14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 EYLÜL 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 ABD Türkiye’de askeri darbe gerçekleştirilmesini istemiş, ama bu yarıaskeri bir darbe olmuştu 12 Eylül için iki milat DOÇ. DR. ÖRSAN ÖYMEN 12 Eylül 1980 darbesi için İsmet İnönü’nün Nisan 1964’te Time’da yayımlanan demeci ile Bülent Ecevit’in Başbakanlığı dönemine rastlayan Temmuz 1974’ü milat olarak görmek olanaklıdır. Başbakan İsmet İnönü’nün, Nisan 1964’te, Time’da yayımlanan demeci, 12 Eylül (1980) için bir başlangıç olarak alınabilir. Bakanlar Kurulu tarafından alınan Kıbrıs’a askeri müdahale kararına ABD Başkanı Johnson karşı çıkıyor, kararın uygulanamaması üzerine, İnönü, “Amerika’nın mesuliyetine inanıyordum. Bunun cezasını görüyorum demektir” diyor ve ekliyordu: “Dünya yeniden kurulur ve Türkiye kendine düşen yeri alır.” İnönü, ABD’den uzaklaşmak, ama Sovyetler’e de yanaşmamak niyetinde olduğunu açıklamış, bir bakıma, Türkiye’nin içerisinde yerini alacağı “kurulacak yeni dünya”nın merkezinin Avrupa olacağını duyumsatmıştı. 12 Eylül için ikinci bir milat / başlangıç olarak, Temmuz 1974’ü almak da olanaklı. Temmuz 1974’te Başbakan Bülent Ecevit, afyon ekimi yasağını kaldırdıklarını Afyonlulara duyurmak için gittiği Afyon’da, EOKA lideri Sampson’ın Kıbrıs’ta Makarios’a karşı bir darbe gerçekleştirdiğini öğrenecek, konuşmasını tamamlamadan Ankara’ya dönecek ve Kıbrıs’a “barış” amacıyla askeri harekât başlatılacaktı. Sampson darbesinin amacı, Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmaktı. Yunanistan’da 1967’den beri beşli cunta yönetimdeydi ve cunta ABD patentliydi. Sampson da cunta patentliydi. Yani Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması planının arkasında ABD vardı. ABD ise, 1967’de Yunanistan’da gerçekleştirdiği askeri darbe gibi, Türkiye’de de bir askeri darbe gerçekleştirilmesini istemiş, ama bu, kadük, bir başka deyişle yarıaskeri darbe olmuştu. Muhtıracı generaller, siyasal erki dışardan yönlendirip yöneterek, sol ezdirilmeye çalışılmış, ama ABD’nin beklentisi olan parlamento kapatılamamış, dolayısıyla genel oy askıya alınamamıştı. Kapsam İnönü, ABD’den uzaklaşmak, ama Sovyetler’e de yanaşmamak niyetinde olduğunu açıklamış, bir bakıma, Türkiye’nin içerisinde yerini alacağı “kurulacak yeni dünya”nın merkezinin Avrupa olacağını duyumsatmıştı. Temmuz 1974’te, Ecevit afyon ekimi yasağını kaldırdıklarını duyurmak için gittiği Afyon’da, Sampson’ın Kıbrıs’ta bir darbe gerçekleştirdiğini öğrenecek ve “barış” amacıyla harekât başlatılacaktı. Yeditepe Öniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Öymen, sorularımızı yanıtladı. 12 Eylül bir ABD projesiydi ? Öymen, “ABD, NATO ve Varşova Paktı karşıtlığında Türkiye’yi komünizm tehlikesinden kurtaracağım diye bir kısım milliyetçi, faşist kesimleri silahlandırdı” dedi. MEHMET AKKAYA 12 Eylül askeri darbesinin sinyallerini yıllar öncesinin bazı olaylarında görmek mümkündür. Bu konuda biraz gerilere gidip tarihi gerçekleri irdelemek yeterlidir. CIA’nın mücahitlere desteğini yoğunlaştırması, Afganistan yönetiminin Sovyetler Birliği’ne davetiye çıkarmasına, yani Sovyet askerinin Afganistan’da “işgalci” durumuna düşmesine yol açmış; İran’da monarşinin / şahlık sisteminin yıkılması, mollaların yönetime elkoyması, Amerikan elçiliğinin işgal edilmesiyle sonuçlanmıştı. ABD tüm ağırlığını Türkiye’ye kaydırmak, Türkiye’de tutunmak ve Türkiye’den Sovyetler Birliği’ni hırpalamak konumundaydı. 12 Martta (1971) darbe tam olarak gerçekleştirilemediği gibi, ilk genel seçimlerde, sol, siyasal erkte ağırlıklı olarak yer alacak sayıda milletvekili çıkarmıştı. 6. Filo eylemleri NATO ile korunan sistemin korunması kadar, NATO’nun başlıca amaçlarından biri olan Sovyetler Birliği’nin merkezi otoritesinin Türkiye üzerinden çökertilmesi, ABD ve NATO’nun amaçları ile Türkiye’de sol siyasal erki karşı karşıya getirmişti. Tam da bu süreçte, sol ve sosyalist gençliğin, ABD’nin, bir bütün olarak Akdeniz’i askeri denetimi altına aldığı 6. Filo’ya karşı, Amerikan siyasal kurumlarına karşı eylemlerini giderek yoğunlaştırması, emekçi sınıf ve katmanların ekono mik özlemlerini dile getiren yığınsal eylemlerinin giderek artması, din ve ırk gibi geleneksel ideolojiler çevresinde örgütlenmiş ya da örgütlendirilmiş paramiliter güçlerin saldırılarıyla durdurulmaya, ilerici devinimler engellenmeye başlanmıştı. Sokakta dökülmeye başlayan kan, sağın sol ile çatıştırılmaya başlatıldığının işaretini veriyordu. Ama kim, ne için, kime karşı savaşacaktı. Türkiye’deki son otuz yıllık gelişmelerin temellerini oluşturan 12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden yirmi yedi yıl geçti. Halen darbenin ekonomik alanda, eğitimde, çağdaş ve demokratik yapıda açtığı yaralar sarılabilmiş değil. Aynı zamanda CHP Parti Meclisi üyesi de olan Yeditepe Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Örsan K. Öymen konuya ilişkin sorularımızı yanıtladı. Siyaset felsefesi dersleri veriyorsunuz. Öğrencilerinizi, okurlarınızı ve halkı anlattıklarınıza karşı heyecanlı ve ilgili buluyor musunuz? Benim siyasette üzerine çalıştığım iki filozoftan biri Thomas Hobbes, öbürü de Karl Marx. Özellikle Marx’a olan ilgi 50’li, 60’lı yıllardaki kadar değil. Özgürlükçü, eşitlikçi, dayanışma yanlısı eğilimler şu anda güçlü görünmüyor. Bu, öğrencilerde de başka tabakalarda da böyle. Ne yazık ki şimdi gençler para kazanma, sınıf atlama, zengin olma hırsıyla sınırlanmış durumdalar. Her toplumda olduğu gibi bizde de o büyük idealler için mücadele edenler var ama diğer damar şimdilik daha kuvvetli görünüyor. 12 Eylül’de ABD emperyalizmi nasıl bir rol oynadı? Nasıl bir rol oynadı diye düşünmek yerine 12 Eylül tümden bir ABD emperyalizminin projesiydi diye düşünmek gerekir. ABD şimdi olduğu gibi o yıllarda da Latin Amerika ve benzeri yerlerde çıkarlarına ters gelen durumlarda darbeler tezgâhlamaktaydı. Bunu halen de çeşitli kılıklarda sürdürüyor. ABD, NATO ve Varşova Paktı karşıtlığında Türkiye’yi komünizm tehlikesinden kurtaracağım diye bir kısım milliyetçi, faşist kesimleri silahlandırdı. Bu milliyetçi kesim Türkiye’nin örf, âdet ve geleneklerini koruyacağız diye silaha sarıldılar ve çok sayıda yurttaşımız, aydınımız ve öğretim üyelerimiz pusular kurularak öldürüldü. 12 Eylül’ü yapanların yargılanması isteniyor. Siz bunda felsefe penceresinden baktığınızda derin bir anlam buluyorsunuz sanıyorum... Ben dünyadaki tüm darbelere olduğu gibi ülkemizde yapılan darbelere de, 12 Eylül askeri darbesine de prensip olarak karşıyım. Çünkü demokrasinin savunulması gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla darbecilerin hesap vermemeleri gücüme gidiyor. 12 Eylül uygulamalarını ve ülkemiz tarihinde faşizmi nereye koyuyorsunuz? Ben Türkiye’de her zaman faşizan uygulamaların olduğuna, daha doğrusu buna imkân veren bir yapının olduğuna inanıyorum. Faşizmin tanımını çok geniş düşünerek söylüyorum. Ülkemizde Mussolini ve Hitler’in anlayışında bir faşizm olmamıştır. Ama faşizan uygulamalar oldu. Mesela 12 Eylül askeri darbesinin olduğu yıllar ve onu izleyen Özal dönemi faşizan niteliklidir. Bana sorarsanız 12 Mart dönemi de hatta Demokrat Parti’nin basın özgürlüğünü engelleyen, sansürün olduğu bir dönemi de faşizan uygulamaların etkili olduğu yıllar olmuştur. Hatta REFAHYOL döneminde de faşizan uygulamalar olmuştur. AKP de din kurallarına göre yönetmeye özlem duymakta ve faşizan uygulamalarıyla dikkatleri çekmektedir. Yeşil kuşaktan İslamın siyasallaşmasına Eski Ortadoğu CIA şefi Graham Fuller, ABD’nin, Türkiye’de, “bir yandan demokrasinin güçlenmesine, bir yandan da komünizmi zayıflatmaya çalıştığını” söylüyordu ama, güçlendirilen demokrasinin İslam, zayıflatılan komünizmin ise demokrasi olduğu bütün çıplaklığıyla ortadaydı. “Türkiye’de çok kuvvetli bir sol vardı. Aynı şekilde İran’da da... Hem 1950, 1960’larda, hem 1970’lerde. Komünizm hareketi çok kuvvetliydi. İslam zayıf, ama solculuk güçlüydü” diyen Graham Fuller, solu çökertmek için, “yalnızca ABD’nin değil, bütün Arap dünyasının, Avrupalıların, herkesin, parayla, silahla, her şeyle siyasal İslamı desteklediğini” söyleyecekti. (Vatan, 1 Kasım 2004.) Fuller’e sorulan soruların bazı yanıtları şöyleydi: “Yeşil kuşak fikri, Soğuk Savaş zamanında Sovyetler’in güneye doğru yayılmasını önlemek içindi. Fikir herhalde bizimdi. Ama o zamanlar bütün İslam devletleri de komünizme karşı Müslümanlığın çok güçlü bir duvar olduğunu anlamışlardı. Çok haklı bir tezdi. Çok çok doğruydu. Komünizme karşı gerçek bir duvar oluyordu İslam. Bizden önce siyasal İslamı Suudi Arabistan pompaladı. Türkiye’de çok kuvvetli bir sol vardı. Aynı şekilde İran’da da... Zannederim her zaman ABD biraz iki şekilliydi. Bir yandan Türkiye’de demokrasinin güçlenmesini istiyorduk. Bir yandan da komünizmi zayıflatmaya çalışıyorduk.” (Vatan, 1 Kasım 2004, Devrim Sevimay’la yapılan konuşma.) Sorulardan birinin yanıtı şöyle: “‘Mustafa Kemal’in işi bitmiştir’ demedim. Zorlu bir süreç olarak sonuna geldiğini söyledim.” İkinci yanıt AKP ile ilgili: “AKP İslam dünyası için iyi bir örnek.” “Sonuçtan memnun musunuz peki?” sorusunun yanıtı da şöyle: “Bence şu anda Türkiye çok iyi bir noktada.” Konuşmanın yayımlandığı tarih: 1 Kasım 2004. Siyasal İslam ve Aleviler Fuller, Türkiye’de demokrasiyi güçlendirmek için komünizmi zayıflatmaya çalıştıklarını söylerken, açıktır ki, dolaylı olarak demokrasinin “güçlenmesi” adına, “komünist” nitelemesi altında, 12 Eylül’e öngelen süreçte altı bine yakın insanın yok edilmiş olmasına gönderme yapıyordu. Her ne kadar, “nasyonal sosyalizmi” anımsatan “milliyetçi hareket” adı altında, Türk etnisitesi “milliyetçi”lik tekeline alınmış görünüyorsa da, sola saldırının temel argümanı “İslam” ya da siyasallaşan İslamdı. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman” söylemine karşın, Türk olan Türkmenlerin, Alevilerin, “kızılbaş komünistler” olarak saldırının hedefine konmasının başka bir açıklaması olmamak gerekirdi. Komünist olarak nitelenen ilerici, demokrat, devrimciler, siyasal yaşamdan dışlanmaya ya da yok edilmeye çalışılmış, tarikat ve cemaatlerin kuşatamadığı laik partilere oy veren Aleviler de “kızılbaş komünistler” olarak öldürülmüşlerdi. Dinsel terminolojiye göre söylemek gerekirse, bu, halk içinde, Müslüman olanların, Müslüman olmayanlara değil, siyasallaşmış tarikat ve cemaatlerin Alevilere, laiklere, ateist olarak nitelediklerine karşı giriştikleri bir kıyamdı. 12 Mart yarıaskeri darbesiyle, soldan sosyalist sola değin öğrencisiyle, işçisiyle, yazarı, çizeri, yayıncısıyla, sendikası ve siyasal partisiyle ağır bir baskı dönemi yaşanmış, devrimci devinimin genç liderleri işkence altında, idam sehpasında, vurularak yaşamdan koparılmışlardı. Ama bütün bu faşist uygulamalar, sosyalist sol ile kucaklaşan demokratik solun oylarının azalmasına değil, artırılmasına neden olmuş, CHP, milletvekili sayısını ikiye katlamıştı. ABD’nin dayatmasıyla cezaevlerine doldurulan çoğunluğu üniversite öğrencisi olan gençler, siyasal parti yöneticileri, sendikacılar, yazarlar, yayıncılar, kısacası emeğin savunurları tüm emekçiler, Genel Af Yasası’yla salıverilmiş, gene ABD’nin dayatmasıyla konan afyon ekimi yasağı kaldırılmıştı. Bunlar, ABD’ye kafa tutmak anlamında olmasa da, ona karşın, ondan bağımsız bir politika izlenmeye başlandığının kanıtları olarak da algılanabilirdi. Ama sorun, ABD açısından, yalnızca Türkiye ile sınırlı bir sorun da değildi. Yönetimde başlar sürekli değişmekteydi Kâh İnönü, kâh Ecevit dönemlerinde yaşanan bazı olaylar darbenin ipuçlarını veriyordu. ması gerektiğini Kuran adına ileri sürmüştü. Saidi Nursi’nin bu görüşleri yeşil kuşağın İslamı eğitimin temeline oturtma görüşüyle örtüştüğü gibi, AKP yönetiminin eğitimin temelini oluşturmaya çalıştığı bilimin İslamŞeriat süzgeci laştırma politikasıyla da örtüşüyordu. Sorun ya da çatışma, din Bugün ılımlı İslam adıyla ABD’nin piyasaladığı si ile bilim, vahiy ile akıl arasındaydı. Dinin ve vahyin akla ve bilime egemenliği, aynı zamanda İslamın Kemalizme ve Kemalizmle özdeşleştirilen ateizme, anarşizme ve giderek komünizme egemenliği ya da dinin siyasallaşması süreci, 1950’li yıllarda yeşil kuşakla örtüşmüş bulunuyordu. Temelde, Kemalizmi bitirme süreci, komünizme yöneltilmiş bir süreç olarak sahiplenildi ve Türkiye ilerici ve devrimci, ya da demokratik ve laik kimliğini kendi elİslamcılar genellikle komünizme ve leriyle (siyasallaşateizme karşı mücadelede kullanıldı. tırdığı İslam eliyyasal İslam, 1950’lerde De le) boğan bir ülke konumumokrat Parti yöneticilerine, na geldi. “Beni serbest bırakınız, anarşizme, Siyonizme, ko Şoven milliyetçilik münizme karşı savaşaİkinci ve büyük çelişki, yım!” diyen Saidi Nursi, aklı ve bilimi dinin denetimi al Kemalist ulusallığın şoven tına sokmayı, fizik, kimya, milliyetçilik tarafından kuzooloji, biyoloji gibi “müs şatılarak, ulusallığın, şoven pet ilim”leri olduğu gibi, milliyetçilikle hançerlenmek sosyoloji, antropoloji gibi amacını içerisinde taşımış “beşeri ilim”lerin de şeriat olmasıydı. ABD, Avrupa ve öteki ülsüzgecinden süzülerek alınYeşil kuşak ABD’nin fikri olabilirdi, ama dini/İslamı canlandırma adı altında İslamı siyasallaştırma, ABD’de, adına bir enstitü oluşturulan Saidi Nursi’nin görüşleriyle de örtüşüyordu. keler yanında Arap dünyasının sola ve sosyalizme karşı siyasal İslamı desteklediğine ilişkin olarak, Vahap Erdoğdu, 1950’lerde başlayan ve giderek büyüyen “CIASuud işbirliği” konusunda bize şu bilgileri aktarıyor: 1971’de CIA, El Ezher rektörüne, Faysal’ın hediyesi olarak, 100 milyon dolar vermişti. Bu para, İslam dünyasında “komünizme ve ateizme” karşı kullanılacaktı. 1985’te, İtalyan Komünist Partisi’ni yıpratmak, seçimlerde rakiplerini desteklemek için CIA’nın ihtiyacı olan 10 milyon dolar, Suudlar tarafından bir İtalyan bankasına yatırılmıştı. Pakistan genelinde, Suud parasıyla üç bin Kuran kursu açılmıştı. 19791990 arasında Suudlar, Pakistan yoluyla, militanlara 4 milyar dolar aktardı. CIA, paralı askerleri, Pakistan gizli servisi subaylarını, Afgan gerilla liderlerini, CIA merkezlerinde, ABD özel kuvvetler karargâhlarında eğitiyorlardı. 1983 yazında 80 bin ile 150 bin arasında paralı asker Afganistan’da savaşıyordu. Bu askerlere her ay 100 ile 300 dolar ücret ödeniyordu. Bu desteklerde en büyük payı TC Başbakanı’nın bir zamanlar önünde diz çöktüğü Gulbettin Hikmetyar ile Suudların kurduğu Sayyaf örgütü alıyordu. Hikmetyar, örtünmeyen kadınların yüzlerine kezzap atma eylemlerine öncülüğüyle ünlenmişti. (Vahap Erdoğdu, Sermayenin Küresel Egemenliği ve İslam, s. 2530.) SÜRECEK Her ne kadar, Sovyetler Birliği’nin Irak’la, Suriye’yle, Mısır’la, Yemen’le gerçekleştirdiği “Dostluk ve İşbirliği Anlaşması”na benzer bir anlaşma yapmasının, NATO üyesi Türkiye açısından olanağı yoksa da, Ecevit başkanlığında sol ağırlıklı koalisyonun, NATO’nun amacı doğrultusunda, içeride solun, yani emeğin ve emekçilerin ezilmesine izin vermeyeceği, dışarıda Sovyetler Birliği’nin merkezi otoritesinin çökertilmesinin aleti durumuna Türkiye’yi düşürmeyeceği açıktı. Soruna, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne, Avrasya parametresi açısından bakıldığında ise, ya haritada yerler, ya da yönetimde başlar sürekli değişmekteydi. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle