24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 2008 PAZARTESİ 8 DIŞ BASIN dishab@cumhuriyet.com.tr DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Fransa’da Sosyalist Parti ‘Sol’a mı Dönüyor? Birleşik Devletler’de başlayan, kısa sürede gezegenin hemen tümünü etkisi altına alan devasa finansal kriz ve ardından gelen resesyon felake- tinin yarattığı kargaşa sürerken Fransa’da iktidarın alternatifi Sosyalist Parti, geçen 20-21 Kasım’da yapılan Kongre’sinde ‘Çoğul Sol’ politikalarına yeniden dönüşü simgeleyen Martine Aubry’nin, partinin merkez sağa ve tüm ‘demokratlara’ açıl- masından yana olan eski cumhurbaşkanı adayı Segolene Royal’a karşı ‘kıl payıyla’ da olsa par- tinin 1. sekreterliğini kazanmasıyla, en azından şimdilik düze çıkmış görünmektedir. Zira ilk sayımda kullanılan toplam 134 bin 784 oyun Martine Aubry’nin sadece 42 oy farkla kazan- masına itiraz etmesiyle partinin ulusal kurulu iti- razı gündemine almış ve sonuçta bu kez Martine Aubry’nin toplam oyların 67.451’ini alarak bu kez 42 oy farkıyla değil 102 oy farkla başkan seçildiğini ilan etmiştir. Ancak bu, karşıt taraflar arasındaki derin görüş ayrılıklarının ortadan kalk- tığı anlamına gelmemektedir. Segolene Royal, par- tinin 2012 başkanlık seçimlerinde aday olma niyetini sürdürdüğünü ‘2012 hemen yarın’ diyerek kesinlikle ortaya koymuştur. Martine Aubry’nin başkan seçildiğinin hemen ertesinde Royal’a işbirliği önermesine karşın, seçim sonuçlarının da açıkça ortaya koyduğu derin görüş ayrılıklarının bugünden yarına ortadan kalkacağını söylemek, kuşkusuz, mümkün değildir. Ancak sağ çevrelerin bu görüş ayrılıklarının partide bir iç patlamayla, giderek önü alınamayan bir ayrışmayla sonuçlanacağı konusundaki beklentilerinin gerçek- leşmesi ise uzak bir ihtimal olarak görünmektedir. Aslında seçime katılan adayların çokluğu, tıp- kı değişik görüşlerde olmaları gibi seçmenlerin tek aday konusunda anlaşmalarını engellemiştir. A- ma sonuçta asıl mücadele, partinin başkanlık seçimlerinde başarıya ulaşılmasını sağlayan ‘sol’un tümünü kapsayan ‘çoğul sol’ politikaları ile partinin başarısını merkeze, giderek demokratların tümüne açılmasında gören ‘iki temel farklı görüş’ arasında yaşanmış, partinin sol geleneğine sahip çıkılması ve ‘çoğul sol’ politikalarına devam edilmesi ağırlık kazanmıştır. Bunun için de Jospin’in ‘çoğul sol’ iktidarında Çalışma ve Dayanışma Bakanı olan, sağın hâlâ orasından burasından çekiştirdiği ünlü 35 saatlik çalışma haf- tasını yasalaştıran, eski Avrupa Komisyonu Başkanı Jacques Delors’un kızı Martin Aubry’nin partinin başkanlığına getirilmesi son derecede isa- betli olmuştur. Adayların birden fazla olması ve aralarındaki de- rin görüş ayrılıklarının neredeyse dengede olması, seçimleri kazananın da kaybedenin de az farkla kazanıp kaybetmesinde önemli payı bulunmak- tadır. Ama, yukarıda da belirtildiği gibi asıl mü- cadele, partinin sol kalması ya da sözde merkeze açılarak sağ partiler arasına katılması arasında ol- muştur. Humanite’deki başyazısında Jean-Paul Pierot (26 Kasım 08) sözü edilen görüş ayrılıklarının salt Fransız Sosyalist Partisi’ne özgü olmadığının altını çizmekte, sosyalist partilerdeki krizin genel olarak Avrupa sosyal demokrasilerinde görüldüğünü savlamaktadır. Ne var ki Fransa’da farklı olan emekçiler ve ilerici kesimler ‘sol’un bir- leşmesinden yana olmalarına karşın, sosyal-libe- ral ve Blair’ci tutumların Fransa’da kimi Avrupa ülkelerindeki benzerlerinin aksine, daha fazla dirençle karşılaşmasıdır. Bu yüzden Fransız Sosyalist Partisi’nde iki temel karşıt görüş ve düşünce birlikte, bir arada yaşamaktadır. Bun- lardan birincisi, kapitalist küreselleşmenin bir realite olduğuna inananlar ve ister istemez buna katılmak zorunda kalanlar, diğeri ise sol’un sosyal düzenleme politikalarına sadık olanlardır. Görü- nen o ki Sosyalist Parti’de birinci görüş şimdiye değin ağır basmıştır. Nitekim 2005’te Fransa’yı ve Avrupa Birliği’nin kuruluş felsefesinin özündeki ‘sosyal Avrupa’nın önünü kesen ve birliğin küre- sel sermayeye ve Amerika’ya muhkemce rampa edilmesine olanak veren ‘Anayasa tuzağına’ Hol- landa ile birlikte güçlü bir biçimde ‘hayır’ diyen Fransız halkının bu kazanımı, Sarkozy tarafından aynı amaca hizmet eden Lizbon anlaşmasının ka- bulü sırasında olayın referandumundan kaçırıl- masına oylamaya katılmayarak izin veren de, ne yazık ki özünden uzaklaşan Sosyalist Parti yöne- timi olmuştur. Segolene Royal’ın Sarkozy karşısın- daki yenilgisinin ardında partinin Fransız halkının AB Anayasası’na ‘hayır’ diyen eşsiz dinamiği ye- rine ayağı yere basmayan sanal bir değişim uğruna merkeze, giderek sağa açılma poli- tikalarına ağırlık vermesi yer almaktadır. Nicolas Sarkozy’nin krizin önlenmesi bahane- siyle krizin baş sorumluları bankalara, karşılığın- da hiçbir şey almadan 360 milyar Avro aktarması karşısında ses çıkarmayan Sosyalist Parti, Mar- tine Aubry’nin başkanlığa seçilmesiyle umarız işe bunu olduğu gibi, 2 milyona ulaşan işsizliğin, sokaklarda ölüp giden yüz bini aşan evsiz bark- sızın, OECD verilerine göre kamu borçlarının gayri safi iç hasılanın yüzde 75.9’una ulaşmasının hesabını sormakla başlayacak ve 2012’de Sarkozy döneminde iyice gemi azıya alarak halkın zararı- na semiren para babalarının iktidarını ‘çoğul sol’la noktalayacaktır. “AfganhalkıTaliban’ıdesteklemiyor,güvenlikleriniumursamayanhükümettennefretediyor” Afganistan çöküşün eşiğinde Afganistan’õn 65 bin askeri var, ancak ülkeyi kontrol etmek için 500 bin askere ihtiyacõ olduğunu söylüyor. Sovyetler, 100 bin askerine ve 150 bin Afgan askerinin desteğine rağmen ülkeyi elinde tutmayõ başaramadõ. Obama 7 bin ABD askerini Afganistan’a göndermeye hazõrlanõrken İspanyollarla İtalyanlar ülkeden ayrõlmaktan bahsediyor. Batõlõ liderler, daha çok Afganõ ordu için eğitmekten söz ediyorlar. Ancak bu “anahtarõ” Ruslar da denemişti ve anahtar deliğe girmemişti. ROBERT FISK ŞŞiddetin giderek arttõğõ Afganistan’da halk, hükümete duyduğu güvensizlik nedeniyle Taliban’la mücadelede devleti desteklemiyor. Aşiretlerden Taliban’a karşõ milis gücü oluşturma çabalarõ ise yõllardõr başarõsõzlõkla sonuçlanõyor. Afganistan’õn çöküşü dünyanõn düşündüğünden daha yakõn. Kandahar, şehrin merkezindeki bir karõş toprak dõşõnda Taliban’õn elinde ve örgütün ilk kontrol noktalarõ Kâbil’den sadece 24 kilometre uzaklõkta. Hamit Karzai’nin yolsuzluğa batmõş hükümeti, neredeyse Bağdat’õn Yeşil Bölgesi’ndeki Irak kabinesi kadar güçsüz. Kamyon şoförleri, ülkenin merkeze uzak bölgelerinde kendi mahkemeleri bulunan Taliban tarafõndan verilen çalõşma izinlerini yanlarõnda taşõyor. Kõzõl Haç, Afganistan’õn büyük bölümünde insani faaliyetlerin hõzla azaldõğõ ve son 11 ayda ölen NATO askerleri ve yaklaşõk 30 yardõm görevlisinin de aralarõnda olduğu 4 bini aşkõn kişinin üçte birinin sivil olduğunu açõkladõ. Hem Taliban’õn hem Karzai hükümetinin öldürdüğü tutuklu sayõsõ da bununla yarõşõyor. Afgan yetkilileri, bu ay içinde cinayet, adam kaçõrma ve tecavüz suçlarõndan beş kişiyi asarak idam etti. 100’den fazla kişi ise Kâbil’in ölüm listesinde. Bu, dünyanõn 2001’de Taliban’õ devirdikten sonra yaratma vaadinde bulunduğu demokratik, barõşçõ, güçlenen ve “kadın-erkek eşitliğine duyarlı” Afganistan değil. Başkentin dõşõnda ve ülkenin kuzey sõnõrõnda, hemen hemen bütün kadõnlar burka giyerken Keşmir, Özbekistan, Çeçenistan ve hatta Türkiye’den savaşçõlar Taliban saflarõna katõlõyor. Afganistan’da şu anda çoğu Avrupa pasaportu taşõyan 300’den fazla Türk savaşçõ olduğu düşünülüyor. Kâbil’deki bir şirket yöneticisi “Tanıdığım hiç kimse Taliban’ı yeniden iktidarda görmek istemiyor, ama insanlar güvenliklerini umursamayan hükümet ve meclisten nefret ediyor” diyor. Yardõm dernekleri ve BM için çalõşan Afganlar, işverenlerine Taliban’a bilgi vermeleri ve güvenli barõnaklar sağlamalarõ için üzerlerindeki baskõnõn giderek arttõğõnõ söylüyorlar. Kõrsal bölgelerdeki çiftçiler her iki tarafa duyduklarõ korkuyla yaşõyor. Kâbil’deki üst düzey bir STÖ yetkilisi, hem Taliban’õn hem de polisin köylüleri düzenli aralõklarla tehdit ettiğini belirtiyor: “15- 16 kişilik bir Taliban grubu, gece yarısı köy muhtarının kapısına dayanıyor, yiyecek ve ev istediklerini söylüyor. Muhtar da köylülerden gruba yiyecek vermesini istiyor, grubun camide kalmasına izin veriyor. Sonra polis ya da askerler gündüz köye gidiyor ve köylüleri Taliban’la işbirliği yapmakla suçluyor, masum insanları gözaltına alıyor ve insani yardımı kesmekle tehdit ediyor. Sonra da köyün Amerikalıların hava operasyonuyla vurulması tehdidi ortaya çıkıyor.” Amerikalõlar, Irak’ta yaptõklarõ ve Pakistan yetkililerinin Kuzey Veziristan sõnõrõnda yapmaya çalõştõğõ gibi, bir kez daha Taliban’la mücadele için “aşiretlere bağlı militanlar” yaratmaya çalõşõyor. Ancak bu sistem iki yõl önce ilk defa denendiğinde, ki o zamanki adõ Yedek Polis Gücü’ydü, bu girişim fiyaskoya dönüşmüştü. Yeni oluşturulan polis gücü çalõşmayõ bõrakarak tüm silahlarõ çalmõş ve özel militan olmuşlardõ. Umutsuzluğa düşmüş bir başka STÖ yetkilisi de “Şimdi ne zaman Kâbil’e yeni bir Batılı büyükelçi gelse her şey yeniden başa dönüyor. ‘Ne harika bir fikir, hadi yerel milisler yaratalõm’ diyorlar. Fakat bu sorunu çözmeyecek. Ülkede Taliban zulmünün ve Afganları öfkelendiren hava saldırılarının yanı sıra, eşkıyalık hüküm sürüyor. Uluslararası toplum oradan oraya savrulmayı bırakarak 4-5 yıl önce yapması gerektiği gibi temel meseleler üzerinde düşünmeli.” Yõllarõnõ Kâbil’de geçirmiş Batõlõlar için bunun ne anlama geleceği belli. “Demokrasi” gerçekten de Afganlarõn öncelikli hedefi mi? Afganistan’da güçlü bir federe devlet mümkün mü? Ve en önemlisi de gelişme gerçekten “ülkenin güvenliği” alanõnda mõ olacak? Amerikalõlarõn eskiden beri kullandõğõ “Asfaltın bittiği yerde Taliban başlar” sözü doğru değil. Taliban yeni yapõlmõş yollar üzerinde kontrol noktalarõ kuruyor. Afganistan Savunma Bakanõ, gücü belirsiz olan komutanlõğõna bağlõ 65 bin askere sahip, ancak Afganistan’õ kontrol etmek için 500 bin askere ihtiyacõ olduğunu söylüyor. Sovyetler, 100 bin askeri bulunmasõna ve 150 bin Afgan askerinin desteğine rağmen ülkeyi elinde tutmayõ başaramadõ. Barack Obama 7 bin ABD askerini Afganistan’a göndermeye hazõrlanõrken İspanyollarla İtalyanlar ülkeden ayrõlmaktan bahsediyor, Norveçliler ise 500 askerini savaştõklarõ bölgeden çekebilir. Batõlõ liderler, sürekli olarak “anahtar” konudan, yani giderek daha çok Afganõ ordu için eğitmekten söz ediyorlar. Ancak bu “anahtarı” Ruslar da denemişti ve anahtar deliğe girmemişti. “Biz” Afganistan’da kazanmõyoruz. Taliban’õ ezmek her zamanki gibi gerçek dõşõ bir düşünce. Afganistan Devlet Başkanõ Hamit Karzai Amerika’nõn bu berbat savaştaki asõl hedeflerinden biri olan Molla Ömer’le konuşmayõ denediğinde de bunun sonucu belliydi. Ve Molla Ömer Karzai’yle konuşmak bile istemedi. Bölünme, yani Afganistan’õn güneyini Taliban’a vermek ve diğer bölgeleri elde tutmak, kimsenin üzerinde tartõşmayacağõ bir seçenek, bu durum sadece Pakistan’la yeni bir krize neden olacaktõr. Çünkü Taliban’õn ana öğesini oluşturan Peştunlar, “Peştunistan” olarak adlandõrdõklarõ yapõyõ kurmak istiyorlar ve bu yapõ Pakistan’daki aşiret topraklarõnõn büyük bir bölümünü kapsõyor. Bu ayrõca, tarihte her zaman katliama yol açtõğõ görülen “Büyük Oyun”a ve güneybatõ Asya’da sõnõrlarõn yeniden çizilmesi sürecine geri dönüleceği anlamõna geliyor. İngilizceden çeviren: Merve Arkan (Independent gazetesi, 27 Kasım 2008) Mumbai saldırıları ABD planını bozdu JANE PERLEZ MMumbai’deki terör saldõrõlarõ, aralarõnda düşmanlõk bulunan ve nükleer güce sahip iki büyük ulus olan Hindistan ve Pakistan’õn, ABD ve özellikle de yaklaşan Barack Obama yönetimi desteğiyle yakõnlaşmakta olduklarõ bir dönemde meydana geldi. Eğer Hindistan, Mumbai’deki iyi planlanmõş terör saldõrõlarõnda Pakistan’õn parmak izlerini bulursa bu yakõnlaşma süreci ABD’nin de aleyhine olmak üzere kolayca zarar görebilir. Hindistan bu yöndeki şüphelerini dile getirmekte gecikmezken Pakistan bunlarõ yalanladõ. Ancak Mumbai saldõrõlarõndan kim sorumlu olursa olsun, bu saldõrõlarõn büyüklüğü ve uluslararasõ hedeflerin seçilmiş olmasõ sõradaki ABD yönetiminin işini güçleştirecek. Hindistan ve Pakistan arasõndaki yumuşama, Obama’nõn ve yeni Merkez Kuvvetler Komutanõ General David H. Petraeus’un yeni dõş politikasõnda temel bir ilke olarak ön plana çõkõyor. Amerikan yönetiminin hedefi, Pakistan’õn askeri kapasitesinin az bir bölümünü Hindistan’a, daha büyük bölümünü Pakistan’õn ruhunu parçalayan istikrarsõz aşiret bölgelerindeki militanlara karşõ kullanmasõnõ sağlamak. Pakistan ordusunun dikkatini Hindistan yerine Taliban ve El Kaide’ye vermesi, Afganistan’da NATO ve ABD güçleriyle savaşan militanlarõn zayõflatõlmasõ yönünde önemli bir adõm olacak. Ancak Mumbai’dekiler gibi büyük ölçekli saldõrõlar, ister yabancõ ister yerel Hint militanlar tarafõndan yapõlmõş olsun, ilişkileri bozacak, güvensizliği tetikleyecek ve bölgede ilişkilerin normalleşmesini hedefleyen ABD’nin isteklerini -en azõndan şimdilik- zedeleyecek. Önümüzdeki hafta eyalet seçimleri düzenlemeyi planlayan Hindistan’dan gelen ilk tepkiler Pakistan’õ suçlar nitelikte. Pakistan’a yönelik õlõmlõ tavrõyla bilinen Hindistan Başbakanõ Manmohan Singh de ulusa sesleniş konuşmasõnda sert bir tavõr sergiledi. Singh, saldõrõlarõn muhtemelen “dış bağlantıları” olduğunu, “ülke dışında konuşlanmış” bir grup tarafõndan yürütüldüğünü ve bu grubun, “komşularının” topraklarõnõ kullandõrdõklarõ ortaya çõkarsa bir “bedel” ödeyeceklerini söyledi. Başbakan Pakistan’õn adõnõ vermedi, ancak -muhtemelen Pakistan haber kanallarõ da dahil olmak üzere- herkes onun ne kastettiğini ve Hindistan ile Pakistan arasõndaki karşõlõklõ suçlamalarla dolu tarihin geri döndüğünü anladõ. Hindistan Times gazetesi, Hindistan’õn güvenlik birimlerinin, Mumbai saldõrõlarõnõn Leşker-i Tayyibe adlõ, Pakistan dõşõnda faaliyet gösteren İslamcõ bir militan grup tarafõndan düzenlendiğine inandõğõnõ yazdõ. Gazete, daha önceki terör saldõrõlarõnda da Hindistan’õn iddia ettiği gibi, Pakistan’õn istihbarat biriminin Leşker-i Tayyibe’ye bilgi verip yardõm ettiği iddialarõna da kõsaca değindi. Eğer Hindistan, istihbarat birimi ile terör saldõrõlarõ arasõnda en ufak bir bağ bulursa, iki komşu arasõnda gelişen görece sõcak ilişkiler şüphesiz tekrar buza dönecek. İlişkilerin soğumasõ da saldõrõlarõ düzenleyenlerin amacõ olabilir. Hindistan, 2001’de Yeni Delhi’de 12 kişinin öldüğü meclis baskõnõndan, Pakistan istihbaratõnõn desteklediğini savunduğu Muhammed Ordusu adlõ bir cihat örgütünü sorumlu tutmuştu. İki komşu, bu olaydan sonraki seneyi sõnõrlara yõğõlan askerleri ile savaşõn eşiğinde geçirmişti. Obama’nõn Güney Asya danõşmanõ olan Bruce Riedel’in “El Kaide’yi Arayış” adlõ kitabõna göre, Usame bin Ladin 1980’lerde, Keşmir’deki Hint yönetimine karşõ Leşker-i Tayyibe’nin kurulmasõ için Pakistan’õn istihbarat servisi ile birlikte çalõşmõş. Ancak Pakistan’õn yeni Devlet Başkanõ Ali Asıf Zerdari, ABD planlarõnõn öngördüğü gibi Hindistan’la daha yumuşak ilişkileri destekliyor. Bir işadamõ olan Zerdari, Hindistan ile Pakistan arasõndaki güçlü ticaretin faydalarõnõ da anlamõş durumda. IMF’den aldõğõ yaşamsal destekle ayakta duran Pakistan’õn, normalleşen ilişkilerden büyük yarar sağlayacağõ aşikâr. Zerdari ayrõca İslamabad’dan bir video kaydõ ile Hint dinleyicilere yaptõğõ bir konuşmada, Hindistan’õ “ilk nükleer saldırıyı yapmama” konusunda anlaşmaya çağõrmõştõ. Bu adõm, buna her zaman karşõ çõkan Pakistan ordusunda şok etkisi yaratmõştõ. Zerdari daha da ileri giderek Güney Asya’nõn nükleer silahlardan arõndõrõlmõş bir bölge olmasõ gerektiğini savunmuş, böyle bir amacõn da nükleer karşõtõ bir anlaşmayla gerçekleşebileceğini dile getirmişti. Zerdari, konuşmasõnda “Ben bunu parlamentoma kabul ettirebilirim, peki siz bunu Hindistan parlamentosuna kabul ettirebilir misiniz” diye sormuştu. Pakistanlõ yetkililer ise Devlet Başkanõ’nõn bu duygularõnõn Pakistan’õn güçlü güvenlik birimlerinin politikalarõnõ yansõtmadõğõnõ, birimlerin varlõğõnõn Hindistan’õn düşman olarak ortaya çõktõğõ 61 yõl önceki bölünmeye dayandõğõnõ açõklamõştõ. Londra’daki Asya-Pasifik Vakfõ’nõn uluslararasõ güvenlik direktörü Sajjan M.Gohel, “Zerdari, Hindistan ile ilişkilerin iyileşmesini istiyor. Ancak bunun için Pakistan’ın güvenlik takımının tam desteğine ihtiyacı var. Ancak Zerdari buna sahip değil” diyor. Hindistan ile Pakistan arasõndaki havanõn iyileşmesine yönelik adõmlar Mumbai saldõrõlarõnõn olduğu gece de devam etmekteydi. Terör saldõrõlarõ maydana geldiği sõrada, Hindistan’da 4 günlük bir gezide olan Pakistan Dõşişleri Bakanõ Şah Mahmut Kureşi, Hindistan Dõşişleri Bakanõ Pranab Mukherjee ile terorizm, ticaret ve vizelerin gevşetilmesi konusundaki diyaloglarõnõ henüz tamamlamõştõ. Saldõrõlardan etkilendiği belli olan Kureşi, perşembe günü konuştuğu Hint televizyonlarõnda, saldõrõlarõ “barbarca” olarak niteledi. Kureşi, her iki tarafõ da refleks niteliğindeki tepkilerden uzak durmalarõ konusunda uyarõrken, alõşõlmõş “suçlama oyununu” da bir kenara bõrakmaya çağõrdõ. Üst düzey Pakistanlõ yetkililer de saldõrõlarõ kõnadõ. Ancak Hindistan Başbakanõ’nõn suçlayõcõ tavrõ da Pakistan tarafõnda bir hayal kõrõklõğõ yarattõ. “Daha soruşturma bile başlatılmadan bu terör saldırılarından Pakistan’ı veya Pakistanlıları sorumlu tutmak yanlış” diyen Pakistan’õn ABD Büyükelçisi Hüseyin Hakkani, “Kendisi de terör kurbanı olan bir ülkeyi suçlayarak siyasi puan kazanmak yerine, Hintli liderler Pakistan’ın seçilmiş liderleriyle birlikte çalışıp teröre karşı ortak bir cephe oluşturmalı” şeklinde konuştu. Karaçi Üniversitesi’ndeki öğretim görevlilerinden Munis Ahmar’õn dediği gibi, taraflar sağduyulu davranmadõğõ takdirde Mumbai saldõrõlarõnõn amaçlarõndan biri gerçekleşmiş olacak ve Hindistan ile Pakistan ilişkilerinin normalleşmesini öngören ABD planlarõndan da vazgeçilmek zorunda kalõnacak. Ahmar’a göre bu, “iki ülke arasındaki ilişkileri istikrarsızlaştırmak adına dikkatle ve özenle oluşturulmuş bir komplo”. İngilizceden çeviren: Onur Uygun (New York Times, 27 Kasım) Teröreylemleri,Hindistan-Pakistan yakõnlaşmasõnõistemeyenlerinişiolabilir Saldõrõlar, Hindistan ve Pakistan arasõnda güvensizliği tetikleyince ABD’nin dinci militanlara karşõ mücadele planõ bozuldu. ABD, iki ülke arasõndaki ilişkilerin normalleşmesini, böylece Pakistan ordusunun, Taliban ve El Kaide’ye karşõ mücadeleye odaklanmasõnõ istiyor. LÜLEBURGAZ 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ'NDEN 2008/339 E. Davacõ Karbuzoğullarõ İnşaat Taahhüt Tekstil Elek- trik Gõda Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi vekili tara- fõndan mahkememizde açõlmõş bulunan İflasõn Ertelen- mesi davasõnõn tensip kararõ uyarõnca; "davacõ Karbuzoğullarõ İnşaat Taahhüt Tekstil Elek- trik Gõda Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi (Kocasinan Mah. Denktaş Sok. No: 5 Lüleburgaz/Kõrklareli) vekili Av. N. Nilay Er tarafõndan mahkememizde iflasõn erte- lenmesi davasõ açõlmõş olduğundan, bu talep nedeniyle haklarõnõn zedelendiğini iddia eden gerçek ve tüzelkişi- lerin ilanõn yayõnlanmasõndan itibaren 15 gün içinde mahkememize başvurarak müdahale ve itiraz talep ede- bilecekleri, bu süre içinde müdahale ve itiraz talebinde bulunmayanlarõn, daha sonra yapacaklarõ itiraz ve mü- dahalelerin kabul edilmeyeceği, talepten vazgeçmiş sa- yõlacaklarõ. Ayrõca açõlan davanõn duruşmasõnõn 23.12.2008 günü saat 11.00'da HUMK'nun 507-510. maddelerine göre icra edileceği, taraf ve süresinde mü- dahale talebinde bulunan ilgililerin duruşmada hazõr bu- lunmadõklarõ takdirde yokluklarõnda karar verileceği" hususlarõ ilan olunur. 16.09.2008 Basõn: 65211
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle