21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2009 PAZARTESİ 12 DIŞ BASIN [email protected] DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Kopenhag ‘Fiyaskosu’nun Ardından.. Onca umut bağlanan Kopenhag İklim Konferansı’nın çoklarına göre tam bir fiyaskoyla sonuçlanması sürpriz olmadı. Dünya zenginleri; çoğu küresel sorunlarda olduğu gibi üzerinde yaşadıkları gezegen için ölüm-kalım sorunu ile doğrudan ilgili küresel ısınma konusunda bu kez de savsaklama yolunu seçmişler ve çözümü, Aralık 2010’da Meksika’nın başkenti Mexico’da düzenlenecek zirveye ertelemişlerdir. Brezilya Çevre Bakanı Carlos Minc’e göre zirvenin çıkmaza girmesinin nedeni, “Zengin ülkelerin küresel ısınmanın sorumluluğunun büyük bölümünü yoksul ülkelerin sırtına yüklemek istemeleridir. Bu kabul edilemez”. Zirve’den, başta Birleşik Devletler olmak üzere, genel olarak Kuzey’in zengin ülkelerinin öncülüğünde gezegenin bekası ile ilgili iklim değişikliklerinin kaynaklandığı sera etkili gaz salımlarının azaltılmasının “olmazsa olmazı” gerekli, acil, yaptırımlı fonlar yaratmaları; yanı sıra bizzat ürettikleri sera etkili gaz salımlarının, rekabeti, gelişmeleri önleyeceği bahanelerini bir yana bırakarak azaltılmasıyla ilgili önlemlerin alınması yönünde bir anlaşma bekleniyordu. Ancak on bir gün süren yoğun tartışmalar sonuç vermemiş, umut bir başka bahara ertelenmiştir. Anlaşılan o ki, zengin ülkelerin yönetimlerinde belirleyici etkinliği olan finans odaklarınca; salt gezegenin kazançlı çıkacağı ileriye dönük yatırımlar, sera etkili gazların azaltılmasıyla ilgili dönüşümler için yoksul ülkelere yapılması gereken yardımlar rantabilite açısından son derecede kuşkulu görünmektedir. Savsaklamanın, somut adımlar atılmadan geçiştirilmesinin ardında büyük bir olasılıkla yukarda söz edilen kuşkunun payı bulunmaktadır. Nitekim zengin ülkelerin vaat ettikleri yardımların yetersizliği, konuyla ilgili tavırlarını açık ve net bir biçimde ortaya koymaktadır. Bankalarını ayakta tutmak için milyarlarca milyar doları seferber eden Birleşik Devletler’in, gezegenin geleceğini kurtarmak adına yoksul ülkelere vermeyi düşündüğü yardım 2020 yılına kadar sadece 3.6 milyar dolardır. Avrupa Birliği’nin katkısı ise 2 milyar Avro gibi düşük düzeydedir. Oysa aynı AB, bankalarını batmaktan kurtarmak için gözünü kırpmadan 1000 milyar Avro’yu gözden çıkarmıştır. Ayrıca Birleşik Devletler, iklim, doğanın korunması gibi küresel sorunlarda, deyim yerindeyse, sabıkalıdır. Bu konularda Milat sayılan Kyoto Protokolü’nü şu ana kadar onaylamayan tek sanayi ülkesidir. Bu yüzden, Kopenhag’daki düş kırıklığında öncelikle onun payının bulunmasının şaşırtıcı bir yanı yoktur. “Eğer söz konusu olan ‘iklim’ değil, bankaların kurtarılması olsaydı, iklim çoktan kurtarılırdı” diyen Venezüella lideri Hugo Chavez’e gelin de hak vermeyin! Küresel ısınmanın, 2020 yılına kadar ortalama 1.5 ile 2 derece arasında sınırlandırılması ile ilgili bir anlaşma Kopenhag’da ne yazık ki ıskalanmıştır. 2010 Aralık ayında Mexico’da gerçekleşecek zirvenin kaderinin farklı olacağı ihtimali ise kuşkuludur. Ama kuşkulu olmayan, bilimsel araştırmalara göre küresel ısınmanın üç derecelik artışının büyük felaketlerdeki artışı da beraberinde getireceğidir: Taşkınlardan 170 milyon insan zarar görecektir. Bugünün bir milyar sınırını aşan açlarına 550 milyon insan daha eklenecek, çok sayıda hayvan ve bitki türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Üstelik gezegeni ve üzerinde yaşayanları bekleyen tehlikeler sadece bunlarla da sınırlı değildir. Örneğin felaketlerin yansımaları, bir dizi başka felaketleri de tetikleyecektir. Taşkınlar ürün alınımını; erozyon, ekilebilir toprakları olumsuz yönde etkileyecek; kuraklık, açlığın daha da artmasına yol açacaktır. Saygın sivil toplum kuruluşlarından Attac’ın Kopenhag Zirvesi sırasındaki gösterilerinde “İklimi değil, sistemi değiştirin!” belgesi, kanımızca, çözümün önemli anahtarları arasındadır. Zira küresel ısınmayı engelleyen kararların hayata geçirilmesinin önünü kesen, savsaklayan bizatihi sistemin kendisidir. Kapitalist sistem gezegenin bekasıyla ilgili konularda bile her zaman yaptığı gibi “etiği” rafa kaldırarak gelecek korkusundan rant sağlamanın peşindedir. Nitekim konferans süresince nükleer lobilerinden sanayicilere, bankalardan karbon pazarının simsarlarına uzanan çok sayıda lobici bu yönde hummalı uğraş vermişlerdir. Özellikle de karbon pazarı şimdiden büyük kazançlar sağlayan yeni işkollarından biri haline gelmiştir. Yakın gelecekte küresel boyutlara ulaşması beklenen karbon salımı pazarının kapitalizmin hâlâ süren krizine, spekülasyon ustası bankacıların ve borsa simsarlarının patlayan köpükleriyle yeni finansal krizler ekleyeceklerinden kuşku yoktur. Kopenhag zirvesinin başarısızlığının yansımaları arasında, hemen kapıda bekleyen gıda ve yetersiz beslenme krizi var. “Açlığa Karşı Eylem” adını taşıyan bir başka saygın sivil toplum kuruluşu, tıpkı BM’ler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gibi bu öngörüyü doğrulamakta, yeni bir gıda krizi için gerekli bütün koşulların oluştuğunu ileri sürmektedir. Gelecek yazımızın konusu bu olacak: Bir yanda tüketim çılgınlığı ve israf, bir yanda milyarı aşkın aç insan!.. EDUARDO GALEANO Dünyanõn sağlõğõ berbat durumda. Evrensel felaket tellallarõ “hepimiz sorumluyuz” diye haykõrõyor ve çoğunluk onaylõyor: “Evet, hepimiz sorumluyuz, yani hiçbirimiz.” Çevre teknokratlarõ tavşanlar gibi çoğalõyor. Dünyada doğurganlõk oranõ en yüksek grup: Uzmanlar yeni yeni uzmanlar üreterek konunun belirsizliğinin selofan kâğõtlarõyla sõkõca paketlenmesi için uğraşõyorlar. Ülkelerin bildirgelerinde ve kimsenin takmadõğõ resmi anlaşmalarda yazõlsõn diye hepimizi fedakârlõğa çağõran puslu bir dil üretiyorlar. Bu sözcük çağlayanõ (ozon deliği kadar ciddi bir çevre felaketine yol açacak bir sel oluşturabilir) durup dururken başlamadõ. Resmi dil, tüketim toplumunu, ilerleme adõna model dayatanlarõ ve dünyanõn suyunu çõkaranlarõ bağõşlamak için gerçeği boğmaya çalõşõyor. Ama istatistikler itiraf ediyor: Laf kalabalõğõnõn gizleyemediği verilere göre insanoğlunun yüzde 20’si çevreye zulmün yüzde 80’inden sorumlu. Katillerin intihar dedikleri bu suçun cezasõnõ toprağõn yok olmasõ, havanõn kirlenmesi, suyun zehirlenmesi, iklimin delirmesi, doğal ve yenilenebilir kaynaklarõn mahvolmasõ sonucunda tüm insanlõk ödeyecek. Norveç Başbakanõ Harlem Bruntland, geçen günlerde “Dünyada yaşayan 7 milyar insan Batılı gelişmiş ülkelerin insanları gibi tüketecek olsaydı yerküre gibi 10 gezegen daha gerekecekti” dedi. Olanak dõşõ bir durum. Bizi birinci dünya ülkeleri arasõna sokmaya (zenginliğin ve mutluluğun pasaportu) yeminli Güney’in hükümetlerini dolandõrõcõlõktan yargõlamalõ. Hem bizimle dalga geçiyorlar, hem de 1. Dünya’nõn işlediği suçu savunuyorlar. Komşuyu sömürmek ve doğayõ yok etmek üzerine kurulmuş; aslõnda bedenimizi hasta eden, ruhumuzu zehirleyen ve bizi dünyasõz bõrakacak olan bu sistem kendi yaşam biçimini bir cennet gibi sunuyor. Şimdi kimya sanayisinin devleri yeşil renkli reklamlar yapõyorlar. Dünya Bankasõ, her raporunda “ekoloji”den söz ederek ve kredilerini yeşile boyayarak imaj temizlemeye çalõşõyor. “Kredi vermemiz için çevrenin korunması önkoşuldur” diyor yüce bankanõn başkanõ. Kirletme özgürlüğümüzü kõsõtlayan kesin bir önlem olmadõkça hepimiz çevreciyiz. Uruguay parlamentosunda çevreyi koruyan ürkek bir yasa oylandõğõnda havayõ zehirleyen, sularõ çürüten şirketler, anõnda suratlarõndaki yeşil maskeleri fõrlatõp bağõrmaya başladõlar: “Çevreciler aslında yoksulluğun avukatlarıdır, ekonomik gelişmeyi sabote edip yabancı sermayeyi korkutup kaçırırlar.” Dünya Bankasõ (zenginliğin, gelişmenin ve yabancõ sermayenin birincil destekçisi) kim bilir hangi avantajlarõ hesaplayarak yakõnlarda Birleşmiş Milletler ile birlikte bir Dünya Çevre Fonu kurdu. Kör vicdanlarõn vergisi olarak ayõrdõklarõ para çevrecilerin kaybettiklerinin yüzde 1’i bile değil. Kusursuz bir niyet ve kaçõnõlmaz sonuç: “Eğer bu projeler için özel bir fon gerekecekse Dünya Bankası zaten bunu kabul etti, öteki projeler gereksiz.” Adõ dünya olan banka ve kendisini uluslararasõ diye niteleyen para fonu, bu ikiz kardeşler, Washington’da otururlar, buyruklarõ oradan alõr ve orada birtakõm kararlar verirler. Kim parayõ veriyorsa o yönetir, sayõsõz Artõk kimse doğaya egemen olmaktan söz etmiyor, cellatlarõ bile onu nasõl koruyacağõmõzõ tartõşõyor... Uygarlõk saati zamanla, büyümeyi ilerlemeyle, büyük olmakla büyüklüğü karõştõrdõ. Doğa deyince manzara anladõ. Ve Dünya, merkezi olmayan bu labirent kendi gökyüzünü parçaladõ. teknokratõ asla yediği çanağa pislemez. Üçüncü Dünya’nõn birincil alacaklõsõ olarak Dünya Bankasõ rehin düşmüş ülkelerimizi (dakikada 250 bin dolar dõş borç ödeyen) yönetir, verdiği ya da vermeyi vaat ettiği paralar karşõlõğõnda kendi ekonomik politikasõnõ dayatõr. Her defasõnda daha az satõn alõp, daha az ödeyen “pazar”õn kutsallaştõrõlmasõ tüketim diniyle uyuşturulmuş Güney’in büyük kentlerinin põrõltõlõ kõvõr zõvõrla dolmasõna neden olmuş, tarõm alanlarõ yok olmuş, su çürümüş, ormanlar çöle dönmüştür. Al Capone’un sözlerine benziyor, ama o beyefendiydi; kurbanlarõnõn cenazesine çiçek gönderirdi. Dünyanõn petrol, kimya ve otomotiv devleri Eko 92 (1992’de Brezilya’da yapılan çevre zirvesi ç.n.) bütçesinin önemli bir bölümünü karşõlamõş. Rio’daki konferansta yerkürenin can çekişmesi konuşulmuş. Yeryüzü zirvesi diye isimlendirilen bu toplantõda kirlenmeden sorumlu ne ulusötesi şirketler kõnanmõş, ne de zehir satõşõnõ mümkün kõlan sõnõrsõz ticaret özgürlüğü hakkõnda bir söz söylenmiş. Yüzyõlõn sonundaki bu büyük maskeli baloda kimya endüstrisi bile yeşil giyinmiş. Ekolojik sõkõntõ tabiat anaya yardõm etmek için yeni biyoteknolojik üretim planlayan büyük labaratuvarlarõn uykusunu kaçõrmõş. Bu uykusuz bilim adamlarõ kimyasallar olmadan zararlõlara dayanõklõ bitkiler bulamadõlar, sadece kendi ürettikleri ilaçlara dirençli bitkilerin ortaya çõkmasõna neden oldular. 10 büyük tohum üretici firmanõn 6’sõ tarõm ilacõ üretiyor. (Sandoz, Ciba-Geigy, Upjohn, Pfizer, ICI, Shell) Kimya endüstrisi mazoşist değil kuşkusuz. Yansõz ekoloji aslõnda sağlõklõ besin, temiz su, hava ve sessizliğe sadece parasõnõ ödeyenlerin sahip olduğu adaletsiz bir düzene suç ortağõ olmak demektir. Chico Mendes, kauçuk işçisiydi. 1988’de çevre militanlõğõ ile sosyal adalet savaşõnõn bir arada olmasõ gerektiğine inandõğõ için öldürüldü. Chico, Brezilya’da toprak reformu yapõlmadan Amazon ormanlarõnõn kurtarõlamayacağõnõ biliyordu. Cinayetten 5 yõl sonra Brezilyalõ rahipler, her yõl 100’den fazla tarõm işçisinin toprak kavgasõnda öldürüldüğünü, 4 milyondan fazla işsiz kalan köylünün de kentlere göçtüğünü duyurdular. Bu sayõlarõ tüm Latin Amerika’ya yayabilirsiniz, milyonlarca insanõn köyden kente göçmesiyle şişmiş kentler: Politik körlük ve sağõrlõk sonucu oluşmuş bir ekolojik felaket. ‘Doğa bizim dışımızda’ Tanrõ 10 Emir’de doğayõ saymayõ unutmuş. Sina Dağõ’ndan bize gönderdiği emirlere “doğayı bir parçanız olarak onurlandırın” diye eklemeliydi. Ama öyle olmamõş. 5 yüzyõl önce Amerika dünya pazarõ tarafõndan esir alõndõğõnda “uygar istilacı” doğayõ korumakla putperestliği karõştõrdõ. Doğa için yapõlan ayinler büyük günah sayõlõp cezalandõrõldõ. Fetih günlüğüne göre ağaç kabuklarõnõ giysi olarak kullanan göçebe yerliler ağaca zarar vermemek için asla bütün bir ağacõ soymazmõş. Yerleşik olanlarsa farklõ ürünler ektikleri toprağõ yormamak için arada nadasa bõrakõrlarmõş. Kendi yõkõcõ kültürünü dayatan uygarlõk, doğayla bütünleşmiş bu kültürleri anlamamõş, onlarõ cehalet ve günahkârlõkla suçlamõştõ. Uygarlõk Batõlõ ve Hõristiyan olmak demekti. Doğa ise hep onun hizmetinde olsun diye evcilleştirilmesi gerekli bir vahşiydi. Şimdi artõk anladõk ki doğa biz çocuklarõ gibi yorulmuş ve tõpkõ bizim gibi cinayete kurban gidebilecek bir ölümlü imiş. Artõk kimse doğaya egemen olmaktan söz etmiyor, cellatlarõ bile onu nasõl koruyacağõmõzõ tartõşõyor. İster korunsun, ister boyun eğdirilsin, doğa bizim dõşõmõzda. Uygarlõk, saati zamanla, büyümeyi ilerlemeyle, büyük olmakla büyüklüğü karõştõrdõ. Doğa deyince manzara anladõ. Ve Dünya, merkezi olmayan bu labirent, kendi gökyüzünü parçaladõ. İspanyolcadan çeviren: Engin Demiriz (7 Aralık 2009, Telesur, Venezüella) hepimiz sorumluyuz’ Pinokyo’nun burnunu uzatan dört kelime ‘Dünyanõn yõkõmõndan Yunanistan’õn Avro sõkõntõsõ FLOYD NORRIS Bir kulübe üye olabilmek için yalan söyleyen bir adayõn ileride iyi bir üye olmasõ beklentisi boş çõkabilir. Ülkenin borçlarõnõ ödeyememesi korkusunun tekrar gündeme geldiği Yunanistan’daki finansal kargaşadan alõnmasõ gereken bir ders bu. En azõndan yakõn vadede özellikle bu kaygõnõn biraz abartõlõ olduğu kesin. Ama Yunanistan 10 yõl önce, kibarca “yaratıcı hesaplama” denilebilecek bir yöntemi kullanarak bütçe açõğõnõ yeterince düşük göstermek suretiyle katõlmaya hak kazandõğõ Avro bölgesinde olmanõn sõkõntõsõnõ fena halde yaşõyor şimdi. Yunanistan’õn Avro’dan tartõşmasõz yararlar sağladõğõna kuşku yok. Finansal kriz sõrasõnda yükselmiş bile olsa, bugünkü faiz oranlarõ, Avro bölgesinde olmasaydõ daha da yüksek olurdu. Avrupa’nõn büyük bir bölümünde tek bir para biriminin geçerli olmasõ turizmi kolaylaştõrõyor ve ticareti teşvik ediyor. Ama Yunanistan da İtalya gibi Avro bölgesindeki rekabet gücünü kaybetti. Enflasyon bölgedeki diğer ülkelerde olduğundan daha yüksek olduğu için diğer ihracatçõlarõn fiyatlarõna uyum sağlamakta zorlanõyor. Ayrõca Yunanistan’õn tahvil sõralamasõnõ düşürmeyi dikkate alan Moody’nin analizcisi Arnaud Mares, ülkedeki bürokrasinin yavaş ve maliyetli olmasõnõn iş yapmayõ pahallõ ve zor bir hale getirdiğine dikkat çekiyor. Yunanistan şu anda hâlâ kendi para birimine sahip olsaydõ, enflasyonun yükselmesi ve ithal ürünlerin fiyatlarõnõn artmasõ pahasõna, kendi parasõnõ devalüe etme yoluna gidebilir veya bunu yapmaya zorunlu kõlõnabilir ve bu şekilde rekabet gücüne hõzlõ bir katkõ sağlayabilirdi. Ama Avro bölgesinde bunu yapmak mümkün değil. “Avro” büyük bir deney olarak kalmaya devam ediyor. Ortak bir para birimi siyasi bir birlik olunmadan varlõğõnõ sonsuza kadar sürdürebilir mi? Avro’nun varlõğõ gerekli reformlarõn yapõlmasõ için gerekli gücü sağlayabilecek mi? Ya da ülkeler daha önce yaşadõklarõ sorunlarõ aynen eskisi gibi mi yaşayacaklar? Üstelik bu defa gerektiğinde kendi para birimlerini ayarlamalarõna olanak sağlayan emniyet supapõndan da yoksun bõrakõlarak... Bu meseleler Avro yaratõldõğõnda anlaşõlmõştõ. Bazõlarõ bunun siyasi bir birliğe götüreceği umudunu taşõyordu. Kimileri bu sayede Yunanistan ve İtalya gibi ülkelerin finans evlerini temiz tutmaya ve ekonomilerini daha etkin ve rekabetçi bir hale getirmek için reformlar yapmaya zorlanacağõnõ umdular. Şu ana kadar bunlarõn çok azõ gerçekleşti. Almanya, sonunda, yoldaş bir Avro ülkesini kefaletle kurtarõp kurtarmayacağõna dair çelişkili sinyaller gönderip durdu. Ama Yunan bonolarõ Avrupa Merkez Bankasõ’nda teminat olarak kullanõlabildiğine göre en azõndan bir miktar kurumsal bir desteğin varlõğõndan söz edilebilir. Maalesef aralarõnda Yunanistan’õn da olduğu bazõ ülkeler ekonomik reformlarõ hayata geçirmektense sadece “ilan etmek” konusunda çok daha başarõlõ olduklarõnõ kanõtladõlar. Yunanistan’õn yeni başbakanõ George A. Papandreu, bu hafta yaptõğõ önemli bir konuşmasõnda ekonomide değişim sözü verdi. Ama Sosyalist Parti’nin ve ulusal sosyalist partilerin oluşturduklarõ Sosyalist Enternasyonal’in başkanõ olan Papandreu, başõ derde giren Avro ülkelerinde standart haline geleni takip etmedi: İrlanda’daki uygulamanõn tersine, kamu çalõşanlarõnõn maaşlarõnõn kesileceği sözü vermedi. Onun yerine, emekliye ayrõlan her beş kamu çalõşanõnõn yerine bir kişiyi işe almak suretiyle kamu çalõşanlarõnõn sayõsõnda azaltmaya gidileceğini söyledi. Kamu çalõşanlarõnõn maaşlarõnõn azaltõlmayacağõna ve düşük maaşlara da enflasyonun etkisini yok edecek oranda zam yapõlacağõna dair söz verdi. Avro ülkelerindeki bütçe açõğõnõn, ülkenin GSMH’sinin yüzde 3’ünün altõnda tutulmasõ gerekiyor. Bu Yunanistan’õn 1990’larõn sonunda yaptõğõnõ söylediği, ama yapmadõğõ bir şey. Papandreu bu hedefe ulaşma sözü verdi, ama 2013’ten önce değil. Moody ise açõğõn 2010 yõlõnda yüzde 12’yi aşacağõnõ tahmin ediyor. Yine de konuşan kişi ve yaşanan günler göz önünde bulundurulduğunda, Papandreu’nun konuşmasõnda, dikkate değer bölümler olduğu göze çarpõyor. “Değişmek zorundayız yoksa batacağız” diyor Başbakan, “En büyük eksikliğimiz itibarımızda. Piyasa hareket istiyor, laf değil.” Burada, genellikle kapitalist aşõrõlõklara atfedilen bir dünya krizinin ardõndan konuşan bir sosyalist, uluslararasõ piyasanõn “evde fedakârlık” istediğine dair sözlerini aktarõyor. Papandreu daha geçen ay başbakan oldu. Son alõnan kararlarla ilgili fazla bir sorumluluğu yok. Ama 1980’lerde ve 1990’larda eğitim ve dõşişleri bakanlõklarõ yapmõş biri olarak pek de yeni bir yüz sayõlmaz. Ve kuşkusuz yeni bir isim de değil. Başka bir Papandreu, 40’larda, 60’larda, 80’lerde, 90’larda başbakandõ ve şimdi de 00’larda yenisi görevde. Aslõnda, ortaya çõkan her sosyal kargaşanõn devlet çalõşanlarõnõn maaşlarõnõn arttõrõlarak bastõrõldõğõ Yunanistan’õn demokrasi sürecinde, bu ailenin sorumluluğu hiç de az değil. Bu haftaki konuşmasõnda Papandreu, “Devlet, kendi çıkarları uğruna ülke kaynaklarının adil yönetilmesini yokuşa süren çıkarcıların elinde esir durumunda” diyordu. Bono piyasasõndan yine kuşkulu sesler yükseliyor. Yunan hükümet bonolarõnõn maliyeti Alman bonolarõna göre yüzde 2 daha yüksek. 2005’te bu fark hemen hemen yok olmuştu. Bu durum Yunanistan’a, borçlanõrken para kaybettiriyor ve bütçesini kontrol edebilmesini daha da zorlaştõrõyor. Birçok ülke gibi büyük sorunlarõ olan bir kamu emeklik sistemine sahip. Ama kendi para birimini devalüe ederek yeni bir başlangõç yapmasõ mümkün değil. Ve maaşlarõn düşürülmesine de sõcak bakmõyor. Eğer bu seferki Papandreu söz verdiği değişiklikleri yapabilirse, bõrakõn Yunanistan tarihini, ailesindeki en başarõlõ başbakan olacaktõr. İngilizceden çeviren: Çimen Turunç Baturalp (18 Aralık 2009, International Herald Tribune) HARRAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN ESAS NO: 2009/55 Esas DAVACI: MEHMET ÇİFTÇİ, Damlasu köyü Har- ran DAVALILAR: 1- MALİYE HAZİNESİ 2- DAMLASU KÖYÜ MUHTARLIĞI Davacõ Mehmet Çiftçi tarafõndan aleyhinize açõlan Tapu İptali Ve Tescil (Zilyetliğe Dayalõ) davasõnõn ya- põlan yargõlamasõnda; Harran ilçesi Damlasu köyü Tüccariye mevkii 399 parsel sõrasõnda kayõtlõ Baki kõzõ Ummühan Çiftçi’nin 1/4 hissesinin zilyetliği sebebi ile iptali ile adõna tesci- line karar verilmesi istemi ile Mahkememize açõlan da- vada, Davaya taraf olmak isteyenlerin, Duruşma Günü olan 20/01/2010 günü saat: 09:05’de duruşmada bizzat hazõr bulunmalarõ, varsa itiraz ve id- dialarõnõ bildirmeleri ilanen tebliğ olunur. (Basõn: 73151)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle