22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Divan Oteli 50’nci yaşını kutladı, çağrılıydım, ama törene gidemedim, toplantıya ilişkin haberi Cumhuriyet’te okudum... Okuduklarımdan birkaç satır aktarıyorum: “...Türk özel sermayesiyle kurulan ilk otel olan Divan, 1956’dan başlayarak İstanbul’un sosyal hayatında önemli bir yer edindi.” Divan Grubu Başkanı Semahat Arsel, otelin Yahya Kemal’den Nadir Nadi’ye, Attilâ İlhan’a dek Türk kültür ve sanat dünyasının buluşma noktası olduğunu söyleyerek eklemiş: “- Bütün Babıâli burada toplanırdı. Nadir Nadi en sık gelen isimler arasındaydı. Öyle ki Divan’ın adı ‘Divan Nadi’ diye anılır olmuştu.” Divan artık ülke çapında bir gruba dönüşmüş ve yurtdışına da açılmış... Nereden nereye?.. İstanbul’da İkinci Dünya Savaşı ertesine dek dört ünlü otel vardı: Perapalas, Tokatlıyan, Tarabya, Parkotel... Divan, Taksim İnönü Parkı’nın karşısında açıldı; Hilton’a doğru yürürken üç apartıman sonrasında Nadir Nadi oturuyordu. Peki, Semahat Arsel’in dediği üzre Divan Oteli neden Divan Nadi diye anılırdı? Sorunun yanıtı bir sırdır; ancak bugün açıklanabilir... O yıllarda Babıâli vardı.. İstanbul’da trafik sorunu yoktu.. Akşamüstü gazetelerden çıkan ünlü yazar, çizer, gazeteci, edebiyatçı takımı çoğunlukla Divan’ın barında toplanmayı severlerdi; ayaküstü bir tek atmak usuldendi... Çetin Altan, Doğan Nadi, Mücap Ofluoğlu, Baki Süha Ediboğlu gibi nice dostu vakt-i kerahette Divan’ın barında görebilirdiniz; iç açıcı bir yerdi burası; doğrudan meydana açılır, karşıdaki parkın yeşilliğine bakardı; yazar, gazeteci, sanatçı takımı da bir kadehin buğusunda insanlık, dünya ve siyaset üzerine yarenliği koyulaştırırlardı... Divan’ın barında görev yapan Avni herkesin huyunu suyunu, ne içeceğini bilirdi... Nadir Nadi haftanın kimi günü uğrar, oturmaz, barın kenarında ayakta, durgun, sessiz, dikkatli, viskisini yudumlar, belli bir süre sonra ayrılır; üç blok ötedeki evine yürüyerek gider... Kapıyı Berin Nadi açar... Berin Hanım, Nadir Bey’in gazeteden çıktıktan sonra Divan’da mola verdiğini bilmez, eşine evde ilk kadehi sunduğunu zanneder... Kimi zaman Divan’dan ben de Nadir Bey’le ayrılırım, evde Nadi’lerle otururken ser verip sır vermem... Berin Hanım bu sırrı hiç öğrenemedi; Divan’ın neden Divan Nadi diye anıldığını da bilemedi. Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer... Bir gün Divan fiyatlara zam yaptı, Doğan Nadi ateş püskürdü. Kararı protesto için Parkotel’e -bir süre için- taşındı... Ama, Nadir Nadi Divan’daydı... Şimdi ikisi de anılarda... O günlerde Divan’da konuşulanlar, tartışılanlar, dile gelen nükteler, çıkan zekâ kıvılcımları, patlayan kahkahalar, söylenen şiirler, bir kadehin buğusunda sıcaklaşan dostluklar göğün bilmem ki kaçıncı katına istif edilmiştir?.. (18 Ocak 2006 tarihli yazısı) CMYB C M Y B “Demokrasiyi düşe kalka yürütüyoruz. Biz siyasiler kaideleri bozuyoruz, onarımı orduya düşüyor. Biz bozdukça bu böyle sürüp gidecektir. Restorasyon hep orduya düşecektir ve restorasyon arasındaki devirler gitgide kısalacaktır.” İsmet İnönü’nün Ecevit’e... (Yıl 1971) “Cüneyt Arcayürek Açıklıyor” dizisi yakın tarihimizin, gazeteci gözüyle (ama gerçek bir gazetecinin gözüyle) anlatılışıdır. Kitaplığımın ön yerlerinde durur yıllardır. Sık sık açıp okurum, notlar alırım. Bir yurttaş olarak, hem de gazeteciliğe de bulaşmış bir yazar olarak yaşadığım olaylardır gözler önüne serilen... Bilmem günümüzün siyasileri okumuş mudur? Başbakanıyla, bakanlarıyla AKP kadrosunda kaçı bu gerçekçi yaşantıları okumak gereğini duymuştur, bilmem? Sanırım pek azı!.. Okusalar, olup biten yanlışlıklardan, çirkinliklerden, aptallıklardan bir ders çıkarsalar! Evet, hepimiz yaşadık. Kimimiz yakından, çoğumuz uzaktan... Ankara’da görevli bir genç gazeteci gün gün, yıl yıl hepsini yaşadı. Sonra da akıcı bir dille hepsini gelecek kuşaklara bıraktı. (Bu konuda Metin Toker’in yakın siyaset tarihine aydınlık katan anılarını da unutmamalı.) Hep bir korkuyla yaşandı, yaşadık, yaşıyoruz, yaşıyorlar! Bir darbe geldi gelecek! 27 Mayıs bir darbe miydi? Daha çok bir devrimdi. Atatürk Cumhuriyeti’ni koruyan, güçlendiren bir kaçınılmaz atılımdı... Tüm Türk halkının desteklediği, benimsediği... Ama 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 öyle mi? İsmet İnönü daha 12 Mart 1971’de teşhisi koymuş. O gün bugün yaşanan, korkulan, beklenen, bir karabasan gibi askeri, sivili ürküten... Bir çeşit öngörü, daha doğrusu derin deneyimlerin içinde bir yaşam tüketmiş bir askerin, bir ulusal kahramanın uyarısı: “Demokrasiyi düşe kalka yürütüyoruz. Biz siyasiler kaideleri bozuyoruz. Onarımı orduya düşüyor. Biz bozdukça böyle sürüp gidecektir. Onarım hep orduya düşecektir ve onarım arasındaki devreler gitgide kısalacaktır.” Doğru çıkmış; 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de bir süre sonra sivil yönetime dönülmüş. İktidarlara, siyasal partiler, liderler gelmiş, Demirel’ler, Özal’lar!.. Bir de şu var; siviller bir kez iktidarı ele geçirdiler mi koltuktan kopmaları, koparılmaları uzun yıllar sürüyor! Bu da işin başka bir gerçeği... Uzunca bir süredir, bazı gazetelerde, televizyonlarda Türk askerine, subayına saldırı girişimlerini görmekteyiz. Türk halkı, tek güvendiği güç olan ordusuna yapılan bu akıl almaz suçlamalar karşısında suskun kalabilir mi? Geçen gün Bay Mehmet Altan’ın tiksindirici konuşmasını dinleyince, Sevr dönemine, Mütareke yıllarındaki Ali Kemal’lerin, Damat Ferit’lerin günlerine geri döndüğümüzü sandım! Evet, kimse asker darbesi istemiyor, ama sivil darbeleri de istemiyor! Birazcık oy aldım diye Atatürk Cumhuriyeti’ni temelden değiştirmeye kalkışanlardan da tiksiniyor! İsmet Paşa’nın 1971’de söyledikleri, kulaklara küpe olmalıdır: “Biz siyasiler kaideleri bozuyoruz. Onarımı orduya düşüyor. Biz bozdukça bu böyle sürüp gidecektir.” EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Böyle Sürüp Gitmez! PENCERE ‘Divan Nadi’nin Sırrı?.. C eza hukuku denilen hu- kuk dalõnõn işlevi bir tek tümceyle özetlene- bilir: Suç işlemiş olan- larõn cezalandõrõlmasõ. Ancak bu işlevle ilgili ayrõntõlarõn in- celenmesi, ciltlerce kitap doldurur ni- teliktedir. Çağdaş ceza hukukunda “öç al- ma”, “kısas” gibi kavramlara yer yoktur. Hele hele, çoğu zaman “ace- leci” bir tutumla dört duvar arasõna kapatõlmõş tutuklularla ilgili olarak, medya organlarõnda türlü onur kõrõ- cõ yayõnlar yapõlmasõ, kesinlikle kõ- nanmasõ gereken yakõşõksõz davra- nõşlardõr. Günümüzde, ceza verilmesinde temel amaç “toplum barışını koru- mak”tõr. Türk Ceza Kanunu’nun 1. maddesinde de belirtilmiş bu amaç açõsõndan, “işlenmiş olan suçla ve- rilen cezanın orantılı olması” özel- likle önemlidir. Bu oran gözetilmez ve toplumu derinden sarsan suçlar için öngörülmüş cezalarla çok daha basit ve hoşgörülebilecek suçlar için veri- len cezalar arasõnda dengesizlik olur- sa ceza, toplum barõşõna değil, top- lumsal huzursuzluğa ve adalete gü- vensizliğe yol açar. Adaletin, ağõr suç- larõ işleyen “nüfuzlu” kişilerle ilgi- li konularda yavaş; ama “sıradan” kişilerle ilgili olarak “hızlı” işleme- si, bu güvensizliği daha da arttõrõr. Yargı yolu açık Hukukta “ceza” tek yaptõrõm türü değildir. Ayrõca cezalar da kendi aralarõnda çeşitli türlere ayrõlõr. “Di- siplin cezaları” bu türlerden biridir. Disiplin cezalarõnõ ötekilerden ayõran başlõca özellik, mahkemelerce değil, yasalarca yetkilendirilmiş “kurul- lar”ca verilmeleridir. Ancak bir hu- kuk devletinde, bu kurullarõn karar- larõ aleyhine yargõ yolu açõktõr. 25 Mayõs 2004 tarihli 5176 sayõlõ kanunla “Cumhurbaşkanı, Türki- ye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Ba- kanlar Kurulu üyeleri, Türk Silahlı Kuvvetleri ve yargı mensupları ve üniversiteler” dõşõndaki bütün kamu kurumlarõnõn her düzeydeki görevli- lerini denetleyecek, “Kamu Görev- lileri Etik Kurulu” adlõ bir organ oluşturulmuştur. 5176 sayõlõ kanunun amacõ “kamu görevlilerinin uy- maları gereken saydamlık, taraf- sızlık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme gibi etik davranış ilkelerini belirlemek ve uygulamayı gözetmek üzere Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun ku- ruluş, görev ve çalışma usul ve esas- larının belirlenmesi”dir. Vazgeçilmez nitelikler Çağdaş kamu yönetiminin işleyi- şindeki temel ilkeler açõsõndan, böy- le bir kurulun gerekli ve yararlõ ol- duğunda kuşku yoktur. Çünkü kamu gücünü kullanan, “devletin parası- nı harcayan” kişilerin; dürüst, hu- kuka ve mesleğin etik kurallarõna say- gõlõ insanlar olmasõ, toplum düzeni açõsõndan vazgeçilmez niteliklerdir. Bu gibi konularda, yanlõş davranan- larõn cezalandõrõlmasõ da doğal ve zo- runludur. Ancak Kamu Görevlileri Etik Kurulu’nun kararlarõnõn ilgililere duyurulmasõyla yetinilmemekte, bu karar Resmi Gazete’de de bütün ay- rõntõlarõ ile yayõmlanmaktadõr. Böy- lece Resmi Gazete’yi okuyanlar; ör- neğin, bir kamu görevlisinin, katõldõğõ bir toplantõ için gittiği kentteki iki-üç günlük otel ücretinin ilgili şirketçe ödendiğini öğrenmektedir. Bu kararlarõn sonunda hakkõnda in- celeme yapõlanlarõn “etik davranış ilkelerine aykırı davrandıkları” sonucuna varõldõğõ; kararõn taraflara tebliğine ve Resmi Gazete’de ya- yõmlanmasõna, tebliğden itibaren alt- mõş gün içinde idari yargõya itiraz yo- lu açõk olmak üzere karar verildiği be- lirtilmektedir. Açõkça görüldüğü gibi, Etik Ku- rul’ca verilen karar “yönetsel” (ida- ri) bir karardõr ve teknik anlamõyla “kesin hüküm” niteliği taşõmamak- tadõr. Demek ki hakkõnda bu karar verilmiş olan kamu görevlisinin, yö- netsel yargõ yoluna başvurarak bu ka- rarõ iptal ettirebilme olasõlõğõ vardõr. Ama bu “iptal” kararõnõn çõkmasõ el- bette oldukça uzun bir zaman alacak ve ilgili bu arada devletin resmi ya- yõn organõnca “teşhir” edilmiş ol- manõn ezikliği ile yaşayacak, belki de bu izi ömür boyu silemeyecektir. Haberimiz oluyor mu? Hakkõnda Etik Kurul’ca “etik dav- ranış ilkelerine aykırı davrandığı” saptanan kişinin, bu davranõşta bu- lunduğunun gerçek olmasõ da elbet- te olasõdõr ve Etik Kurul’un kararõ bu açõdan yerinde bulunabilir. Ancak o zaman da şu soruya yanõt aramalõyõz: Zimmet, irtikap, rüşvet gibi suçlarõ iş- lediği ceza mahkemesi kararlarõyla saptanmõş ve kesin hükme bağlanmõş kamu görevlilerinden ne kadar ha- berimiz oluyor? Bunlar hakkõndaki kararlar da Resmi Gazete’de yayõm- lanõyor mu? Sonuç: Kamu Görevlileri Etik Kurulu gerekli bir organ olabilir ama kararlarõnõn Resmi Gazete’de, ilgili- lerin adlarõ ve öteki ayrõntõlarõyla yayõmlanmasõ, kişilik haklarõ ve suçsuzluk belirgesi (masumluk kari- nesi) açõsõndan sakõncalõdõr. Özellikle çok daha ağõr suçlar işleyenler için adalet şu ya da bu biçimde geç iş- lerken ve haklarõnda kesin hüküm ha- lini alan cezalar bulunan ama med- ya organlarõnõn özel dikkati dõşõnda kalmõş olanlardan haberimiz ol- mazken, birkaç kamu görevlisinin, pek de ağõr sayõlmayacak kusurlarõ yüzünden resmen “teşhir” edilmeleri adalet duygusunu zedelemektedir. Bu durum, cezadan beklenen “top- lum barışına ve huzuruna hizmet” amacõ ile bağdaşmamaktadõr. Yanlõş olan, Etik Kurul kararlarõ- nõn yayõmlanmasõ değil, “teşhir”e dö- nüşmesidir. Kararlar kişi adlarõndan bağõmsõz olarak yayõmlanõrsa, kamu görevlileri de yurttaşlar da “teşhir” edilmeyen kişiler üzerinden etik ku- rallara aykõrõ davranõş örneklerini görmüş olacaklar; kararlarõn “ku- surlu” davranmaya yatkõn kişiler üzerinde “caydırıcı” etki yaratmasõ da adalet duygusunu zedelemeksizin sağlanabilecektir. Etik Kurul ve Teşhir... Prof. Dr. Rona AYBAY Kamu Görevlileri Etik Kurulu gerekli bir organ olabilir ama kararlarõnõn Resmi Gazete’de, ilgililerin adlarõ ve öteki ayrõntõlarõyla yayõmlanmasõ, kişilik haklarõ ve suçsuzluk belirgesi (masumluk karinesi) açõsõndan sakõncalõdõr. SAYFA CUMHURİYET 5 KASIM 2009 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle