21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
[email protected] 26 EKİM 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Neden ‘Nal’ Topluyoruz?.. Basında -az da olsa- yer aldığına göre (Meral Tamer, Milliyet, 18, 21 Ekim) geçen hafta İstanbul’da önemli bir konferans gerçekleştirildi. Turkcell, rekabet konusunun dünyadaki sayılı uzmanlarından Michael E. Porter’in “Türkiye İçin Rekabet: Gelecek Döneme Hazırlık” başlıklı araştırmasının sunuşunu sağladı. Konuşmanın özetini veren Tamer’in, ikinci yazısının başlığı şöyleydi: “Dünya İnovasyon Haritasında Nal Topluyoruz”. Gerçekten Türkiye, konferansta ve Tamer’in yazısında vurgulandığı gibi, oldukça iyi eğitim almış uzmanları, bilim insanları ve girişimcileri bulunmasına, yeterli gizilgücü (potansiyeli) içinde taşımasına ve çok olumlu olabilecek coğrafi konumuna karşın, uluslararası alanda rekabet edecek bir düzeye çıkamıyor. Örneğin, kişi başına yıllık patent başvurusu sayısında, Türkiye, 122 ülke arasında benzerleriyle karşılaştırılamayacak kadar alt sıralarda ya da en sonlarda yer alıyor. Ayrıca, ulusal gelirden araştırma ve geliştirmeye ayrılan pay; toplam işgücü içinde araştırmacı personel sayısı gibi temel değişkenleriyle de Türkiye, örneğin OECD ülkelerinin sonuncusudur ve yıllardır bu durum değişmiyor; özetle ülke yenilik (inovasyon) yapamıyor. Neden? Türkiye’nin yenilik yönünden çok yetersiz kalmasının nedenleri iki başlık altında toplanabilir. Birincisi, toplumsal yapıyla ilgilidir; ikincisi de kurumlaşma savrukluğudur. Türkiye’nin toplumsal yapısının işleyiş süreçleri, bireyin yaratıcı yeteneklerini geliştirmesini kolaylaştırmıyor. Tam tersine, çocuğun beynini sarıp sarmalayan anlayışlar ve özgürlükler üzerine konulan yasak ve sınırlamalar, yaratıcılığı köreltiyor. Üstelik köreltme işlemi on yıllardır tüm hücrelere yerleştirilmiş bulunuyor; birikimli bir özellik gösteriyor. Düşünülmesi ve yanıtlanması gereken ana soru şudur: Çocuğun ve gencin toplumsallaşması sırasında, yaratıcı yeteneklerini geliştirmesine ne ölçüde olanak veriliyor; özgüven geliştirmesi sağlanıyor; ailede, okulda ya da diğer toplumsal ilişkilerinde kendi kimliğini katarak, tek tip olmaktan kurtularak -Porter’in vurgusuyla- “özgün” biçimde yeni bir şeyler yaratması ne kadar olanaklıdır? İkinci neden alanı, yani kurumlaşma savrukluğu dediğim, daha az önemli değil; tersine kısa dönemde sonuç alınması bakımından belki daha çok önemsenmelidir. Herhangi bir gelişme özlemi bulunan ülke gibi Türkiye’de de, şu üçlü, üniversiteler, şirketler ve kamu araştırma birimleri yenilik öncüleridir; daha doğrusu böyle olmalıdır. Bunların her biri yenilik yapmalı, ayrıca bu konuda eşgüdüm içinde işbirliğine yönelmiş olmalıdır. Durum böyle mi? Şirketler, yeniliği esas olarak dışarıdan satın alıyor. Üstelik günümüzde yenilik satın almak geçmişin “anahtar teslimi fabrika” yaptırılması gibi anında ve toptan olmuyor; her gün, belki her saat değişen yeniliklerle, süreklilik gösteriyor. Bilgiye erişimin çok ucuzlamasına karşın, bilgiden üretilen yenilik, şirketlere hiç de ucuza mal olmuyor. Yine de işin kolayına kaçılıyor; şirketlerin yenilik birimleri güçlendirilmiyor. Temel işlevleri bilgi üretmek ve böylelikle yeniliğin öncüsü olması gereken üniversitelerin çok büyük çoğunluğunun yönetim yapısı ve bunun işleyişi, akıl almaz bir hızla tersine gidiyor; yeniliğe değil eskiliğe doğru koşuyor. (Gerçekte, eskiye gidiş, tüm eğitimi ve giderek büyüyen bir biçimde kapsıyor.) Üniversitelerde yaşanan iç çekişmeler, bilimsel üretimi değil, üretimsizliği besliyor. Bunları tamamlayan asıl sorun şudur: Sayı ve nitelik olarak bilim insanı yetersizliği, üniversiteleri, yalnızca başkalarının ürettiği hazır bilgileri, üstelik yarım yamalak, genç beyinlere tek yönlü aktarma organı yapıyor. Devletin elinde bulunan araştırma-geliştirme birimleri mi? Kimilerinde hükümetin yenilikten nasibi olmayan kendi adamlarını yerleştirmesiyle ilgili haberlerin dışında, bunların varlığını duyan var mı? Çok önemli bir nokta daha var. Özellikle Türkiye iş dünyası, yabancı uzman bağımlılığından bir türlü kurtulamıyor. Araştırma kurumları arası işbirliğini engelleyen önemli nedenlerden biri de bu bilinçsizliktir. Benim çalışma alanım olmadığından rahatlıkla söyleyebilirim ki bu ülkede Porter’in araştırmasını, belki daha niteliklisini yapabilecek çok sayıda bilim insanı var. Sanırım Osmanlı’dan kalma “el danası, ev danası” kuramı çalışıyor; yabancıya başvuruluyor. Ve bu “taşıma su” yaklaşımı, yenilik değirmenini bir türlü döndürmüyor. Sonuçta on yıllardır, “ah vah”lar arasında beyinsel üretimsizlik ve geri kalmışlık devam ediyor. Yabancõ yatõrõmcõlar, 7.5 yõlda yurtiçinden elde ettikleri 35.3 milyar dolar kârõ kendi ülkelerine transfer etti Türkiye’deki kârlar dõşarõya aktõ ANKARA (Cumhuriyet Bü- rosu) - Yabancõ yatõrõmcõlar, AKP’nin iktidarda olduğu 2002 ba- şõndan 2009 Ağustos sonuna kadar olan dönemde, Türkiye’deki doğ- rudan yatõrõmlardan elde ettiği kârlar ve portföy yatõrõmlarõndan sağladõklarõ getirilerin 35 milyar 333 milyon dolarlõk bölümünü ül- kelerine transfer etti. ANKA’nõn Merkez Bankasõ ödemeler dengesi verilerinden yap- tõğõ hesaplamaya göre anõlan dö- nemde yabancõlar, Türkiye’deki doğrudan yatõrõmlarõndan elde et- tikleri kârlarõn 11 milyar 240 mil- yon dolarõ ile borsa, devlet iç borçlanma senetleri gibi finansal araçlara yaptõklarõ portföy yatõ- rõmlarõndan kazandõklarõ 24 milyar 93 milyon dolarõ yurtdõşõna trans- fer ettiler. Böylece anõlan dönem- de Türkiye’de elde edilen kârlarõn 35 milyar 333 milyon dolarlõk bö- lümü, ülkeden çõkarak başka eko- nomilere akmõş oldu. 2009’da kriz nedeniyle doğrudan sermaye giri- şi geçen yõla göre azalõrken doğ- rudan yatõrõmlardan elde edilen kârlardan yapõlan transferlerin de son bir yõlda azaldõğõ gözlendi. Geçen yõl 8 aylõk dönemde doğ- rudan yatõrõmlarda 2 milyar 271 milyon dolar kâr transferi yaşa- nõrken 2009 yõlõnõn aynõ döne- minde bu rakam yüzde 21.8 ora- nõnda azalarak, 1 milyar 775 mil- yon dolara geriledi. Doğrudan yatõrõmlarda kâr trans- ferleri 2000 yõlõnda 300 milyon do- lar düzeyinde gerçekleşirken 2002’de 401 milyon dolara, 2003 yõlõnda 643 milyon dolara yüksel- mişti. 2004 yõlõyla birlikte belirgin bir şekilde artan kâr transferleri, doğrudan yatõrõmlarda 1 milyar 43 milyon dolara ulaşmõştõ. Sõcak paranõn çekim alanõ içinde yer alan 10 ülkeden biri olan Türkiye, yabancõ yatõrõmcõlar için kâr ve gelir transferleri için adeta cennet oldu. [email protected] 1980’lerde kapitalist sistemin, Reagan-Thatcher ikilisinde ifadesini bulan önderliğinin iki arzusu vardı: ‘Şeytan imparatorluğu’nun (SSCB) yıkılması, “serbest piyasa” modelinin küreselleşmesi... Bu arzular, SSCB’nin ve de 1929 krizi sonrasında mal ve finans piyasalarına getirilen kısıtlamaların artık olmadığı bir dünya tasarlayarak, adeta bir nihai kurtuluş fantezisi oluşturuyordu. Diğer bir deyişle, peygamber (serbest piyasa) ikinci kez gelecek, aynı anda şeytan (“komünizm”) tarih sahnesinden çekilecekti… Ah! Ama şeytan, “Arzuladığın şeye çok dikkat et. Bakarsın gerçekleşebilir” dermiş. Psikanaliz de, “fantezi gerçekleştiğinde ortaya çirkin bir şey çıkar” diyerek uyarır. Ekim ayı, bu uyarıları haklı çıkaran olaylarla doluydu. Yüzyılın en büyük düş kırıklığı... Bu arzular (kurtuluş fantezisi), 1989 Ekim ayında gerçekleşmeye başladı. O yıl Çin’de Tiananmen Meydanı katliamı yaşanıyor, tüm Doğu Avrupa’da rejimler sallanıyordu. 9 Ekim’de Doğu Almanya’nın Leipzig kentinde Nikola Kilisesi önünde başlayan gösteriler giderek ivme kazandı. 18 Ekim’de de Başkan Honecker istifa etmek zorunda kalınca, Doğu Alman devleti çözülmeye başladı. SSCB’nin 1991’de çöküşüyse “komünizmin” sonunu vurguluyor, uluslararası sermayenin kullanımına yeni alanlar açıyordu. Tüm dünyada birkaç yıl içinde egemen hale gelen “küreselleşme” ideolojisi ise ikinci arzunun da gerçekleşmeye başladığını gösteriyordu. Şimdi filmi hızla ileri doğru sararak bugüne gelelim. Bu yıl, ekim ayında, bu iki arzunun / fantezinin gerçekleşmesinin 20. yıldönümünde, artık medyada olağan hale gelen düş kırıklığı, kızgınlık, hatta tiksinti görüntüleri, şeytanın haklı çıktığını göstermiyor mu? Küresel serbest piyasa kurma projesi, “yüzyılın en büyük mali krizi” denen ‘şeye’ yol açtı. Mali piyasaların sihirbazları, “dünyanın yeni efendileri” aniden toplum vicdanında suçlu, sahtekâr, açgözlü sapkınlar konumuna düştüler. Geçen yıl Wall Street’in ikramiye dağıtma döneminde, Prof. Dominique Moisi, ABD bankerlerine, Fransız devrimi öncesi aristokrasinin içine düştüğü “gafleti” boşuna anımsatmaya çalışıyordu. Yozlaşan her egemen sınıfın üyelerinde olduğu gibi, bu kez de küstahlıkla aptallık yine el ele gidiyordu. Önceki hafta, “krizin” ortasında, bankacılara yönelik nefret zirve yaparken çalışanlarına 16 milyar dolar ikramiye dağıtan Goldman Sachs’ın Genel Müdürü “Halk bu ikramiyeleri hoşgörüyle karşılamayı öğrenmelidir” deyiverecekti (The Guardian 21/10/09). İlk anda krizin faturasını, açgözlü bankerlere çıkararak, serbest piyasa modelini aklama çabaları, devlet devreye girip de kurtarma operasyonlarına başlayınca, yerini, giderek ivme kazanan bir neo- liberalizm, serbest piyasa eleştirisine bırakmaya başladı. Financial Times gibi yayınlarda, mali sermayenin denetlenmesi, kurala bağlanması konuşulurken İngiltere’de Finansal Hizmetler Denetim Kurulu’nun (FSA) başkanı (daha önce Standard Chartered ve Meryll Lynch yönetim kurulu üyesi- ‘döner kapı’ sistemi işte…) Lord Turner’in, bankacıların yıllık yemeğinde konuşurken, “Geçtiğimiz yıllarda bankaların geliştirdiği kimi etkinlikler (krizde patlayan enstrümanları kastediyor), toplumsal olarak yararsızdır” sözleri dinleyicilerde şok etkisi yaratmıştı. Geçen hafta da İngiltere Merkez Bankası guvernörü, bankaları kurtaran mali desteğin yarattığı kamu borçlarını vurgulayarak “tarihte hiçbir zaman bu kadar az insan, bu kadar çok insana bu kadar çok borçlanmamıştı” diyecek, büyük bankaların parçalanmasını, diğer bir deyişle mülkiyete siyasi müdahaleyi savunacaktı. Şimdi, piyasaların kendiliğinden dengeye geldiğini, buna karşılık devletin dengeyi bozduğunu savunanların akıl sağlığından kuşku duyuyoruz. “Serbest piyasa” fantezilerine kapılanlar büyük bir düş kırıklığı yaşıyorlar. Emperyalizm mi dediniz? “Küreselleşmeci” savların iflası, mali sermaye - devlet ilişkilerinin, mercek altına alınması insanların tarihsel hafızalarını da canlandırarak bir seri başka “düş kırıklığı”na da yol açıyor. New York Times’ın “Emperyalizm, Goldman Sachs Tarzı” başlıklı yazıda aktardığına göre, önceki hafta, Bart College’de, bir grup siyaset bilimci, felsefeci, ekonomist, “Hannah Arendt’in emperyalizm tartışmaları, mali krize ışık tutabilir mi?” başlıklı panelde bir araya gelmişler. Panelde, Arendt’in emperyalizmden söz ederken yaptığı, “siyasi güce yapılan yatırım, paraya yapılan yatırımın önünü açmıyordu. Aksine siyasi güç ihracı, para ihracını izliyordu” … “1860-1870’lerin mali skandallarından sonra, uzak diyarlardaki yatırımlarını koruma gereksinimi, kapitalistleri, tarihte ilk kez girişimlerini siyasi güce dayanarak, devlet eliyle güvence altına alma yoluna itmişti” saptamaları üzerinde durulmuş. Bu panel, sermaye ihracı ile emperyalizm arasındaki ilişkiyi vurgularken muhafazakâr tarihçi Niall Ferguson, İngiltere’nin en muhafazakâr gazetesi, The Daily Telegraph’daki yorumunda, mali sermayenin tekelleşme eğilimiyle, kriz arasındaki ilişkiyi anımsatıyordu. Ferguson’un, “geçen yıl yaşananlar Marksizm- Leninizmin, ‘Finans kapitalin gittikçe artan yoğunlaşması sonunda krize yol açar. Bunu da banka sisteminin devlet mülkiyetine geçmesi izler’, diyen merkezi savlarından birini, gecikmeyle de olsa kanıtladı” (09/10/09) saptaması özellikle anlamlıydı. Paneldeki tartışmaları, Ferguson’un saptamalarıyla birleştirince, Lenin ve Bukharin’in kurduğu modern emperyalizm teorisinin bileşenlerine ulaşıyoruz: Tekelci mali sermaye, sermaye ihracı, ihraç edilen ülkedeki çıkarını korumak için devlet müdahalesi... “Şeytan imparatorluğunun” yıkılmasının sonrası da ilginç. ABD’nin tek süper güç, “sermayenin küresel devleti” konumuna ulaşma rüyası giderek, “ABD sonrası dünya” kâbusuna dönüşüyor. Afganistan, Irak fiyaskolarının yanı sıra, küresel serbest piyasa projesi sayesinde yükselen (ironiye bakar mısınız!) Çin, Brezilya, Hindistan, Rusya gibi ülkeler artık ABD’nin iradesine sınır koyabiliyorlar. “Duvar” yıkıldı, ama Almanya birleşerek dünyanın en büyük ihracatçısı, AB’nin merkezi olarak yükseldi, giderek “normal” (uluslararası alanda askeri güç kullanmaya hazır) bir ülkeye dönüşüyor. İçine kapalı SSCB yıkıldı, ama bu kez, enerji jeopolitiğinde etkin, Çin ve diğer Asya ülkeleriyle birlikte, ABD karşıtı bloklar kurmaya çalışan, sermaye ihraç eden bir Rusya şekillendi. Küresel serbest piyasa projesi, finansallaşma tüketimi daha önce görülmemiş düzeylerde hızlandırarak, hem mali krizi hazırladı, hem de geçtiğimiz 20 yılda karbondioksit üretimini iki kat arttırarak ekolojik bir krizi… Dahası, ABD’nin komünizme ve ulusalcılığa karşı beslediği siyasal İslamın önü, iki bloklu dengenin kalkmasıyla oluşan boşlukta, neo- liberalizmin, küreselleşmenin kültürel etkileriyle açıldı. Serbest piyasa ve seçimleri demokrasi, küreselleşmeyi de yeni dünya düzeni sananlar bir süredir akıl sağlıklarını, “realiteyi yadsıma” yoluyla korumaya çalışıyorlardı. Yukarda değindiğim iki “fantezinin” “gerçekleşirken” ortaya çıkardığı görüntü, bu realiteyi yadsıma yolunu da hızla kapatıyor. Komünizme gelince, geçen yüzyılın deneylerinin başarısız olduğu kesin. Ama o kapitalizmin adaletsizliklerine karşı, radikal (bu adaletsizliklerin kaynağıyla uzlaşmayı reddeden) bir tepkiydi. Bu bağlamda komünizmin hâlâ rakipsiz olduğunu kim yadsıyabilir? Berlin Duvarı’nın Yıkılışının 20. Yıldönümünde… DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Sõcak para olarak gelen ve Türkiye’de borsa ve dev- let iç borçlanma senetleri (DİBS) başta olmak üzere çeşitli finansal yatõrõm araçlarõna yatõrõm yapan yabancõ sermayenin bu yolla elde ettiği kazançlardan yurtdõ- şõna transfer edilen tutar da 2009 Ocak-Ağustos dö- neminde geçen yõlõn aynõ dönemine göre yüz- de 16.87 oranõnda düşüş gösterdi. Küre- sel ekonomik kriz öncesine bakõldõ- ğõnda ise portföy yatõrõmlarõndan elde edilen kazancõn, son yõllar- da hõzla büyüdüğü görülüyor. 2002’de 2 milyar 244 milyon dolar olan yabancõlarõn portföy ya- tõrõmlarõndan elde ederek yurtdõşõna aktar- dõğõ tutar, 2003’te 2 milyar 616 milyon do- lar, 2004’te 2 milyar 905 milyon dolar, 2005’te 3 milyar 326 milyon dolara çõk- tõ. Yabancõlarõn portföy yatõrõmlarõndan yaptõğõ kâr transferleri, 2006’da 3 milyar 463 milyon, 2007’de 3 milyar 735 milyon dolara yükseldi. İnşaat sektöründe umutlar 2011’de ANKARA (AA) - İnşaat sektörünün en iyi ihtimalle 2011’de toparlanma sürecine girebileceği bildi- rildi. Bu yõl yüzde 20 civarõnda küçülmesi bek- lenen sektörün, 2010’da da küçülmeye devam ede- ceği belirtiliyor. Türkiye Müteahhitler Birliği ta- rafõndan hazõrlanan “İnşaat Sektörü Anali- zi”ne göre, inşaat sektörü 2009’un ilk 2 çeyreğinde sõrasõyla yüzde 18.9 ve yüzde 21 küçülerek ilk 6 aylõk toplamda yüzde 19.9 küçülme ile toptan ve perakende ticaretten sonra ekonomik daralmadan en çok etkilenen ikinci sektör oldu. Özel sektör yatõrõm harcamalarõnõn 2009’un ilk çeyreğinde yüzde 34’lük düşüşü sektördeki küçülmeye kat- kõ yapan bir numaralõ faktör oldu. Siemens çalışan sayısını azaltacak Ekonomi Servisi - Almanya’nõn önde gelen sanayi kuruluşu Siemens üst yöneticisi (CEO) Peter Lo- escher, çalõşan sayõsõnda indirime gitmeyi plan- ladõklarõnõ açõkladõ. Loescher, Almanya’da ya- yõmlanan haftalõk Walt an Sonntag dergisine ver- diği demeçte, Siemens’in bazõ iş alanlarõnda ve yerlerde çalõşan sayõsõnda indirime gitmeyi dü- şündüğünü belirtirken, söz konusu indirime iliş- kin ayrõntõ vermekten kaçõndõ. Siemens’in yaşa- nan krize karşõ gerekli önlemleri almak zorunda olduğunu ifade eden Loescher, şirketin 2007 ve 2008 yõllarõndaki kapasitesine ulaşabilmesinin çok uzun bir zaman alacağõnõ kaydetti. MURAT GÜLDEREN Uluslararasõ Nakliyeciler Der- neği (UND) Başkanõ Tamer Dinçşahin yõlõn ilk dokuz ayõn- da batõ kapõlarõnda yüzde 26, Rusya’da yüzde 14 azalma ol- duğunu belirterek AB ve ABD’deki müşteri kayõplarõnõ Asya ve Afrika ülkelerine yo- ğunlaşarak aşmak istediklerini söyledi. Dinçşahin, Azerbay- can’õn Ermeni ilişkilerinde has- sas davranõlmasõnõ istedi ve “Türkiye ile Ermenistan ara- sında imzalanan iyi niyet pro- tokolü çerçevesinde Azer- baycan’ı küstürecek riskler alınmamalı” dedi. Taşõmada bir günlük gecik- menin ticaret hacminde yakla- şõk yüzde 1 daralmaya neden ol- duğunu, taşõma maliyetlerin- deki yüzde 10 artõşõn da ticaret hacmini yüzde 25 daralttõğõnõ kaydeden Dinçşahin, Türki- ye’nin tüm AB müktesebatõna uymasõna rağmen miktar kõ- sõtlamasõ olan kota sorunuyla karşõ karşõya kaldõğõnõ anlattõ. Lojistik köyler unutuldu Dinçşahin, “Kotaların, Tür- kiye ekonomisinde yarattığı yıllık kayıp en az 6 milyar do- lar” diye konuştu. Dinçşahin şehir içi trafiği ra- hatlatmak ve daha modern alan- larda uluslararasõ taşõmacõlõk yapabilmek için kurulmasõ plan- lanan lojistik köylerle ilgili İs- tanbul Büyükşehir Belediye- si’nin yõllardõr hâlâ somut bir adõm atmadõğõndan yakõndõ. Dinçşahin, “Tüm lojistik fir- malarını aynı çatı altında top- layacak proje gerçekleşseydi hem sektörümüzden dokuz kişi sel nedeniyle ölmeyecek hem de 30 milyon doları ge- çen zararımız olmayacaktı” dedi. Dinçşahin ayrõca selin se- bep olduğu maddi külfetin de devlet tarafõndan unutulduğu- nun altõnõ çizerek en ufak bir kredi desteği dahi görmedikle- rini söyledi. Avrupa ve ABD’de ihracat pazarlarõnõn yüzde 50 daralmasõyla lojistik sektörü de Asya, Afrika ve Arap ülkelerin yöneldi. Benzin zammına siyah kurdeleli protesto Ekonomi Servisi - Bursa Tüketiciler Derne- ği üyeleri, benzin zammõnõ protesto etmek için sürücülere siyah kurdele dağõttõ. Üyelerle birlikte Bursa’da araç sürücülerine siyah kurdele dağõtan Bursa Tüketiciler Derneği Başkanõ Sıtkı Yılmaz, iki ay önce alõnan akar- yakõt zam kararõnõn mürekkebi kurumadan, kurşunsuz benzine yeniden yüzde 9 zam ya- põldõğõnõ söyledi. Yõlmaz, Bu zammõn haksõz ol- duğunu ve sosyal devlet anlayõşõyla açõklanabilir bir tarafõnõn bulunmadõğõnõ belirtti. KRİZ VURDU ÖZEL SEKTÖR YATIRIMI KISTI K A Z A N Ç L A R D Ü Ş Ü Ş E G E Ç T İ ANKARA (AA) - Ekonomik krizin etkisiyle Türkiye’de toplam yatõrõmlarõn bu yõl 2008’e kõyasla 61.6 milyar lira azalarak 148.7 milyar lira olmasõ bekleniyor. Toplam yatõrõmlardaki gerileme özel sektör yatõrõmlarõndaki düşüşten kaynaklanõyor. 2008’de 169.7 milyar lira olan özel sektör yatõrõmõnõn, 2009’da 107.8 milyar liraya gerilemesi bekleniyor. Son 2 yõldõr belirgin fark gözlenmeyen kamu yatõrõmlarõ 2010’da artacak. Kamu yatõrõmlarõnõn 2010’da yüzde 8.3 artõşla 44.3 milyar liraya, özel sektör yatõrõmlarõnõn da yüzde 20.4 artõşla 129.8 milyar liraya yükselmesi, toplam yatõrõmõn ise 174.1 milyar lirayõ bulmasõ öngörülüyor. RAKAMLARLA TAŞIMACILIK Araç Sayısı: 44.039 Ciro: 3.5 milyar Avro İstihdam: 400.000 kişi Şirket Sayısı: 1420 Tamer Dinçşahin UND: Türkiye’nin Asya’ya açõlan can damarõ olan Azerbaycan’õ küstürmeyin ‘Kaş yaparken göz çıkarmayın’
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle