25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 26 EKİM 2009 PAZARTESİ 18 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL İki ‘Taht’, Bir ‘Kral’ ve Bir ‘Şah’ İngiltere Kralõ 8. Edvard, babasõ 5. George’un ölümü üze- rine “İngiltere tahtının” vârisi olarak, 1936 yõlõnda İngiltere kralõ olur. Kral 8. Edvard, Atatürk’ün konuğu olarak ilk yurtdõşõ zi- yaretini Türkiye’ye yapar. Bu ziyarette yanõnda yakõn arkadaşõ Madam Simpson’u da getirmiştir. Atatürk, Kral Edvard’õn Ma- dam Simpson’a olan yakõnlõğõnõ yanõndakilere değerlendirir: “Kral’ın Madam Simpson’a karşı, aşırı zaafı olduğu gö- rülüyor. Korkarım ki, Kral İngiltere tahtını bu kadın için feda edecek” İngiltere’ye dönüldüğünde, 8. Edvard, Simpson’la evlenmek isteğini kraliyet ailesine açar ve onaylarõnõ ister. Madam Simpson “asil bir aileden” olmadõğõ için, saray evlenme isteğini onaylamaz. 8. Edvard, Madam Simspson’la evlenebilmek için elinden ge- leni yapar ve sonuç alamaz... Kilise, İngiliz gelenekleri, İngiltere’nin en önde gelen siya- set adamlarõ, bu evliliğe kesinlikle karşõ çõkar. Edvard ile Simp- son’un evliliklerini onaylayan tek kişi Winston Churchill olur. Ama yeterli olmaz. Onay alamayan, 8. Edvard, krallõktan çekildiğini bildiren bel- geyi parlamentoya sunar ve parlamento da belgeyi onaylar. 8. Edvard, bir radyo konuşmasõnda İngiltere tahtõndan çekildiğini, İngiltere’ye duyurur ve aynõ gün ülkesini terk eder. Edvard ve Simpson 3 Haziran 1937’de Fransa’da evlenir. Aşkõn yüceliği, “tahtın yüceliğini” bu kez yenmiş ve İngiltere Kralõ 8. Edvard, “aşkı için” İngiltere tahtõnõ bõrakan ilk kral ol- muştur. Bütün dünya bu kararõ büyük coşkuyla karşõlar. Artõk onlar İngiltere’nin değil, “dünyanın” kral ve kraliçesi ol- muşlardõr. Bugün her ikisi de, Windsor Şatosu topraklarõnda yan yana yatmaktadõr. 20. yüzyõlda “uğursuzluk ve bela dolu” tahtlar da vardõr. On- larõn başta geleni de İran’õn son hükümdarõ Şah Rıza Pehlevi’nin tahtõdõr. Rõza Pehlevi, 1941 yõlõnda İran Şahõ olur. Muhammed Rõza Pehlevi ilk evliliğini, 1939’da Mõsõr Kra- lõ Faruk’un kõz kardeşi Prenses Fevziye ile yapar ve erkek ço- cuğu olmadõğõ için Şah, Fevziye’yi boşar... İkinci evliliğini de, Süreyya İsfendiyari Bahtiyari ile yapar ondan da “tahtına vâris” alamaz ve ayrõlõr. 1959’da evlendiği üçüncü karõsõ Fa- rah Diba’nõn 1960’ta “erkek çocuk” doğurmasõ ile Pehlevi ha- nedanõnõn bir “vârisi” olur. Şah Rõza Pehlevi, dünya ülkelerinin yöneticilerinden büyük saygõ görür, aslõnda, bu saygõ, ne kendisine ne de ülkesinedir. Avrupa ve dünya, Şah’õn değil, “İran petrollerinin” önünde eğilmektedir. Her geçen gün petrolden sağlanan gelirlerin Rõza Pehlevi ve ailesi ile yakõnlarõna akmasõ, gelirlerin dengesiz paylaşõlmasõnõn nedenidir. Şahõn özel gizli polis örgütü “SAVAK” Rõza Pehl- evi adõna “işkence yapmakta” ve “insanlık suçu” işlemek- te uzmanlaşmõştõr. 1978’de İran karõşõr. Muhalefet büyük bo- yutlara ulaşõr, ayaklanmaya dönüşür. İran “karmakarışık” olur. “Şeyhinşah” (şahlarõn şahõ) Rõza Pehlevi 1979 yõlõ ocak ayõn- da ülkeyi terk eder. Önünde eğilen Avrupa, “devrik İran Şa- hı’ndan” uzak durur ve isteklerini, diplomatik bir biçimde ge- ri çevirir. Pankreas kanserini tedavi için gittiği ABD’de, Şah’õn İran’a iade edilmesi için bazõ olaylar çõkar. Bunun üzerine, dostu ve müttefiki ABD’nin kendisine sahip olmadõğõnõ gören Pehlevi, Panama’ya geçer, durumu giderek ağõrlaşõr. Avrupa’da önün- de eğilenler, artõk kendisine “mezar yeri” bile vermek istemez... Mõsõr Cumhurbaşkanõ Enver Sedat onu ülkesine çağõrõr ve Ka- hire’de 1980 yõlõnda ölür. İki tahttan birinin sahibi İngiltere Kralõ’dõr ve “aşkı için” tah- tõnõ “harcar” ve “dünyanın yüreğinde” taht kurar. Diğer tah- tõn sahibi İran Şahõ’dõr ve tahtõ için sevdiği kadõnlarõ harcar. Tah- tõ elinden alõnõr. Ve kendisine “mezar yerini” zor bulur. Ve böylece, iki “taht”, bir “kral” ve bir “şah”, aşkõn “tut- sağı” olmanõn, tahtõn “tutsağı” olmaktan, çok daha insanca ol- duğunu “dünyaya” kanõtlar. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 26 Ekim Operasyon Belgeliğimizden araştırmacı- yazar Mustafa Yıldırım ile Cum- huriyet’te 26 Kasım 2006’da yayımlanmış söyleşimizi çıkardık. O günden bugüne köprü kurmak için bir kez daha özetleyerek okuyalım: Araştırmacı-yazar Mustafa Yıl- dırım, Liberal Düşünce Toplulu- ğu Derneği Başkanı Prof. Dr. Atilla Yayla’nın Kemalizme yö- nelttiği eleştiriler üzerine alevle- nen tartışmaları yorumlarken “Türkiye’ye karşı yarı açık ope- rasyon yürütülüyor” dedi. Yak- laşık 25 yıldır, Türklerin ege- men olmayacağı bir federatif devletin yasal altyapısının ha- zırlandığından söz eden Musta- fa Yıldırım, “Ülkede devlet ile hal- kın arasında adı sivil, kendileri dı- şarıdaki devletin güdümünde, bir dernekler, vakıflar, meslek ku- ruluşlarından oluşan örümcek ağı kurulmuştur. Bu ağ, içerden yetiştirilmiş ‘kanaat önderleri’ denilen kişiler ve gruplarca ege- menler adına uzaktan yönetil- mektedir” diye konuştu. Yıldırım, başta ABD, Almanya ve İngiltere olmak üzere Batılı ya- yılmacıların, ulusal devlet mer- kezlerinin egemenlik araçları- nın ellerinden alınıp halk kitlele- rinin merkeze olan güven ve bağlılıklarının zayıflatılması için kendi dernekleri ve vakıflarıyla çalıştıklarına dikkat çekti. Yıldı- rım, şunları söyledi: “Amaçları gizlenemeyecek denli açıktır. Doğu Avrupa’yı, Afrika’yı, Asya’yı, Ortadoğu’yu, Okyanus devletlerini birlikte ye- niden kolonileştirmek; doğal kay- nakları çokuluslu şirketler aracı- lığıyla yağmalamak. Ulusal yö- netimler, kısa devre edilirken dünya egemenleri, NGO (hükü- met dışı organizasyonlar), vakıf, enstitü ve ‘think tank / düşünce topluluğu’ adı altında, dışardan para ve eleman desteğiyle yön- lendirilen dernekler aracılığıyla, kitlelerle doğrudan ilişkiye geç- mektedirler.” Yıldırım, federatifleştirme giri- şimlerinin devletin kurumlarında bile bir hastalığa dönüştüğüne, operasyonun en önemli ayağının “çokkültürlülük” üstüne kurul- duğuna değinerek, “ABD ve Al- man vakıflarının başını çektiği gü- dümlü örgütlenmenin Türkiye’de temel hedefi, genişletilmiş bir operasyonla Türklerin egemen olmayacağı bir federatif devletin altyapısını hazırlamaktır” görü- şünü savundu. Yıldırım, “Federasyon altya- pısı, ‘AB kriterleri’ abartılarak ve ‘demokrasi’ terimi de bolca kullanılarak yeni yasalarla, ge- leceği bağlayıcı uluslararası an- laşmalarla güçlendirilmektedir” dedi. Zordalar Barış Nobeli almış savaş makinelerinin taşeronu “barış elçileri”nin işlevi, toplumda ikilik yaratmaktı. Yarattılar. Güdümlü açılımcıların durumuna gelince... Ölçüyü kaçırmış, kendisine verilen yetkileri aşmış iktidarın sözcüleri, öpücüklerle sınırdan içeri aldıkları için “Ölçüyü kaçırdınız” diyor. Olup bitenleri baştan beri kabullenen ülkenin toprak bütünlüğünü savunmakla görevli olanlar da göz yumulan rezaleti alt perdeden “Kabul edilemez” buluyorlar. Diz dize oturup kurguladıkları halktan gizlenmiş sözde “devlet operasyonu”nun sorumluları zordadır! Şifre Emekli-diplomat Daver Darende, 5 Kasım 2007’de Recep Tayyip Erdoğan’ın Oval Ofis’te dönemin ABD Başkanı Bush ile yaptığı ve içeriği bugüne değin açıklanmayan görüşmenin şifrelerinin çözüldüğü kanısında: “Kürt ve Ermeni açılımının artık bir rastlantı olmadığı ortaya çıkmıştır. Çok iyi düşünülmüş ve önceden hazırlanmış bu oyun, Türkiye’yi sürekli olarak denetim altında tutan küresel projenin bir parçasıdır. Küresel güçler, bu kez maliyeti en düşük yolu seçmişlerdir. Tüm bu gelişmeler ‘Doğu Sorunu’nun sona ermeyeceğini göstermektedir. Yaşadığımız günler Kurtuluş Savaşı dönemi öncesini anımsatmaktadır. Küresel güçlere karşı ulusal çıkarlarımızı ve ulusal bütünlüğümüzü savunmak için Lozan’da olduğu gibi devlet adamlarına ihtiyacımız vardır.” Turhal Şeker Fabrikası ile birlikte özel- leştirilecek sanayi-kültür-sosyal devlet vahalarına ilişkin yazılarımıza okur tepki- leri sürüyor. Ceyhun Balcı, kendisinin de şeker fabrikası çalışanı bir babanın oğlu olduğunu vurguladığı mektubunda diyor ki: “Babam ziraat mühendisi olduğu için özellikle başlangıçta zamanımız şeker fabrikalarının taşra uzantılarında geçmekle birlikte oralarda bile şeker fabrikası kültü- rünün duyumsandığını anımsıyorum. İlk- okula 1967’de Niksar’da başlamıştım. Bağlı bulunduğumuz fabrika Turhal’day- dı. Fabrikadan uzakta olsak da şeker kültürü ve disiplini ile iç içe olduğumu- zu biliyorum. Planlama, akıl ve bilimin ge- reklerinin yerine getirilmesinin yanı sıra Cumhuriyetin en eski kurumlarından olan şeker fabrikaları ve taşra örgütlen- melerinde neredeyse mesai kavramı olmaksızın gecelerin gündüzlere katıldığı özverili çalışmalar belleklerimden hiç si- linmez. Disiplinli ve ilkeli hizmetin sürmesi ba- kımından önemli bir koşul da çalışanların 4-5 yılda bir görev yerlerinin değiştirilme- si geleneğiydi. Bu durum sayesinde aile- cek ülkemizi tanımış oluyorduk. Bugün ülke varlıklarını hoyratça satıp savan, elden çıkaranları görünce ken- dime ‘O günlerin özverili çalışmalarına böyle bir son yaraşır mıydı’ diye sor- madan edemiyorum. Güzel geleneklerin oluştuğu, yaşandığı ve örnek olduğu yalnızca fabrika olma- yan ama aynı zamanda da kültür yuva- sı saymamız gereken şeker fabrikaları- nın günümüzde birer birer üretimden ko- parıldıklarına da tanıklık ediyoruz ne yazık ki! Tek tek satışa çıkarılıyorlar. El- bette, üretimi sürdürmeleri için değil de en mutena yerlerdeki yerleşimlerine üretim dışı yatırımlarla konutlar, işyerleri ve alışveriş merkezleri dikmek adına.” Böyle son yaraşır mı? PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Terslik Nerededir? Terslik, öncelikle sorunun yumaklaşmaya başlamasından itibaren tanımlamalar/adlandırmalar da dahil olmak üzere kamuoyunun doğru bilgilendirilmemesinden kaynaklanmaktadır. Çeyrek yüzyılda 40 binin üzerinde cana mal olan “düşük yoğunluklu savaş” ısrarla “terör” kavramının dar sınırlarına hapsedilmeye çalışılmış, “şiddet”in kaynaklandığı toplumsal sorunun adını doğru koymaktan kaçınılmıştır. Sorun, bölgenin olumsuz sosyoekonomik ve kültürel koşullarından beslenen etnik bir sorundur. Teröre/şiddete beşiklik eden bu sorundur, Kürt sorunudur. Bizler uzun yıllar tanımlamalar, kavramlar üzerinde tartışırken sorunun özüne inemediğimiz gibi kutuplara ayrıldık, birbirimizden uzaklaştık. Kavgacılaşmış bir ruh ve en keskin sözlerle ak ya da karayı savunurken uzlaşmanın gerçekleşeceği belirleyici alanı, gri alanı gözden kaçırdık. Ne var ki hayat bizim tartışmalarımızın sonlanmasını beklemeyip ilerledi. Geriye düştük. Gerçeğin gerisine. Bölgedeki koşullar hızla değişmeye başladı. Türkiye-Suriye arasındaki ilişkiler karşılıklı geçişlerde vize zorunluluğunu kaldıracak ölçüde düzeldi. İran’la var olan ilişkiler daha ileri düzeyde işleyecek bir sürece doğru gelişiyor. Irak’la ilişkiler de olumlu öngörülerin çok daha ilerisinde iyileşme yoluna girdi. Bu düzelme ve iyileşmelerde ABD’nin Irak’tan çıkma planlarının da kuşkusuz önemli etkisi var. Anadolu’dan geçen ve geçecek petrol boru hatları Türkiye’nin stratejik önemini arttırıyor, ülkemizde istikrarı zorunlu kılıyor. Tüm bunlar Kandil’de konuşlanan PKK’nin hareket alanını giderek daraltıyor. Silah zoruyla Türkiye’ye yaptırım dayatmak PKK için artık bir hayal olmaktan bile uzaktır. Bu koşullar PKK’yi “barış”a zorluyor. Şu sıralar her iki tarafta da sıkça kullanılan “barış” sözcüğünü tırnak içine aldım, çünkü önemlidir. Salt özlenen bir durumu ifade ettiğinden değil, çeyrek yüzyıldır süregelen düşük yoğunluklu savaşta savaşan “iki tarafın” bulunduğunu göstermesi açısından da önemlidir. Barış, savaşan taraflar arasında yapılır. Bu gerçeği dile getirmek içimizi acıtsa da bir tarafın “terörist” olarak nitelediği silahlı PKK militanları karşı tarafın tabanının gözünde “savaşçılar”dır. Nitekim Kandil’den inenler de Türkiye’ye üzerlerinde “savaş giysileri” ile dönmüşlerdir. Toplumumuzun geniş kesimlerini infiale sürükleyen görüntülerden en dikkat çekeni de bu değil midir? Gerilla giysileri, Öcalan posterleri, PKK ve Kürdistan bayrakları, dönenleri karşılayan on binler… Dönüş bir zafer şölenine dönüştürülmüştür. Kimlerin aklının eseriyse tanık olunan bu görüntüler, Kürt sorununa ilişkin olarak 25 yıldır örnek bir basiret sergileyen Türk halkına karşı yapılmış, taşınamayacak kadar büyük bir haksızlıktır. Gelenlerin bir yandan “barış elçileri” olduklarını söylemeleri, öte yandan üzerlerindeki giysileri ve davranışlarıyla birer “savaşçı” fotoğrafı vermeleri bir çelişkidir. Habur sınır kapısından başlayarak Diyarbakır’daki kitlesel kutlamanın sonuna kadar süren süreç, baştan sona iktidarın kendi projesine layıkıyla sahip çıkamadığının, projeyi doğru yönetemediğinin bir kanıtıdır. Yaşananlarla birlikte anlaşılmıştır ki geride bırakılan süreç iki taraf arasında ve büyük olasılıkla dolaylı olarak yapılan görüşmelere bağlı orta erimli bir uygulamanın ilk adımıdır. 26’sı mülteci olan 34 kişinin nereden ve nasıl geleceği önceden belirlenmiştir. Diyarbakır Başsavcılığı’na bağlı savcılar görevlendirilerek Habur’da hazır tutulmuşlar, İçişleri Bakanlığı yetkilileri yerlerini almışlar, bu noktaya kadar her şey önceden belirlendiği gibi işlemiştir. Ne var ki toplumda geniş tepkilere yol açan Habur sonrasındaki işleyiş tam anlamıyla bir yönetim zaafıdır. Kaş yaparken göz çıkarılmıştır. Toplumun benzer görüntüleri bir kez daha kaldıramayacağı görülmüş, yeni gelişler ertelenmiştir. Bakalım çarşambaya kadar neler yaşayacağız? dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Lor peynirine ve- rilen bir başka ad. 2/ Kansõzlõk... Ser- gen. 3/ Afrika’da bir õrmak... İtal- ya’da bir göl. 4/ Meyvelerinin insan şeklinde olduğuna inanõlan efsane ağa- cõ. 5/ Dikilitaş. 6/ İl- gi eki... Osmanlõ devletinin Kuzey Afrika’daki son topraklarõnõ da yitirdiği antlaşmanõn adõ... Eski dilde su. 7/ Ateşte yan- madõğõna hatta ateşi sön- dürdüğüne inanõlan ef- sanevi hayvan. 8/ Bo- lu’nun bir ilçesi... Işõk kaynağõnõn 1 saniyede çevresine yaydõğõ õşõk enerjisi. 9/ Kõrõk kemikleri bir arada tutmaya yarayan nesne... Uzun ve yorucu çalõşma. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tropikal bölgelerde yetişen ve yumrularõ besin olarak kullanõlan bir bitki... Suudi Arabistan’õn plaka imi. 2/ Kü- çük erkek kardeş... Peygamber gönderme. 3/ Ürgüp-Ava- nos arasõnda, peribacalarõ ve kiliseleriyle ünlü bir vadi... Oyunda cezalõ çocuk. 4/ Parola... Alüminyum, manganez ve silisyum içeren nikel alaşõmõ. 5/ Ege yöresinde körpe sürgünleri sebze olarak kullanõlan otsu bir bitki. 6/ Av- lanõrken avcõlarõn hayvanlardan gizlendiği yer. 7/ Ağaç- larda mantarlarõn oluşturduğu çürüme başlangõcõ... İs- kambilde bir kâğõt. 8/ Küçük su kanalõ... Ördeğe benzer bir su kuşu. 9/ Kimliği belirlenemeyen uzay cisimleri için kullanõlan sözcük... Argoda para cüzdanõna verilen ad. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B E Y A Z C Ü C E İ M A R A N A K T A R A M İ N E E R B R İ T Z E B U L E O N İ L G İ T A B A L A R B A Z E D A M S E R İ K A R A D E L İ K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle