23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 EYLÜL 2007 PAZAR 16 İzin Deniz Som “Vaziyet’i birkaç günlüğüne kapatmak için izninizi istiyorum. Haftaya Pazar; 9 Eylül’de buluşmak umuduyla” diyor. Ya ğ m u r E k i m Yabancılar da kaçağa alışmış... “Yabancılık çekmemek içindir!” ABD’DE tedavi altında tutulan tarikatçıyı biliyorsunuz. Hani şu salmasümüklü adam. Onun, Türkiye’deki yayın organını da biliyorsunuz. Hani şu yüz binlercesi bedava dağıtılan gazete. İşte o gazetede “bilimsel” bir makale yayımlanmış. Yazının özeti; tesettürsüz kadınlar, zihin ve hayal dünyamızı kirletiyor. Gülüp geçilecek bir yazı ama ilahiyatçı sosyolog Mustafa Cemil Kılıç aynı düşüncede değil: “Yazar, Hazreti Muhammed’e dayandırdığı uydurma bir olayı anlatarak kadınlara bakmanın insanın hayal ve zihin dünyasını kirlettiğini söylüyor. Ancak anlattığı olaydaki kadınlar tesettürlü. Tesettürlü kadınlara bakmak bile kirlenme yaratıyorsa tesettürsüz kadınlara bakmanın, onlarla konuşmanın, selamlaşmanın, tokalaşmanın ne sonuçlar doğuracağını siz düşünün! PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Gül Köşk’te ne yapar? Bugüne kadar yaptığını! İdeal İlker Çamkır: “Ananı da al git, tanımayan gitsin, Ankara’dan gidin... Aslında halk olmasa Türkiye’yi daha güzel yönetecekler!” Yazara göre Müslümanların bir numaralı sorunu bu hayal ve zihin kirlenmesine sebep olan unsurlardan yani tesettürsüz kadınlardan kurtulmak. Yazar, ‘Zihin ve hayal kirlenmeleri beden kirlenmesine benzemiyor, dini hayatta duyulan aşk ve şevkin önce azalmasına, sonra da kademe kademe düşerek yok olmasına bile sebep olabiliyor’ diyor. Tesettürsüz kadınları görmek insanda pişmanlık ve üzüntüye sebep oluyor. Yani yazar tesettürsüz kadınlardan sanırım iğreniyor. Üstelik acıyor da. Tesettürsüz kadınları kendilerinden korunulması gereken varlıklar olarak gösteriyor. Şimdi ılımlı İslam hareketini demokrat bir hareket olarak görenlere soralım: Sizce bu yazı Cüret tıpkı İran’daki gibi bir hicap yani örtünme yasasının psikolojik zeminini oluşturmak için yazılmış olabilir mi? Bu yazı gizli bir gündemin ip ucu mudur? Tesettürsüz pek çok kadın yazarın demokratlık adına ılımlı İslam hareketine destek vermesi acaba yarın onları kurtarabilecek mi? Sözde demokrat, liberal, ikinci cumhuriyetçi tesettürsüz kadın yazarlarımız ‘demokrat’ İslamcı kardeşlerinin zihin ve hayal dünyalarını kirlettiklerinin farkındalar mı? Türbanı bir insan hakkı olarak gördüklerini söyleyenler, tesettürsüz kadınlardan kurtulmanın Müslümanların bir numaralı sorunu olarak görüldüğünü unutmasınlar! Bu yazının Türkiye’de en ılımlı geçinen İslamcı bir gazetede yayınlanması, cüretin boyunu gösteriyor; ılımlısı buysa radikali neler tasarlıyor acaba?” İnsanlar Değişiyor Okuduklarımdan, tanık olduklarımdan, çevremdeki insanların davranışlarından görüp anlıyorum ki insanlar değişiyor, hem de büyük bir hızla. Her değişenin kendince haklı bir gerekçesi var ve tek tek insanların değişim gerekçeleri birbirine benzeyip aynılaştıkça toplumum değişimine ortak bir ad bulmak da kolaylaşıyor. Örneğin, ‘modernleşme’ sözcüğü de bu adlardan biri. Özellikle ‘neoliberal’ köşe yazarları ve televizyon yorumcuları bu sözcüğü pek seviyorlar. ‘Yiğidi öldür, hakkını yeme’ demişler, ellerimizi vicdanımıza koyup şu soruya yanıt verelim: Ülkemizde giderek yaygınlaşan ‘türban’ın aslında bir ‘modernleşme simgesi’ olduğunu da bu ‘neoliberal’ medya düşünür ve konuşurlarından öğrenmedik mi? Biz hâlâ dinozorluklarımızı sürdürüp ‘Türban, kadınerkek eşitsizliğinin bir simgesidir’ derken, değişen toplumumuzun önemli bir kesimi, en tepedeki ve eşleri tümü türbanlı üç siyasetçi tarafından temsil edilen AKP iktidarının görev süresini bir yasama dönemi daha uzatmadı mı? Şimdi şaşkın bir durumdayız ve ne yapacağımızı kestiremiyoruz. ??? Sıkıntıdan olsa gerek, son zamanlarda kendimi televizyona vurdum, kimi insan benzer durumlarda kendini dağlara, ormanlara ya da içkiye vurur, bense ne yazık ki çeşitli nedenlerden ötürü bu koca kentte sıkışıp kaldığımdan kendimi beyaz cama verdim. Biliyorsunuz, Türkiye televizyon kanalı sayısı açısından dünyanın en şanslı ülkelerinden biri, haber, müzik, eğlence, yarışma, spor, belgesel, tartışma, magazin.. ne isterseniz var. Hele siz bir karar vermeyegörün, beyaz camın karşısına bir oturun, bir daha kalkamıyorsunuz. Sözgelimi bir yarışma programında sunucu soruyor, stüdyodaki izleyiciler put kesilmişler; “İtalya’nın başkenti?” Donnng! Yarışmacılardan biri önündeki gongun tepesindeki düğmeye basıyor. Eveeeet! Stüdyoda bir alkış kopuyor. Hele siz de evinizde yarışmacıyla aynı anda “Romaaaa!” diye bağırmışsanız müthiş mutlu oluyorsunuz. “Yahu, bu da soru mu, bunu herkes bilir” falan demeyin sakın, birçok saygın kuruluş tarafından yapılan araştırmalar, üniversite gençliğinin önemli bir bölümünün bile bu tür sorulara doğru yanıt veremediğini ortaya koyuyor. Ben çoğunlukla magazin/eğlence programlarını izliyorum. İzledikçe bir kez daha anlıyorum ki, bizim toplumumuz eğlenmeyi çok seviyor. Göbek atmak, zıplamak, havaya kurşun sıkmak, kentte, deniz kıyısında ya da köy yerinde olsun, eğlencenin vazgeçilmezleri. Bu dünyada bir de adına ‘ünlüler’ denilen bir grup insan var ki, televizyoncular bunları anbean izliyorlar, ne yapıp ettiklerini derhal aktarıyorlar. Kim kiminle, nerede, ne yapmış, nasıl yapmış? Tüm bunları merak ettiriyorlar size, o zaman da ekran başından ayrılamıyorsunuz. Diziler de çok heyecanlı oluyor; size geçmiş hayatları nasıl özendiriyorlar, bilemezsiniz. Kadın mı, bas tokadı, kapat eve, olmadı mı sık kurşunu! Bunlardan birini, ikisini bir süre izleyin, inanın sokakta yürüyüşünüz değişiyor. Şöyle baba baba, dayı dayı yürümeye başlıyorsunuz, omuzlar hafiften çarpık… Kısacası, bilgi mi, eğlence mi, davranış biçimi mi.. ne isterseniz var TV kanallarımızda. ??? İlk’inden yüksek’ine eğitim sistemimiz zaten çeyrek yüzyıldır hopşinanay, bir de yazılısı ve görseliyle medyalanma gelince üzerine toplum iyice şaşkınlaşıyor. Kavramlar karışıyor. Değerler altüst oluyor. Yanlışlar doğrunun yerine geçiyor. Sahtekârlık akıllılık, namus aptallık oluyor. Bizim için önemli olan, vazgeçilmez olan kavramlarla alay ediliyor. Bizi duygulandıran olaylar birçoklarını güldürüyor. Darwin’e göre maymun evrilerek insanlaşmış, şimdi öyleleri var ki ve sayıları o kadar çok ki, hızla geriye evrilerek yeniden maymuna dönüşüyorlar. Bu sıcak pazar günü, biliyorum, sıktım sizi. O zaman dünkü Hürriyet’i bulup okuyun. Ayşe Arman’ın ‘ünlü’ bir kızımızla, Helin Avşar’la röportajı var. Kızımız, Arman’ın, “Utanmıyor musunuz” sorusuna, “Hayır. Hiçbir şeyden utanmıyorum!” diye yanıt vermiş. İşte budur! eposta: dkavukcuoglu@superonline.com SESSİZ SEDASIZ (!) İstanbulluları İngiliz sanıyorlar! İSTANBUL Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) gemilerinde yani eski Şehir Hatları vapurlarında yangın dolaplarının üstüne yangının İngilizce’si “fire”den “F” yazıldığını yazmıştık ya; bir yurttaş da dilekçe yazıp bunun gerekçesini sormuş. İDO’nun verdiği yanıta bakın hele: “Gemilerdeki yangın dolapları üzerinde bulunan ‘F’ harfi, İngilizce fire kelimesini simgelemektedir. Uluslararası veya kabotaj seferi yapan yolcu gemileri yangın teçhizatları, can kurtarma teçhizatı, emniyet işaretleri, tehlike veya risk işaretleri olarak Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün sembollerini kullanmaktadır. Liman sefer bölgesinde bu sembolleri kullanma zaruri olmamasına rağmen taşıdığımız yolcu profili düşünülerek bu semboller kullanılmaktadır. Herhangi bir yangın durumunda bunları kullanacak olan gemi personelidir. Gemi personeli de bu işaretlerin manasını bilmektedir.” Kurdukları cümleden anlaşıldığı gibi adamlar, Türkçe bilmiyor bir... İkincisi ya İstanbulluların anadilinin İngilizce olduğunu ya da ÜsküdarEminönü veya KadıköyKaraköy arasında İngiliz yolcu taşıdıklarını sanıyorlar! Bu durumda Kadir Topbaş’a bir öneri: 29 Mayıs’larda karadan gemi yürütüyorlar ya, kıçına “ship” yazsınlar; İstanbullular daha kolay anlar! behicak?yahoo.com.tr Gülhan Elmas: “Sıkma başa üniversite yolu açılıyor. Hayrünnisa Hanım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yerine üniversiteye gider artık!” Yol Gezegen Erol İşisağ: “Yeryüzündeki tüm cumhurbaşkanlarını tanımıyorum diyen birini hangi gezegene gönderirler!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Eylül ve ‘Dokunulmaz’lar... Eylül umut ayıdır, sevgi ayıdır, güzel aydır… Yaz aylarının “miskin” sıcağından, kış aylarının “hareketli soğuklar”ına ılıman geçişin “huzur” ayıdır… Bu nedenle şairler için eylül “mevsim”dir. Kışın getireceği sert gerçekleri, yazdan kalan yumuşak duygularla karşılamanın mevsimi… dan eleştirebilmenin; yani “halkın çıkarları” için korkusuzca konuşarak, yazarak, gerçekleri çekinmeden açıklayarak mücadele etme görevinin “en kutsal siyasal sorumluluk” olduğunu ne zaman önemseyecekler? Kaldı ki yolsuzluk iktidarda yapılabilir. Dokunulmazlığı sadece buna bağlamak insanlığın “umut ilkesi”ne saygısızlık değil midir? ‘Sivil’ karabasan İşte böyle bir mevsimin ilk yazısında hoş sözlerle “umutlara merhaba” demek varken, bu insanlık hakkımızı elimizden alan şu “sivil anayasacılar”a ne söylemeli bilmem… Öyle bir sivil anlayış ki “kadın ve özgürlük” denince, sadece en sıkma başlı türbanı akla getirmek Tarihsel armağan Arkadaşımız Ercan Yeşilyurt’un 15 Temmuz 2004’te Cumhuriyet’te yayımlanan bir makalesi güncelliğini koruyor. Dokunulmazlığın İngiltere’deki ilk “parlamento deneyimi”nden doğduğunu, “kral”ı eleştiren milletvekillerinin “tutuklanma”sı üzerine 1689 tarihli “Haklar Bildirgesi”nde yer aldığını ve ardından Batı anayasalarında da yaygınlaştığını anımsatan Yeşilyurt özetle diyor ki; “Başından beri bu ilkenin amacı, iktidarların halkın çıkarlarını savunan temsilcilere baskı yapmalarını önlemek; özgürce muhalefeti sağlamaktır…” Çünkü devleti yönetenler iktidar güçlerini de kullanırlar. Ancak aynı güce sahip olmayan “muhalefetteki milletvekilleri”nin, ulusun haklarını ve ülke çıkarlarını “adli kovuşturma tehdidi yaşamadan savunabilme”leri için, dokunulmazlık “demokrasi tarihinin armağanı” gibidir… ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN le yetinmiyor. Örneğin “çocuk ve eğitim” denince loş din okullarını ve cüppeli hocaları; “doğa ve orman” denince 2B yağmasının “tapulanmış” kaçak binalarını; “toplumsal örgütlenme” denince “cemaat ve tarikat” serbestliğini; “vatandaşlık kimliği” denince de “etnik köken şovenizmi”ni anlıyor… Gündem böylesi “karabasan”a dönüşürken gelin de şu umut mevsimini o insancıl anlamıyla karşılayıverin… TBMM’den örnekler Bizde ise bu “armağan” sanki “fikir”lerin değil, yolsuzlukların güvencesi. Nitekim şimdiye dek görev yapan yüzlerce bakandan sadece 12’sinin elinden yetkileri “yolsuzluk” nedeniyle alınmış. İktidarın hazmedemediği “muhalif fikirler”inden ötürü dokunulur kılınanlar da “iki” kişi… Çetin Altan 1967’de Türkiye İşçi Partisi milletvekiliyken, hükümeti sorgulayan gazete yazısını TBMM kürsüsünden okuduğu için “dokunulur” kılınıp yargılanmıştı. 1986’da da SHP Milletvekili Cüneyt Canver’in dokunulmazlığı Kenan Evren’e hakaret ettiği savıyla kaldırılmıştı… Şimdi sivil anayasacılar dokunulmazlığı yeni cumhurbaşkanının “zırh”ı yapmaya çalışırlarken muhalefete düşen görev ise “gerçek anlamı”nı kamuoyu bilincinde yükseltmek değil midir? Ama bunun için önce “dokunulmaz konu”ları açıkça tartışabilmeleri, yasaların suç sayıp saymadığına bakmadan özellikle de şu hep suskun kaldıkları “sömürgeci ilişkiler”i cesurca sorgulamaları gerekiyor… Bari, umut mevsimi eylülde bunu yapabilseler… ekinci?cumhuriyet.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 2 Eylül www.mumtazarikan.com ‘Özgür muhalefet’ için Nitekim aynı anayasa hazırlıklarında “dokunulmazlık” kavramı da “tarihsel saygınlığı”na hiç yakışmayacak şekilde, sadece “suçluları koruma”nın bir aracı olarak görülüyor. “Adalet”in, yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de yakasına yapışmaması için anayasal önlemler düşünülüyor… Oysa çağdaş demokrasilerde dokunulmazlığın, temelde “iktidardakileri kollamak” değil, tersine “muhalefeti iktidara karşı” korumak olduğunu nasıl da unutuveriyorlar? Üstelik bu unutkanlık, dokunulmazlığı asıl “kendileri” için savunmaları gereken muhalefette de gözleniyor. Hükümettekilerin “yolsuzluklardan yargılanma”larını isterken, onları hiçbir yasaklama olma BAKIRKÖY 8. AİLE MAHKEMESİ Sayı: 2007 / 72 Esas 2007 /17 Karar Davacı Melahat KARAYILDIZ tarafından davalı Hüseyin KARAYILDIZ aleyhine açılan velayet davasının yapılan yargılaması sonucunda, mahkememizin 24.08.2007 tarihli kararında DAVANIN KISMEN KABULÜ ile, Adıyaman ili, Gerger ilçesi, Çifthisar köyü, cilt no : 12 , hane no : 11, T.C. Kimlik No: 11439167394, BSN : 133 de nüfusa kayıtlı Hüseyin ve Melahat oğlu, 17.08.2001 Küçükçekmece doğumlu Yaman KARAYILDIZ ve aynı yerde T.C. kimlik no : 11442167220, BSN : 134 de nüfus kayıtlı, Hüseyin ve Melahat kızı, 06.01.2003 Küçükçekmece doğumlu Helin KARAYILDIZ ile, aynı yerde T.C. kimlik no : 61906485100, BSN : 137 de nüfusa kayıtlı Hüseyin ve Melahat oğlu 19.01.2007 Bağcılar doğumlu Muhammed Şahin KARAYILDIZ’ in, velayetlerinin tedbiren aynı yer T.C. kimlik no : 16441271848, BSN : 108 de nüfusa kayıtlı Mehmet ve İmihan’dan olma 25.05.1979 doğumlu davacı anne MELAHAT KARAYILDIZ’ a verilmesine karar verilmiş olup, daha evvel dava dilekçesi ve duruşma günü ilanen tebliğ olunan davalı Hüseyin KARAYILDIZ’ a mahkeme kararının da ilanen tebliğine karar verilmiş, iş bu ilamın gazetede yayınlandığı son ilan tarihinden itibaren 7. günün sonunda davalıya kararın tebliğ edilmiş sayılacağı ve bu tarihten itibaren 15 gün içinde temyizi kabil olup, temyiz edilmediği takdirde hükmün kesinleşeceği hususu davalıya ilanen tebliğ olunur. 31.08.2007 Basın: 47374 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Geleneksel 1 Türk evlerinde şilte, ya 2 tak, yorgan 3 gibi eşyaların 4 konulduğu büyük göm 5 me dolap. 2/ 6 Kendi kendi7 ne söz vererek bir işi 8 üzerine al 9 ma... Tutsak. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 3/ Ortadoğu’da 1 M A N D E P S İ “Ölüdeniz” de deni2 L A N A K E L A len göl... Ağaçlarda mantarların oluştur 3 G O M İ S K E T Ş U T A duğu bir tür çürüme 4 A Z A D İ L başlangıcı. 4/ Utan 5 N A K İ T A D E T A E ma duygusu... Sıva 6 D ÜM İ T cı aracı. 5/ Her türlü 7 A B R A yüksek yapıya veri 8 A SMO L E N len ad... Maksat. 6/ 9 F L U T Ü N İ K Emanet... İlgi eki. 7/ Büyük bir orman ağacı... Çam, ardıç, ladin gibi ağaçların iğne gibi ince yaprakları. 8/ Batı Anadolu’da kurulmuş on iki İyon kentinin en ünlüsü... Hintli kadınların ulusal giysisi. 9/ İşlerinde yalnızca kâr elde etme düşüncesiyle hareket eden kimseye verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Manda yavrusu... Zehir. 2/ Afrika’nın en yüksek dağı Kilimanjaro’nun yerli dillerdeki adı... Kabadayı. 3/ Doğal ve tarihsel özelliklerinden dolayı koruma altına alınan alan... Önder. 4/ Satrançta bir taş... Bir yüzü içbükey, öbür yüzü dışbükey olan mercek. 5/ Bir haber ajansının kısa yazılışı... Yüz metrekare tutarında alan ölçüsü birimi. 6/ Koleksiyon... Kalay elementinin simgesi. 7/ Halı ya da kilim dokunan tezgâh... Papatyaya benzer otsu bir bitki. 8/ Coğrafyadaki kıyı tiplerinden biri... Aynı ahır adına koşan yarış atlarına verilen ad. 9/ Küçük su kanalı... Slav alfabe ve yazısı. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle