15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 EYLÜL 2007 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Karadeniz’e Kıyanlar ve Sinop Yıllardır planlayıcı güçlerin planladığı gibi yürüyen ve yürütülen asıl büyük felaket ne biliyor musunuz? Sinop’ta, o cennetin en güzel yerinde nükleer santral kurulacak. Gösteriler, karşı koymalar başvurular nafile. Santralın yeri belli. Bazı yerel fabrikaların daha şimdiden faaliyetleri durdurulmuş. PENCERE Nakşî Cumhuriyeti... Bugün pazar... Pazar günleri köşe yazarlarının okuru eğlendirmek babında yazmaları usuldendir... Usule uymakta yarar var... ? Geçen cuma günü Cumhuriyet’in birinci sayfasında ünlü tarihçimiz Murat Bardakçı’nın bir yazısı vardı... Yazı şöyle başlıyordu: “22 Temmuz seçimlerinin ve seçimlerden sonra Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na gelmesinin, üzerinde pek fazla durulmamış olan en önemli sonuçlarından biri, altı asırdır var olan ve Türkiye’de imparatorluk döneminden başlayarak son iki yüzyıldan bu yana iktidar mücadelesi sürdüren bir hareketin, Nakşibendiliğin bu mücadeleyi kazanarak devlete ordu dışında resmen hâkim olmasıdır.” ? Murat Bardakçı yazısını sürdürüyor: “Osmanlı’nın yanı sıra Cumhuriyet döneminde de devletle çatışmaya giren dini grupların hemen tamamı, Nakşî doktrinden kaynaklanan görüşlere mensuptu.” Peki sonra?.. “Günümüzde modern versiyonlarının giderek güç kazandığı Saidi Nursi’nin Nurculuk hareketi de temelinde Nakşî doktrine dayanıyordu. AKP kadrolarının yetiştiği yer olan MNPMSP ve RP oluşumlarının temeli de Nakşî düşünce sistemidir.” ? “İskeleSancak” adlı kitabımın (son baskı) 149’uncu sayfasında yer alan yazının başlığı: “Son Yüzyılda Nakşilerin Kilometre Taşları...” Lafı uzatmadan sıralayayım: Nakşî Derviş Vahdeti (31 Mart Vakası’nın kahramanı...) Nakşî Şeyh Sait (1925’te ünlü isyanın lideri...) Nakşî Saidi Nursi (Pek meşhur Fethullah Gülen’in ve Zaman gazetesinin şeyhi...) Nakşî Fethullah Gülen (Amerika’da yaşayan Gülen, 22 Temmuz seçiminden sonra tam sayfa reklamla AKP’nin zaferini kutladı...) ? Peki, Nakşibendi tarikatı AKP marifetiyle iktidara nasıl geçip Çankaya’ya nasıl el koydu?.. Soru önemlidir, yerindedir, yanıtın anahtarı gözleri açmak için birebirdir... Nakşî siyaseti, geçmişte, hep İngilizlerle birlikte Kemalizme karşıt politika yapmıştır... En çarpıcı örneği Şeyh Sait isyanında görülür... Ancak Nakşilikte Erbakan Hoca ile bir ‘sapma’ olmuş, antiAmerikan tutum benimsenmişti... Şeyh Saidi Nursi’nin müridi Fethullah Gülen, sezgileri yabana atılmayacak bir Nakşî’dir; Amerika’ya yerleşmiş, AngloAmerikan himayesine sığınmış, AKP oluşumunun Amerika marifetiyle hayata geçirilmesi de (Erbakan’ın Saadet Partisi’ne ters düşen bir stratejiyle) Nakşibendiliğe iktidar yolunu açmıştır. ? ABD’nin ünlü BOP’unun Türkiye ayağı ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’, Nakşî mezhebinin siyasetini, Çankaya’ya da tırmandırmıştır... Alttan gelen dinci dalga, Köşk’ü de ele geçirdi... Zafer büyüktür!.. Saidi Nursi’nin müridi Fethullah Gülen, ta Amerika’dan, gazetesi Zaman’da zaferi tam sayfa ilanla boşuna mı kutladı?.. ? İşte size eğlenceli bir pazar yazısı... Eğlenceli, ama gerçek mi gerçek... Türkiye’de, cümbür cemaat, dışardan pazarlanan bir eğlenceyi hepimiz birlikte izliyoruz... Bakalım, daha neler göreceğiz?.. Kurtuluş Bilinçli Birliktelikte.. “Bugünleri de görecek miydik?” Soran sorana! Nerdeyse gözyaşlarıyla, acı dolu bir sesle... Bugünleri de görecek miydik? Evet görecektik! Belki daha beterlerini de... Bir seçim yaşadık. Beş yıllık bir iktidar süresini iyi kötü tamamlayan bir parti, bir lider niye yeniden büyük başarı kazandı? Karşısında güven veren bir güç yoktu, bir parti, bir lider!.. “İstemeye istemeye oyumu CHP’ye verdim” diyenleri, “Çaresizlikle, ne de olsa Atatürk’ün partisi diye gittim Baykal’a oy verdim” diyenleri bilmiyor musunuz? Yüzde yirmileri aşamayacağı önceden belli bir kadronun, dar anlayışlı bir siyasetçi grubun elindeki CHP’den ne bekliyordunuz ki!.. ??? Bir genç kızımız telefonda soruyor: “Ne yapacağız? Gül’lü bir yönetime nasıl katlanacağız? Birbiri ardına gelecek geriliklere, ilkelliklere, anyasadaki altüst etmelere nasıl direneceğiz?” Ne demeli, nasıl rahatlatmalı kendini kopkoyu umutsuzluğa kaptıranları diye düşündüm. “Biz neler gördük, neler yaşadık daha bunlar bir şey değil” deyip geçmek kolay ama başta kendimi buna kandırmak bir çeşit avuntu. ??? Evet, biz çok şey gördük, çok şey yaşadık. Gençler yakın tarihi iyi öğrenmeliler.. Son otuz kırk yılda olup bitenleri niye saklıyoruz ki, niye Çankaya’da on yıldır oturan bir cumhurbaşkanının, hem de kendine bağlı Muhafız Kıtası tarafından tutuklandığını, Yüce Divan’da yargılanıp idama mahkum olduğunu!.. Dört yüzden çok milletvekilinin, Kayseri Cezaevi’nde yıllarca hapis yattığını!.. Bir başbakanın, iki bakanın İmralı Adası’nda idam edildiğini!.. ??? Bizler bunları gördük, yaşadık. Kiminde kızdık, utandık, kiminde çaresizlikle seyrettik. ??? Şimdi İslamcı bir parti, dinci bir lider, geçmişi Atatürk devrimlerine karşı çıkmasıyla bilinen insanlar, derken içlerinden biri, Çankaya’ya çıkmış, çıkarılmış.. Bunda hepimizin suç yok mu? Atatürkçü bir kuruluş, aydınlıktan yana bir parti oluşturamamış olmamızın, CHP, MHP diye içi geçmiş oluşumlara bağlanmamızın suçu kimde? ??? Evet, bizler çok şey gördük. İçimiz sızlayarak, üzülerek, sevinerek, kızarak, acıyarak gördük, göreceğiz, görmekteyiz... O genç kıza telefonda diyemediklerimi şimdi söylüyorum! Üzülmesin, bugünler geçip gider. Umut, yarınlardadır. Atatürk aydınlanmasıdan yana olanların bilinçli birlikteliğinde... Oktay SÖNMEZ / Denizci Yazar 25 Ağustos 07 günü bir avuç idealist insanın türlü özverilerle kurduğu, işlevlerinin adını taşıyan, “Sinop Karadeniz Yelken İhtisas Kulübü”nün daveti ile yöredeki deniz severler, denizle ilgililerle “Türkiye’de Deniz Kültürü” konusunda bir konuşma ve söyleşi için Sinop’taydım. Sinop, haritaya bakmakla bile anlaşılacağı gibi bir coğrafya harikası, çok özel bir doğa güzelliği ve bir tarih zenginliği. Yeşilin bin türlüsüne gömülmüş koylar, bazen hiç şakası olmayan Karadeniz’in hemen her yönden fırtınalarına karşı doğal korumalı limanlar, limancıklar, adalar adacıklar ve 4500 yıl gerilere uzanan görkemli bir tarih. Acımasızca kıyılan, gelecek on yıllar yüzyıllarda oralarda yaşayacak insanların sağlığı, güvenliği, mutluluğu için insanlara bağışlanmış üretime coşkulu bir toprak, inanılmaz güzellikler, kısacası yok edilen bir daha geri gelmeyecek bu sayfadaki yerimize sığmayacak zenginlikler görülüyor Sinop’ta. İyi ve güzel şeyler insanları iyi ve güzel yapar denilmiştir. Ama Sinop’ta, doğup büyüdüğüm Karadeniz kıyıları boyunca, halkın baş edemediği düşünceler, halka rağmen yürütülen politikalarla yapılan mantık ve bilimsellikten uzak işler, kıyılan doğal değerler ve bence daha doğrusu cinayetler akla sığacak gibi değil. Bunların iyi tarafı yok ki insanlara öylece yansısın. Bu yüzden Sinop’un insanı bunlara karşı koyamamak, bu kaderi değiştirememenin yenilgisi içinde sus pus olmuş kalmış gibi geldi bana. Gerek davet edildiğim konuşma ve söyleşiler içinde gündeme gelen, gerekse anılan toplantı dışında Sinop içinde ve çevresinde dolaşırken görüp işittiklerimizi özetlemeden yapamayacağım. Bunca acıyı, içimden kopan isyanı başkaları ile de paylaşıp hafifletmek istiyorum. Tütün ihracatı Karadeniz tümüyle, her şeyi ile benim o unutulmaz ve mutlu çocukluğum demek. Ben Fatsa’da doğdum. Piraziz, Giresun ve Ordu’daki öğrenimlerimden sonra ancak 1950’de İstanbul’a ilk kez geldim ve Yüksek Denizcilik Okulu / ITÜ Denizcilik Fakültesi’ne başladım. Tatillerde, stajlarda ailemin yaşadığı Fatsa’ya, delikanlılık rüzgârlarının savruntuları ile Ordu, Giresun’a yaptığımız yolculuklar, sonunda gelir Samsun’da noktalanırdı. Oradan ünlü Karadeniz Posta’sının bir gemisi ile İstanbul’a doğru yola çıkardık. O gemilerin kıyı kasabalarına gelip demirlemeleri bir şölendi. Bir başka dünyadan gelmiş bu ışıklar içinde yüzen şeyleri kıyıdan seyrederdi insanlar. Posta gemileri her şeydi. Üniversiteye, askere giden delikanlı, derdine çare bulamayan büyük şehir İstanbul’un doktorlarına görünecek hasta onlarla gider, köye kente un, tuz, şeker ve kitap, dergi, gazete ve oralardan çok uzak dünyalar onlarla gelirdi. İşte bu yolculukları yaptığımız yıllarda Fatsa’dan Samsun’a zamanın halk otobüsleri ile giderken tek şeritli şose yolun iki tarafında uzayıp giden tütün tarlaları Çarşamba’ya varmadan hemen önce başlar, Samsun’a oradan da Bafra’ya kadar o bereketli iki ovada, Yeşilırmak ve Kızılırmak’ın bin yıllardır bereket yığdığı deltasında uzayıp giderdi. Çok çileli işti tütün. Tohumun fidana dönüşünden sonra tek tek yeniden dikilmesi, tütün yapraklarının toplanıp kurutulması, preslenip balyalanıp bir ara benim de gelip yüklediğim gemimle uzak ülkelere götürülmesindeki çetin aşamaların ayrıntılarına burada giremeyiz. Ama tütün o kıyıların aşı, ekmeği, geçimi, geleceği idi. Biliyor musunuz tütün artık bitti. Yıllardır bu anlattığım o zamanki sahil yolunun iki tarafı boyunca ve uzayıp giden o engin delta da artık ekilmiyor. Dünya tütün ticaretinin dev güçleri, kartelleri, monopolleri artık ne derseniz deyin yaşadığımız şu günlerin on yıllar öncesinde tütünü kontrol etmeyi akıllarına koymuşlar ayrıntısına burada elbette ki giremiyoruz tütün ekimi yıllardır yaptırılmıyor. Bu işi sinsi ve ustalıklı formüllerle organize etmişler ve dünyanın en önemli tütün ihracatının yapıldığı Samsun yöresinde bu tarım bitmiş. Posta gemileri, geri gelmelerini boşuna beklediğimiz uzak bir masal şim di. Yıllar önce Yeşilköy’de uçaktan inen turist Galata Rıhtımı’ndaki Karadeniz Postası’nın bir gemisindeki kamarasına yerleşir ve Hopa’ya kadar o mavi yeşil cennet kıyıları boyunca yaşadığı unutulmaz tatili dönüşte yüzlerce eşine dostuna anlatırdı. Bu, daha Bodrum, Marmaris, Mavi yolculuk gibi şeyler yokken var olan kıyılarımızdaki turizmin coşkulu, umutlu bir platformu olmuştu. Artık değil turistin, herhangi birimizin bile İstanbul’dan Karadeniz’deki ya da Akdeniz’deki bir kıyı kentine deniz yoluyla ulaşmasına hiçbir imkân olmadığı on yılları yaşıyoruz. Bu gidişle de daha yaşayacağız anlaşılan. Sinop da bundan payını almış. Bir sürü nedenlerle bu konudaki her girişimin önü kesilmiş. Girişimciler yıldırılmış. Sinop planda yok Sinop’ta ne garip şeyler görüp işittik. Geçmişi, halen duran kalıntıları ile 4500 yıl öncesine doğru uzanan bu gizemli antik liman kentinin bugün kent merkezi denilebilecek en kalabalık, işlek, deyim yerinde ise ortalık yerinde bir tersane var. Saç gemiler yapıyor. Balıkçı tekneleri. Her yıl boyutları büyüyen, böylece de çevreye ve kente verdiği türlü zarar ve rahatsızlığı da büyüten bir iş. Kaynağı, gürültüsü, gemi yapımının, türlü aktivitesi ile bulunduğu yerle hiç mi hiç bağdaşmayan bir sanayi sitesi. Çevre bıkıp usanmış. Söylenenlere göre alternatif olarak kent dışında bir alan da tahsis edilmiş. Her türlü başvuru yapılmış. Hiçbir işe yaramamış. Kimse tersaneyi yerinden kıpırdatamamış. Bu arada ister gülün ister ağlayın, bir gün oraya gelen on yıl kadar önce bir kültür ve turizm bakanı ismi lazım değil, turizm konusundaki bir toplantıda turizm ile ilgili şikâyet sahibi kimselere “Biz Sinop’u bıraktık. Başka yerlerde, güneyde falan çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Sinop planımızda yok” bile diyebilmiş. Dikkat, bunu bir kültür ve turizm bakanı söylemiş. Şimdi asıl çok önemli iki konudan daha söz etmek istiyorum. İlgili hükümetlerin ilgililerince Karadeniz sahil yolu olayının nasıl başlayıp nasıl süregeldiğini duymayanımız kalmadı. Ama bu kez ben yıllar sonra Samsun’dan Sinop’a giderken (üç saat), yani bu ünlü yolun tüm Karadeniz kıyılarının doğal yapısını her şeyi ile yok eden kıyıma uğramış, sadece halen yapılmakta olan 100/150 km’lik parçasını gözlerimle gördüm. Kısaca söylüyorum, o deniz, o kişilikli adıyla sanıyla şiirî güzelliği ama aynı zamanda öfke ve gazabı ile o büyük Karadeniz yapılanlara sanki saldırmış. Yok edilen denizle bu güzel kıyıların, doldurulan ve yol haline getirilen bölümlerini bazı yerlerde yıkıp yerle bir etmiş. Daha yapımı bitmeden. Bu neyin göstergesi biliyor musunuz? Bu tüm Doğu Karadeniz’in doğal dengelerini, çevresini bozan oralarda yaşayan çiçeğinden böceğine, ağacına, koyunu kuzusuna, ineğinden insanına her canlının bugününü ve geleceğini tehdit eden bir sorumsuzluğun çok geçmeden yine doğal etkenlerle işlevini kaybetme yolunda olduğunun. Bunca yıl oralara dökülen trilyonların heba oluşu bir yana. Yıllardır planlayıcı güçlerin planladığı gibi yürüyen ve yürütülen asıl büyük felaket ne biliyor musunuz? Sinop’ta, o cennetin en güzel yerinde nükleer santral kurulacak. Gösteriler, karşı koymalar başvurular nafile. Santralın yeri belli. Bazı yerel fabrikaların daha şimdiden faaliyetleri durdurulmuş. Bu konu burada bir iki cümle ile okuyucuya bütün dehşeti ve yaşamsal önemi, insanımızın karşılaşacağı kanser salgını dahil felaketlerle birlikte aktarılamaz. Meraklısı için 25.08.2007 tarihli Cumhuriyet’in 9. sayfasında değerli bir bilim adamı Doç. Dr. Tanay Sıtkı Uyar’ı okuyunuz. Aslında işlenecek cinayet nükleer santral kurmak değil Türkiye’yi çöplüğe dönüştürmek. Farkında mıyız? Biz nerelere gelmişiz, ne günlere kalmışız. Farkında mıyız? CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle