23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
İ. GÜRŞEN KAFKAS Harf ya da Yazı Devrimi (1 Kasım 1928) Cumhuriyetin kuruluşunun beşinci yılında ve her alanda yenileşme devrimlerinin yapılageldiği bir süreçte yapıldı. Ülkenin aydınlanma başlangıcının en önemli ve en büyük adımı “Harf Devrimi”dir. Osmanlı’nın kullandığı Arap abecesi Türkçe konuşma ve yazı diline uygun değildi. Eski yazının öğrenilmesi güçtü, kullanımı sorunlar yaratıyordu. Türkçenin doğasındaki sesleri yansıtamıyor, ünlü sesleri göstermiyordu. Bazı ünsüzler için uzatma, kısaltma harflerinin eklentisi gerekiyordu. Yazı Devrimi, yenileşmeci dilimize ayna tutmuştu. Osmanlıcadaki “terkipler, deyimler” Türkçeye baskındı. Türk dili tanınmaz durumdaydı. Türkçe özünden uzaklaşmış, Arapça ile bütünleşmişti. Genç Türkiye Cumhuriyeti her alanda gerçekleştirmeye çalıştığı devrimle, halkının bilimsel, sanatsal yaratıcılığını ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Genç Cumhuriyet, Arap abecesiyle sosyal, kültürel, sanatsal alandaki toplumun düşünsel üretimini hızlandıramayacaktı. Bilimde, sanatta, teknikte ve sosyal yapıdaki kavramsal yenileşmelerde beklenen sonuç alınamayacaktı. “Dil demek ulus demektir” özdeyişinden yola çıkıldığında, yeni cumhuriyetin yeni diliyle yüzleşmesi gerektiği anlaşılmıştı. Kimliğini yitirmiş Arapça terim, terkip, deyim ve tamlamaların yoğunca kullanıldığı dil Türkçe olamazdı. Bir çözüm gerekliydi. Türkçenin önde tutulduğu bir çözüm… Osmanlıca, yüzyıllar süren imparatorluğun dili olarak önemli kalıtlarıyla biliniyordu. Ancak, dilin yenileşmesi gerektiği de önemli bir gerçekti. Yeni devletin yeni dili özellikleriyle ortaya konulmalıydı. Dil Devrimi öncesi nüfusun erkelerde yüzde 7’si, kadınlarda yüzde 3’ü okuma yazma biliyordu. Genel oranlarda yüzde 2-7 arası yok sayılacak bir istatistiki veriydi. Okuma oranının düşüklüğü düşündürücüydü. Arap abecesi, halkta dinsel bir anlamı çağrıştırıyordu. Okuma yazmadan yoksun halk, yerde gördüğü Arap harfleriyle yazılı bir gazete parçası, bir kitap veya nota inanç penceresinden bakarak değişik, saygın anlamlar yüklüyordu. Cehalete (bilgisizlik) dildeki bu karmaşa da neden olmaktaydı. Vatandaş kendi dilini, kolay ve anlaşılır harflerle öğrenmeliydi. Yazı dilinde, “din ve Arapça dil” kavramlarının örtüşmesi ülkenin yenileşme ve gelişmesinin önünde önemli bir engel olmaktaydı. Özdemir İnce Harf Devrimi ile ilgili yazısında, “Türkler kendi has alfabelerini bırakıp Arap alfabesini aldılar. Arap alfabesinde kiracı oturacaklarına kendilerine Latin alfabesinden ev yaptılar” diye konuyu güzelce yorumlamış. Osmanlı aydınlarınca da dil ile ilgili yoğun tartışmaların yapıldığı bilinmektedir. Mustafa Kemal, yazının değiştirilmesi düşüncesini ilgililerle görüşmüş, tartışmış ve bir kurul oluşturulmasına karar verilmişti. “Alfabe Komisyonu”na, ek olarak “Dil Encümeni”ne görev verilmişti. Mustafa Kemal, yeni abeceyi dilci İbrahim Necmi Dilmen’den öğrenmişti. 20 Mayıs 1928’de 1288 sayılı yasa ile öncelikle Arap rakamlarının kullanılmasına son verildi. Uluslararası rakamların kullanılmasına bu tarihten sonra başlanıldı. Yönünü çağdaş uygarlığa çeviren genç cumhuriyetin yenileşmeci devrimlerinin gerçekleşebilmesi “Dil Devrimi”yle olabilecekti. Mustafa Kemal, Başbakan İsmet İnönü’ye yeni harflerle yazdığı mektubu, Falih Rıfkı Atay Sarayburnu’nda halka okudu. “Arkadaşlar, güzel dilimizi anlatabilmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardır kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan işaretlerden kendimizi kurtarmalıyız. Yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum” diye ekliyordu. Atatürk, yazı devrimini tanıtmak amacıyla hemen yurt gezilerine çıkarak halkı aydınlattı. 1 Kasım 1928’de 1353 sayılı yasayla, 29 harften oluşan yeni Türk abecesi kabul edildi. Atatürk, yurt gezilerinde yeni harflerin, abecenin önemini, değişikliğin nedenlerini anlattı. Halkın bilinçlenmesini, harf devriminin dinle ilgisinin olmadığını örnekleyerek açıklıyordu. 1 Kasım 1928’de Latin alfabesine dayalı yeni Türk alfabesinin kabulü sonrası, 24 Kasım 1928’de “Millet Mektepleri” açıldı. Halka, yurdun her yerinde okuma yazma öğretiliyordu. Atatürk bu çalışmayı 1928’de karatahta başında bizzat başlattı. Ona, “Millet Mektepleri Başöğretmeni” unvanı verildi. “Benim asıl anlatılacak yanım öğretmenliğimdir” özdeyişini bu nedenle söylemişti. Dünyada “Başöğretmen” unvanı olan tek lider Mustafa Kemal’dir. “Türkçe varsıl bir dildir” özdeyişiyle Türkçeye duyduğu güveni ve sevgiyi anlatıyordu. “Türkçe giderse Türkiye gider” özlü sözüyle Oktay Sinanoğlu dilimizin önemini vurguluyor. Türkçemizi bilim dili ve sanat dili donanımında kullanarak yaygınlaştırmalıyız. Yeni harflerimizle ülkemize aydınlık bir gelecek dileklerimle… CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ F Tipi Yalanlar Fena Sırıtıyor!.. Kepazelik diz boyu!.. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı sıfatını taşıyan kişi, imzasız bir ihbar mektubuna dayanarak ve de Ge- nelkurmay Başkanı’na açıkça çağrıda bulunarak, mektupta adı geçen kişilerin yargıya teslim edilme- sini istiyor, isteyebiliyor… Diğer tarafta, orijinal olduğu iddia edilen belgedeki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğunu “kabul edilebilir” bularak kararı mahke- meye bırakan(!), nasıl görevlendirildikleri bile bilinmeyen Adli Tıp “özel uzmanları” ortaya çıkıp, “işte şu kriter- lere göre karar verdik” demiyor, diyemiyor… Yanaşma medyanın tetikçileri ise “linç kampanya- sını” tüm ahlak kurallarını yıkarak sürdürmekte sakınca görmüyor… Bir zamanların “keskin milliyetçisi”, şim- dilerin Fethullah yandaşı Prof. Sıfatlı Mümtaz’er Tür- köne iyice gözünü karartıp, Türk ordusunu “Yeniçe- rileri geçen bir fesat ocağına” benzetiyor ve ne ya- pılması gerektiğini şöyle anlatıyor: - Cuntacıların temizlenmesi, Başbuğ’un istifası bi- le yetmez. Bu kurumsal yapıya son vermemiz lazım. Bizim Yeniçerileri ortadan kaldıran Nizam-ı Cedit or- dusuna ihtiyacımız var. Prof. Sıfatlı bilgi fakiri, Nizam-ı Cedit Ordusu’nu 3. Selim’in kurmaya çalıştığını, ancak bu yüzden yeni- çeriler tarafından tahttan indirildiğini, Yeniçeri Oca- ğı’nın ancak 1826’da ulemayı da yanına alan 2. Mah- mut tarafından adeta bir iç savaş sonucu ortadan kal- dırıldığını bile bilmiyor!.. Zaten bu tip ve onun gibiler “bilmek” olgusuyla hiç ilgilenmiyor, bunların “görevi” başka!.. Ama olmuyor işte, bir türlü tutmuyor!. İlk günlerde koparılan fırtınanın ardından sorular sorulmaya, şüp- heler yoğunlaşmaya başlayınca bu defa ne olu- yor?.. İlk ihbar mektubunu posta yoluyla Ergenekon savcılarına ulaştıran “şerefli Türk subayı” bu kez elek- tronik posta yoluyla üç sayfalık bir ihbar mektubu da- ha gönderiyor!.. Yanaşmalar bu kez de içinde bol mik- tarda “darbe”, “fişleme”, “cunta” sözcüklerinin geç- tiği bu “belge”yi köpürtmek için harekete geçiyor, ama nafile!.. - Mide bulandıran F tipi yalanlar pek fena sırıtıyor!.. Bir Yurtsevere Mektup (XXXIII) Sevgili kardeşim Balbay, seninle sık sık “dünü bil- meden bugünü anlamanın” olanaksızlığını vurgular- dık.. Bu mektubumda dünün ve bugünün yalanları- nı, ahlaksızlıklarını işbirlikçi güruhun yüzüne olanca gü- cüyle çarpan üç Cumhuriyetçinin, üç büyük yurtse- verin aynı günlerde çıkan kitaplarını anlatmak istiyo- rum sana… Sevgili Turgut Özakman’ın, Türkiye Üçlemesi’nin son kitabının ilk cildi de çıktı: “Cumhuriyet-Türk Mu- cizesi” Dünü bütün çıplaklığı ile anlamak isteyenler için muhteşem bir kitap, su içer gibi okudum. Üstelik bu- gün yaşadıklarımıza da ışık tutuyor. O zamanın iş- birlikçilerini okuyunca bugünkülerin ruh halini, hırslarını ve korkularını kolaylıkla anlayabiliyorsun!.. Turgut Ho- ca’nın ders niteliğindeki kitabının özeti nedir dersen, onun kaleminden şöyle: - O altın kuşağın iki gücü vardı sadece: Akıl ve yurt- severlik. Bu iki güçle yola çıktılar. Mucizeler yarattı- lar. Sevgili Vural Savaş, her zamanki titizliği ve üret- kenliğiyle bir kitaba daha imza attı: “Haşa Huzurdan Demokrasi Geldi” Malum davadaki akıl almaz hu- kuksuzluklardan soruşturmaların perde arkasına, Kürt açılımındaki “emir demiri keser” zavallılığına ka- dar tüm olayları belgeleriyle, büyüteç altına alarak an- latıyor. Bugün Türk halkının başına örülen çorapları anlamak, bilmek isteyenler için bulunmaz bir başu- cu kitabı diyebilirim… Sevgili İlhan Abi’nin “Ergenekon Mergenekon” ki- tabı ise sizin niçin orada olduğunuzu, başımıza han- gi “çuvalın” geçirilmek istendiğini, İlhan Selçuk tadında anlatıyor… İlhan Abi “bu iş vodvile dönüştü, .. bu acık- lı güldürünün soruşturması ise bir acımasızlık ve gad- darlık sürecine dönüştü” diyor. Vodvil, şarkılara da yer veren komedi türü, güldürünün en gayri ciddisi. Ba- na kalırsa vodvil yazarlarının tümü bir araya gelse böy- lesine bir “şaheseri” yaratamazlardı!.. Üç kitap da dü- nün ve bugünün yanaşmalarını iliklerine varıncaya dek sergiliyor!.. Seni ve tüm yurtseverleri, dışarıdaki milyonlar adı- na bir yurtseverin olanca gücü, direnci ve kararlılığı ile kucaklıyorum. e-posta: umitzileli@gmail.com Harf Devrimi’nin 81. Yılı KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 5 Ekim HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 5 KASIM 2009 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 15 HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Halk dilinde pancara verilen ad. 2/ Taş ya da ma- den çõkarõlan yer... Osmanlõ devletin- de il ile ilçe arasõn- da yer alan yöne- tim birimi. 3/ Çap- raz düğmeli, ipek ya da sõrma işle- meli bir tür kõsa yelek. 4/ Hastalõ- ğõn ya da bir duru- mun en zor anõ... Eli açõk, cömert, yiğit. 5/ Türk resim sanatõnda önemli bir grubun ad olarak benimsediği har- fin okunuşu... Kurnaz, tecrübeli. 6/ Karõşõk ren- kli... Dayanaksõz söz ya da konuşma. 7/ İdare lambasõ. 8/ Yağmur su- yunun biriktiği çukur yer... Tellür elementinin simgesi. 9/ “Ölmezotu” da de- nilen ve beyaz, mor ya da firfiri renkte çiçekler açan ot- su bir bitki. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Flurcun” da denilen bir kuş. 2/ Bir ay adõ... Os- manlõ devletinde iki alaydan oluşan askeri birlik. 3/ De- nizcilikte, dört köşe yelkenleri boğarak yüzeylerini kü- çültme işi. 4/ Sarp geçit... Herhangi bir kuvvet alanõn- dan geçtiği varsayõlan güç çizgileri. 5/ Adõn durum ek- lerinden biri... İri, kart. 6/ Kekliğin boynundaki siyah halka... Nesnel. 7/ “Yok” anlamõnda argo sözcük. 8/ El- ma, armut, kayõsõ gibi meyvelerin kurutulmuşu... Boru- dan kol almakta kullanõlan bağlantõ parçasõ. 9/ Artvin yöresine özgü bir halk oyunu. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 L E J Y O N E R E T İ D O L A R V A L E T E M A Ü M E R A N İ M L İ İ N A T B O N A T F İ Y U Z S E K İ O T L A M A A M A Y A L Ş İ K A N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 FİGEN ATALAY Milli Eğitim Bakanlõğõ bütçe tas- lağõ, yarõn görüşülecek. Eğitim Re- formu Girişimi, bu görüşme öncesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi milletvekillerine bir mektup yolladõ. Mektupta, azalan MEB büt- çesinin, hükümetin kendi hedefleriyle uyumlu olmadõğõ belirtiliyor. 2011 sonuna kadar okul öncesi eğitimde yüzde 50, ortaöğretimde yüzde 90 okulllaşma hedeflenirken bu hedef- lerin gerçekleşmesini sağlayacak kaynaklar 2010-2012 bütçelerinde bulunmuyor. Mektuba göre, Plan ve Bütçe Ko- misyonu’nda görüşülmeye başlanan 2010 Merkezi Yönetim Bütçe Tas- lağõ’nda Milli Eğitim Bakanlõğõ har- camalarõnõn azaltõlmasõ öngörülü- yor. Ocak-Ekim arasõ yapõlan har- camalar ve geçen yõllarõn harcama- larõ göz önünde bulundurularak ya- põlan hesaplamalara göre, MEB yõl sonuna kadar 27.8 milyar TL harca- mõş olacak. Diğer yandan, bütçe tas- lağõna göre MEB 2010’da ancak 26.6 milyar TL harcayabilecek. Bu da MEB bütçesinde yüzde 4-5 ora- nõnda azalma anlamõna geliyor. Or- ta Vadeli Mali Plan’a göre, bu azal- ma 2011 ve 2012 yõllarõnda da geri döndürülmeyecek. Eğitim Reformu Girişimi’nce (ERG) hazõrlanan mek- tupta, bu durum açõklanõyor ve de- ğiştirilmesi isteniyor. Eğitime ayrılan kaynaklar yeterli değil Mektupta, milletvekillerine şöyle sesleniliyor: “Ülkemizin en önem- li zenginlik kaynaklarından biri genç nüfus yapısıdır. Bu genç kit- lenin üretken bireylere dönüşme- si ve toplum hayatında aktif roller edinebilmesi için, kaliteli eğitim hizmetleri vazgeçilmez bir şarttır. Ancak uluslararası karşılaştırma- lar göstermektedir ki, özellikle nüfus yapısı dikkate alındığında, Türkiye’nin eğitim hizmetlerine ayırdığı kamu mali kaynakları yeterli değildir. Örneğin, 2006’da nüfusunun yüzde 31’i çocuk ve gençlerden oluşan Fransa’da kamu GSYH’nin yüzde 5.7’si tutarında eğitim harcaması yaparken, nü- fusunun yüzde 47’si çocuk ve genç- lerden oluşan Türkiye’de GSYH’nin ancak yüzde 3.1’i ci- varında kamu eğitim harcaması gerçekleştirilmektedir. Sayılar, 2006’dan bu yana büyük bir de- ğişiklik göstermemiştir. 2009’da Türkiye’de toplam kamu eğitim harcamalarının GSYH’nin yüzde 3.6’sı tutarında olması beklen- mektedir. Hükümete eğitime ay- rılan kamu kaynaklarını OECD ortalaması olan GSYH’nin yüzde 5,5’i ve UNESCO’nun gelişmekte olan ülkelere önerdiği yüzde 6’sı düzeyine getirmek için herhangi bir planı olup olmadığını sormanızı öneriyoruz.” Mektupta, “2010 bütçe sürecin- de eğitimde kalitenin iyileştirilmesi ve fırsat eşitliğinin sağlanması yö- nündeki hedeflerden geri adım atılıp atılmadığı ve bütçenin bu he- deflerle uyumlu bir şekilde oluş- turulup oluşturulmadığı soruları toplumda yanıt beklemektedir” deniliyor. Eğitim Reformu Girişimi, milletvekillerine gönderdiği mektupta bunun geri adõm olduğunu vurguladõ MEB bütçesi azaltõlõyorEğitim Reformu Girişi- mi’nin mektubunda, MEB bütçesinde azalma olmasõ ha- linde hükümetin koyduğu he- deflere ulaşõlmasõnõn müm- kün olmadõğõ belirtiliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle