06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 20 EYLÜL 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Netasızlık PENCERE Sisi de Ergenekoncu İmiş... 1. dalga.. 2. dalga.. 3. dalga.. 4. dalga.. 5. dalga.. 6’ncı dalgada ben de gözaltına alınmıştım... 8’inci dalgada gözaltına alınanlardan en çarpıcı isimleri sıralamak için ülkenin en çok satan ga- zetesi Posta’ya göz atalım... Gazeteyi sekiz ya da dokuz sütun üzerinden kapsayan manşet: “Sisi de Ergenekoncu çıktı...” Sisi kim?.. ‘Posta’ alt başlığında 8’inci dalganın önde gelen kişilerini tanıtıyor: “Ergenekon operasyonunda 17 kişi gözaltına alındı..” “Sisi lakaplı erkekten dönme Seyhan Soylu..” “Atatürk kılığına girip pozlar veren Nurseli İdiz..” “Ülkü Ocakları eski Başkanı Avukat Levent Te- miz..” “5 teğmen..” “1 askeri öğrenci..” Ergenekon davasında ben de sanık olduğum için birlikte yargılanacağım kişilere baktım; yal- nız değerli oyuncu Nurseli İdiz’i gazete sayfala- rından tanıyorum; ama, gözaltına alınanların, 5 teğ- men, 1 askeri öğrenciyle birlikte, darbe yapa- cakları iddiası biraz abartılı gibi görünüyor... Ve bu iş 8’inci dalgayla bitecek gibi görünmü- yor... Bu gidişle 9’uncu, 10’uncu, 11’inci, 12’nci, 13’üncü, belki de 23’üncü dalgaları beklemek do- ğal... 2450 sayfalık ilk iddianame... Binlerce sayfa tutan ek klasörler... Dalga dalga yeni gözaltılar... Ek iddianameler beklentisi... Bu gidişle ne soruşturma sonlanacak... Ne Ergenekon davası bitecek... Biten nedir?.. Tükenen ne?.. Hukuka saygı ve adalete güven bu davanın so- ruşturması ve ilk iddianamesiyle birlikte sizlere ömür... Ancak şu 8’inci dalganın tam da Almanya’da- ki Deniz Feneri davasının gıllıgışlı ortamına denk düşmesine ne dersiniz?.. Medyada Deniz Feneri’ni inatla hasıraltı etmek isteyenler, Ergenekon’un 8’inci dalgasına mal bul- muş mağribi gibi sarıldılar... Pazar ola... Tragedya ile komedya arasındaki salıncakta ko- lan vuran Türkiye’de inşallah sağduyu tüken- memiştir... Yoksa bu gidiş gidiş değil... ‘İra furor brevis est’* Horace N e kadar sinirli, parla- yan, duygusallõğõn öne çõktõğõ, karşõlõklõ anla- yõştan adeta yoksun ve kavgacõ bir toplum görüntüsündeyiz! Davranõşlarõmõz, ilişkilerimiz ve konuşmalarõmõzda, çağdaş, uygar oluşun öne çõkmasõ- nõ ve yoğunlaşmasõnõ daha ne süre bekleyeceğiz? Sokaklar, evler, spor alanlarõ, okullar hatta saygõn olma- sõ gereken ve de beklenen kurumlar, kişiler öfkeli ve çoğu kez yasadõşõ gi- rişimler ve kavgacõ davranõşlarla dopdolu. Bunlar medyanõn, bazen abartõlõ da olsa, günlük haberleri ve de konularõ halinde. “Yan bakma yakarım!” veya “Buluttan nem kapıp patlama” şeklinde tutum- lar, sözler ve girişimlerle; etik de- ğerleri, kurallarõ ve bazen yasalarõ da bir yana iten olaylar, tecavüzler adeta yaşamõn bir biçimi olmakta. Daha da kötüsü, bunlarõn pek çok ki- şi ve bazõ kesimlerce doğal görül- meye başlamasõ. İnsan nesline özgü ve binlerce yõl- lõk bir beyinsel, zihinsel evrimin üret- tiği, “uzlaşma kültürü” bir yana itil- miş ve sadece; yemek/içmek, yat- mak/kalkmak, bağõrõp/çağõrmak, haklõlõk saplantõsõ içinde tehdit, güç gösterisi ve hükmetme, sahip olma tutkusunun düşkünü bir kõsõm insan ve de kurum. Gerçi, insanõn ara beyninde muhtemelen (limbik sis- temde), yaşamda etken dört özellik bilinir. (Beslenme, korku, sakõnma ve üreme/üretme.) Saldõrganlõk da bunlarõn uzantõsõ ve bir türevi gibi alõnabilir. Ancak beynin evrimi, diğer canlõlardan farklõ olarak neo- korteks’in (önbeyin) oluşmasõ ile ras- yonelleşme ve yukarõdaki emosyo- nel dürtüleri dengeleme, bastõrma ve- ya gerektiğinde devreden çõkara- bilme gücünü getirmiştir insana. Bu olgu uygarlõğõ, yüzeysel değil, be- yinsel olarak özümsemenin dayanağõ ve de evrimin insana bir ödülü gibi düşünülebilir. Sadece mal ve cah (rütbe/mevki) ile insanõn olgunluğu gelişemiyor. Saldõrganõn cesaret gösterisi çok kez basiretten yoksunlukla bir ara- dadõr. Acõ olan şu ki; olgunlu- ğa(kemale) ulaşmakta ve de ulaş- tõrmakta örnek olacak kişiler, ku- rumlar, kesimler, liderler, siyasetçi- ler, eğitimcilerin vb.’nin bazõlarõ da bu yetersizlik ile malul. Ülke ve top- lumun çeşitli önemli sorununa eği- lecek ve toplumsal matürasyonda ör- nek ve de rehber olacaklarõna, ge- reksiz olarak çatışma kültürlerini öne çõkarak gündem oluşturuyor ve gündem de kalma çabasõ içinde bu- lunabiliyorlar. Ayrõca bu alõşkanlõk resmi veya resmi olmayan ve yasal dayanaklõ güç ve yetki odaklarõna da girebiliyor, yerleşebiliyor ve tehdit- sindirme, yetkinin ve gücün doğal bir yöntemi haline dönebiliyor. Güç veya yetki, yasal dayanaklarla elde edilse bile bu türde kullanõlmasõ “yetki darbesi” gibi düşünülebilir. Tutku, ihtiras ancak kullanõldõğõ alana ve gayeye göre, gerekli yara- tõcõ ve üretici olabileceği gibi ego- izme dönüştüğünde çok yõkõcõ ve de bozucu olabilir. “Sık sık öfke bal- dan tatlıdır” şeklindeki uyarõ bunu önlemek içindir. Rahmetli Prof. Dr. Akil Muhtar Bey Hocamõz 1930’lu yõllarda ya- yõmladõğõ “İlim Bakımından Ah- lak” adlõ kitabõnda: “İnsan beyni- nin henüz gelişmesini tamamla- yamadığı ve insanların sıkıntı ve mutsuzluklarının ve çatışmaları- nın temelinde bu gelişme eksikli- ğine dayalı egoizmin yattığını ile- ri sürer. Çağdaş bir kısım bilim- ci de benzer düşünceleri öne sür- mektedirler. (Brain Based Ethics- The Lancet, 2008) Ancak eğitim ve öğretimle egosit ihtiraslarõn ve sal- dõrgan tutumlarõn önemli ölçüde önlenebileceği konusunda da he- Kavgacõ Toplum... Prof.Dr. Kemal ÖNEN Nezaket, zarafet, hoşgörü ve bilim nasõl birer kültürel ürün ise- ler kavgacõlõk da çok kez negatif bir kültür seçimidir. Eleşti- reye katlanmayan ve “dikensiz gül bahçesi” isteyenler, ara- da bir neden eleştiriliyorum veya eleştiriliyoruz diye kendi- lerini sorgulamalõdõrlar. BANDIRMA’DA batan vapura ilişkin olarak, kimsenin günahına girmeden, ön- ceki benzer kazaların ışığında bazı var- sayımlar sıralanabilir. Büyük olasılıkla ro-ro gemisine alınan bütün araçların çelik tellerle belirli yer- lere kancalanması gerekirken, belki bunda bir hata yapılmıştır, ya da bu ön- lem yerine getirilirken birileri “Korkma ağ- bi, bir şey olmaz” diyerek görevliyi ihmale sürüklemiştir. Gemiler limanlara girip çı- karken yavaş seyrettiklerine göre, koca vapur biraz çalkantı ya da “ölü deniz”de yalpaya düşmüş ve yerlerinden kayan kamyonlar bir yana yığılıp denge bo- zulmuş olabilir. Ülkedeki birçok kazanın gerisinde bu “Korkma ağbi, bir şey olmaz”cılık yat- mıyor mu? İsterseniz, yola gidenlerimizi her şeyi “neta” etmekten alıkoyan bu yaygın kusurumuza, sözcüklerin baş- harfleriyle, KABŞO hastalığı da diye- biliriz. Klasik örnekler, aşırı yüklenip keskin dönemeçte devrilen kamyonlar ya da ka- bak lastikle otoyola çıkıp sert frende ka- yan otomobillerdir. Aslında, ticaretten politikaya, mü- hendislikten diplomasiye kadar her işte herkese musallat olabilen bir has- talık bu. Teslimat sözleşmesinde bir bit- yeniği, seçim öncesi verilen sözde kuş- ku uyandıran bir vaat, inşaatın statik he- saplarında bir ufak yanlış, devletler ara- sı antlaşmada belirsiz bir sözcük üze- rinde durduğunuz zaman birileri size, “Korkma ağbi, bir şey olmaz” diyerek “zaten…”le başlar ve işaret ettiğiniz kötü olasılığı hafifletmeye ya da yok et- meye kalkışırsa, tam tersine “pür dikkat” kesilip daha derin düşünerek gereken önlemi almalısınız. Kabşo’cuların emin- liği sizi yanıltmamalı. Böyle bir yaklaşımın insanı gereksiz kuşkuculuğa, kısır hareketsizliğe, sünepe cesaretsizliğe iteceğini söyleyenler elbet çıkacaktır. Ama bu çeşit akıbetlerden çe- kinip çekinmemeniz, yapılan işin niteli- ğine bağlıdır. Bir rulet masasında kumar oynuyorsanız, içinizden geldiği kadar gö- zü kara, kendinizden emin ve cesur ola- bilirsiniz. Ama yaptığınız iş çoluk çocu- ğunuzu, size inananları, bütün bir top- luluğu, ülkeyi ve devleti ilgilendiriyorsa, hele onlara zarar verecekse, davranı- şınızın başka türlü olması gerekmez mi? Başka ülkelerin tarihlerinden örnek- ler aramaya gerek yok; bu ulusun yakın tarihinde de hesaplı, ihtiyatlı ve özellikle de “netacı” davranmanın ya da davranmayışın örnekleri saymakla bit- mez. Tarihte kumar da var, netacılık da; ama, kazanan, daha çok, netacılık ol- muştur. “Çılgın Türkler”in “İstiklal Harbi”, kuş- kusuz, müthiş özveriler ve canını hiçe saymalarla doludur. Ama, Mustafa Ke- mal’in Büyük Taarruz öncesi, bütün eleştirileri, gecikme suçlamalarını göze alıp her şeyi neta etmeden 26 Ağustos’a gelmeyişi ilginç değil mi? “Milletin er- kekliğini öldürdü” denen İnönü, Churc- hill’in dolduruşuna gelerek yalap şalap hazırlıklarla savaşa girseydi sonuç ne olurdu? Enver Paşa’nın Palandöken ma- cerası unutulur mu? men herkes fikir birliği içindedir. Başka deyimle, “beyinsel, düzenleyici ve rasyonel düşünde etik değerleri öne çıkaran eğitim ve öğretim, daya- nılacak tek yol gibi gö- züküyor.” Nezaket, zara- fet, hoşgörü ve bilim na- sõl birer kültürel ürün ise- ler kavgacõlõk da çok kez negatif bir kültür seçimi- dir. Eleştireye katlanma- yan ve “dikensiz gül bah- çesi” isteyenler, arada bir neden eleştiriliyorum ve- ya eleştiriliyoruz diye ken- dilerini sorgulamalõdõrlar. Hem yakarsõn berk-i şemşir-i sitemle alemi Hem döner dersin, ser- i kuyumda feryad olmasõn. Bu olasõ mõ? * Öfke kõsa süreli deli- liktir. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle