25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 27 KASIM 2009 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Kurban Bayramı?.. Eskiden hediyelik ipek mendiller gibi mis kokulu bayram yazıları yayımlanırdı; Şeker ya da Ramazan bayramlarında, yavaş ateşte pişirilmiş köpüklü kahveyi yudumlarken gazete okumasına da doyum olmazdı... Kurban Bayramı’nda işin azıcık tadı kaçsa da, bayram bayramdı, seyran da seyran... Geçti o günler... Yalnız bayramlar değil, tövbe estağfurullah Allah, Peygamber, Kuranıkerim, cami, namaz, niyaz ve daha başka kutsal ne varsa din iman faslından çıkarıldılar... Politika metaı gibi kullanılıyorlar. Herifin biri çıkıp diyor ki: “- Faiz haramdır...” Adam göz göre göre, içerde ve dışarda faizsiz para topluyor saf Müslümanlardan, üç, beş, on, yüz, milyon, milyar, trilyon... Faiz haram ya, bizim sahteci Müslüman sözüm ona sevabından paraya para katıyor... Sonra paralarını topladığı ehli sünnet zavallısının tümünü birden kazıklıyor... Herifin biri çıkıp diyor ki: “- Laiklik haramdır...” Adam piyasadan topladığı faizsiz para gibi sandıkta oy topluyor... Sonra oylarını topladığı ehli sünnet zavallısının tümünü birden kazıklıyor... Anadolu’nun saf Müslüman halkı, tarihinin hiçbir dönemindeki iman borsasında bugünkü kadar kazıklanmadı... Her birinin sırtındaki yolsuzluk kamburu Notre Dame Kilisesi’nin kamburundan beter olanlar, ‘dokunulmazlık’ şemsiyesinin arkasına geçmişler, vuruyorlar, çırpıyorlar, çalıyorlar; uzak yakın, akraba taallukat, Avrupa’larda, Amerika’larda fink atıp keyif çatıyorlar... Eski yolsuzluk dosyalarını dondurmuşlar... Yeni yolsuzluk dosyalarını fitilliyorlar... Dini imanı kullanarak Türkiye’yi kazıklayan bu gözü pek takımının namazından niyazından geçilmiyor... Haramzadeler halkı uyutup kafakola almak için hiç çekinmeden Müslümanlığı tepe tepe kullanıyorlar... Dine küfür, hiçbir dönemde bugünkü gibi tezgâhlanmadı... Tevfik Fikret’in deyişi ünlüdür: “- Kanun diye, kanun diye, kanun tepelendi...” Fikret bugün yaşasaydı ne söylerdi: “- İslam diye, İslam diye, İslam tepelendi...” Bugün bayram... Ortalık kokuşmuş... Pislik, çirkef, kirlilik, hastalık yere göğe bulaşmış; civcivden ördeğe, tavuktan horoza, yumurtadan çamura, kurbanlıktan kanatlıya, koyundan ineğe, öküzden mandaya ortalıkta pazarlanan ne varsa korkulu ve kuşkulu... Yüce Allah’ın adını mekruh ağzından düşürmeyen dinci tayfası, memleketin başına geçip iktidar koltuğuna oturduğundan bu yana Müslümanlığı pazarlaya pazarlaya ülkeyi haraç mezat satıyor... İkiyüzlülük yere göğe sığmıyor... Halkımız Müslüman olalı böyle bir bayram görmemişti!.. Dincilik, sonunda böyle bir Kurban Bayramı‘nı da bu ülkeye yaşattı!.. (10 Ocak 2006 tarihli yazısı) HALKIMIZ, bayramlarda ne yapıldığını ya da yapmak gerektiğini, Şeker Bayramı tatilinin üç, Kurban’ınkinin dört gün olduğunu falan iyi bilir. Çocukluktan başlayarak her yıl iki bayramı da yaşadığı için. Halk, yarım yüzyıldır çok partili rejimde oy kullanıldığı için seçimin niçin ve nasıl yapıldığını da bilir. Hatta kimimiz, seçimleri yaşaya yaşaya, demokrasinin neredeyse yalnız seçimden ibaret olduğuna inanmışızdır; seçim varsa demokrasi vardır, yoksa yok. Eskiden daha da yaygın olan bu inanışa göre, iktidar seçimden çıktığı için meşrudur. Bu niteliği meşru sayılmasına yeter; muhalefette kalanları ezse de, insanların haklarını çiğnese de, özgürlüklerini ellerinden alsa da, kısacası demokrasinin canına okusa da meşru kalır. Böyle olduğu içindir ki, 1960’ın 27 Mayıs’ında “Anayasayı ihlal ettiğinden meşruluğunu kaybettiği” söylenen Demokrat Parti iktidarı dışında, seçimle ya da darbeyle yıkılan iktidarlar, demokratik meşruluktan uzaklaştıkları için değil, ülkeyi kötü yönettikleri ya da olaylar karşısında beceriksiz kaldıkları için yıkılmışlardır. Ama bu kadarı bile, yani normal yollardan iktidar değişikliklerini yaşamış olmak, kabaca da olsa, halkın demokrasi konusunda az çok “fikir sahibi” olmasını sağlamış sayılır. Sıra, çağdaş sosyal mücadelenin başka yanlarını da düşe kalka, yine yaşayarak öğrenmeye, gelmiştir. Örneğin kamu kurumlarında çalışanların grev yapabilmelerini. Geçen günkü “iş bırakma” uyarısı bu konudaki genel eksikliği ortaya koydu. Ama, aynı zamanda yeni bir aşamaya geçişin işaretlerini de vermiş oldu. Bu aşamada, artık grev hakkının yasal olarak bütün yönleriyle yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Örneğin, bunun sadece işverenle yapılan toplusözleşme pazarlığında uzlaşılmazsa başvurulabilen bir yol olmaktan çıkarılıp sendikalar arası dayanışma için de kullanılabilmesini sağlamak. Genel grevin de “ulusal karabasan”mış gibi ürküntü verici bir yol olmaktan çıkarılıp bütün ayrıntılarıyla yeni bir yasa konusu olarak ele alınması gerekiyor. Geçen günkü “iş bırakma” deneyimi, yasadışı bir hareket yapar duruma düşmemek endişesiyle, doğru dürüst tanımlanmadan başlatılan bir girişim oldu. Bir hakkın kullanılışı açısından bakınca, genel grevin ne olduğunu ve uygulandığında nasıl davranılacağını yaşayarak öğrenmesi gerekenlerin, grevcilerden daha çok, onların dışındaki halk yığınları olduğu son deneyimle anlaşılmış oldu. Günlük düzenleri genel grev yüzünden bozulanların, hak arayanlara anlayışlı davranmak yerine hırçın bir bencillik sergilemiş olmaları, çağdaş bir toplum olmak için daha kırk fırın ekmek yememiz gerektiğini göstermedi mi? mumtazsoysal@gmail.com AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yaşayarak Öğrenmek ‘Zor’ G ün geçmiyor ki, günlük yaşantõmõzõ kolaylaş- tõran yeni ürünler çõk- masõn ortaya. Hoşumuza da gitmiyor değil, hani. Ama zor- larõmõz kolaylaştõkça, kolayla- rõmõz zorlaşõyor sanki. Ve özel yaşantõmõzõn sõnõrlarõ, gittikçe daralõyor. Kolaylaştõkça, do- ğallõktan uzaklaşõyoruz gibi geliyor. Sonu nereye mi varõr bilmiyorum. Başa dönüşün adõnõ, en genel ölçekte Albert Einstein koyuyor: Üçüncü dünya savaşõnda hangi silahlar kullanõlacak bilmiyorum, ama dördüncüsü taş ve sopa ile ya- põlacak. Zorlarõ kolaylaştõr- dõkça, kolaylarõmõz zorlaştõ. Oysa doğal ölçekte zorluk, il- kedir. Yõl 1866. Bağõmsõzlõk peşinde koşan Mõsõr Valisi, dillere destan kõzõyla İstan- bul’a gelir. Yalõda onuruna verilen ziyafette, Sultan Ab- dülaziz bu güzele hayran ka- lõr. Valinin amacõ da budur zaten. Valide Pertevniyal Sul- tan, çabuk ad koyar: “Yakışır arslanıma.” Farsça kökenli “zor”un, Arapça karşõlõğõ “zahmet”tir. Belki de bu yüzden “Rah- mette zahmet vardır” denir. Türkçe deyişle “Kolaydan uzak durun” anlamõnda. Ana- dolu enginliğini özümseyen erdem sahipleri, boşuna mõ güzel bir şey için “Çok zorlu olmuş” derlerdi, şimdi anlõ Prof. Dr. Mahir AYDIN Arkası 8. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle