29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 OCAK 2008 CUMA 4 HABERLER Üniversitelerarası Kurul Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın’dan türban girişimlerine sert tepki DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Uğur Mumcu Işık Tutmayı Sürdürüyor 15 yıl oldu Uğur’u yitireli. 24 Ocak 2008’de de Türkiye’nin her yerinde onu yine andık. Bu kez buruk bir biçimde, biraz da utanarak. Utanmamız, toplum olarak, uyarılarından gerekli dersi almamamızdan, alamamamızdan kaynaklanıyordu. Macarların ulusal şairi Petofi Şandor, “Meçhul Asker’’ şiirinde, ölmekte olan askerin, oğluna son hüzünlü seslenişini anlatırken, onun ölmekten değil, oğluna bıraktığı dünyadan dolayı üzüntü duyduğunu anlatır. Uğur, gerisinde bize ne övülünecek ne de bugünkü kadar utanç duyulacak bir ülke bırakmıştı. Bizler onun bıraktığı ülkeyi alıp, daha ileri götüremediğimiz gibi, daha kötüye gitmesine de engel olamadık. “Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı” (Um:ag) bu yıl Uğur Mumcu’nun ölümünden sonra kendisine seslenen okurlarının defterlerini yayımladı. Orada onun okurlarından biri, bugün içinde bulunduğumuz durumun nedenini şöyle açıklıyordu: Biz senin gibi olamadık... Gerçekten de, eğer toplum Uğur Mumcu gibi olabilseydi veya onun uyarılarından gerekli dersleri çıkarmayı başarabilseydi bugün içinde bulunduğumuz duruma düşmezdik. Oysa o gerekli uyarıları zamanında yapmıştı. ??? “Tarikat Ticaret Siyaset” 1988’de yani 20 yıl önce basılmış.. içindeki kimi yazılar, 21 yıl önceye kadar gidiyor. Kitabın ilk yazısı “İmambayıldı”, onlardan biri. “Her şeyin bir sahtesi var... Paranın sahtesi var... Tablonun sahtesi var... Altının, gümüşün sahtesi var... Var oğlu var...” diye başlayan yazı, siyaseti tarikat ve ticaret arasına sıkıştırıp, bundan nemalananları anlatıyor. O yazıları ilk kez okuduğumda, Uğur’un yaşadığımız o dönemi anlattığını sanmıştım. Meğer ne kadar yanılıyormuşum. O dönemdekiler, şimdikilerin ellerine su bile dökemezlermiş. Bugünlerin temelini atan o günün egemenleri, meğer bunların yanında çırak bile olamazlarmış; nitekim de sonradan gelen boynuzun kulağı geçmesi misali, yetiştirilenler, yetiştirenleri çavuş çıkararak tasfiye ettiler. Uğur, çeşitli yazılarında bu gelişmenin mekanizmasını anlatmış, Türkiye’de gericiliğin nasıl emperyalizme sırtını dayayarak, palazlanıp, pekiştiğini gözler önüne sermişti. Bugün şeriat devletinin, gücünü, “Babalar gibi satarım” düşüncesinden aldığını görüyoruz. Eğer Uğur’u dikkatle okumuş olsaydı toplum, bugünü daha dünden görmek ve belki de, engellemek imkânına sahip olabilirdi. Olmadı, toplum gereken dersleri çıkaramadı. Laikliği savunmanın, ancak laik çözümler üretmekle mümkün olabileceğini bilmesi gerekenler ya bu açık gerçeği kavrayamadılar ya da kendi iç bölünmeleri ve çatışmaları yüzünden, yapmaları gerekeni yapamayarak, Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıkamadılar. ??? Türkiye Cumhuriyeti’ni, laik demokratik hukuk devleti olmaktan çıkarıp, hızla, İran benzeri bir İslamcı Cumhuriyet’e çevirmek isteyen AKP, son zamanlarda Güneydoğu ya da Kürt sorununa yeni bir yaklaşım planı hazırlamakta; planın bölgesel boyutu taa ABD’de oluşturuluyor.. iç yansımalarının belirtileri ise yerel seçimlerin bölgesel sonuçları ortaya çıktıktan sonra açık olacak. Bu plan çerçevesinde, Abdullah Öcalan formülü geriliyor, kimileri bunları görerek, ulus devletin ve onun bölünmezliğinin kazandığını sanmak gafletine düşüyorlar. Oysa oyun başka, ve oyunun başka olduğunu görmek için Uğur Mumcu’nun 1991 yılında yazılmış olan, “Kürt İslam Ayaklanması” kitabına bakmalılar. Uğur, Şeyh Sait ayaklanmasının bir etnik hareket olmayıp, şeriat devleti kurmaya yönelik olduğunu belgeleriyle ortaya koyuyor. Kitabın 49. sayfasında yer alan Hormek aşireti reislerinden Halil, Veli ve Ali Haydar Ağalara gönderilen Şeyh Sait’in “Emirelmucahiddin Elseyit Muharrem Saidi Nakşibendi” diye imzaladığı mektupta hareketin dinci yönü bütün açıklığıyla ortaya konuyor. Kitabın 103 ve 104. sayfalarında, Şeyh Sait’in ifadelerinden amacın şeriat olduğu tereddüde mahal bırakmayacak açıklıkla ortaya çıkıyor. Kitabın 146. sayfası ve devamında, Şeyh Sait’in kardeşinin torunu ve torunun kocası Melik Fırat, olayın bir şeriat ayaklanması olduğunu, etnik yanı bulunmadığını, ya da ikinci planda kaldığını aradan 65 yıldan fazla geçtikten sonra açıklıyor. Kısacası, “Kürt İslam Ayaklanması” nı okuyunca, AKP’nin Öcalan’a karşı, sorunu çözmek için Şeyh Sait formülünü uygulamaya koyduğunu açıklıkla görüyorsunuz. Uğur Mumcu, ölümünün üzerinden 15 yıl geçtikten sonra bile bizlere ışık tutmaya, bizleri uyarmaya devam ediyor. Bari gereken dersleri almayı becerebilsek. Beceremediğimiz zaman, görüyorsunuz, Uğur Mumcu’nun işaret ettiği tehlikeler, başımıza çöreklenmiş musibetlere dönüşüyor... ‘Cumhuriyet değerleri zedelenir’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Akdeniz Üniversitesi Rektörü ve Üniversitelerarası Kurul Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın, türban yasağını kaldırma girişimlerine sert tepki göstererek “Bunu laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin zedelenmeye çalışılması faaliyeti olarak yorumluyoruz” dedi. Üniversitelerarası Kurul, Akdeniz Üniversitesi Rektörü ve Kurul Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın başkanlığında dün Ankara Üniversitesi Morfoloji Binası’nda toplandı. Toplantı başlamadan önce Akaydın, gazetecilerin sorularını yanıtladı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın mikrofonlar açıkken YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan ve üniversitelerle ilgili söylediği sözleri nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine, Akaydın, “Ben bunu Maliye Bakanımızın ? Üniversitelerarası Kurul, Akdeniz Üniversitesi Rektörü ve Kurul Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın başkanlığında dün Ankara Üniversitesi Morfoloji Binası’nda toplandı. Toplantı başlamadan önce gazetecilerin sorularını yanıtlayan Akaydın, üniversiteye türban sokma girişimini, “laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin zedelenmeye çalışılması faaliyeti” olarak yorumladıklarını söyledi. nükte anlayışına yorumluyorum. Çok nüktedan bir kişilik hepimizin bildiği gibi. Aksini düşünmek istemiyorum’’ dedi. Bir gazetecinin, “Maliye Bakanı’nın YÖK Başkanı için ‘isterse söylemesin’ gibi bir üslup kullanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz’’ sorusuna, Akaydın, “Eğer böyle bir üslup kullandıysa, YÖK Başkanı adına çok üzücü bulduğumu ifade edeyim’’ karşılığını verdi. Akaydın, “AKP’nin türban konusunda bazı anayasa maddelerinde değişiklik yapılması yönündeki çalışmaları’’nın anımsatılması üzerine, “Bunu hoş karşılamıyorum. Bu konudaki fikirlerimizi daha önce çok beyan ettik ve bunun laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin zedelenmeye çalışılması faaliyeti olarak yorumluyoruz’’ dedi. Akaydın, konuyla ilgili sorular üzerine, “daha önce yaptıkları açıklamaların hepsinin arkasında olduklarını’’ söyledi. Akaydın, “Ama ben bu konunun daha fazla gerginlik yaratmasını doğru bulmadığımı, üniversitelerin çok daha önemli sorunları olduğunu basının önünde defalarca dile getirdim, yine getiriyorum. Bu, üniversitelerde, huzur değil gerginlik yaratacak, hatta Türkiye’de gerginlik yaratacak bir konudur... Bunun şu anda huzur içinde olan üniversiteleri gereceğini düşünüyorum’’ dedi. İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, siyasi partilerin türbanla ilgili çalışmalarına ilişkin soruları üzerine, bu konunun hem sosyolojik hem de hukuki bir yönü bulunduğunu ifade etti. Hilmioğlu, sosyolojik açıdan bakıldığında, bundan 10 yıl kadar önce türbanın serbest olduğu dönemde üniversitelerde ciddi kamplaşmalar meydana geldiğini kaydetti. Hukuki açı dan bakıldığında ise Anayasa Mahkemesi’nin, Danıştay’ın bu konuda aldığı kararlar olduğuna işaret eden Hilmioğlu, “Danıştay’ın türbanı ‘devrim karşıtı’ olarak tespit ettiğini’’ söyledi. Şengör, YÖK üyeliğine aday Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) Prof. Dr. Ethem Tolga’dan boşalan YÖK üyeliği için İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Celal Şengör’ü aday olarak belirledi. ÜAK’nin dün sabah gerçekleştirdiği toplantıda, boşalan YÖK üyeliği için seçim yapıldı. 16 adayın başvurduğu seçimde, Celal Şengör, 83 oyla aday olarak belirlendi. Celal Şengör’ün YÖK üyeliği Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayıyla kesinleşecek. TÜRBAN TAKİPTE İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN DİNİ ÖZGÜRLÜKLER RAPORU AB de karşı: Müzakerede sıkıntı olur ? AB Komisyonu, Türkiye’de türban tartışmasının içinde şimdiye kadar aktif olarak yer almasa da konuya ilişkin bir anayasa değişikliğinin laikliği yıpratabileceğini, laiklik konusunda sıkıntı yaşayan bir ülkenin ise AB ile müzakerelerinde sıkıntı yaşayacağını düşünüyor. MAHMUT GÜRER ABD, din sömürüsüne devam ediyor BAHADIR SELİM DİLEK ANKARA Türkiye’deki türban tartışması Brüksel tarafından da yakından izleniyor. AB Komisyonu’nun Ankara’da bulunan temsilciği ile Brüksel’deki Türkiye Masası yetkilileri konuya ilişkin gelişmeleri basından takip ediyor ve gelişmelerle ilgili komisyona bilgi veriyor. Edinilen bilgilere göre, türban tartışmaları AB’nin önümüzdeki dönem rapor ve zirve bildirilerine girecek. Şu anda AB Dönem Başkanlığı’nı yürüten Slovenya hükümeti türban konusuna girmek istemezken haziranda dönem başkanlığını devralacak olan Paris yönetiminin Türkiye ile müzakerelerin statüsünü değiştirebilmek için bu konuyu ciddi anlamda kullanabileceği dile getiriliyor. Türban konusunun 1 Haziran’da yapılacak hükümet ve devlet başkanları zirvesi bildirisinde yer alacağı belirtiliyor. AB kaynakları, siyasi simgelerin özellikle eğitim kurumlarında yer almasının Türkiye’yi bir çatışma ortamına sürükleyebileceğini düşünüyor. Üst düzey bir AB yetkilisi, “Okullarda türbana izin vermek, takmayanlar üzerinde de baskı kurar. AB’nin din özgürlüğünü savunuyor olması, radikal hareketlere göz yumabileceği anlamına da gelmez. Bu, Türkiye’yi türban yasağı gibi diğer konulara da getirebilir ki bu da AB’nin arzu ettiği bir unsur değil. Türkiye’nin siyasi simge sayılan İslami unsurlara özellikle üniversitelerde yer vermemesi gerekiyor... Laiklik unsuru zedelenmiş bir Türkiye’nin AB’ye üyeliği zorlaşır. Müzakere süreci tamamen kesintiye uğrar” dedi. [email protected] Basın ‘yakıştırmış’ Unakıtan, açık mikrofondan duyulan YÖK Başkanı’na ilişkin sözlerinin ‘yakıştırma’ olduğunu ileri sürdü, basını suçladı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, bir bürokratının “YÖK Başkanı’nın havası değişmiş. Gayet güzel sözler söylüyor” sözleri üzerine “İsterse söylemesin” dediği YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ile dün bakanlıkta bir araya geldi. Basını suçlayan Unakıtan, “Ötekileri iyi duymuşsunuz da... YÖK Başkanı ile ilgili olanları tam duyamamışsınız ama yakıştırmışsınız” diye konuştu. Unakıtan görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, üniversitelerin döner sermayelerinden alınan yüzde 15 Hazine payını yüzde 5’e düşürmeye ve araştırma görevlilerine performansa dayalı destek verilmesine karar verdiklerini söyledi. YÖK Başkanı Özcan da “Hem üniversiteler adına hem kendi adıma bu yaptığınız yardımlarla zannediyorum, üniversitelerimizdeki araştırma geliştirme faaliyetleri daha da artacak, çok daha rahat bir şekilde çalışacağız. Teveccüh gösterdiniz’’ dedi. Unakıtan, bir gazetecinin, “Dün (önceki gün) mikrofonlar açıkken YÖK Başkanı ile ilgili söylediğiniz sözler basına yansıdı. Bu konu görüşmede gündeme geldi mi’’ sorusu üzerine şunları söyledi: “YÖK Başkanı ile ilgili olanları tam duyamamışsınız ama yakıştırmışsınız. Ötekileri iyi duymuşsunuz da... YÖK Başkanımızla ilgili değildi o. Ama onun üzerinde durmuyorum. Bizim medya anlayışımız da bu. Benim yapacak bir şeyim yok. Eğer siz medya olarak o gizli gizli almaları içinize sindiriyorsanız, benim diyecek bir şeyim yok.’’ “Hem siz hem de Sayın YÖK Başkanı mikrofonlara takıldı. Bu medyadan mı kaynaklanıyor’’ sorusuna Unakıtan, “Etik olmayan bir şekilde alınan ifadeler mahkemelerde bile geçerli değil. Bu yollara başvurmayın. Medya bakımından size belki magazin birtakım haberler oluyor ama bu yollara başvurmasanız daha iyi olur. Bunlar çok doğru işler değil’’ karşılığını verdi. ANKARA ABD’de bulunan Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu (USCIRF) 2008 yılı Türkiye raporu için çalışmalara başladı. Raporun bu yıl Türkiye için yayımlanacak bölümünde ana gündemin türban üzerinde odaklaşacağı öğrenildi. Komisyon geçen seneki raporunda, “Müslümanların, devlet kurumları, parlamento, yargıya ait binalar, kamu ve özel üniversitelerde dini kıyafetlerle dolaşmasına izin verilmediği, ayrıca azınlık dinine mensup kişilerin bir kısmının varlığının yasal olarak tanınmadığı”nı ileri sürmüştü. Komisyonun bu yıl “türban yasağı” ve “türban tartışmaları” özelinde çalışma yapması büyük ölçüde kesinleşti. Raporun, bir yıl içindeki gelişmeleri izleyip daha önceki raporlarda eleştiri konusu olan gündem başlıklarında “kendilerine göre düzelme olup olmadığı” tespitine göre şekillendirileceği belirtildi. Bu bağlamda geçen seneki raporda yer alan ve “Müslümanların devlet kurumlarında ve üniversitelerde dini giysiyle dolaşmasına izin verilmediği” eleştirisinin bu yıl yayımlanacak raporda ayrıntılandırılarak gündeme getirileceği öğrenildi. Komisyona bilgi veren sivil toplum kuruluşlarının özellikle yeni anayasa çalışmaları ve tür ban konularında dosya oluşturmaya başladığı belirtildi. Edinilen bilgilere göre, bu yılki raporda türbanın yanı sıra ikinci önemli gündem maddesini ise rahip cinayetleri oluşturacak. Misyonerlik bağlamında değerlendirilmesi beklenen rahip cinayetleri konusunda raporda önemli eleştirilerin yer almasının söz konusu olacağı dile getirildi. Geçen seneki raporda Türkiye’de 1100 misyoner olduğu belirtilmişti. Rapordaki eleştirel yaklaşımlar, “Türkiye’deki laikliğe darbe vurma çabası” olarak değerlendiriliyor. USCIRF’nin üyeleri ABD Başkanı, Senato ve Temsilciler Meclisi tarafından atanıyor ve 10 kişiden oluşuyor. Bu komisyon, 1999 yılından bu yana her yıl, dünyada dini özgürlüklerin durumu konusunda ABD Başkanı ve Kongre’ye rapor sunuyor. Komisyonun hazırladığı raporların özellikle 2002 yılından sonra AKP’nin türban konusundaki politikasına koşut bir yaklaşım sergilemesi dikkat çekiyor. Raporda hemen her yıl Türkiye’deki türban konusuna ilişkin olarak “Pek çok laik kadın, İslamcıları başörtüsünü bir siyasi araç olarak kullanmakla suçluyor ve başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik çabaların, başörtüsü kullanmamayı tercih eden kadınlara karşı baskıya yol açacağından korktuklarını söylüyor” ifadesine yer veriliyor. asirmen?cumhuriyet.com.tr TUNCELİ’DE OPERASYON AKP’li işadamlarına ‘rüşvet’ gözaltısı TUNCELİ (Cumhuriyet) Tunceli’de ihalelere fesat karıştırdıkları ve rüşvet verdikleri gerekçesiyle aralarında Tunceli Özel İdare Genel Sekreteri Muzaffer Arslan ve şoförü, AKP il yönetim kurulu üyesi Cenk Yaşar ve kardeşi Ercüment Yaşar, eski Tunceli Belediye Başkanı Hasan Korkmaz, eski Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Ali Asker Güler ve 27 işadamı gözaltına alındı. Gözaltına alınan bazı müteahhitlerin AKP üyesi olması dikkat çekti. Tunceli Emniyet Müdürlüğü’nün çok gizli yürüttüğü operasyon genişletildi. Tunceli kent merkezinin yanı sıra Ankara, Bingöl ve Elazığ’da da bazı müteahhitler gözaltına alındı. Zanlıların sorgusunun halen sürdüğü öğrenilirken, gazetecilerin Emniyet Müdürlüğü binasına girişi yasaklandı. Sevgili kardeşim Uğur, Seni kaybedeli tam 15 yıl oldu. Ne senin öldürülmenin hesabını doğru dürüst sorabildik ne de sonraki cinayetlerin önüne geçebildik... Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı, Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin ve Hrant Dink senden sonra yitirdiklerimiz arasına girdi. Sen, olayların üzerine giden cesaretin ve araştırmacı gazeteciliğinle yaşasaydın, bu cinayetlerin peşine düşer ve mutlaka birçok gerçeğin ortaya çıkmasına yarayacak bir gazetecilik yapardın. Susurluk çetesi ortaya çıktığında seni aramıştık. Abdullah Çatlı’ların en sıkı peşine düşen gazeteci sendin. Seni şimdi de çok arıyoruz... ??? Uğur Mumcu’ya Mektup... gazeteci ve bir dost olarak düştün. Katil yakalandı. Duruşmalar başladı. Sen her duruşmayı izliyor ve ortaya çıkan gerçekleri okuyucularınla paylaşıyordun. Doğan Öz’ün katili suçunu itiraf etti. Tanıklar onu tanıyıp teşhis ettiler. O sırada 12 Eylül askeri darbesi gerçekleşti. Dosya askeri mahkemeye taşındı. Askeri mahkeme, Doğan Öz’ün katil sanığı olarak yargılanan İbrahim Çiftçi’yi idama mahkum etti. Sen yine dosyanın peşindeydin. Adaletin yerini bulması için bir hukukçu, bir dost, bir gazeteci olarak uğraş veriyordun. Sonunda Askeri Yargıtay Genel Kurulu “delil yetersizliği” gerekçesiyle katil sanığını serbest bıraktı. Bu köşede bu konuyu ben de çokça dile getirdim. Sen daha fazlasını yazmış ve bu davanın neden böyle sonuçlandığını tekrar tekrar yetkililere sormuştun. ??? Seni, savcı Doğan Öz cinayeti davasından hatırlıyorum. Doğan Öz, kontrgerilla dosyasını açmaya çalıştığı günlerde kapısının önünde vurulmuştu. Doğan Öz yakın arkadaşındı. Bu cinayetin peşine bir hukukçu, bir Senin peşine düştüğün ve hayal kırıklığı yaşadığın davalardan birisi de Abdi İpekçi cinayeti davasıydı. Orada da bilgiler, belgeler ortalığa dökülmüştü. Katil Ağca, sorgusunun ortasında İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Uruğ’un emriyle sorgucu polislerin elinden alınıp askeri cezaevine konuldu. Sonra da bu cezaevinden kaçırılıp yurtdışına gitti. Papa’yı vuruncaya kadar Avrupa’da dolaştı. Bu davanın seyrini izlerken İpekçi’nin ölümünün 10. yılında şunları yazmıştın: “Abdi İpekçi’nin ardından, ölümünden bunca zaman geçtikten sonra bugün ağıt yakmanın ne yararı var? O günlerde Türk basınında gereken cesaret yeterince gösterilmiş olsaydı, belki de bu kanlı örgüt ve bu örgütün devlet içindeki kutup başla rı yakalanır; Türkiye’yi bir kanlı kargaşa içine sokan çeteler ve bunların etkili ve yetkili koruyucuları suç kanıtları ile birlikte ortaya çıkartılırdı. Son on yıl içinde yapılmayan ya da yapılamayan işte budur. İpekçi’yi acıyla ve saygıyla anıyoruz.” ??? Sevgili Uğur, Türkiye’de, devletle ilişkili çeteler etkinliklerini sürdürüyorlar. Hrant Dink cinayetinde ortaya çıkan bilgiler, hâlâ bu faaliyetlerin sürdüğünü gözler önüne seriyor. Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların seri numarasıyla aynı numaralara sahip el bombaları geçen yaz Ümraniye’de yakalandı. Kendilerine “vatanseverler” adını veren çeteye ait olduğu anlaşılan bu bombaların daha nerelerde kullanıldığı araştırılıyor. Bu arada, aralarında Veli Küçük’ün de bulunduğu (Meclis Susurluk Araş tırma Komisyonu’na ifade vermeyi reddetmişti) 35 kişi şu anda sorgulanıyor. Çeşitli cinayetler, bombalamalar ve suikast planları nedeniyle gözaltına alındıkları ifade ediliyor. Senin anlayacağın, devlet içindeki çeteleşme sorunu büyük bir sorun olarak önümüzde duruyor. Sen 25 Kasım 1990 yılında bu konuda şunları yazmıştın: “ ‘Gladyo’ örgütü önce İtalya’da ortaya çıkarıldı. Başka NATO ülkelerinde de bu örgütlerin varlığı tek tek kabul ediliyor. Bu gelişmelerden ve aşamalardan sonra Türkiye’de bu konularda aydınlık, saydamlık ve açıklık gerekiyor. Bu konuların konuşulacağı yer de TBMM’dir. Tabii egemenlik kayıtsız şartsız ulusunsa!” ??? Türkiye yine kritik dönemlerden geçiyor. Şeffaf ve gelişmiş bir demokrasi özlemiyle karanlık bir darbenin özlemcileri arasında gidip geliyor. Seni ölümünün 15. yılında özlemle, sevgiyle anıyoruz... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle