29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 OCAK 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Türban... AKP tarafından ortaya atılan her görüşü ve öneriyi desteklemekle görevli olanlar veya savunmaktan yarar umanlar türban konusunda beklenen desteği gecikmeden verdiler; bazıları türban kullanımını ilköğretime ve kamu çalışanlarına kadar genişletti. Halkımız da kendilerini ibretle izledi. PENCERE biçimde duyurmuş; hiçbir ihsasta bulunmamıştır. Kaldı ki Danıştay’ın açıklaması yanlış yorumlanmıştır. Danıştay’ın açıklamasındaki görüş yasama organına bir müdahale olarak ele alınmış; dahası muhtemel anayasa değişikliğini tanımayacağı, uygulamayacağı ve hatta kendisini TBMM yerine koyduğu biçiminde kamuoyuna sunulmuştur. Bu bir çarpıtmadır. Danıştay, iktidar partisi tarafından kamuya açıklanan ve henüz yasama süreci başlamamış olan bir öneriye karşı görüşlerini açıklamıştır. Önerinin anayasa değişikliği olarak yasalaşması halinde elbette ki bu kuralları uygulayacaktır. Sayın Başbakan, gereği ve hiçbir haklı nedeni olmadan zaman zaman bazı konuları ortaya atıyor, bunun için ilginç mekânları seçiyor ve toplumun gerilmesine neden oluyor. Yeni bir anayasa taslağı hazırlanmış ve bu taslak hayata geçirilecek ise bu aceleye ne gerek var? Anayasa değişikliği olarak “Meclis’ten ne geçirirsek kârdır” veya “Yangından ilk kurtarılacak mal” anlayışı içinde mi bunları yapıyor? Yoksa bu öneri yerel seçimlerin öne alınacağının habercisi mi? Belki de gündemi değiştirmek istiyor. Eğer bu nedenle yapıyorsa başarılı da oluyor. Televizyon kanalları ve gazetelerin köşe yazarları hemen konuya sarılıyorlar ve Türkiye’nin gündemi gerçekten değişiyor. AKP tarafından ortaya atılan her görüşü ve öneriyi desteklemekle görevli olanlar veya savunmaktan yarar umanlar türban konusunda beklenen desteği gecikmeden verdiler; bazıları türban kullanımını ilköğretime ve kamu çalışanlarına kadar genişletti. Halkımız da kendilerini ibretle izledi. Türbanla yükseköğretimi, salt din ve vicdan özgürlüğü bağlamında ele alıp destekleyen, ancak Türkiye’nin sosyolojik şartlarından habersiz, masa başında düzenleme yapan veya görüş bildirenlerin de daha gerçekçi olmalarını, toplumsal yapımızı daha iyi tanımalarını, önerilen uygulamayı daha önce yaşamış olan ülkelerin bugünkü durumlarını dikkatle incelemelerini ve bu uygulamanın sonunun nereye varacağını düşünmelerini diliyorum. Yunan Bilmecesi KOSTAS Karamanlis Ankara’ya doğru yola çıkmadan önce Yunan Kapa Araştırma Şirketi’nin yaptığı anketle gelen şu sonuçlar hayli düşündürücüdür: Ankete göre, Türklerin yüzde 76’sı bu ziyaretin iki ülke ilişkilerine katkıda bulunacağına inanmasına karşılık Yunanlıların yalnızca yüzde 40’ı aynı görüşe katılmaktaymış... Ziyaretin ilişkilere hiç yararı dokunmayacağına inananların oranı da Türkiye’de sadece yüzde 13 iken Yunanistan’da yüzde 44 çıkmış. Bu çok açık farklılığın temel nedeni Atina medyasındaki uyarılardan belli oluyordu: “Sayın Başbakan Ankara’da gözünüzü dört açın!” ve “Sakın ülkemiz için hayati olan konuları tartışmayın!” diye kendisini uyaranlar çok oldu... O halde Yunan halkı Türkiye’ye kuşkulu gözlerle bakmayı sürdürüyor demektir. Türkiye’nin niyetlerinden kimse emin değil Atina’da. Büyük komşuyla ciddi sorunlar için masaya oturulursa okkanın altına düşmekten korkulmakta. Ankara’nın taşkınlık niyetleri beslediğini sanmaktan doğan bir endişe mi? Yunan diplomasisinin müzakere yeteneği konusunda kötümserlik mi? Yoksa, sorunların çözümsüz bırakılmasıyla “Türk tehdidi” safsatasını sürdürmek, Persler zamanından beri “Doğu’dan çullanan barbarlığa karşı Batı’nın koruyucu kalkanı” rolünü pek seven Yunanlının işine mi geliyor? orgo Papandreuİsmail Cem ikilisinin sarmaş dolaş oluşlarına kanıp Atina’ya umut bağlayarak safça bir sıcaklıkla yaklaşmak, Türkiye’nin eline geçmiş çok değerli fırsatların heba edilmesine yol açmıştır. En başta, Nairobi’deki Yunan misyonuna sığınan Apo’ya kanat germenin ceremesini onlara çektirememiş olmak geliyor. Başka herhangi bir devlet, kendisiyle çeşitli konularda hesaplaşmak isteyen başka bir devletin yöneticilerini böylesine bir “suçüstü”yle yakaladığı analarından emdikleri sütü burunlarından getirirdi. Oysa Türkiye Büyük Deprem günlerinin sirtaki havası içinde Yunanistan’ı bağrına basıp her şeyi unutuverdi. Şimdi yarım yüzyıllık aradan sonra bir Yunan Başbakanı’nın resmi ziyarette bulunmasını büyük lütuf sayarak onun her istediğine “lebbeyk” demeye kalkışmak da Cem’in hatasını tekrarlamaktan başka bir anlamı taşıyamaz. ele Avrupa Birliği’nin kodamanları olan Almanya ve Fransa, “Türkiye tam üye olamaz” dedikten sonra Ege’nin öbür yakasındaki komşumuzun Avrupa yollarında kolumuzdan tutacağını düşünerek Ege’deki huzursuzluğa katlanmak, Patrikhane’nin küstahlığına ses çıkarmamak, Ruhban Okulu’nu açmaya hazırlanmak ve üstüne üstlük Kıbrıs’taki “iki devletli çözüm”den çark etmek gibi tutumları anlamak çok zordur. Tayyip ve Talat ikilisi karşıdakilerden bir adım önde olabilmek sevdasıyla hangi uçuruma adım atmakta olduklarını bilmelidirler. Aydınlanmasız Toplum İlkeldir... Bizim türbancılar “dünyanın eli en kanlı diktatörü” diye anılan Sudan Devlet Başkanı El Beşir ve tayfasını Çankaya’da ağırladılar... Olur böyle vakalar... Konukların giyimleri, kuşamları, tutumları, davranışları, kapüşonları medyada sorun oldu... Ancak Çankaya’daki buluşmada Sudanlıların kadınlarıyla bizim türbanlılar arasında bir fark yoktu... Tesettür iki ülkenin kadınlarına da egemendi... ? Ahmet Hakan’ın Hürriyet’teki köşesinde Sudanlılara ilişkin yazısını okurken kimi satırların altını çizdim... Aktarıyorum: “Bir zamanlar ‘İran, Pakistan, Afganistan / sıra sende Müslüman’ diye sloganlar atılırdı. Sonra durup dururken ‘Sudan’da İslam Devrimi’ haberleri gelmesin mi? Bizim buralarda ‘Büyük İslam Aydını’ diye selamladığımız, kitaplarını alıp okuduğumuz Hasan el Turabi önderliğindeki Müslüman güçler, Sudan’da yönetimi ele geçirmişti. Hasan Turabi, kardeşi kadar sevdiği Ömer el Beşir’i iş başına getirmişti. Aman ne sevinildi bir bilseniz!” Ancak Hakan düş kırıklığını da şöyle dile getiriyor: “... ‘İslam devrimi’ falan hikâye idi... ... Ve böyle bir ülkeden ‘yeni bir İslami uyanış’ beklemek, çok safça bir tutumdu. Tıpkı İran’a bel bağlamak gibi... Tıpkı Pakistan’ın Batı’ya karşı ‘Büyük İslam Uygarlığı’ meşalesini yükseltecek ülke olacağını ummak gibi...” (Hürriyet 22 Ocak 2008) ? Sudan’ın İslamcı devrimden önce bir de sosyalist devrim öyküsü var... Komünistlik ya da sosyalistlik girişimleri var... Albay Numeyri 1970’lerde ‘Sudan Sosyalist Birliği’ni kurduruyor... Ama, ne çare?.. Sudan ‘Aydınlanma Devrimi’ni yaşayamamış geri bir Afrika toplumu... İster sosyalist devrim edebiyatı yapılsın, ister İslam devrimine özenilsin, ilkellik ağır basıyor... Ve bir gerçek ortaya çıkıyor... ? Nedir o gerçek?.. Semiyon İvanoviç Aralov 1921’de Ankara’ya Bolşevik Rusya’nın elçisi olarak atanıyor... Milli Kurtuluş Savaşı sürmektedir... Aralov Ankara anılarını “Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları” adıyla kitaba dönüştürmüştür... (Burçak Yayınevi, çeviren: Hasan Ali Ediz) Bir sohbetleri sırasında Aralov, Mustafa Kemal’e savaştan sonra Sovyetler’dekine benzer bir rejim kurmasını önerince Gazi der ki: “ Rusya’da iş başkadır, Rusya’yı Türkiye ile mukayese edemezsiniz. Rusya’da işçi sınıfı daha ihtilalden önce teşkilatlanmıştı; yüksek bilinç düzeyine erişmişti. Sizde dinin, halkın üzerinde, bizde olduğu kadar büyük bir etkisi yoktur, fanatizm yoktur; bunu hesaba katmak gerek...” ? Atatürk’ün ne kadar gerçekçi olduğu açık seçik... Batı, Aydınlanma devrimini yaşayarak demokrasiye ulaşabildi; Türkiye’nin yazgısı da bu noktada odaklaşıyor... Ülkemizde bugün İslamcı karşıdevrimin gündeme girdiğini görmemek için kör olmak gerekir. Türkiye ilk aydınlanmacı Müslüman toplumuydu; bakalım geriye dönüş tümüyle gündeme girecek mi?.. Nuri ALAN Eski Danıştay Başkanı A Y H [email protected] KP’nin belli konularda ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini anlayabilmek için hemen yargıya varmamak; ilk açıklamayı izleyen günlerdeki yeni açıklamaları veya danışmanların konu ile ilgili yorumlarını ve düzeltmeleri beklemek; parti yetkililerinin birbirinden farklı ve çelişkili beyanlarını değerlendirmek gerekiyor. Benzer bir durum uzun vadeli olarak türban konusunda da yaşanıyor. Sayın Başbakan önceki yıllarda, türbanla ilgili verilmiş bir sözleri bulunmadığını; türbanın küçük bir azınlığın sorunu olduğunu; türban konusunda toplumsal mutabakat mevcut ise de kurumsal mutabakatın da sağlanması gerektiğini ifade etmiş ve türbanın siyasal bir simge olduğu yolundaki görüşleri şiddetle reddetmiş iken, hangi nedenle bilinmez, Madrid’de birden görüş değiştirdi ve türbanın siyasi simge de olabileceğini söyledi. İç dünyasında bunu, kendi partisinin bir simgesi olarak değerlendirmiş olacak ki yurda dönüşünde, başka siyasi partilerin de türbanı siyasal bir simge olarak kullanabileceği yolunda bir düzeltme yaptı ve bu sorunun çözülmesi için yeni anayasayı beklemeye gerek olmadığını, 1982 Anayasası’na konulacak bir cümle ile sonuca ulaşabileceğini açıkladı. Danıştay Başkanlar Kurulu’nun ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın konu ile ilgili açıklamaları üzerine, partisinin Ümraniye Kadın Kolları Toplantısı’nda yaptığı ve Devlet Televizyonu’nda (iddiaya göre naklen ve / veya tümüyle) yayımlanan konuşmasında bu kez türbanı, herhalde MHP Genel Başkanı’nın açıklaması üzerine, siyasi simge olmaktan çıkardı ve yeniden din ve vicdan hürriyeti kapsamı içinde ele aldı. Gazetelere ayrıntısı ile yansıyan bu konuşma, kullandığı sözcükler ve üslubu itibarıyla muha tapları kadar, aynı zamanda “Başbakan” sıfatını da taşıyan AKP Genel Başkanı’ndan daha farklı bir konuşma ve yaklaşım bekleyen tarafsız çevreleri de ziyadesiyle üzdü. Ancak bu tür söylemlere ve üsluba alışık olan insanlarımızı fazla şaşırtmadı. Danıştay’ın anayasal bir kurumun sorumluluk ve anayasanın kendisine yüklediği görevlerin bilinci ile yaptığı açıklamaya karşı gösterdiği tahammülsüzlük, kullandığı sözcükler ve üslubu Başbakan’ın, yakında açıklanması beklenen anayasa taslağı için yapılacak eleştirilere karşı takınacağı tavrı şimdiden haber vermektedir. Tüm bunlar Başbakan’ın, AKP taslağında yer alan ve kendilerince önemli görülen kurallar üzerinde tartışmaya yanaşmayacağını, bunlardan taviz vermeyeceğini ve yasalaşma sürecinde dayatmacı davranacağının işaretleridir. Tabii ki böyle bir ortamda yapılacak olan anayasa toplumun bir kesimi tarafından benimsenmeyecek ve sadece AKP’nin ve başka nedenlerle kendisine destek verecek siyasi partilerin anayasası olacaktır. Danıştay’ın açıklaması üzerine kullandığı “ihsası rey” deyimi de yerine oturmamıştır. Danıştay, seneler önce, yürürlükteki hukuk kurallarını esas alarak türban konusunda bilinen kararını vermiş ve bu karar aleniyet kazanmıştır. Türbanla ilgili düzenlemeler henüz öneri aşamasındadır, tartışılmaktadır; yasal bir nitelik kazanmamıştır. Bu nedenle önerilen kurallara dayanılarak yapılan bir idari işlem de söz konusu olamaz. Bu durumda Danıştay hangi somut davada ihsası reyde bulunabilir? Danıştay, muhtemelen Başbakan tarafından birçok kez yapılan çağrıları ciddiye alarak, toplum ve devlet yönetimi yönünden çok önemli sonuçları olabilecek tartışmalı bir konuda görüşlerini açık ve anlaşılabilir bir Şiddet ve Sevgi... Saim CANATAN S en gözlerimde bir damla yaş olsaydın... Seni kaybetmemek için hiç ağlamazdım... Yüreklerimizdeki, dopdolu sıcacık sevgiyi mi yitiriyoruz!.. İnsan olmanın temel koşulu olan sevgiyi duyumsamamız mı azalıyor, zayıflıyor!.. Dünyanın her yerinde patlayan bombalarla parçalanan insanlar, Irak’ta, Lübnan’da, Afganistan’da her gün birçok yerde ölen çocuklar, kadınlar, Filistin’de, İsrail’de uçuşan füzeler, tankların ezdiği halk, Afrika’da veya geri kalmış ülkelerde, açlıktan, hastalıktan bir kemik yığınına dönerek ölen çocuklar ve insancıklar, daha birçokları... Bir insan bunları nasıl yapabilir? Bu eylemleri nasıl gerçekleştirebilir diye soruyorum kendime... Yine bir insan olarak bu olayları bizler nasıl izlemede kalabiliyoruz?.. İlgisiz kalabiliyoruz?.. Sonra, düşüncelerimde şunlar beliriyor!.. Burada eğitimin, çağdaş bilgi donanımın önemi çok fazla... Dogma kafaların acımasızlığını görüyoruz... Kafalarındaki ideolojik saplantı doğrultusunda yapamayacakları vahşet yok. Bir hayvan bile içgüdüsüyle avını avlar ve doyunca çeker gider, çünkü açlık içgüdüsünü gidermiştir... Yine vahşi kapitalizmin; kâr, para ve çıkarı için yapamayacağı vahşet yok. Atılan atom bombaları, I. ve II. dünya paylaşım savaşları, çevre kirlenmeleri ve yok olan değerler bunun örnekleri... Ayrıca, burada halkların suçsuzluğunu belirtmek gerekir. Dünya halkları bugünde suçsuzdur, daha önce de suçsuz kalmıştır... Tarihte örnekleri görüldüğü gibi, elinde yönetim erki olan egemen güçler acımasız, çıkarcı, duygusuz ve doyumsuz ve de genelde ruhsal sorunları olan kişiler olarak, bu vahşetleri yapmış, halkları ya yanıltmış veya buna zorunlu kılmıştır... Asıl suçlu olan onlardır. Tek öngörülecek yol, demokratik, çağdaş yapıya kavuşmak ve ülke insanları olarak çağdaş bir eğitimden geçmektir. Sonuçta; uzun vadede aydın, birikimli, dogmalardan arınmış insanlar yetiştirmektir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle