06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Bizim oralõdõr Saint Nicholas. Belçikalõlar hep anlatõrlar. O da “bir göçmen” buralarda… Rivayete göre Türkiye’de doğdu, Antalya’nõn güneşinde õsõtõp kalbini, çocuklarõn koruyucusu, babacan bir aziz oldu. Hollanda ve Belçika’ya geldiğinde Flamanlar “Sinterklaas” dediler ona. Daha sonra, Amsterdamlõ tacirlerin sohbetlerinde okyanus aşõp, Amerika’ya uzandõğõnda “Santa Claus” oldu “Noel Baba”. Koca göbekli Noel Baba, Amerikalõlarõn pazarlama şampiyonu ellerinde alabildiğine sevimlileşti zamanla. Şöhreti dünyayõ tuttu. Ticareti pek seven Belçikalõlar ve Hollandalõlar da kõrmõzõ giysilere bürünmüş tombul Noel Baba’yõ yeniden ithal edip, oyuncaklar/oyuncakçõlar dünyasõna buyur etmekte bir sakõnca görmediler. Öte yandan kõrmõzõ pelerinli, eli asalõ, Papa kõlõklõ, ağõrbaşlõ, yerli malõ “Sinterklaas”larõndan da hiçbir zaman vazgeçmediler. Noel Baba 25 Aralõk, Sinterklaas ise 6 Aralõk sabahõ, damdan dama sõçrayarak, yõl boyu “uslu durmuş çocuklara” hediyeler taşõr. Belçika’nõn Sinterklaas’õ da Brüksel’in caddeleri gibi, biri Flamanca diğeri Fransõzca iki farklõ isimle anõlõr. Flamanlarõn “Sinterklaas” dedikleri uzun beyaz sakallõ aziz, Frankofonlarõn dilinde “Saint Nicholas”tõr. Oyuncak satõşlarõnõn çõlgõnlõğa vardõğõ bugünlerde, Saint Nicholas’lar alõşveriş merkezlerindeki köşelerine kurulmaya başladõlar. Görkemli tahtlarõna tõrmanõp, kucaklarõna gömülen çocuklarla bol bol hatõra fotoğrafõ çektiriyorlar. Belçikalõlar, her çocuk için yõlda ortalama 339 Avro’luk oyuncak alõşverişi yapõyorlar. Bu miktarõn en büyük kõsmõ ekim, kasõm ve aralõk aylarõnda harcanõyor. Büyük şirketler, çalõşanlarõnõn çocuklarõna Saint Nicholas’õn pahalõ oyuncaklar dağõttõklarõ eğlenceler düzenliyorlar. Oyuncakçõ vitrinlerinde çocukluklarõna dalõp giden ebeveynler, aile büyükleri, hatõrõ sayõlõr miktarlarda mesai ve para harcõyorlar Saint Nicholas adõna. Bir çocuğun yolunun düşebileceği her yerde bir Saint Nicholas heyecanõdõr gidiyor.. Uzun süre “büyüsüne” pek vâkõf olamadõğõm, ihtiyar Saint Nicholas bizim eve ilk defa geçen yõl uğradõ. O aralar, sonunda dilini söktüğü anaokulundan her gün, heyecan verici başka bir bilgiyle dönüyordu evin küçümeni; “Saint Nicholas kurabiyeye bayılırmış! / Şöminenin önüne kurbiye koymalıymışız! / Saint Nicholas’ın atı da varmış! / Ona da havuç bırakmalıymışız! / Saint Nicholas ev ev dolaşmaktan çok yorulurmuş! / Geldiğinde içmesi için birkaç şişe bira ve su hazır etmeliymişiz! / Biraların kapakları açık olmalıymış! / İçine şeker doldurması için bir çift de ayakkabı koymalıymışız geceden! / Saint Nicholas 5 Aralık gecesi geliyormuş!!! / Daha kaç defa uyuyup kalkmak lazımmış?” Sonunda heyecanla beklenen gün geldi. Her şeyi özene bezene hazõrladõ küçük eller… Havuçlar, biralar, kurabiyeler, minicik yazlõk, kõşlõk ayakkabõlar, terlikler askeri nizamda yan yana dizildi. Ayrõca Aziz Nicholas’õn Belçikalõ evlerde kolay kolay bulamayacağõ, Türk misafirperverliğine yakõşõr başka ikramlar ilave edildi şömine başõ çilingir sofrasõna; kõrmõzõ peçete, birasõ için bardak, ‘beyaz atına’ ‘beyaz’ süt gibi… Küçük ellerin sahibi “Havuçlardan biri çok eskimiş, at beğenmeyecek” diye söylene söylene uyuyakaldõ heyecanlõ günün sonunda.. Derin uyku nefesi duyulur duyulmaz, önce “pörsümüş” olanõ hariç, diğer havuçlar buzdolabõna geri döndüler. Günlerce hayali kurulan oyuncak paketi saklandõğõ yerden çõktõ. Boşalõp devrilmiş bira şişeleri, kurabiyelerin kõrõntõlarõ, buruşturulup atõlmõş kõrmõzõ peçete, yarõlanmõş su şişesi, şömineden sağa sola dağõlmõş odun parçalarõ, en ufak bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde düzenlendi. Tabii ki Saint Nicholas o gece atõyla birlikte şömineden sessizce içeri kayõp, kendisi için hazõrlanmõş her şeyi afiyetle yemiş içmiş, ortalõğõ biraz dağõttõktan sonra bir yõl boyunca uslu duran küçük kõza hediyesini bõrakõp gitmişti. Sabah küçük çõplak ayaklar daha güneş doğmadan pat diye yere düştüğünde, şöminenin önünde bekliyordum çoktandõr. Hangimiz daha heyecanlõydõk bilmiyorum. Saint Nicholas’õ yüzlerce yõldõr yaşatan sõrrõn keyfi karşõmda zõp zõp zõplõyordu. Kucağõnda yeni oyuncağõ, kocaman gözlerle nefes almadan konuşuyordu bir yandan da… “Bak işte söyledim sana o eski havucu beğenmemiş / Kokuyu duyuyor musun at kokmuş burası / İnanamıyorum at kokmuş / Odunları da dağıtmış yaramaz Saint Nicholas / Ooooo ne çok şeker bırakmış / Ne iyi değil mi Saint Nicholas?” Çocuklarõn koruyucusu “Antalyalı Saint Nicholas” o… Kötü olur mu hiç? Milano’da bisiklet; metro, tramvay ve otobüse alternatif bir başka kamu aracõ olmaya hazõr. Milano Belediyesi’nin “Yeni bir kamu aracı doğuyor: bisiklet” sloganõyla kent yaşamõna kattõğõ “bike sharing” 28 Kasõm’dan itibaren Milano’da hayata geçiyor. Ekolojik bir araç olarak nitelenen, çevreyi kirletmeyen bisiklet taşõmacõlõğõ, ilk aşamada 65 istasyon ve 800 bisikletle hizmet verecek Milanolulara. Belediye otobüsleri, metro ve benzeri yüzey araçlarõnõn işletmeciliğini yürüten ATM’nin kontrolündeki bisiklet hizmeti, müşterilere kentin 65 farklõ noktasõnda elektronik kart karşõlõğõnda seçtiği bisikleti bir taşõma aracõ olarak kullanabilmesini, istediği hedefe ulaşabilmesini sağlõyor. 5 milyon Avro’luk bir bütçeyle kent yaşamõna kazandõrõlan bisiklet kullanõmõnda yõllõk abone ücreti 25 Avro, ilk 30 dakika hizmet ücretsiz. Sonraki her yarõm saatlik kullanõm için 50 kuruş ödeniyor. Her kullanõcõnõn bisikleti bulunduğu istasyondan alabilmesi için elektronik bir kart kullanmasõ gerekiyor. Bisiklet çevre dostu bir taşõt ve ekonomik olduğu için tercih edildi Milano’da. Milano Belediyesi, en azõndan kent merkezinde bundan böyle halk bisikleti tercih edeceğinden taşõt trafiğinden kaynaklanan kirliliğin büyük ölçüde azalacağõnõ ümit ediyor. Öte yandan, benzin fiyatlarõnõn gitgide tõrmandõğõ bu güç dönemde, ağõrlaşan ekonomik kriz de göz önüne alõndõğõnda bisikletin neden tercih edildiğini anlamak daha kolay. Milano inişli-çõkõşlõ bir şehir olmadõğõ için bisikletle hareket etmek açõsõndan uygun. Kent genelinde oluşturulan 65 bisiklet istasyonu şehrin farklõ noktalarõnda bulunan müşteriye sabah saat 07.00’den gece 23.00’e kadar hizmet verecek. Telekameralar yerleştirilene kadar bisiklet istasyonlarõnda güvenlikten sorumlu personel geçici olarak görev yapacak. Ocak 2009’dan itibaren haftalõk bilet 6 Avro’dan, gündelik bilet ise 2.5 Avro’dan satõşa sunulacak. Bisiklet kullanõcõlarõnõn elektronik kartõ şahsa özel olacak. Bisiklet istasyonlarõnõn 2009 yõlõnda 300’e ulaşmasõ ve 5 bin bisikletin Milano’da hizmet vermesi hedeflenmekte. Bisiklet kullanõmõnõn yaygõlaşmasõ hiç şüphesiz Milanolularõn tercihlerini değiştirecek. Şehri bugünlerde donatan afişlerde “Araba mı istiyordun? Şimdi pedal çevirme zamanı” sloganõ ile Milano halkõ arabalarõnõ terk etmeye ve bisikletle hareket etmeye davet ediliyor. C M Y B SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] İkimiz de geç kaldõk... Gündüz Aktan’õ 1988’in yõlbaşõ öncesinde tanõdõm. Büyükelçi olarak atandõğõ Atina’da ilk günleriydi. Başta Türk-Yunan ilişkileri olmak üzere, ilgilendiği ya da ilgisini çekmeyen hemen her konuda çok detaylõ bilgilere sahip biriydi. Piposundan aldõğõ dumanõ gõdõm gõdõm içine çekerken tanõşmamõzõn ilk öğüdünü vererek: “Ben burada yeniyim ama mesleğim gereği konulara vâkıfım. Sen de benim gibi yenisin ve altı ayda Türk-Yunan ilişkileri konusunda hiçbir şey öğrenemezsin. Gözünü dört aç. İlişkilerle ilgili bol kitap oku (bazõ kitaplarõ kendisi vermişti). Yunan hükümetlerinin, bakanlıklarının (özellikle Dõşişleri bakanlõğõ) açıklamalarına, basında yer alan haberlerin üzerine balıklama atlama. Stratejik düşün. Okurken hem kurt hem de kuzu ol. Çünkü Türkiye olsun, Yunanistan olsun kim ne açıklama yaparsa yapsın, satır aralarında muhakkak bir anlam yüklüdür. Üstelik kesinlikle bir hedefe yöneliktir. Bunu zaman içinde tecrübe kazandıkça anlayacaksın” diye uyarmõştõ. Bu konuşmamõzõn üzerinden 48 saat geçmeden Batõ Trakya’daki 29 Ocak 1988 olaylarõ patlamõştõ. Ayağõnõn tozu ile sert bir Türk-Yunan diplomatik savaşõnõn içinde bulmuştu kendini. O dönem dostluğumuz daha bir pekişti Gündüz Aktan’la. Sonraki aylarda ikinci kattan bodrum kata indirdiği büyükelçilik odasõnda bir taraftan görevinin stratejik önemini çok iyi kavramõş bir diplomat olarak işlerini yaptõ, diğer taraftan boş zamanlarõnda dönemin başbakanõ Turgut Özal’õn La Turquie en Europe (Plon, Paris, 1988) isimli kitabõnõn yazõlmasõna katkõ sağladõ. Ama ikimiz için en hareketli dönem 29 Ocak 1990 günü ve sonrasõnda yaşandõ. Batõ Trakya’daki 29 Ocak 1988 olaylarõnõ anmak amacõyla Gümülcine eski camide mevlit okutmak isteyen Türkler, iki yõl sonra 29 Ocak 1990 günü devletin kontrolünde olan fanatik Yunanistanlõlarõn saldõrõsõna uğradõlar. İskeçe müftüsü M. Emin Aga’ya linç girişiminde bulunan gruplar, bölgeye giden Türk gazetecilere de saldõrmaktan geri kalmadõlar. Olaylarõn başladõğõ gün o dönem AA’da görev yapan Murat Akgün’le (şimdi NTV Ankara temsilcisi) ilk uçakla bölgeye ulaştõğõmõzda, dükkânlar, evler, işyerleri saldõrõya uğrayõp yağmalanmõş, Türkler evlerinden çõkamaz hale getirilmişlerdi. Otelin beşinci katõndaki odamõza girmemizden beş dakika sonra (resepsiyondan) gelen telefonda, ikimizin de Batõ Trakya dõşõna çõkmamõz aksi halde Türklerin başõna gelenlerin (linç) bizim de başõmõza geleceği uyarõsõ yapõlõyordu. Dõşarõya telefonla ulaşmamõz engellendiği için mecburen Gümülcine’den, Dedeağaç’a gitmeyi kararlaştõrdõk. Otelin kat aralarõnda sivil insanlarõn (çoğu polis) sert uyarõlarõ(!) altõnda taksiye binip bölgeden ayrõldõk. Sonunda gece yarõsõ Dedeağaç’taki otelden Atina Büyükelçiliği’ne haber verip dönemin Büyükelçisi Gündüz Aktan’a gelişmeleri aktardõğõmõz saatlerde, linç için peşimizden Dedeağaç’a gelenler, otelimizin önünde bize karşõ intikam çõğlõklarõ atõyorlardõ. O dakikadan sonraki gelişmeler, Aktan’õn uyarõsõyla dönemin Dõşişleri Bakanõ Mesut Yılmaz’õn devreye girerek karşõlõklõlõk kriterleri dikkate alõnõp misilleme yapõlacağõ mesajõ, Gündüz Aktan’õn bizi almak için gönderdiği zõrhlõ aracõn hayatõmõzõ kurtarmasõ ve ertesi gün yeniden Gümülcine’deki vahşeti ve talanõ bağlõ olduğumuz kuruluşlara aktarmamõzla son buldu. 27 Temmuz 1991 tarihinde Atina’dan ayrõlmadan önce son kez görüştük ve helalleştik. Büyükelçiliğin bodrum katõndaki odasõnda piposunu nefeslerken “Unutma, ben senin B. Trakya’da hayatını kurtardım, bakalım sen ne yapacaksın?” diye takõldõ. O Atina’ya geldiğinde ya da ben Türkiye’deyken fõrsat bulursak bir araya gelir konuşur, dertleşirdik. Kimse bilmezdi, bilmelerinin de gereği yoktu. Çok önemli bir diplomat, fikir adamõ ve siyasetçiydi. Özel ilgi alanõ ise Ermeni sorunuydu. Bu amansõz hastalõğa yakalandõğõnõ bilmiyordum. Zaten o da bilmiyormuş (geç tanõ konuldu). Bilsem bir böbreğimi seve seve verirdim. Ona olan hayat borcumu belki böyle ödeyebilirdim, ama olmadõ. İkimiz de geç kaldõk. Allah rahmet eylesin. [email protected] ASLI KAYABAL MİLANO MURAT İLEM ATİNA Japonya’nın başkenti Tokyo’nun güneybatısındaki Yokohama Körfezi’nde kurulu “Hakkeijima Sea Paradise” eğlence parkında, 500 balık çeşidini ve 100 bin deniz canlısını doğal ortamlarına yakın şartlarda izlemek mümkün. Noel Baba kılığındaki bir bakıcının beslediği yavru beyaz balina ise deniz canlıları içinde şirinliğiyle dikkatleri üzerinde topluyor. Doğduklarında yaklaşık 1.5 metre uzunluğunda olan yavru beyaz balinaların boyu büyüdüklerinde 5 metre civarına çıkabiliyor. (Fotoğraf: AP) Krize panzehir kültür Başlõğõ görünce iyimserler muhtemelen gülümseyecek, kötümserler de “hadi ordan” deyip belki altõnõ bile okumayacak. Haddimiz olmayarak hatõrlatalõm ki, yeryüzünden hayalperestlerle maceraperestler geçmemiş olsa “Taş Devri”ne bile ulaşamazmõşõz. “Mışız!”... İlim eşrafõnõ bilemeyiz. Ancak bilim insanlarõnõn teslim ettiği bir gerçek bu. “Uyanık” gazeteci kurnazlõğõyla attõğõmõz manşetin altõndan nüansõ deşelim. Aslõnda yazõmõzõn hareket noktasõ, kültürün krizden etkilenmeyen (!) bir endüstri olduğuna dair düzenlenmiş bir forum haberinden kaynaklanõyor. Ama belki yazõnõn devamõ çeşit çeşit siyasetlerin, kallavi bütçelerin, pek parlak ticaretlerin üvey evladõ “kültür endüstrisi”nin ötekilere örnek oluşturabileceği görüşü kimilerine fikir veya ilham, heves veya umut aşõlayabilir. Müşkülpesentlerin, püristlerin eleştirel nefesini ensemde duyuyorum: “Sen kültüre ‘endüstri’ tamlamasını takıyorsan, zaten bitmişsin, uçmuşsun, kayıpsın!!!” Geçen17-18 Kasõm’da tiyatro festivaliyle ünlü ortaçağ kenti Avignon yeni bir girişime sahne oldu. Diğer namõnõn “kültür Davosu”na çõkmasõnõ isteyen “1. Avignon Forumu”, çoğunluğu Fransa ve Avrupa’dan olmak üzere uluslararasõ kültür camiasõndan 270 kişinin katõlõmõyla burada toplandõ. AB Dönem Başkanõ Fransa’nõn öncülüğünde başlatõlan buluşmanõn bundan böyle her yõl Avignon’da düzenlenmesi öngörülüyor. Nicolas Sarkozy öncesi devrin son Kültür Bakanõ, şimdilerde AB Fransõz Başkanlõğõ Kültürel Boyut Elçisi Renaud Donnedieu de Vabre’õn bir düşüncesinden ve de himayesinde doğan Avignon Forumu “kültür ve medya dünyası”nõn ileri gelen çehreleriyle “iktisat gezegeni”nin ileri giden (cf. Turan Güneş) uzmanlarõnõn yolunu kesiştirmeyi hedefliyor. 17 ve 18’inde, ilk ve son sözleri şimdiki Kültür ve İletişim Bakanõ Christine Albanel ederken ara nağmeler bizzat Başbakan François Fillon’dan gelmiş. Hem de ülkenin sosyopolitik-ekonomik yönetimini verimlilik, üretkenlik muhasebesi çetelesine indirgeyen Sarkozy’ye oranla ne nağmeler... Fillon’un ünlü Papalar Palasõ’nõn kapalõ salonlarõndaki sözlerine bir kulak verin hele: “Hayır, kültür keyifli refah dönemlerinde sunulabilen lüks bir hediye değil, sıkıntılı devirlerin büyüme, kalkınma çabasında bile kullanılabilecek bir aracıdır. Dünya gündeminin gerektirdiği gelişmeye ciddi katkıda bulunabilir. Kriz hepimizi bir yaratıcılık, sinerji sıçramasına itmektedir. Tam bir zekâ ve akıl savaşı olan küreselleşme çağında kültürel kimlik gerçek bir silahtır...” Sözlerin Mösyö Fillon’un okuduğu kâğõtta kalõp kalmayacağõna dair kehanetler yerine eldeki somutlara bir göz atalõm. Kültür sanayii 2005 itibarõyla AB’de 650 milyar Avro’luk cirosu, 5 milyon çalõşanõyla birliğin “baba” sektörlerden biri. Fransa’da kültür sektörü çalõşanlarõnõn sayõsõ yarõm milyonu aşarken 21.6 milyar Avro’luk yõllõk gelirleriyle “kültürcüler” ülke ortalamasõnõn bir hayli üstünde bir düzeye sahipler. Ülkede yüksek okul diplomalõ ücretli oranõ yüzde 26 iken, sektörde yüzde 48. Kültürcülerin zararõna tek boyut, iş-istihdam istikrarsõzlõğõ. Başka bir deyişle “hayat boyu iş garanti”leri pek düşük. (Şu dönemde kimin yüksek diyeceksiniz...) Fransõzlar toplam harcamalarõnõn yüzde 4.5’ini kültüre sarf ediyorlar. AB’nin 2006 dõş ticaret verilerine bakõlõrsa “kültür kalemi”nde 3 milyar Avro fazlasõ var. Dünyanõn en çok “kültür” tüketen halklarõnõn Avrupa’da olduğu hatõrlanõrsa bu 3 milyar fazla daha da öte bir anlam arz ediyor. Merak şeytanõ dürttü, aradõk. Hani Türkiye’nin de içinde yer almakla övündüğü G20’lerden Çin’in şu anda en yoğun yatõrõm yaptõğõ sektörler arasõnda “kültür” ilk 5’e giriyor. Alt kalemlere yaklaştõğõmõzda devletin en yakõndan mimari, sinema ve gösteri sanatlarõ ile ilgilendiğini görüyoruz. Zira “komünist rejim” (!) sanatõn toplumsal rolü kadar iktisadi rekabet gücünü arttõrõcõ etkinliğini de fark etmiş bulunuyorlar. Dünyanõn en çok satan 10 “güzel sanatçısı” arasõnda 3 Çinli var. Eserlerinin yüzde 95’ini yine Çin özel veya kamu sektörü satõn alõyor, aynen 2. Dünya Savaşõ’nõn hemen ertesinde ABD’nin yaptõğõ gibi. Bugün tepe taklak düşen borsalardan, gümbürdeyen şirketlerin hisselerinden, batan gemilerin navlunlarõndan kurtarõlanlarõn ciddi bir kõsmõ evrensel sanat değeri yüksek koleksiyon eserlerine gidiyor. Geleneksel sanayilerin mezarlõğõ diye bilinen Kuzey Fransa’nõn hiçbir özelliği olmayan gri kentlerinden Lille 2004’te Avrupa Kültür Başkenti’ydi. Kent 12 ayda 9 milyon ziyaretçi çekti ve 72 milyon Avro ekstra hasõlat sağladõ. 2003’te 308 binlik turist sayõsõ 2004’te 823 bine yükseldi. Turizm sektöründe yüzde 7’lik yeni bir istihdam hacmi kazanõlõrken Air France seferleri yüzde 10 arttõ. Lille 4 yõl önce sağladõğõ imajõ ve sanat/kültür altyapõlarõ sayesinde bugün 2004 rakamlarõnõn bile üstüne çõkabiliyor. Yaşananlarõn yepyeni olgular olmadõğõnõ gerçek sağduyulular artõk biliyor. Solduyulular yõllardõr söylüyor. 2009-2010’un Fransa’da “Türk sezonu”, yine 2010’da İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğunu hatõrlatõp, 1981’de cumhurbaşkanõ seçilen sosyalist lider François Mitterrand’õn şu sözlerini eklemekle yetinelim: “Kültüre yatırılan her kuruş, ekonomiye yapılmış bir yatırımdır. Böylelikle yalnızca ‘sağlam bir değer’e sahip olmakla kalmazsınız, ‘mutluluk’ veren bir artı kazanmış olursunuz.” [email protected] UĞUR HÜKÜM PARİS ÇİMEN TURUNÇ BATURALP BRÜKSEL Antalyalõ Aziz Nicholas Milano’nun yeni kamu taşõtõ bisiklet Minik beyaz balinanın şirinliği
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle