Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 17TEMMUZ2008 PERŞEMBE
OLAYLAR VE GORUŞLER
ARADA BIR
FATMAESİN
Pembe İncili Kaftan'dan
lagendijk'e
Benim kuşağıma okul yıllarında ulusal onurun ve
saygınlığın bütün değerlerin üzerinde tutulması ge-
rektiği öğretilir; hemen her fırsatta bağımsızlığın ve
onurlu bir devlet olmanın önemi vurgulanırdı. Bu ne-
denle Ömer Seyfettin'in Pembe İncili Kaftan öyküsü
bu yurguyu pekiştirmek için birçok defa okutulmuştu.
Ömer Seyfettin bu öyküsünde önce gaddarlığı, acı-
masızlığı ve saygısızlığı ile bilinen Şah Ismail'e bir
elçi göndermek zorunda olan zamanın padişahının
endişelerini anlatır. Çünkü şahın, göndereceği elçiye
saygısız davranma ve bu nedenle devletin onuru-
nun zedelenme olasılığı vardır. Devletin onurunun
zedelenmesindense, ölümü bile göze alıp, şaha ge~
reken yanıtı verecek birinin bulunmasını istemektedir.
Vezirlerinden biri, Muhsin Çelebi adında varlıklı bir
çiftlik sahibini önerir. Durumu öğrenen Muhsin Çe-
lebi görevi kabul eder. Çiftliğini, mandırasını, evini
rehin gösterip borçlanır. Güçlü atları, gösterişli
arabası ve yardımcıları ile görkemli bir alay hazırlar.
Buna bir de binlerce altın değerinde pembe incili bir
kaftan ekler ve yola çıkar.
Muhsin Çelebi, şanı kendisine çoktan ulaşmış Şah
Ismail'in huzuruna vakur bir şekilde girer; koynun-
dan çıkardığı nameyi önce öpüp başına koyduktan
sonra tahtında oturan şaha uzatır ve geriye doğru
bakıp oturacak bir yer arar fakat bulamaz. Bunun bir
hakaret olduğunu hemen fark eder ve sırtından çı-
kardığı pembe incili kaftanı yere serip üstüne otu-
rur. Şahın ve maiyetindekilerin şaşkın bakışları al-
tında gür sesiyle padişahını öven kısa bir konuşma
yapar. Konuşması biter bitmez ayağa kalkıp, kapı-
ya yönelir. "Şuna kaftanını verin" diye bağırır şah. Bi-
ri koşup kaftanı kendisine uzattığında, "kalsın" der
Muhsin Çelebi şahın duyacağı kadaryüksek bir ses-
le, "Onu size bırakıyorum; Sarayınızda bir padişah
elçisini oturtacak seccadeniz bile yok çünkü. Hem
bir Türk yere serdiği şeyi bir daha sırtına koymaz."
Muhsin Çelebi aslında pembe incili kaftanını sa-
tın aldığı kişiye 1000 altın daha düşük fiyatla geri ver-
meyi ve bu para ile çiftliğini rehinden kurtarıp geri
almayı planlamıştır. Bu durumda planını uygulaya-
maz. Elinde kalan az miktarda para ile ancak bah-
çeli küçük bir ev alır ve yaşamının geri kalanını kü-
çük bahçesinde sebze yetiştirerek, bunları satarak
sürdürür.
AB Parlamentosu Karma Komisyonu Eşbaşkanı
Joost Lagendijk'in Izmir'de bir konferans ver-
diğini ve konferansta söylediklerini gazetelerde
okuduğumda anımsadım bu öyküyü. Aslında La-
gendijk'in sözlerini yadırgamamak gerekir. Zira AB
için Türkiye'nin değil, şu anda iktidar olan AKP'nin
önemli olduğu zaten bilinen bir gerçek. Türkiye üze-
rinde oynadıkları ve oynamak istediklerini bu parti
iktidarı ile rahatça gerçekleştirebildiklerine göre
bu partiyi korumaları, kollamaları ve iktidardan
düşmesinden korkmaları çok doğal! Bu uğurda Türk
halkına saygısızlık etmek, hatta aşağılamaya kalk-
mak olsa bile. Başka hiçbir ülkede yapmaya cesa-
ret edemeyecek şekilde yargısını eleştirmek, ana mu-
halefet partisine hakaret etmek, ülkenin siyasi ge-
leceği ile ilgili önerilerde bulunmak olsa bile. Bütün
bunlar Türkiye'nin AB için ne anlama geldiğinin so-
mut bir şekilde açığa vurulmasıdır. Ancak bütün bu
acı gerçeklerden daha acısı bu konferans esnasın-
da dinleyicilerin bu sözlere bir tepki göstermeme-
sidir!.. Gerçi bu konuşmanın ardından gazeteler, özel-
likle bazı köşe yazarları bu konuşmanın analizini ya-
pıp, anlamsızlığını, yakışıksızlığını, demokrasiye
aykırılığını, yargıya müdahale anlamı taşıdığını vur-
gulayan yazılar yazdılar. Fakat gönül isterdi ki, o kon-
ferans esnasında dinleyicilerden bazılarının, en
azından bir tanesinin söz alıp, "Siz benim ülkemde
bu sözleri söyleme hakkını nerden alıyorsunuz" di-
ye sorabilmeliydi.
Omnipotans ve Yargıya Saygı...
Motıoteist dinler Allah'ın her şeye kadir, her şeyi bilen, tek egemen, her
yerde hazır, nazır ve evrensel sınırsız gücü olduğunu kabul eder. Bu
sonsuz, sınırsız, kısıtlamasız güç haline omnipotans denilmektedir. Buna
karşılık, Hıristiyanlığın başında St. Augustine ve St. Thomas Aquinas gibi
Hıristiyan teologlar omnipotans yaratıcının neler yapabileceği konusuyla
ilgili olarak omnipotans paradoksu ya da "çelişkisi"ni tartışmışlardır.
Prof. Dr. Omer Baybars TEK
Güçlü olınak ile erdemlilik birbirine
karıştırılır ve güçlü kendini her şeye ka-
dir sanma eğilimi göslerir.
J. William Fulbright
S
on zamanlarda, birbiri ardına
gelen gelişmeler, Lord Ac-
ton'un "İktidar buzar, mut-
lak iktidar mutlak bozar"
özdcyişinc uygıın olarak, "si-
yasi iktidar"ın tarihsel ve sosyo-psi-
kolojik temellcrinc ve belki dc patalojık
özelliklerine başka bir açıdan göz at-
manın yararlı olacağını düşündürdü... Bu
göz atiîjta dinin, din baronları, din ta-
cirleri ve bezirgânları, daha doğrusu
"siyasct-tarikat-ticaret" üçgcni tara-
fından kişisel ve maddı çıkarlar için kul-
lanılması, art niyetler ve istikametler üze-
rinde durulmamıştır...
Monoteist dinler Allah'ın her şeye ka-
dir, her şeyi bilen, tek egemen, her yer-
de hazır, nâzır vc evrensel sınırsız gücü
olduğunu kabul eder. Bu sonsuz, sınır-
sız, kısıtlamasız güç haline omnipotans
denilmektedir.
Buna karşılık, Hıristiyanlığın başında
St. Augustine ve St. Thomas Aquinas
gibi Hıristiyan teologlar omnipotans
yaratıcının neler yapabileceği konusuy-
la ilgili olarak omnipotans paradoksu
ya da 'çelişkisi'ni tartışmışlardır. Bu pa-
radoksun bir versiyonu da kaya (taş) pa-
radoksu ya da (kaldırılanıayacak ka-
dar ağır kaya paradoksu) olarak ad-
landırılmıştır. Buna göre de "Omnipo-
tant bir varlık kaldıramayacağı kadar
ağır bir kaya yaratabilir mi? Sonuç-
ta yaratabilirse dc, yaratamazsa da gü-
cü sınırlıdır" sorusu ortaya atılmıştır.
Aklı başında gerçek Müslümanlar için
böyle bir sorunun sorulması ve konu-
şulması bile hâşâ günahtır! (Kuran
67:16)
Daha sonra, esansiyal omnipotans ve
geçiçi bir süre ile güçlü olma ve sonra
gücün sona ermesi anlammda tesadüfi
omnipotans şeklinde ayrımlara da gi-
dilmiştir. Konu, yasama gücü bakımın-
dan "parlanıentcr cgenıenlikte omni-
potans" ve bu gücün kendi kendini kı-
sıtlamasıyla ilgili olarak da tartışılmış-
tır. Protestan Kalvinist teoloji de Allah'ın
omnipotans varlığmı teyit etmiştir.
Yüzyıllar süren tartışmalar ve savaş-
lar sonunda, özellikle Rönesans ve son-
ra da Fransız Ihtilali ile birlikte, bu
uhrcvi konuların ulu orta (!) tartışılma-
sı yerine, din işlerinin devlet yöneti-
minden soyutlanmasının ve laikligin
yolu açılmıştır. Ancak, çocukluktan be-
ri omnipotans varhğın büyüsü ve bazı-
ları din rüccarlarınca uydumlmuş tama-
men safsata olan yüzlerce dinsel refe-
ransla yetişen, yoğurulan fanatik, radi-
kal dinci ya da sade dindarların bazıla-
rı, bilinçaltlarında bu varlık ile özdeş-
lcşnıe sonunda kendilcrinde ya da lider
bildikleıinde olmayan vc olmayacak
bazı güçlere velınıctmeye başlamıştır. Bir
de bu kişiler önemli sayılabilecek oy
oranlarıyla siyasi iktidara gelince, bu
"güç vehimleri" daha da akut hale gel-
miştir. Tarih, dcvlct, kamu hukuku bil-
gisi, bilinci ve hümanistik kültür yeter-
sizliği de buna eklenince, sonuç "ken-
din düşün, kendin düşle, kcndin inan"
olmaktadır... Oysa, David C. McCul-
lough'a göre, tarih tehlikeli zamanlara
yolculukta kim olduğumuzu vc neden bu
durumda olduğumuzu gösteren bir reh-
berdir!..
Kavram kargaşası
Gelin bu durunıun insanlan nereye gö-
türebileceğini, öncelikle dincilerin değer
verdiği Risale-i Nur Enstitüsü'nün in-
ternct sitcsindeki şu alıntılardan görclim:
"Omnipotans 'Amerikan Psikiyatri Bir-
liği'nin 'Bireyin emosyonel (duyusal)
çatışma ya da iç dış stres etkilerine, özel
güçleri ve yetileri varmış ve diğerlerin-
den üstünmüş gibi hissederek veya dav-
ranarak tepki vermek' şeklinde tarif et-
tiği savunma mekanizmasıdır. Ru-
lıun. varlık âleminin tehditleri karşı-
sında bütünlüğünü muhafaza etmesi
vc ayakta kalabilmesi için vcrilmiş
benliğin ve onunla bağlantılı kuvvct-
lerin bu şekilde kullanılması aslında
çok tehlikeli bir yoldur. Firavunluk
noktasına götürebilccck bir ruh hali-
nin de başlangıcıdır. Sınırlı bir alan-
da, geçici bir zeminde yer alan güzel-
liklerin tatmin ctmcdiği ruh ya fira-
vunlaşarak, omnipotans ile kendinde
olmayan pck çok şeyi kendinc mal ede-
rek bir çare arayacaktır ya da acz ve
fakrını merdanc kabul edip, sonsuz
kudrete dayanmakla kalıcı bir çarc
bulacaktır..."
lşte böylccc, omnipotans fıkri, bilinç-
altından içselleştirildiği, kişıselleştirildiği
ve siyasallaştınldığı zaman belki (?) far-
kında bile olmadan, kendileri gibi dü-
şünmeyenlere karşı nefret projeksi-
yonları ve yanılsamalar başlaınakta,
kafalar karışmakta, dayatmacı, totaliter
eğilimler artmakta ve kişileri veya ikti-
darı (hükümetleri) elinde tutanları, ken-
dilerini yasaların ve yargmın üzerinde
görmeye, kuvvetler ayrılığının, laikligin
ve anayasa ilkelerinin bilinçaltından in-
kârına, ıııilli irade ile halk iradesinin
birbirine karıştırılmasına, milli irade
kavramının çarpıtılmasına ve bu sınır-
sız iktidar gücünü kimscnin eleştire-
meyeceği, denetleyemeyeceği ve yar-
gılayamayacağı düşüncelerine ve hatta
Danıştay, Yargıtay vb. saygın yargı
güçlerinc, kendileriyle aynı görüşte ol-
mayan, örneğin Kamer Genç gibi mil-
letvekillerine, sözel ve bazen de adale-
tin, erdemin, doğruluğun, barışın bilimi
olan hukuk gibi ulvi bir bilim dalından
mezun bir avukatm yaptığı gibi cinayetlc
sonuçlanan fızikscl saldırılara kadar sü-
rüklemektedir.
'Egemenlik ulusundur'
Nilgün Cerrahoğlu'nun dediği gibi,
"Demokrasi eşit sanık değildir, iktidar
eşit milli irade hiç değildir. Demok-
rasilerde iktidarların sınırları var-
dır." Bu zihniyet egemen olunca, laik-
liğe, Cumhuriyctc, demokrasi değerle-
rine, (iktidar gücü lehine veya kendi çı-
karlarına işlemedikçe) hukuka, hukuk-
çuya, yargı bağımsızlığına ve yargıya
saygı ortadan kalkmaktadır. Bir yandan
oyçokluğuna dayanıp (kalan yüzde 54
oyu unutup) milli iradeden söz ederken,
Allah'a ait egemenlik kavramı ile dün-
yevi egemenlik kavramı da birbirine ka-
rıştınlarak, her zaman açıkça olmasa da,
bu bağlamda "Egemenlik ulusundur"
ilkesi reddedilmektedir. Böyle olunca da,
El Rahim (merhamete) (!) ve adalete
dayalı olan Islaın dininc karşı bile günah
işlenmektedir.
Islam dini bizlere, öfkeyi, şiddeti,
kavgayı, tamahı, bazılannın söz ettiği gi-
bi kanı manı reddeden, kardeşliği teşvik
eden, barışçıl ve hümanist bir din olarak
anlatılagelmiştir...
Bu tür kişiselleştirme ve özdeşleştir-
meler bireyler düzeyinde gerçek dindar
ve Müslümanları bile şaşırtacak, kızdı-
racak, üzecek ölçüde örtünmeyen ka-
dınlara kötü gözle bakma, Atatürk'e, ay-
dınlara, Cumhuriyetçilere, ülkenin en de-
ğerli varhklarından askere hakarctlcrc,
"Tayyip'i üzmek Allah'ı üzmektir" gi-
bi, psikiyatrinin konusuna giren akıl
almaz çılgınlıklara yol açabilmektedir...
Müjde Ar'ın bir TV programında
önerdiği gibi belki de psikiyatri bilimi-
nin siyaset alanına daha çok katkı yap-
ması gerekir...
İktidar sahiplerinin ve yandaşlarının
yukarıda verdiğimiz senatör Fulb-
right'ın muhteşem sözünü iyi düşün-
melerinde yarar var. Ondan da önemli-
si ülkemizin kurtarıcısı büyük insan
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yaşa-
mını vc sözlerini tekrar tekrar okumalı-
dırlar.
PENCERE
Meğer Devletimiz
Değişmiş...
Geçen gün bu köşede eski bir anıdan söz aç-
mıştım; 1952'de -ki Babıâli'ye girdiğim yıldır- ba-
sın savcısıyla tanışmamızın öyküsünü anlatmış-
tım...
Aradan kaç yıl geçmiş?..
Bizim yazılar üstündeki savcıların dikkati o gün-
den bu yana hiç eksilmedi; soruşturmalar, ko-
vuşturmalar, dosyalar, davalar, iddianameler,
suçlamalar ve savunmalarla dopdolu ilginç bir ba-
sın hayatı yaşadık...
•
1962'de Cumhuriyet'e köşe yazarı olduktan
sonra da davalar birbiri ardına sürdü...
1992'ye kadar davasız bir süreç anımsamıyo-
rum...
Sonra 1992'de her şey bıçak gibi kesiliverdi...
Neden?..
Çünkü 1992'de Sovyetler yıkıldı...
Devletimiz için "komünizm tehlikesi" ortadan
kalktı...
Daha önceleri polisimiz, savcılarımız, yargıç-
larımızın gözünde komünistlik en büyük suçtu...
Beni de bu açıdan değerlendiriyorlardı...
Sen istediğin kadar gerçeği anlatmaya çalış...
Sakıncalısın...
*
1992'den bu yana dava mava, savcı mavcı, suç
muçtan kurtulmuştum...
Ama artık iş değişti...
Bir gün sabahın -ya da gecenin- saat dördün-
de kapı çalındı, polisler baskın yaptılar, evde ara-
ma taramadan sonra beni Emniyet'e götürdüler...
Sorgu morgu, savcı mavcı, basın masın derken
öğrendim ki ben 'Ergenekoncu' -ya da Agarta-
cı- olmuşum...
Şimdi de yine dinci ve liboş gazetelerden öğ-
reniyorum ki 'Ergenekon' ya da 'Agarta' davasında
sanıkrnışım...
1992'den bu yana kaç yıl geçti?...
Devletimizle -Sovyetler yıkıldıktan sonra- baş-
layan uzlaşmamız artık noktalandı...
•
Neden?..
Meğer devlet değişmiş...
Benim haberim yok...
Vakti zamanın devleti beni komünistlikle suç-
lardı...
Bu devletse beni Kemalistlikle suçluyor...
Dinci basını okudukça öğreniyoruz ki antiko-
münist devletimiz artık Islamcı olmuş, ulusalcı-
ların köküne kibrit suyu ekecekmiş...
•
Her neyse 'Ergenekon' ya da 'Agarta' diye anı-
lan davanın bir siyasal operasyondan gayrı hu-
kuk değeri bulunmadığı elbette ortaya çıkacak-
tır...
O zamana dek biz ne yapalım?..
Gülelim mi?..
Ağlayalım mı?..
Başında alınyazgımız savcıyla, yargıçla, davayla
başladı, öyle sürüp gidiyor...
Suç ya bizde..
Ya devlette..
Bana sorarsanız suçu kendimde buluyorum,
çünkü bu devletin antikomünist yapıdan Islam-
cılığa geçeceğini biliyordum; ama, dönüp de de-
ğişime ayak uyduramadım...
T.C.YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ
TÜRK HUKUKÜNDA
SİYASAL PARTİ
YASAKLARI
YEDİTEPE ÜNtVERSlTESl
HliKUK FAKÜLTESİ DERGÎSİ
1ACI I.TV 01' LAW
Ocmokrasileııle
Ekrenı Ali AKARTÜRK
VEDITEPE HSIV1İRSITESI YEDtTSPE ÜNİVERSİTESİ
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ HUKUK
FAKÜLTESİ DERGİSİNİN SON SAYISIÇIKTI
CÎLT:IV SAYI:2 YIL:2007
İÇİNDEKİLER
ÖZEL HUKUK
fPOTEKTEN KURTARMA
Prof. Dr. Ali Cem BUDAK
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
NÜMUNE ÜZERİNE SATIM
Yrd. Doç. Dr. R. Cem DİNAR
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
DIE VERTRAGLICHE UND DELIKTSRECHTLICHE
HAFTUNG FÜR DAS VERHALTEN DRITTER IM
TURKISCHEN RECHT
Cihan AVCI
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
FRANCHİSE SÖZLEŞMESİNİN TANIMINA YENİ
BİR BAKIŞ
Araş. Gör. Mehmet ŞUA
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
TTK TASARISI VE "DENİZ ALACAKLARINA KARŞI
MESULİYETİN SINIRLANMASI HAKKINDA1976
TARİHLİ MİLLETLERARASI SÖZLEŞMEYE'YE
GÖRE DONATANIN SINIRLI SORUMLULUĞU
Araş. Gör. Nuri ERDEM
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
FUNCTIONS 0F AN ARBITRATION AGREEMENT
Araş. Gör. Efe DIRENİSA
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
HUKUKSAL BAĞLAMDA HEKİMLİK
YETKİLERİNİN, TIPTA UZMANLIĞIN VE İŞ YERİ
HEKİMLİĞİNİN İNCELENMESİ
Av. Izzet OTRU
AİLE KONUTU ÜZERİNDE TASARRUF
Araş. Gör. Ömer BAĞCI
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
KAMU HUKUKU
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İNSAN HAKLARI
KOMİTESİ KARARLARINDA ÖZEL YAŞAM HAKKI
Yard. Doç. Dr. Songül ATAK
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi
FEDERAL ALMANYA'DA ADLİ İNFAZ
Dr. Matthias MALJRER
Çeviren: Prof. Dr. Yener ÜNVER
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
MİLLETLERARASI İNSAN HAKLARI HUKUKÜNDA
HUKUK MAHKEMESİ KARARLARININ ESAS
BAKIMINDAN HUKUKA UYGUNLUĞUNUN
DENETİMİ
Prof. Dr. Alexandar H. E. Morawa
Çeviren: Araş. Gör. M. Akif AKBAŞ
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
KARAR ÇEVİRİSİ
MÜLKİYETİ SAKLI TUTMA SÖZLEŞMESİYLE
SATILAN MAL KİRALAYANIN HAPİS HAKKI İÇİN
TUTULAN DEFTERE KAYDEDİLEBİLİR Mİ?
Çeviren: Araş. Gör. U. Yiğit PARMAKSIZ
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
IPOTEÖİN
PARAYA ÇEVRtLMESl
Prof, Or Ali Cem BUDAK
VRBİTBTE ONIVKRSİTRSİ
ADLİYEYE
KARŞI SüÇLAR
(TCK, m. .'(ı7-MH)
Pnıl Dr Yener t'NVER
TÜRK İIUKUKI'NDA VE
ULUSLARARASI HÜKUCTA
HAVAYOLU lli; W)K TAŞIMA
SÖZLBŞMES!
Dr BUluni SOZIiR
tMAR HlîRUKU
HHRS NOTI.ARI
ErasUn ÖZKAYA
ÖN SÖZI.KŞMI;
(SÖZLESME YAPMA VAADt)
GÜL DOfiAN
ıı.ıılıırı DNIVIMİTBJİ
KADASTRO HUKUKU
D.ERS N0TLAR1
Eraslan OZKAYA
VEL1İTETE (!NIVKILSlTK>!
Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesinin lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimi hakkında bilgi alabilmek için http://hukuk.yeditepe.edu.tr ve www.yeditepe.edu.tr adreslerine bakabilirsiniz.
YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ 26 AĞUSTOS YERLEŞİMİ Kayışdağı Caddesi, 34755 Kayışdağı / Istanbul Tel: (0 216) 578 07 05 Faks: (0 216) 578 07 56 e-mail: bagci.omer@gmail.com
_ _ _ _ _