24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 19 ARALIK 2008 CUMA 14 KÜLTÜR SANATA BAKIŞ SELMİ ANDAK ‘Dostluk Üzerine’ Her konserin bir öyküsü var. Akbank Oda Orkestra- sı’nın şef Cem Mansur yönetiminde gerçekleştirdiği kon- serin yankıları da olumlu bir hava yarattı. Bu konserin solistleri arasında gitar çalan Fabio Zanon unutulmaz bir etki bıraktı. Program: G. Gershwin’in bestesi Lul- laby (Ninni) ile J. Rodrigo’nun bestesi “Bir Centilmen İçin Fantezi” (Gitar ve orkestra için), A. Tansman’ın bes- tesi “Gitar İçin Konçertino” ve İ. Stravinski’nin “Küçük Orkestra İçin İki Süit”i yer alıyordu. Akbank Oda Orkestrası aralık ayında her konse- rindeki bir veya birkaç öykü anlatmaya devam ediyor. Bu programın amacı önemli: Yeni arayışlar yolunda ol- mak, aynı savaşlar nedeniyle göç eden müzisyenle- rin var olan dostlukları üzerine kurulu çalışmalar yap- mak.. Yirminci yüzyılın en güleryüzlü bestecilerini bir araya getiren konserlerin solistlerini yan yana getirmek. Örneğin Brezilyalı gitar virtüözü Fabio Zanon’un ses- lendirdiği Rodrigo’nun ünlü gitar konçertosunu, son- ra neo-klasik stilde yazdığı “Fantezi”nin başlığındaki “Centilmen”, büyük gitarist Andres Segovia’dan yüzyılın en önemli bestecilerinden kendisi için yarat- tıkları konçertolar için konserler vermek. Gitarın cid- di bir konser çalgısı olduğunu kanıtlamak. Polonyalı Alexander Tansman da gitarın bu potan- siyelini en iyi anlayan bestecilerdendi. Rodrigo gibi yo- rumculardandı, çağın önde gelen bestecileriyle dost- lukları, yaşamına ve eserlerine yön veren en önemli un- surdu. Olağanüstü güzellikteki “Ninni”siyle konseri baş- latan Gershvin’in New York’tan Paris’e gelmesini sağ- layan Tansman, İkinci Dünya Savaşı sırasında Ame- rika’ya göç ettiğinde en yakın dostlarından biri Stra- vinski olmuştu. Stravinski’nin küçük orkestra için iki süiti, her türlü muzipliği içeren mücevherler.. Bu programda yer alan bütün besteciler, müziğin radikal değişimlere uğradığı yirminci yüzyılda, melodi kavra- mından kopmadan, eski dilde yeni bir şeyler söyle- nebileceğini kanıtlamışlardı. Cem Mansur’un kon- serlerden yarım saat önceki konuşması, müzik ve dost- luk üzerineydi. CRR’de 25 Aralõk’ta ‘Yõlbaşõ Konseri’ Johann Strauss Ensemble’nin Yılbaşı Konseri var. Şef-solist: Russell McGregor (Keman). Solistler Cassandra Lee McConnell (Soprano), Peter Edel- mann (Bariton). Program: J. Strauss Jr. Valdmeister (uvertür), K. Millöker: Dunkelrote Rosen F. Lehar: Mei- ne Lippen Küssen so heiss. J. Strauss Jr. Banditen - Galopp. Op. 378 Tanzen möcht ich J. Stauss Jr.: Auf der Jaged (Polka Schnell). J. Strauss Jr.: Auf der Ja- ged (Polka Schnell). Op. 373 E. Zillner: Es Steht ein alter Nusabaum... J. Strusa Jr. Viener Blut (Vals), Op. 234 F. Lehar: Veibermarsch F. Lehar: Da geh ich ins Maxim). F. Lehar: Vilja-Lied F. Lehar: Lippen Schvei- pen flustern Giegen. J. Strauss Jr.: Tritsch-Tratsch (Pol- ka Schnell) Op. 214 Josef Strauss: Dynamiden (Vals), Op. 1/3. TC Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu konse- ri 28 Aralık’ta. Şef: Fatih Salgar. kultur@cumhuriyet.com.tr 1. Avrupa Tiyatro Forumu, tiyatro mucizesinin hedefinde düşünce birliğine vardõ: Bilinçli toplum... Bilinçli birey... F ransa’nõn Nice kentinde, Akdeniz Üni- versite Merkezi’nin görkemli kongre salonunda karizmatik konuşmacõ, dü- şünür, yazar, gazeteci, eleştirmen, Bernard- Henri Lévy’yi dinliyoruz. 40 yõl öncesinin Pa- ris’inde “Yeni Filozoflar”õn simge adõ… Benim anõlar labirentimde, o zamanlar dünyayõ saran ’68 olaylarõnõ fazla “sol” bulduğu için açtõğõ tartõş- malarla yer etmiş. O gün bugün ürettiği sayõsõz kitapla bol tartõşma açmõş bir yazar… Birinci Avrupa Tiyatro Forumu’ndayõm. (Ge- çen pazar yazõmdan devam ediyorum) Forum için 33 ülkeden son bir yõlõ kapsayan tiyatroya iliş- kin bir rapor istenmişti. Gelen raporlar (Toplam 500 küsur sayfa) tiyatro dõşõndan birine, Bernard Henri Lévy’ye verilmiş ve bir sentez çõkarmasõ istenmişti. İşte Lévy’nin çõkardõğõ sonuçlarõn bir özeti: AVRUPA TİYATROSUNUN PANORAMASI 1) İlk sonuç: Birbirinden çok farklõ ülkeler, eko- nomik, politik, toplumsal, kültürel çeşitliliğe rağ- men, ister demokratik, yarõ demokratik, çeyrek demokratik olsun, gerçek şu ki tiyatrosuz modern toplum yok ve olamaz! 2) Tiyatro ile parasal güç ilişkisi her yerde var: Devlet yardõmõ, yerel yönetim, kamu, vakõf yardõmõ, özel sektör yardõmõ, sponsor… Somut gerçek şu ki: Artõk parayõ veren düdüğü çala- mõyor, çalmõyor! Neden? Çünkü özgürlük ol- madan tiyatro yapõlamaz, yapõlamõyor. 3) Son bir yõlõn bir başka gerçeği: Tiyatroda yeniden politikaya, politik konulara dönüş ege- mendi. Dünyanõn gidişatõ, tiyatrocularõ buna zor- luyordu. 4) Tiyatro, demokrasinin göstergesiydi. Tiyatro demokrasinin barometresiydi. Bir ülkede de- mokrasi geliştikçe, tiyatro da gelişiyordu. Nedeni açõktõ: Çünkü tiyatro aracõlõğõyla, toplum belle- ğini kazanõyordu. 5) Tiyatronun bir “yanılsama”, bir “illusion” olmasõ artõk geriliyor. Doğrudan yaşanmakta olan gerçeklikle ilintisi, bağõ güçleniyor. Bu da ti- yatronun bir çeşit modern direnişe dönüşmesi- ni sağlõyor. 6) Hiçbir zaman kitle sanatõ olmayan bir sa- nata bunca para niye ayrõlõr ya da ayrõlmalõ so- rusunu sõk sõk soran yöneticiler her zaman var ve hep olacak. Onlara verilecek yanõt, tiyatronun kendi içinde bir araç, bir alan, bir mucize oldu- ğu ve özünde özgür eylemi barõndõrdõğõ olmalõ- dõr. Tiyatronun karşõlõğõ ekonomiyle, parayla öl- çülemez. 7) İşte bütün bu özellikler şu gerçeği ortaya ko- yuyor: Tiyatro bilinçli toplumlar, bilinçli birey- ler yaratõyor, yaratmaya devam ediyor… FRANSA’NIN İÇİNE KAPANIKLILIĞI Kendi gözlemlerimden yola çõkarak da her maddesine katõldõğõm bu sentezi, özetin özeti ola- rak bile paylaşma nedenim, tüm bu eğilimleri, Türkiye’deki tiyatro yaşamõmõzda da izlemem- dir. Hayõr, tiyatrolarõ hakkõnda rapor istenen 33 ül- ke arasõnda Türkiye yoktu. Forum girişiminin di- namosu ve başkanõ olan Nice Devlet Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Daniel Benoin’den bunun yanõtõnõ õsrarla sordum ama alamadõm. (AB üyesi olmayan ülkelerden de, örneğin Gür- cistan, Norveç, Rusya’dan istenmişti. Buna kar- şõlõk Avrupa coğrafyasõnda olduklarõ halde Mol- davya ve Bosna’dan istenmemişti. Ne demek is- tediğimi anladõnõz herhalde.) Bu durumda Türkiye tiyatrosunu anlatmak, bu- radan tek çağrõlõ bana düşüyordu. Neyse ki yõl- lardõr İstanbul Tiyatro Festivali’ni izleyen kimi yabancõ eleştirmenler ve yabancõ festival yöne- ticileri, zengin tiyatro yaşamõmõzõn farkõnda ve bilincindeydiler. (Teşekkürler İKSV ve Dikmen Gürün!) Ancak açõlõştan sonraki günlerde top- lantõnõn sadece “Batı” ya da “Avrupa Birliği” değil, doğrudan Fransa’daki tiyatroya odaklan- dõğõnõ görecektim. Bir zamanlar dünya kültürlerine açõk olan, en azõndan farklõ kültürleri, farklõ sanatsal etkinlikleri “merak eden” Fransa’nõn bu tavrõ benim için düş kõrõcõydõ. SİZDE DEMOKRASİ VAR MI? Üç gün süren foruma Avrupa dõşõndan üç tiyatro topluluğu davetliydi. İzlediğim bu üç topluluktan biri, Hayfa’dan gelen Arap-Yahudi Tiyatro- su’ydu. Çok iyi niyetli ama çok çoook amatör dü- zeyde bir temsildi. Gerçek tiyatro tadõ aldõğõm, Gürcistan’dan gelen ünlü Rustavelli Tiyatro- su’nun sunduğu, efsanevi yönetmen Robert Sturua’nõn yönettiği “Asker, Aşk, Korumacı… Ve Başkan” adlõ eleştirel oyundu. “Özbek Tiyatrosu” diye takdim edilen Taş- kent’ten gelen ama bence Rus tiyatro geleneği- ni başarõyla sürdüren İlkhom Tiyatrosu Rusça “Orestia” oyununu sundu. (Oyuncularõn çoğu da Rus) Oyunun yönetmeni Mark Weil’in oyun sah- neye çõkmadan önce geçen yõl öldürülmüş olmasõ ilgiyi arttõran başlõca ögeydi sanki. Topluluğa ha bire sorulan “Sizde demokrasi var mı?” soru- su beni isyan ettirecekti. Oyuncular elli kere “Var” dedi ama Fransõzlar tatmin olmadõ. Hani “yok” deseler, tüm Batõlõlar rahatlaya- caktõ. Böylece Özbekistan’a demokrasi götürme misyonu vicdanlarõ rahatlatacaktõ. Ama bütün dünya, hepimiz artõk bu bir yerden bir başka ye- re “uygarlık”, “demokrasi” , “özgürlük” vs. taşõnmasõnõn nelere yol açtõğõnõ yeterince bili- yoruz sanõrõm… İşte, birinci Avrupa Tiyatro Forum’u böyle geçti! zeynep@zeyneporal.com faks: 0212. 257 16 50 SUNGU ÇAPAN Ç oğu kez ödüllerle döndüğü uluslarara- sõ festivallerin ardõndan nihayet bugün sinemalarda gösterime giren Sonba- har’õn kahramanõ, 8 yõl önce cezaevlerinde zorla ve inatla dayatõlan F tipi hücre uygula- masõna karşõ ölüm orucu yaparken sonuçta tam bir kõyõma (onlarca ölü, yüzlerce yaralõ) dönü- şen o meşum Hayata Dönüş operasyonundan ce- hennemi yaşayarak sağ kurtulmuş, solcu mah- kûmlardan biri Hemşinli Yusuf (Onur Saylak). Sosyalizme gönül vermiş, genç bir romantik dev- rimci üniversite öğrencisi olarak cezaevine gi- rip 10 yõl kadar çile doldurduktan sonra kötü- leşen sağlõk durumu nedeniyle salõveriliyor Yusuf filmin başõnda. Çünkü dört duvar ara- sõndaki malum koşullardan ötürü ciğerleri çok- tan iflas etmiş, bedenindeki tahribat büyük, açõk- ça belirtilmese de günleri sayõlõ. BİTİK VE KARAMSAR... Vurdumduymaz otoritenin gaddarlõğõ, so- rumlu yetkililerin inadõ on yõl süresince, gence- cik yaşõnda ömrünün sonbaharõna getirmiş onu, ölümü adeta kapõda. İçerdeyken onu hiç ziyaret etmeyen babasõ çoktan ölmüş, ablasõ evlenip ev- den uçmuş, Hemşince konuşan, yalnõz ve yaşlõ annesi Gülefer (Raife Yenigül) ise oğlunun kah- rõndan yemeden içmeden kesilmiş, daha doğru- su yaşamaktan vazgeçmiş nerdeyse. Ruhu ve be- deni üstünden geçen nice acõ ve travmanõn ar- dõndan alabildiğine örselenmiş, berelenmiş, sa- bit ama isyankâr bir suskunluğa gark olmuş, ko- yu bir hüzne ve yalnõzlõğa gömülmüş Yusuf, öz- gürlüğünün coşkusunu doyasõya yaşayamõyorsa da, Doğu Karadeniz’in yükseklerinde, sarp bir dağ köyündeki ana ocağõna dönmeyi, annesinin di- zi dibine sõğõnmayõ akõl ediyor yine de. Ama için- deki koyu hapishane atmosferini doğup büyüdüğü güzelim coğrafyaya ve genç sakinlerinin büyük kente göç ederek meydanõ tutucu yaşlõlara bõ- raktõğõ, boşalõp iyice õssõzlaşmõş köyüne de ta- şõyarak. Yusuf’un gözünden dõşardaki hayat da zaten hapishaneden farksõz gibi. Halk arasõnda 19 Aralõk (2000) katliamõ ola- rak adlandõrõlan o meşum Hayata Dönüş ope- rasyonunun vaktiyle TV ekranõndan irkilerek iz- lediğimiz, sert haber görüntülerinin Yusuf’un deh- şetengiz karabasanlarõ olarak aralara yerleştiri- lip filmin ağõr ve dingin temposunun yer yer kõ- rõldõğõ Sonbahar, kahramanõnõn içerdeki bitik, ka- ramsar ruh halini, dõşardaki özgür yaşamõnda da sürdürdüğünü vurgulayarak gelişiyor. Üniversite sõnavõnõ kazanamayõnca kaçõp kurtulamadõğõ köyünde mecburen baba mesleği marangozluğa talim eden, solculuktan çoktan vazgeçmiş, kar- da kõşta yeniden birlikte yaylaya çõktõğõ, mutsuz evliliğini yöreye özgü Nataşalõ kaçõşlarla devam ettiren, köydeki bitirim çocukluk arkadaşõ Mi- kail’le (Serkan Keskin) yeniden tazelenen dost- luğu da, annesinin bir an önce evlendirmek is- tediği, aslõnda gelecekten beklentisiz, kendine ve çevresine kayõt- sõz Yusuf’un derdine pek derman olamõyor sonuçta. Bir kitapçõda Rus romanõ ararken tesadüfen rastlayõp içki masasõnda Mikail saye- sinde tanõştõğõ, küçük çocuğu- nu Batum’daki annesine bõrakõp para kazanmak uğruna çõka- geldiği Doğu Karadeniz’de de- neyimli arkadaşõ Maria’yla (Ni- no Lejava) birlikte seks işçiliği- ne soyunarak ucuz otel ve pav- yonlarõ mesken tutmuş, güzel Gürcü kõzõ Eka (Megi Kobaladze), gençlik göz ağrõsõnõn çoktan başkasõyla evlen- diğini öğrenen Yusuf’un donuk gönlünde güller açtõrõp harcanmõş geçmişinin ağõr tortusuyla kaplanmõş yaşamõnõ anlamlandõrõr gibi oluyor- sa da heyhat. HEMŞİNLİ BAHTSIZ KAHRAMAN Yusuf harekete geçene kadar oturma izni bit- miş Eka beklemekten vazgeçip çocuğunun yanõna dönmeyi yeğliyor otobüse atlayarak. Derken Eka’nõn yanõna gitmeye kalkõşõyor zamanõmõzõn bu Hemşinli bahtsõz kahramanõ hemen pasaport çõkartõp. Yaşlõ annesinin yine tõpkõ çocukluğun- daki gibi çalmasõnõ istediği, Yu- suf’un da zaten döndüğünden be- ri onardõğõ eski tulumunu, çoktan tükenmiş ciğerleriyle üfleyerek adeta bizzat ölümünü çağõrdõğõ, gözyaşlarõna mani olunamayan bir finale bağlanõyor Sonbahar, insanõn boğazõna düğümlenen Hemşince söylenmiş, acõlõ bir ağõt eşliğinde. Momi adlõ kõsa bir filmi olan, yönetmen asistanlõğõndan yetişme, Hopalõ Özcan Al- per’in, öne çõkan ölüm ve aşk temalarõnõn yanõ sõra Sov- yetler Birliği’nin parçala- nõp, noktalanmasõ üzerine 70 küsur yõllõk sosyalizm yõkõntõsõnõn altõnda ka- larak küreselleşmeyle birlikte yeni bir dünya dü- zeninin egemenliğine girdiğimiz 1990’lõ yõllarõn nice kahõrlar çekmiş, acõlardan geçmiş romantik devrimci gençler kuşağõna (sabõrsõzlõk zamanõ- nõn güzel çocuklarõna) adanmõş bu ilk uzun fil- mi, öncelikle insanõn gerçekten gözünü alama- dõğõ, Hemşin-Artvin yöresinden şahane manza- ralarla, çarpõcõ mekânlarla bezeli görselliğiyle ele geçiriyor seyircisini, yer yer rahatsõz edici, dra- matik konusu kadar. Yönetmen Yeşim Ustaoğ- lu’nun Bulutlarõ Beklerken’inden aşina olduğu- muz, adõm başõ salõnan bir başka bulut kümesi- ne rastlanan o yüksek Karadeniz yaylalarõnõn ben- zersiz güzelliğini kameraman Feza Çaldõran’õn başarõlõ kadrajlarõyla kafamõza kakan filmin je- nerikte kimin eliyle düzenlendiği belirtilmeyen tulum-kemençe-yaylõ tambur ağõrlõklõ müzikle- ri de alabildiğine insancõl duygularõ aktarõyor baş- tan sona. YILINENİYİYERLİFİLMLERİNDENBİRİ Yusuf’u oynayan Onur Saylak’la Mikail ro- lündeki TV dizilerinden tanõdõk Serkan Kes- kin’in ve profesyonellere taş çõkartõrcasõna Gü- lefer anneyi canlandõran, Hopalõ amatör teyze Raife Yenigül’ün oyunlarõ da akõlda iz bõrakõ- yor.1990’larõn üstlerine göçtüğü, yalnõzlõkla ku- şatõlmõş Yusuf-Eka çiftinin hikâyesini, doğal ola- rak acemiliklerle dolu bir ilk filmden beklen- meyecek kadar ölçülü biçili, yalõn, insancõl ve et- kileyici bir anlatõmla sinemalaştõran, genç yö- netmen senarist Özcan Alper’in ölüm tarafõndan sarõp sarmalanmõş, kekremsi bir tat alarak çõktõ- ğõmõz bu Sonbahar’õ, ekrandan iki kahramanõ- mõzõn ayrõ düştükleri bir gece vakti, kendi baş- larõna seyrettikleri Rus yapõmõ Vanya Dayõ’dan yayõlan ‘her şeye rağmen yaşamak’ mealine uy- gun bir genel umudu ve insancõllõğõ da barõndõ- rõyor. Yusuf’un Eka’nõn penceresinden görüldüğü o Karadeniz’in tsunamiden farksõz, korkunç dalgalarõna karşõ, iskelede durduğu sahne gibi- sinden yõğõnla etkileyici sahne içeren Sonbahar, herhalde meraklõsõnõn kaçõrmayacağõ türden, iz bõrakan ve kuşkusuz yõlõn en iyi yerli filmlerin- den biri bizce. (F tipi döneminin üç isimli o Ada- let Bakanõ’nõn da bu Sonbahar’õ seyretmesini di- lerdim.) Yönetmen, senaryo: Özcan Alper / Kamera: Feza Çaldõran / Oyuncular: A. Onur Saylak, Megi Kobaladze, Raife Yenigül, Serkan Keskin, Nino Lejava, Cihan Çamkerten, Sibel Öz, Yaşar Güven / Kuzey Film 2007 (Tiglon) Sonbahar Genç yönetmen Özcan Alper’in yazõp yönettiği,1990’larõn acõlõ kuşağõna adanmõş, Altõn Koza’lõ, ödül rekortmeni ‘ilk film’i Sonbahar bugün gösterimde. SonbaharTiflis’tenödülledöndü Kültür Servisi - Ulusal ve uluslararasõ fes- tivallerde bugüne kadar toplam 9 ödül alan “Sonbahar” filmi; geçtiğimiz pazar gece- si ödül töreniyle sona eren “9. Uluslarara- sı Tiflis Film Festivali”nden ödülle döndü. Altõn Prometheus Ödülü’nü Sõrp asõllõ yö- netmen Stefan Arsenijevic’in “Love and Other Cirimes” filmiyle aldõğõ festivalde, Özcan Alper’in yazõp yönettiği Sonbahar “Gümüş Prometheus” ödülüne değer gö- rüldü. Adana Altõn Koza’da en iyi film ödü- lünü kazanan Sonbahar; Locarno, Roma Med Film, Antalya Avrasya ve Gezici Festi- val’den de çeşitli ödüller almõştõ. Hayata Dönüş’le gelen bir ölüm Aziz Nesin 93 yaşında İstanbul Haber Servisi - Yazar Aziz Nesin, 93. yaş gününde düzenlenecek kutlama töreniyle anõlacak. Nesin Vakfõ yararõna bugün Armada Otel’de gerçekleştirilecek izlence, saat 19.00’da başlayacak. Gecede Aziz Nesin’in oğlu Ali Nesin ile 68’liler Birliği Vakfõ Başkanõ Sönmez Targan birer konuşma yapacak. Sunuculuğunu Deniz Özen’in üstleneceği geceye sanatçõ Müjdat Gezen, Çağdaş Müzik Topluluğu, Yaşar Kurt ve Orkestrasõ ile Serhad Raşa da katõlacak. Dünya Edebiyatı Sempozyumu Kültür Servisi - Varlõk dergisinin 75. yõldönümü etkinlikleri kapsamõnda Santralistanbul’da düzenlenen ‘Aralõkta Dünya Edebiyatõ Sempozyumu’, dün İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektörü Aydõn Uğur’un yaptõğõ açõlõş konuşmasõyla başladõ. “Dünya edebiyatõndaki ‘dünya’ nasõl kurulur? Bu dünyanõn merkezleri, çeperleri nerededir, yazõnõn ulusla ve kozmopolitlikle ilişkisi nedir? Dünya yazõnõnõn eleştirisi nasõl yapõlõr? Kurallarõ var mõdõr ya da olmalõ mõdõr” sorularõna Bülent Somay, Bruce Robbins, Süreyya Evren, Jale Parla, Martin Puchner, Efe Çakmak, Pascale Casanova ve Péter Dávidházi’nin konuşmacõ olarak katõlacaklarõ panellerde yanõt arayacaklarõ etkinlik, cumartesi Harvard Üniversitesi’nden David Damrosch’un yöneteceği ve öğrencilerin katõlacağõ yuvarlak masa tartõşmasõyla sona erecek. (0 212 444 0 428) Çinli yazarlar ülkemizdeydi Kültür Servisi - Çin Halk Cumhuriyeti Yazarlar Birliği üyesi yazarlar, Türkiye Yazarlar Sendikasõ’nõn davetlisi olarak Türkiye’ye geldi. Yazarlar Birliği Divan Başkanõ Zhang Shengyou başkanlõğõndaki yazarlar, TYS’nin Beşiktaş’taki genel merkezini ziyaret ederek, yönetim kurulu üyeleriyle görüştü. Yazarlar Birliği kurulunda Zhang Shengyou’nun yanõ sõra şair Ban Gua, romancõ Li Jing, denemeci Li Ping, Halkõn Edebiyatõ Yayõnlarõ editörü Yan Han bulunuyordu. Türkiye’de ilk kez bir yazar örgütüyle resmi görüşme yapan Çin Halk Cumhuriyeti Yazarlar Birliği ile TYS, önümüzdeki günlerde karşõlõklõ yazõnsal ve kültürel etkinlikler yapmak için anlaşma imzalayacaklar. Otto Santral’da: Kruder ile Truby Kültür Servisi - Çok ender bir araya gelen dünyaca ünlü DJ’ler Peter Kruder ile Rainer Truby, Lounge 102 etkinlikleri çerçevesinde 20 Aralõk Cumartesi akşamõ Santral İstanbul’daki Otto Santral’da birlikte çalacaklar. Lounge müzik türünde çeşitli çalõşmalara imzasõnõ atmõş yapõmcõ Kruder, “soundtrack”lerin yanõ sõra Depeche Mode, Madonna ve Roni Size gibi tanõnmõş sanatçõlar için “remix”ler yapmõştõ. 1998’de dünyanõn en iyi DJ’si olarak açõklanan Truby ise “downtemp” ve hip-hop müzik türlerinin yanõ sõra elektronik müzikle cazõ birleştirmesiyle tanõnõyor. Ö zcan Alper’in “Sabırsızlık za- manının güzel çocuklarına” ada- dõğõ filmini izledim. Günlerdir et- kisinden, içimde koparttõğõ fõrtõnalardan uzaklaşamõyorum… Dünya festivallerinde ödül üzerine ödül kazanmõş olabilir… Benim filmden çok etkilenmemin nedeni çok az söz- cükle çok şey anlatmasõ… Slogan, politik söylem, mesaj tuzaklarõna düşmemesi… Duygudan ve duyarlõktan korkmamasõ… Ki- şilerini suskunlukla “konuşturması...” Re- feranslarõnõ edebiyatla bütünlemesi… Ha- pishaneyi, uçsuz bucaksõz dağlarla, son- suzluğa açõlan vadilerle yaylalarla anlatma- sõ… O muhteşem doğaya, õşõğa, rüzgâra, bu- luta, sise, kara saygõ ve sevgiyle yanaşõrken bunca önemli bir rol vermesi… Kişilerin sa- hiciliğine beni inandõrmasõ… Emeği geçen herkesi kutluyorum. ‘Sonbahar’ıgörün! Robert Sturua’nın “Asker, Aşk, Korumacı… Ve Başkan” adlı oyunundan.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle