gönderdiği emirlere
“doğayı bir parçanız olarak onurlandırın”
diye eklemeliydi. Ama öyle olmamõş. 5 yüzyõl
önce Amerika dünya pazarõ tarafõndan esir
alõndõğõnda “uygar istilacı” doğayõ korumakla
putperestliği karõştõrdõ. Doğa için yapõlan
ayinler büyük günah sayõlõp cezalandõrõldõ.
Fetih günlüğüne göre ağaç kabuklarõnõ giysi
olarak kullanan göçebe yerliler ağaca zarar
vermemek için asla bütün bir ağacõ soymazmõş.
Yerleşik olanlarsa farklõ ürünler ektikleri
toprağõ yormamak için arada nadasa
bõrakõrlarmõş. Kendi yõkõcõ kültürünü dayatan
uygarlõk, doğayla bütünleşmiş bu kültürleri
anlamamõş, onlarõ cehalet ve günahkârlõkla
suçlamõştõ. Uygarlõk Batõlõ ve Hõristiyan olmak
demekti. Doğa ise hep onun hizmetinde olsun
diye evcilleştirilmesi gerekli bir vahşiydi.
Şimdi artõk anladõk ki doğa biz çocuklarõ gibi
yorulmuş ve tõpkõ bizim gibi cinayete kurban
gidebilecek bir ölümlü imiş. Artõk kimse
doğaya egemen olmaktan söz etmiyor,
cellatlarõ bile onu nasõl koruyacağõmõzõ
tartõşõyor. İster korunsun, ister boyun
eğdirilsin, doğa bizim dõşõmõzda.
Uygarlõk, saati zamanla, büyümeyi ilerlemeyle,
büyük olmakla büyüklüğü karõştõrdõ. Doğa
deyince manzara anladõ. Ve Dünya, merkezi
olmayan bu labirent, kendi gökyüzünü
parçaladõ.
İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz
(7 Aralık 2009, Telesur, Venezüella)
hepimiz sorumluyuz’
Pinokyo’nun
burnunu
uzatan
dört
kelime
‘Dünyanõn yõkõmõndan
Yunanistan’õn Avro sõkõntõsõ
FLOYD NORRIS
Bir kulübe üye olabilmek için yalan
söyleyen bir adayõn ileride iyi bir üye
olmasõ beklentisi boş çõkabilir. Ülkenin
borçlarõnõ ödeyememesi korkusunun tekrar
gündeme geldiği Yunanistan’daki finansal
kargaşadan alõnmasõ gereken bir ders bu.
En azõndan yakõn vadede özellikle bu
kaygõnõn biraz abartõlõ olduğu kesin. Ama
Yunanistan 10 yõl önce, kibarca “yaratıcı
hesaplama” denilebilecek bir yöntemi
kullanarak bütçe açõğõnõ yeterince düşük
göstermek suretiyle katõlmaya hak kazandõğõ
Avro bölgesinde olmanõn sõkõntõsõnõ fena
halde yaşõyor şimdi.
Yunanistan’õn Avro’dan tartõşmasõz yararlar
sağladõğõna kuşku yok. Finansal kriz sõrasõnda
yükselmiş bile olsa, bugünkü faiz oranlarõ,
Avro bölgesinde olmasaydõ daha da yüksek
olurdu. Avrupa’nõn büyük bir bölümünde tek
bir para biriminin geçerli olmasõ turizmi
kolaylaştõrõyor ve ticareti teşvik ediyor. Ama
Yunanistan da İtalya gibi Avro bölgesindeki
rekabet gücünü kaybetti. Enflasyon bölgedeki
diğer ülkelerde olduğundan daha yüksek
olduğu için diğer ihracatçõlarõn fiyatlarõna
uyum sağlamakta zorlanõyor. Ayrõca
Yunanistan’õn tahvil sõralamasõnõ düşürmeyi
dikkate alan Moody’nin analizcisi Arnaud
Mares, ülkedeki bürokrasinin yavaş ve
maliyetli olmasõnõn iş yapmayõ pahallõ ve zor
bir hale getirdiğine dikkat çekiyor.
Yunanistan şu anda hâlâ kendi para birimine
sahip olsaydõ, enflasyonun yükselmesi ve ithal
ürünlerin fiyatlarõnõn artmasõ pahasõna, kendi
parasõnõ devalüe etme yoluna gidebilir veya
bunu yapmaya zorunlu kõlõnabilir ve bu
şekilde rekabet gücüne hõzlõ bir katkõ
sağlayabilirdi. Ama Avro bölgesinde bunu
yapmak mümkün değil.
“Avro” büyük bir deney olarak kalmaya
devam ediyor. Ortak bir para birimi siyasi bir
birlik olunmadan varlõğõnõ sonsuza kadar
sürdürebilir mi? Avro’nun varlõğõ gerekli
reformlarõn yapõlmasõ için gerekli gücü
sağlayabilecek mi? Ya da ülkeler daha önce
yaşadõklarõ sorunlarõ aynen eskisi gibi mi
yaşayacaklar? Üstelik bu defa gerektiğinde
kendi para birimlerini ayarlamalarõna olanak
sağlayan emniyet supapõndan da yoksun
bõrakõlarak...
Bu meseleler Avro yaratõldõğõnda anlaşõlmõştõ.
Bazõlarõ bunun siyasi bir birliğe götüreceği
umudunu taşõyordu. Kimileri bu sayede
Yunanistan ve İtalya gibi ülkelerin finans
evlerini temiz tutmaya ve ekonomilerini daha
etkin ve rekabetçi bir hale getirmek için
reformlar yapmaya zorlanacağõnõ umdular.
Şu ana kadar bunlarõn çok azõ gerçekleşti.
Almanya, sonunda, yoldaş bir Avro ülkesini
kefaletle kurtarõp kurtarmayacağõna dair
çelişkili sinyaller gönderip durdu. Ama Yunan
bonolarõ Avrupa Merkez Bankasõ’nda teminat
olarak kullanõlabildiğine göre en azõndan bir
miktar kurumsal bir desteğin varlõğõndan söz
edilebilir. Maalesef aralarõnda Yunanistan’õn
da olduğu bazõ ülkeler ekonomik reformlarõ
hayata geçirmektense sadece “ilan etmek”
konusunda çok daha başarõlõ olduklarõnõ
kanõtladõlar.
Yunanistan’õn yeni başbakanõ George A.
Papandreu, bu hafta yaptõğõ önemli bir
konuşmasõnda ekonomide değişim sözü verdi.
Ama Sosyalist Parti’nin ve ulusal sosyalist
partilerin oluşturduklarõ Sosyalist
Enternasyonal’in başkanõ olan Papandreu,
başõ derde giren Avro ülkelerinde standart
haline geleni takip etmedi: İrlanda’daki
uygulamanõn tersine, kamu çalõşanlarõnõn
maaşlarõnõn kesileceği sözü vermedi. Onun
yerine, emekliye ayrõlan her beş kamu
çalõşanõnõn yerine bir kişiyi işe almak
suretiyle kamu çalõşanlarõnõn sayõsõnda
azaltmaya gidileceğini söyledi. Kamu
çalõşanlarõnõn maaşlarõnõn azaltõlmayacağõna
ve düşük maaşlara da enflasyonun etkisini
yok edecek oranda zam yapõlacağõna dair söz
verdi.
Avro ülkelerindeki bütçe açõğõnõn, ülkenin
GSMH’sinin yüzde 3’ünün altõnda tutulmasõ
gerekiyor. Bu Yunanistan’õn 1990’larõn
sonunda yaptõğõnõ söylediği, ama yapmadõğõ
bir şey. Papandreu bu hedefe ulaşma sözü
verdi, ama 2013’ten önce değil. Moody ise
açõğõn 2010 yõlõnda yüzde 12’yi aşacağõnõ
tahmin ediyor.
Yine de konuşan kişi ve yaşanan günler göz
önünde bulundurulduğunda, Papandreu’nun
konuşmasõnda, dikkate değer bölümler olduğu
göze çarpõyor. “Değişmek zorundayız yoksa
batacağız” diyor Başbakan, “En büyük
eksikliğimiz itibarımızda. Piyasa hareket
istiyor, laf değil.” Burada, genellikle
kapitalist aşõrõlõklara atfedilen bir dünya
krizinin ardõndan konuşan bir sosyalist,
uluslararasõ piyasanõn “evde fedakârlık”
istediğine dair sözlerini aktarõyor.
Papandreu daha geçen ay başbakan oldu. Son
alõnan kararlarla ilgili fazla bir sorumluluğu
yok. Ama 1980’lerde ve 1990’larda eğitim ve
dõşişleri bakanlõklarõ yapmõş biri olarak pek de
yeni bir yüz sayõlmaz. Ve kuşkusuz yeni bir
isim de değil. Başka bir Papandreu, 40’larda,
60’larda, 80’lerde, 90’larda başbakandõ ve
şimdi de 00’larda yenisi görevde. Aslõnda,
ortaya çõkan her sosyal kargaşanõn devlet
çalõşanlarõnõn maaşlarõnõn arttõrõlarak
bastõrõldõğõ Yunanistan’õn demokrasi
sürecinde, bu ailenin sorumluluğu hiç de az
değil. Bu haftaki konuşmasõnda Papandreu,
“Devlet, kendi çıkarları uğruna ülke
kaynaklarının adil yönetilmesini yokuşa
süren çıkarcıların elinde esir durumunda”
diyordu.
Bono piyasasõndan yine kuşkulu sesler
yükseliyor. Yunan hükümet bonolarõnõn
maliyeti Alman bonolarõna göre yüzde 2 daha
yüksek. 2005’te bu fark hemen hemen yok
olmuştu. Bu durum Yunanistan’a,
borçlanõrken para kaybettiriyor ve bütçesini
kontrol edebilmesini daha da zorlaştõrõyor.
Birçok ülke gibi büyük sorunlarõ olan bir
kamu emeklik sistemine sahip. Ama kendi
para birimini devalüe ederek yeni bir
başlangõç yapmasõ mümkün değil. Ve
maaşlarõn düşürülmesine de sõcak bakmõyor.
Eğer bu seferki Papandreu söz verdiği
değişiklikleri yapabilirse, bõrakõn Yunanistan
tarihini, ailesindeki en başarõlõ başbakan
olacaktõr.
İngilizceden çeviren: Çimen Turunç
Baturalp (18 Aralık 2009, International
Herald Tribune)
HARRAN ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ’NDEN
ESAS NO: 2009/55 Esas
DAVACI: MEHMET ÇİFTÇİ, Damlasu köyü Har-
ran
DAVALILAR:
1- MALİYE HAZİNESİ
2- DAMLASU KÖYÜ MUHTARLIĞI
Davacõ Mehmet Çiftçi tarafõndan aleyhinize açõlan
Tapu İptali Ve Tescil (Zilyetliğe Dayalõ) davasõnõn ya-
põlan yargõlamasõnda;
Harran ilçesi Damlasu köyü Tüccariye mevkii 399
parsel sõrasõnda kayõtlõ Baki kõzõ Ummühan Çiftçi’nin
1/4 hissesinin zilyetliği sebebi ile iptali ile adõna tesci-
line karar verilmesi istemi ile Mahkememize açõlan da-
vada,
Davaya taraf olmak isteyenlerin,
Duruşma Günü olan 20/01/2010 günü saat: 09:05’de
duruşmada bizzat hazõr bulunmalarõ, varsa itiraz ve id-
dialarõnõ bildirmeleri ilanen tebliğ olunur.
(Basõn: 73151)