29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 ŞUBAT 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL ABD’nin Politika Değişikliği!.. ABDTürkiye ilişkilerinin seyrini kavrayabilmek için, değişen dünya güç dengelerinin ABD’yi nasıl etkilediğinin ve Washington’ın bu değişim ışığında geliştirdiği yeni stratejiler bağlamında Türkiye’ye nasıl bir rol biçtiğinin değerlendirilmesi gerekmektedir. PENCERE Siviller Askeri Aşamadılar... 28 Şubat’tı dün... Dincientel takımı 28 Şubat’a karşıdırlar... Neden?.. Çünkü askere karşıdırlar... Oysa tarihsel yazgımıza göre Türkiye’de demokrasi asker eliyle mayalanmıştır... Örnek mi?.. 28 Şubat!.. ? Çok partili rejime 1946’da geçtik, iktidar 1950’de el değiştirdi... Zorunlu öğretim 5 yıldı... 1997’ye dek 5 yıl kaldı... 21’inci yüzyılın eşiğine gelmiştik; çok partili rejimle yaşanan 47 yılda Türkiye, yurttaşına 8 yıllık bir eğitim zorunluluğu bile sağlayamamıştı... Dünyada, bu zavallı durumda olan 5 ülkeden biriydik... Asker ‘28 Şubat’ta dayatmasaydı, bugün de zorunlu eğitim 5 yılda kalacaktı... ? Asker 27 Mayıs’ta müdahale edip 1961 Anayasası’nı dayatmasaydı Türkiye’de koşullar nasıl olacaktı?.. 1950’de iktidara geçen Demokrat Parti, ne yapmıştı?.. Ne sendika hakkı, ne grev hakkı, ne toplusözleşme hakkı, ne yargıç bağımsızlığı, ne Anayasa Mahkemesi ne de bu köşeye sığmayacak kadar çok demokratik hakkı Demokrat Parti on yıl süren iktidarında ve çok partili rejimde tanımamıştı... Askeri müdahale olmasaydı, hiçbiri belki bugün bile yürürlüğe konamayacaktı... Evet, ne yazık ki tarihsel yazgımızın alın yazısında askeri demokrasi gerçeği okunuyor... ? Bugün durum ne?.. Tersane örneği ortada!.. Emekçi, işçi, işyerlerinde, tarlalarda, tersanelerde, can pazarında, hayatını yitiriyor; ölümüne koşullarda çalışıyor; sivil iktidar kesiminde kırk sağırlar birbirini ağırlıyor... Medya rezalet!.. Dinciler medyada egemenleştiler; İslamcı Yeni Şafak gazetesinin patronu, AKP iktidarının 5 yılında servetini 5 kat büyüttüğünü bizzat kendi gazetesinde açıklıyor; kimsenin gıkı çıkmıyor... Etnik milliyetçilikle dincilik yönetimde ve politikada egemen... Bir yanda türban.. Bir yanda şehitler.. Tesettürden yana Cumhurbaşkanı ikisini de kullanarak AKP iktidarını destekleyen siyasetini yürütüyor... Nereye gidiyoruz?.. 27 Mayıs devrimiyle gerçekleşen anayasada yazılı ‘sosyal hukuk devleti’nden ‘dinci sadaka devleti’ne doğru yol alıyoruz... ? Dün 28 Şubat’ın yıldönümüydü... Tam demokratik olmayan bir çok partili rejimde 47 yıl (yarım yüzyıl) 5 yılda bırakılan zorunlu eğitim askerin 28 Şubat’ta dayatmasıyla 8 yıla çıkarılabildi... Aradan 10 yılı aşkın bir süre geçti... Zorunlu eğitim uygar ülkelerde olduğu gibi neden 12 yıla çıkarılamıyor?.. Yoksa bu işi yapması için yine askeri mi bekliyoruz?.. Türban sorunu bu sorunun içindedir!.. Topyekun Savaşın Matemleri İKİNCİ Dünya Savaşı’nın bir terimidir “topyekun savaş”. Ulusların yaşamı için ölümkalım söz konusu olduğunda toplumların bütün güçlerini seferber etme zorunluluğu ortaya çıkar. Türkiye, bir bakıma, “sathı müdafaa” kavramı ve Sakarya muharebelerindeki “Tekâlifi milliye emirleri” ile bunun ilk örneklerinden birini vermiş sayılır. Kuzey Irak’taki kara harekâtının böyle bir zorunluluk yaratmadığını söyleyenler çıkacaktır elbet. Ancak girişimin koşulları ve ortaya çıkabilecek sonuçlar, ilk bakışta sınırlı bir işmiş gibi görünen bu harekâta başka bir gözle bakmayı gerektiriyor. Dıştan oynanmak istenen oyunun niteliği pek açık değil. Eğer Bahadır Selim Dilek’in dünkü haberinde belirttiği gibi, amaç harekât sonrasında ABD’nin ve Bağdat hükümetinin de katılımıyla güneyinde bir “ortak güvenlik bölgesi” kurmak ise, örneğin Kandil Dağı’nın da temizlenmesi gerekli değil midir? O halde, harekâtı mutlaka erişilmesi gereken böyle somut hedeflere bağlamak yerine, sözde “stratejik” müttefikin “biriki haftada bitirin” uyarısı neyin nesi? Ayrıca, Zap kapışmasında ortaya çıkan PKK kolunun “Irak derinlikleri”nden gelmiş olması kimlerin hoşgörüsüyle olmuştur? Hele Washington’ın, yakılan yeşil ışık karşılığında, sonuç belli bile olmadan, “Afganistan’a muharip güç yolla, İran’a sert çık, Kürt sorununa siyasal çözüm bul” tarzında diyetler sıralaması ve bunları halkının canını kurtarmak için çırpınan bir Türkiye’yi sıkboğaz ederek istemesi hangi ittifak ahlakına sığar? Bu durumda “düşük yoğunluklu” denen harekâtı aslında topyekun bir savaşın parçası olarak görmek hiç yanlış olmaz. opyekun savaşta herkese düşen ödevler olmalıdır. Medyaya da. Peki, televizyon kanallarıyla gazetelerin bir bölümünce şehit matemlerinin yansıtılış biçimi bu açıdan olumlu bir katkı sayılabilir mi? ir şehit haberinin, yalnız ailenin değil, herkesin yüreğini parçalayıcı ölçüde dramatik olduğunu vurgulamaya herhalde gerek yok. İnsanlarımızın matem tutuşlarındaki çoksesli dışa vuruş, toplu dövünme ve ağlaşma alışkanlığı da biliniyor. Bunu önlemeye ya da sınırlamaya çalışmanın beyhudeliği de açık. Hatta, tam tersine, bütün bunların, haklı olarak, şehit yakınlarının acısını bir ölçüde hafifletmeye yaradığı da söylenebilir. Ama o yürek parçalayıcı sahneleri ve ayrıntıları pekiştire pekiştire ekranlara ve sayfalara aktarmak, tuhaf bir sadizm ya da mazoşizmden, hatta reyting ya da tiraj arttırma tutkusundan başka acaba neye, hangi moralin yükseltilmesine yaramaktadır? Bu konuda getirilebilecek kuralları ve sınırlamaları düzenlemek açısından RTÜK’e düşen ödevler yok mudur? [email protected] Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili ürk Hava Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki PKK hedeflerini vurması için Irak hava sahasını açan ve “gerçek zamanlı istihbarat” paylaşımını uygulamaya koyan Washington’ın, Türkiye’nin kara harekâtına da yeşil ışık yakması, bir süredir yoğun bakımda olan TürkABD ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığına işaret ediyor. Oysa,1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM tarafından reddedilmesi iki ülke ilişkilerinin ağır bir bunalıma girmesine ve ABD’nin Türkiye’ye yönelik olarak örtülü bir cezalandırma politikası uygulamasına yol açmıştı. Bu politika uyarınca Washington, Kuzey Iraklı Kürt liderlerin PKK’yi barındırıp silah ve lojistik ihtiyaçlarını karşılamalarına ve Türkiye’ye yönelik eylemlerine destek vermelerine kayıtsız kalmıştı. ABD’nin bu tutumundan cesaretlenen Kürt liderler, Türkiye’ye karşı saldırgan davranışlar içine girdikleri gibi, bağımsız Kürdistan hayallerinin gerçekleştirilmesinde ve Kerkük’ün Kürt bölgesine ilhakında PKK’yi Türkiye’ye karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanabileceklerinin hesabını yapmaya başlamışlardı. ABD’nin şimdi PKK’yle mücadelede Türkiye’nin yanında yer alması ve Kuzey Iraklı Kürt gruplar üzerinde hava ve kara harekâtlarına karşı nötr bir tutum takınmaları ve Türkiye’ye karşı saldırgan söylem ve davranışlardan vazgeçmeleri için baskı yapması, Washington’ın Türkiye’ye yönelik olumsuz tutumunu geride bıraktığına ve ilişkileri 1 Mart 2003 tarihinden önceki düzeyine getirmek eğiliminde olduğunu gösteriyor. Yazılı ve görsel basınımızdaki birçok yorumcu, Washington’ın tutumundaki bu önemli değişikliği iki etkene bağlama eğiliminde. Bunlardan birincisi, Bush yönetiminin, TürkAmerikan ilişkilerinin son zamanlarda dibe vurmasından rahatsız olması ve bu durumun ABD ulusal çıkarlarına zarar vereceğinin geç de olsa bilincine varmasıdır. İkincisi ise AKP hükümeti, sabrının taştığına ve her türlü riski göze alarak Kuzey Irak’a müdahale edeceğine ABD’yi inandırmış, bu durumda Washington da ilişkilerde yeni bir buhranı önlemek için çarnaçar Ankara’yla işbirliğine yönelmiştir. Bu görüş sahipleri, Irak sınırında yapılmış olan büyük askeri yığınağın da ABD tarafından Türkiye’nin sınır ötesi harekâta kararlılığının bir işareti olarak algılandığını da ileri sürüyor. Gerçekte birinci etkenin, ABD’nin tutumunu değiştirmesinde bir ölçüde etkisi olmuşsa da bunun fazla abartılmaması isabetli olur. Çünkü, Bush yönetimi son dört yıldır olduğu gibi, zayıf ve edilgen AKP hükümetini oyalayıcı taktiklerle idare edebileceği ve Türkiye’nin ABD’ye karşı uygulayabileceği bir alternatif politikaya sahip olmadığı inancındaydı. İkinci etkene gelince, Ankara, ABD’yi Türkiye’ye yönelik politikasını gözden geçirmeye zorlayacak etkinlikte bir söylem veya eylemi hiçbir zaman göze alamamış ve Washington’a karşı daima özgüvenden yoksun, ezik ve teslimiyetçi bir tavır sergilemiştir. Üstelik, Başbakan Erdoğan “İçerdeki PKK teröristlerini bitirdik de sıra Kuzey Irak’takilere mi kaldı?” diyerek sınır ötesi operasyona karşı çıkan Washington’ın tutumunu onaylamıştır. Bu durumda, askeri yığınağın Bush yönetimi tarafından AKP hükümetinin Irak’a müdahalede bulunma iradesinin bir işareti olarak algılandığı yolundaki iddialar boş böbürlenmeden başka bir şey değildir. T bu değişim ışığında geliştirdiği yeni stratejiler bağlamında Türkiye’ye nasıl bir rol biçtiğinin değerlendirilmesi gerekir. Bu sefer de ABD’nin politika değişikliğinin temelinde, “Büyük Ortadoğu” bölgesinde oluşan tehditleri karşılayacak yeni bir strateji kapsamında Türkiye için yeni bir rolün öngörülmesi yatmaktadır. Bu yeni strateji; Afganistan’da Taliban’a karşı savaşta tarihinin en büyük krizini yaşamakta olan NATO kuvvetlerinin acilen muharip birliklerle desteklenmesini; Körfez’de hegemon bir güç olarak yükselen İran’a karşı etkin bir kuşatma ve tecrit politikasının uygulanmasını ve dünyadaki asimetrik tehditlere ve küresel sorunlara karşı koymak için transatlantik ortaklık bazında oluşturulacak yeni bir stratejik konseptin NATO’ya kazandırılmasını öngörüyor. ABD’nin bu üç alanda da Türkiye’den ciddi beklentileri vardır. bu politikanın merkezi olması öngörülmüştür. Ancak, ABD, İran’ı dengeleyecek bir güçte görünmeyen bu koalisyona bölgenin en güçlü askeri devleti olan Türkiye’nin de katılmasını arzu etmektedir. Washington açısından İran’ı kuşatma politikası, ABD’nin “2007 Ulusal İstihbarat Raporu”nun açıklanmasından sonra daha da önem kazanmıştır. Rapor, İran’ın dış baskılar nedeniyle 2003 yılında nükleer silah programını askıya aldığını ve bu faaliyeti tekrar başlatmadığını açıklıyor. Bu itibarla raporun yayımlanması, Bush yönetiminin İran’ı 1015 yıl süreyle kötürüm bırakmak amacıyla bu ülkeye karşı bir hava saldırısında bulunma gerekçesini elinden almıştır. Bu gelişme, ABD’nin İran rejimini içerden çökertme yöntemine odaklanmasına yol açmıştır. Bu yeni politika bağlamında Türkiye’nin Sünni devletler koalisyonuna katılması veya en azından dışarıdan bu koalisyona destek vermesi ABD açısından çok daha büyük önem kazanmıştır. Suudi Arabistan Kralı’nın Ankara’ya gelişinin ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Başkan Bush’un Ortadoğu ülkelerine yapacağı ziyaretin hemen öncesinde palas pandıras Washington’a davet edilmesinin esas nedeni budur. Afganistan’daki vahim durum Afganistan’da bir askeri hezimetin eşiğinde olan NATO’nun acilen ve büyük ölçüde kuvvet takviyesine ihtiyacı vardır. Taliban ve El Kaide her gün güç ve alan kazanmakta ve giderek “kabul”e yaklaşmaktadır. Ancak, NATO üyeleri ilave muharip birlik göndermek hususunda istekli değillerdir. Bu durumda, 44. Münih Güvenlik Konferansı’nda ABD Savunma Bakanı Robert Gates Avrupalı müttefiklerin Afganistan’a takviye kuvvetleri göndermemeleri durumunda NATO’nun sonunun geleceğini belirtmiştir. Sorunun bir başka vahim boyutu da ABD istihbaratına göre, El Kaide lideri Usame bin Ladin ve Taliban lideri Molla Ömer’in, Pakistan’ın Belucistan eyaletinde saklanarak oradan Afgan direnişini yönlendirmekte olmalarından kaynaklanmaktadır. Pakistan’ın birçok bölgesinin El Kaide ve Taliban yanlısı aşiretlerin kontrolünde olması ABD’yi endişelendiriyor. Washington, nükleer silahlara sahip Pakistan’ın Taliban’ın nüfuzuna girmesi gibi bir olasılığın hem Amerika hem de dünya için büyük tehdit oluşturacağı görüşündedir. Bu nedenle, ABD, NATO’nun Avrupalı üyelerinin Afganistan’da ellerini taşın altına koymalarında son derece ısrarlıdır. Bu bağlamda, Washington, Türkiye’nin de Afganistan’a muharip birlik göndermesi beklentisi içindedir. ABD’nin Irak’a başarısız müdahalesi sonucunda, İran, Körfez bölgesinde ve Ortadoğu’da ABD’ye meydan okuyabilen pervasız bir güç olma yolundadır. Bu gelişme Washington açısından kabul edilemez bir tehdit yaratmıştır. Çünkü, Washington’ın geleneksel politikası, Körfez bölgesindeki enerji kaynaklarının kontrolünde ABD’nin tekele sahip olması ve başka bir devletin bu tekele karşı koyacak güce erişememesidir. İran’ın, Lübnan’daki Hizbullah ve Filistin’deki Hamas örgütleri üzerinde etkin bir nüfuza sahip olmasının yanında, Körfez ülkelerinde yaşayan kayda değer büyüklükteki Şii toplumlar üzerinde de etkili olduğu biliniyor. Bunun da ötesinde, İngiltere’nin ün yapmış araştırma kuruluşu olan Chatham House İran’a ilişkin raporunda, Tahran’ın, Irak’taki Şiiler üzerindeki nüfuzu nedeniyle bu ülkede Amerika’dan daha etkili bir konumda olduğunu belirtmişti. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri, İran’ın Körfez bölgesinde hegemon bir devlet olarak öne çıkmasından ve “Şii Hilali” kavramının somut bir tehdit niteliği kazanmasından ciddi güvensizlik duymaktadır. Bu gelişmeler, ABD’yi, Şii İran’a karşı bir kuşatma ve tecrit politikası izleme amacıyla Sünni Arap ülkelerini bir koalisyon içinde toplamaya yöneltmiştir. Suudi Arabistan’ın NATO’nun yeniden yapılanması Amerikan yönetimleri geleneksel olarak yeni ve önemli bir savunma stratejisi veya dış politika yaklaşımı oluşturacakları zaman, ilk adım olarak prestijli bir düşünce kuruluşunun bu konuda bir rapor hazırlamasını ve rapordaki fikir ve önerilerin kamuoyunda yaygın şekilde tartışılmasını sağlar, bir süre sonra da bu projeyi uygulamaya koyarlar. Amerika’nın yeni projesinin, NATO’nun transatlantik bir ortaklık (ABD ile Avrupa Birliği) bazında yapılandırılmasını ve yeni dünya koşullarında Batı’ya karşı oluşan tehdit, risk ve tehlikelere karşı koymasını sağlayacak yeni bir strateji ve bunu gerçekleştirecek bir kuvvet yapısıyla donatılmasını öngördüğü anlaşılıyor. Nitekim, ABD’nin ünlü düşünce üretim merkezi CSIS’nin (Center for Stratejic and International Studies) ile Noaber Vakfı, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ve Hollanda eski genelkurmay başkanlarının ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik İşleri sorumlusu Solana’nın katılımıyla hazırladıkları “Belirsiz Bir Dünya İçin Büyük Stratejiye Doğru: Transatlantik Ortaklığını Yenilemek” (Towards a Grand Strategy for an Uncetain World: Reniewing the Transatlantic Partnership) başlıklı raporla izah ettiğimiz içerikte bir girişimi başlatmış bulunuyorlar. Rapor, Batı için önerdiği stratejik konseptte, Avrasya’da Rusya, Çin ve Hindistan’ın, dünya stratejik dengelerinde kazandığı ağırlığı dikkate alarak NATO içindeki ABDAvrupa işbirliğini müşterek bölgesel ve küresel çıkarlara göre etkinleştirmeyi ve NATO’nun yeni jeopolitik şartlara uyum sağlayacak şekilde yapılandırılmasını öneriyor. Rapordaki ilginç bir yaklaşım da global terörle mücadelede “elastiki mukabele sistemini” benimsemesi. Buna göre, NATO’nun terörle mücadelesi birbirine paralel iki eksen üzerinden yürütülecek. Birinci eksende, terörle mücadele eldeki tüm imkânlardan yararlanılarak sert bir biçimde uygulanacak. İkinci eksende ise İslami kültürlerle aktif bir diyalog yürütülecek. Bu tür bir faaliyet alanında Türkiye’den önemli bir işlev bekleneceği açıktır. T B BİGADİÇ İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TAŞINIRIN AÇIK ARTTIRMA İLANI SAYI: 2007/556 ESAS Müdürlüğümüzce aşağıda cins, miktar ve değerleri yazılı mallar satışa çıkarılmış olup: Birinci arttırmanın 26/03/2008 günü, saat 15.00 ile 15.10 arasında, Bigadiç Hükümet Konağı Önü adresinde ve o gün kıymetlerinin % 60’ına istekli bulunmadığı takdirde 31/03/2008 günü, aynı yer ve saatte 2. arttırmanın yapılarak satılacağı; şu kadar ki, arttırma bedelinin malın tahmin edilen değerinin % 40’ını bulmasının ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevirme ve payların paylaştırma giderlerini geçmesinin şart olduğu; mahcuzun satış bedeli zerinden %.... oranında KDV’nin ve ihale damga resminin ve tellaliye bedelinin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesinin satış dosyasında görülebileceği; gideri verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği; fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla Dairemize başvurmaları ilan olunur. 18/02/2008 Taşınırın takdir edilen kıymeti YTL/YKRŞ: Adedi Cinsi Özellikleri 130.000,00 1 adet 09 LL 117 PLAKALI2001 MODEL KIRMIZI RENKLİ PRENİUM 400.19T4.2 TİPİ 83M0434268 MOTOR VE VF622GVA000107554 ŞASİ NUMARALI RENAULT MARKA DİZEL ÇEKİCİ, ÖN CAM BOYDAN BOYA ÇATLAK, ÜZERİNDE TAKOGRAF VE ESKİ TİP TEYP MEVCUT, TEKERLEKLER ESKİ, ÇALIŞIR HALDE. *: Bu örnek, bu yönetmelikten önceki uygulamada kullanılan Örnek 63’e karşılık gelmektedir. (Basın: 9769) Hükümetin üstlendiği yükümlülükler Kısa süre önceye kadar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin fiilen ABD işgalinde bulunan Kuzey Irak topraklarında bir kara harekâtı gerçekleştirmesi imkânsız olarak algılanıyordu. Türkiye’nin ABD ile işbirliği çerçevesinde böyle bir operasyonu yapabilmesinin, yukarıda belirtmiş olduğumuz üç alanda Türkiye ile ABD arasında genel hatlarıyla da olsa bir mutabakata varılması sonucunda gerçekleştiği anlaşılıyor. Baharda yapılması beklenen kara harekâtının öne alınmasının esas nedeninin de Türkiye’nin ABD’nin talebini kabul ederek Afganistan’a asker gönderebilmesi için gerekli siyasi zeminin hazırlanmasını sağlamaya yönelik olduğu açıktır. Ayrıca, Washington’ın “İran’ın tecridi” amacıyla Sünni Arap ülkeleri ile Türkiye’yi henüz adı konulmamış bir siyasi gruplaşma içinde bir araya getirmeyi öngören inisiyatifinin de Erdoğan hükümetince kabul edildiği anlaşılıyor. 5 Kasım 2007 tarihli ErdoğanBush ve ardından yapılan Abdullah GülBush görüşmeleri sonrası ABD basınına sızan bilgilerden ve görüşmeler hakkında yapılan yorumlardan, Ankara ile Washington arasındaki mutabakatın ABD’nin Kuzey Irak’a ve “Türkiye’deki Kürt sorununa” yönelik tasarımlarına ilişkin unsurları da kapsadığı sonucuna varılıyor. Bu tasarımın birinci unsurunu, Türkiye’nin Kürt Bölgesel Yönetimi ile yakın ve sıcak ilişkiler içine girmesi oluşturuyor. Bu bağlamda, ABD, Türkiye ile Irak arasında bir aralar akdedilmesi söz konusu olan sınır güvenliği ve terörle mücadele sözleşmesinin uygulanmasına Kürt Bölgesel Yönetimi’nin de katılmasını ve sorumluluk almasını istemektedir. ABD tasarımının ikinci unsurunu ise Türkiye’deki “Kürt sorununa” siyasi çözüm bulunması oluşturmaktadır. Bu bağlamda Washington’ın, çözüm bağlamında ekonomik ve sosyal önlemlerin yanında “siyasi” yaklaşıma da öncelik verdiği anlaşılıyor. Görüleceği üzere, ABDTürkiye ilişkileri ekseninde olumlu bir dönemin başlamasının gerçek nedeni, ABD’nin yeni stratejik yol haritasında Türkiye’ye yeni bir rol öngörmesinden ve bu bağlamdaki pazarlıklardan kaynaklanıyor. Gerçek nedenleri ABDTürkiye ilişkilerinin seyrini kavrayabilmek için, değişen dünya güç dengelerinin ABD’yi nasıl etkilediğinin ve Washington’ın CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle