19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 31 AĞUSTOS 2007 CUMA 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr VECDİ SAYAR Gidene teşekkürlerle, gelene ilişkin bilinmezler arasında gidip geliyorum KEDİ GÖZÜ Cumhurbaşkanım Sezer’i uğurlarken Sayın Cumhurbaşkanım Ahmet Necdet Sezer ve eşi Semra Hanımefendi’nin Çankaya Köşkü’nden ayrılışlarını izliyorum… Onları ellerinde çiçeklerle uğurlamaya gelen herkes gibi ben de duygu yüklüyüm ve hüzünlüyüm. Otomobilden defalarca inip geçirmeye gelenleri selamlıyorlar. Her zamanki vakur halleriyle… O duygu yoğunluğu içindeki insanların, ellerini, çiçeklerini uzatırken tıpkı benim gibi içlerinin titrediğini, gözyaşlarını tutamadıklarını görüyorum… Onlara güle güle derken, içimden bin kez daha teşekkür ediyorum. Temsil ettikleri değerler için teşekkür ediyorum… Cumhuriyet ilkelerini savunmakta ve korumakta gösterdikleri özen, dikkat ve direnç için teşekkür ediyorum… Ülkemin onurunu yücelten kişilikleri, örnek alınması gereken tutum, tavır ve davranışları için teşekkür ediyorum… Yedi yıl boyunca bana verdikleri güven için, kendimi emniyette hissetmemi sağladıkları için teşekkür ediyorum… Göğsümü gere gere, kıvançla, “Sayın Cumhurbaşkanım” diyebilmek olanağını bana verdikleri için teşekkür ediyorum… İşte, özenle seçtiğim sözcüklerle topu topuna birkaç kalemde toparlayıverdiğim ve daha önce kendilerine ilettiğim teşekkürüm… Ama her cümlenin açılımı bu köşeye sığmayacak örnekleri ve tarihsel sürecin önemini barındırıyor. Sadece laiklik karşıtı dayatmalara, baskılara karşı verdikleri mücadele başlı başına birkaç cilt kitap oluşturur. Sayın Sezer’in temsil ettiği değerlerin başında hukukun her şeyin üstünde olduğu inancı geliyordu… Ve bu inancını şuna ya da buna, o gruba şu gruba, hiçbir ayrımcılık yapmadan, herkese eşit mesafede uyguladı… Bu değerlerin başında eğitime, çağdaş eğitime verdiği önem geliyordu. Eşinin tüm çabalarını düşünün… Bu değerlerin başında ülkenin, milletin en yüksek makamında bulunduğu halde en sıradan vatandaşa duyduğu sevgi ve saygı geliyordu, daha önce hiç görülmemiş bir mütevazılık sergiliyordu. Ve örnek oluşturuyordu. Hoş Geldin Günay Yeni kabineyi herkes gibi ben de merakla bekliyordum. ‘Profesyonel deformasyon’dan olsa gerek, en çok da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, yeni dönemde izlenecek siyasetin ipuçlarını verebilecek bu bakanlığa kimin getirileceğini... Atilla Koç döneminde, kültüre yatırım yapan özel sektör kuruluşlarına sağlanan vergi muafiyeti, TEDA Projesi, Anadolu’daki kültür merkezi inşaatlarının hızlandırılması ve bir kısmının faaliyete açılması gibi ciddi adımlar atılmış olsa da, bütüncül bir vizyonun eksikliği hissediliyordu. Siyasal tercihlere dayalı atamalar nedeniyle kamu sanat kurumlarının içine düştüğü karmaşa, kültürsanat alanına sağlanan desteklerde rasyonellik yerine keyfiliğin egemen olması, sivil toplum kuruluşlarıyla sağlıklı bir diyalog kurulamamış olması, AKM’nin yıkılıp yeniden yapılma projesi ve ‘politik’ gaflarıyla, Sayın Koç’un bakanlığını epey tartışmalı kıldığı ve bakanlığın – Ahmet Hakan’ın deyişiyle “imaj kaybına uğradığı” bir gerçek. Gene de, Sayın Koç’u uğurlarken (hep söyleriz ya “bizler hancıyız, onlar yolcu” diye), icraatları için teşekkür ediyor, espri yeteneğini hiç yitirmemesini diliyoruz. ??? Yeni bakanımız Ertuğrul Günay ise, öncelikle insan haklarına ve demokrasi kültürüne bağlı bir hukuk adamı olarak bu makama yakışıyor. Ama, en az bu özellikleri kadar önemli olan bir yanı da, kültürsanata saygı ve sevgiyle yaklaşan (Cemil Meriç ve İdris Küçükömer’in iyi bir okuru olduğunu biliyoruz), “insan”a değer veren bir politikacı olması. Bu yanını ve güler yüzlü, yapıcı yaklaşımını yıllar öncesinden tanıdığım için, gönül rahatlığıyla “hoş geldin kültürsanat ailesine” diyorum (Ailemizin ne kadar kaprisli olduğu malum. Ama, iyi niyetimizden de kimsenin kuşkusu olmasın). Kültür (ve Turizm) Bakanlığımızın yeni dönemde yeni ilkelere kavuşmasını bekleyebiliriz. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, TBMM’de yaptığı konuşmada: “Ülkelerin gelişmesi ve insanların mutluluğu için asgari şart, açık bir topluma dönüşmektir. Anayasamızda da yer alan, fikir ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, insanlarımızın onurlu bir hayat sürdürebilmelerinin de teminatıdır. Şiddeti beslemeyen her türlü fikrin serbestçe ve korkusuzca ifade edilebildiği bir açık toplum olma hedefinden asla sapmamalıyız. Çağdaş dünya, nicedir, özgürlüklerden korkmamayı öğrendi; bizler de özgürlüklerimize en hayati değerlerimiz olarak her durumda sahip çıkmalıyız… Günümüz dünyasında, farklı özelliklerin vurgulandığı, değişiklikten ve çeşitlilikten korkulmayan bir anlayış daha fazla kabul görmeye başladı… Demokratik kültürümüz çoğulculukla beslendiği oranda, bizi biz yapan değerlere daha kolay sahip çıkabiliriz” diyordu. Cumhurbaşkanımızın kültürsanat alanında yapabileceği çok şey olduğuna inanıyorum (Doğan Hızlan’ın dünkü yazısında yer alan önerilere katılmamak elde değil). Kültür Bakanımızla el ele verirlerse, kültür ve sanatımızın gelişmesine, dünyaya açılmasına ciddi katkıları olabilir. ??? Kültürsanat alanımızın emekçilerinin vereceği destekle, Sayın Günay yeni bir kültür politikasının temellerini atabilir, atmalıdır da: demokratik, özgürlükçü, çoğulcu bir kültür politikası… dayatmacı olmayan… yönlendirici değil, özendirici olan… ayrımcılığa karşı çıkan, toplumsal barışı hedefleyen bir kültür politikası… geleneksel değerlerimizle çağdaş kültürü, yerelle evrenseli buluşturabilen… ilkelliğe, sömürüye taviz vermeyen… kültür emperyalizmine karşı duran… nicelikten çok niteliğe önem veren… sanatın özerkliğini savunan bir kültür politikası… Sayın Koç, “Bizim kültür politikamız olmayacak” diyerek işin kolayına kaçmıştı (elbette, “Devlet taraf tutmayacak” demek istiyordu. Hiç olmazsa bu ilkeye sahip çıkabilseydi). Oysa, ‘politikasızlık’ da bir politikaydı ve kültür alanını kamunun dışına itmek gibi bir hedefe yönelmişti (AB’nin ve ABD’nin kültür politikaları karşılaştırılsa, ne demek istediğim daha kolay anlaşılır). Kanımız o ki, yukarıda saydığımız ilkelere sahip çıkılarak ve “insan malzememiz” doğru kullanılarak tutarlı bir kültür politikası oluşturulabilir. Cumhurbaşkanımızın konuşmasında vurguladığı “tarafsızlık”, “şeffaflık”, “fırsat eşitliği” gibi kavramlar bu politikanın temel taşlarını oluşturabilir. Tabii, bu kavramların yanında, kültürsanat alanına özgü kavramların da yer alması gerekir: Mevcut kamu kültürsanat kurumlarının özerkliğinin sağlanması ve yeni “özerk” kurumlar yaratılması (Sanat Kurumu, Sinema Kurumu, Telif Hakları Kurumu, Halk Kültürlerini Araştırma Kurumu, Turizm Kurumu vb.); Bakanlığın icraatlarına sivil toplumun katılımının sağlanması (nasıl’ı ayrı bir yazı konusu); kamunun kültür sanat alanına verdiği desteğin artırılması; bir kültürel seferberlik için merkezi hükümet, yerel yönetim, sivil toplum ve özel sektörün el ele vermesinin (sinerji yaratmalarının) sağlanması; farklı devlet birimlerindeki benzer amaçlı birimlerin tek bir çatıda toplanması; AB kültür ağlarına daha etkin katılım; kültürsanat insanlarımızın dünyaya açılması için imkânlar yaratılması; Yunus Emre Kültür Merkezleri, 2008 Frankfurt Kitap Fuarı (Onur Ülkesi Türkiye), 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti gibi önemli fırsatların değerlendirilebilmesi için kamunun farklı birimlerinin eşgüdüm içinde çalışmasının sağlanması vb. Sayın Günay’ın bütün bunları yapabilecek birikime ve cesarete sahip olduğunu düşünüyorum. [email protected] G eçen salı günü televizyon ekranından gözümü ayıramıyorum… Mustafa Balbay’ın muhteşem bir saptaması var: Ne zamandır değişik çevreler de Sezer’in çocuklarının adlarını soruyor... Bilen var mı? Hayır bilmiyoruz. Ne iş yaptıklarını, katlarını yatlarını, ne giyip ne içtiklerini? Sezer’lerin hiç mi akrabaları yok.. elbet vardır. Bunca yıldır ne ihale alan yeğenlere, ne de fabrika kuran eniştelere rastladık… Kapısında ganimet bekleşen işadamları, sanayiciler, medya patronlarına da geçit yoktu… Durum böyle olunca kimi basınyayın organlarının Sezer’i hiç sevememelerine şaşmamak gerek! Elbet teşekkürlerimi daha da uzatıp şöyle de sürdürebilirdim: Çankaya’ya çıkarken sırtında yolsuzluk dosyaları taşımadığı için… Dokunulmazlık zırhına sarılmadığı için… Dün söylediğinin tam tersini bugün söylemediği için… Vallahi billahi rol yapmıyorum demek durumlarına düşmediği için… Her zaman neyse o olduğu, kendisi gibi, “adam gibi adam” olduğu için… Eşiyle birlikte verdikleri fotoğrafta, Türkiye’nin aydınlık yüzünü yansıttıkları için… Onları uğurlarken ne zamandır içimde uyuya kalmış bir “ah keşke” başını kaldırıverdi. Yedi yıl içinde sadece bir kez “ah keşke…” dedim… (Cumhuriyet okurlarının tepkisine karşın söylemeden geçemeyeceğim:) Ah, keşke Cumhurbaşkanım, Orhan Pamuk Nobel Ödülü’nü kazandığında onu kutlasaydı. Bu konuda da örnek olabilseydi… Güle güle sevgili Sezer’ler sizi çok özleyeceğim. Yeni bir dönem başlıyor. Ben , önümüzdeki dönemi “Mağdurların zaferi”, “Yaşasın demokrasi geldi” diye karşılayanlardan değilim. Hiç değilim. Öyle olmadığım gibi, böyle karşılayan “aydınları” da anlamakta güçlük çekiyorum. Bu “aydın”lara, hayır İran’a, Sudi Arabistan’a değil; Mısır’a, Pakistan’a, Malezya’ya, Endonezya’ya, Yemen’e, Tunus, Fas, Cezayir’e uzanmalarını, Fransa’nın Lyon, Almanya’nın Köln kentlerinde yoğun Müslüman kadın nüfusuyla konuşmalarını, onları dinlemelerini öneririm. İçimden haykırmak geliyor: Heyyy millet uyanın! Yasaları değiştirmeye YARINI BEKLERKEN falan gerek yok! İslamcı muhafazakârlık, bileşik kaplardaki gibi birinden ötekine, komşudan komşuya, mahalleden mahalleye, semtten semte giderek büyüyen çemberler halinde yayılıyor. Hayır yayılıyor değil dayatılıyor! Sonunda boyun eğmek zorunda kalırsınız! Adı bile telafuz edilmeden bir baskı unsuruna dönüşüyor! Sonra zamanla bunun bir baskı değil, “normal” durum olduğu kafalara yerleşiyor. Siyasal İslam bu demek! Kuşatma demek! Bu “normal” duruma uymazsan, artık sen “öteki”sin, vay başına gelecekler!.. İslamcı muhafazakârlık derken yalnızca politik simgeye dönüşmüş türbanı değil, tüm açılımlarını da düşünüyorum! Yukarıda sıraladığım bütün o ülkelerde kentlerde ne çok kadından ne çok deneyim dinledim… Keşke şimdi zil çalıp oynayan “demokrasi havarileri” onları tanıyabilseydi… Nasıl boyun eğmek zorunda kaldıklarını duyabilseydi… Bırakın koca baskısı, baba baskısı, komşu baskısı, toplum baskısını.. “Aman, böylesi daha rahat”, “Rahat etmek için örtündüm”, “Rahat etmek için işimi bıraktım”, “Öyle azınlıkta kaldım ki, ben de kolayı seçtim” gerekçelerini dinleyebilselerdi… Yarına ilişkin bilinmezler ve endişeler için çok gerilere gitmeye gerek yok, şu son birkaç aya bakın: Cumhurbaşkanlığı için uzlaşırız dediler, dayatmayı sürdürdüler… Seçim sonuçlarının açıklandığı akşam söylediklerinin, sonraki günlerde tam tersini yapan bir başbakan… Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığını sorgulayan AKP’nin MKYK üyesi Ayşe Böhürler’in; Radikal yazarı Nuray Mert’in karşılaştığı saldırıları düşünün. Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun olaylarını unutmadınız değil mi? Tanrım o “aydınların” sarıldığı bu ne demokrasidir ki en ufak sorgulamaya, eleştiriye tahammülü yok! Tamam, Batı basını, emperyalizm gereği, “İslamcıların zaferi”, “Müslüman Cumhurbaşkanı” (sanki bundan öncekiler Hıristiyan ya da ateistti!) diye göbek atabilir, orduyu kötülemek için elinden her geleni yapabilir, benim bağışlayamadığım, bu ülkenin “aydın” geçinenleri… www.zeyneporal.com 64. kez düzenlenen 75 yaşındaki emektar Venedik Festivali bu yıl Amerikan ve İngiliz filmlerinin vitrini gibi Venedik’te Altın Aslan yarışı sürüyor Kültür Servisi Oyuncusundan yönetmenine ve yapımcısına kadar kimi meslek erbabıyla ilgili medyabasın elemanını, yediden yetmişe uzanan bir sinemasever kitlesiyle birlikte, belli dönemlerde, biriki haftalığına salonlara kapatarak ve gündemi işgal ederek gerçekleştirilen festivaller, piyasadaki ana akım filmleri yönlendiren ve sinemada son moda tarz ve eğilimlerin sergilendiği, hayali cihana değer eski dönemlerin, perdeden gelip geçmiş ünlülerin nostaljik saygı programlarıyla zaman zaman anıldığı, sonuçta işlevi ve ödülleriyle ticari çarkı döndüren, hatta pazarın çığırtkanlığını yapan, nerdeyse onsuz olmaz denilebilecek, sinemanın temel etkinlikleridir bilindiği gibi. Kısacası yedinci sanatın vitrinidir festival. Sayılarının mantar gibi çoğalmasıyla artık ciddi ciddi bir film festivalleri enflasyonundan söz edilen günümüzden yıllar öncesinde, festival dendi mi akla hemen genelde sanat kaygısının ticarete ağır bastığı soylu Venedik gelirdi. Festivalin kralı, Venedik’ti eski kuşaklar için. Ancak renkli basınımızda giderek yerleşen meme, baldırbacak ağırlıklı o malum “kumsaldaki çıplak yıldız adayları fotoğrafları” (ve yoğun Mahmutpaşa kalabalıklığıyla) popülerleşen, her türlü bezirgânlığa açık, şenlikli şamatalı Cannes pazarı, zaman içinde geçecekti Venedik’i. Hatta üçüncü durumdaki Berlin bile 1974’ten 1979’a kadar yapılamayıp çeşitli idari sorunlarla giderek eski ağırlığını, önemini ve saygınlığını yitiren Venedik’i sollayacaktı 1990’ların başından itibaren. Oysa ilk kez Mussolini faşizminin palazlandığı dönemde, 1932’de yapılmış Venedik, sayıları günümüzde çoğalmış festivallerin en eskisi ve önemlisiydi bir zamanlar. Bu yıl 75. yaşını kutlayacak olan Venedik’i, 1946’dan beri düzenlenen Cannes, 1951’den beri süregelen Berlin ve 1954’ten beri gerçekleştirilen San Sebastian, gibi A sınıfını oluşturan öteki festivaller izlerdi. İNEMANIN KABESİ Çeşitli tarihsel, toplumsal olayları nedeniyle zaman zaman kesintiye uğrayarak 75 yılda ancak 63 kez yapılabilmiş (Mosta Internazionale d’Arte Cinematografica Uluslararası sinema yarışması, yani Venedik Film Festivali 2007); 2 gün önce 29 Ağustos’ta başlayıp sona ereceği 8 Eylül’e kadar bir kez daha sinema dünyasının Kâbe’si olacak işte beylik deyişle. İtalya, İsviçre, Fransa ve Hollanda’da yayımlanmış çeşitli sinema kitaplarının yazarı, eski film eleştirmeni, sinema tarihçisi, Asya filmleri uzmanı ve stajını vaktiyle Pesaro’da yapmış eski festivalci, 198991 arasında yönettiği Rotterdam Film Festivali’nden sonra, 2000’e kadar patronluğunu üstlendiği ve çıtasını yükselttiği Locarno Film Festivali’ne getirdiği programlama, yenilik ve uygulamalarıyla dikkati çeken, Roma 1953 doğumlu Marco Müller’in yöneticiliğin V enedik Film Festvali’nin açılışında seçici kurul bir arada. Soldan sağa, Emanuele Crialese, Alejandro Gonzalez Inarritu, Yimou Zhang, Ferzan Özpetek Paul Verhoeven, Catherine Breillat. oluşuyor. Son dönemde artık iyice Amerikan sinemasına teslim olmuş Berlin ve Cannes’dan sonra rotasını Hollywood’un vitrini olmaya doğru çevirdiği söylenebilecek Venedik’te görücüye çıkacak Amerikan yapımları arasında Irak savaşını konu edinerek Başkan Bush’un uygulamalarını eleştiren In the Valley of Elah (Yön. Paul Haggis; Tommy Lee Jones, Susan Sarandon, Charlize Theron başrollerde) ile ABD ordusundaki işkenceci askerlerin Iraklı bir aileye yaptıklarına odaklanarak medyanın tavrını sorgulayan Redacted (yön. Brian De Palma; Kel O’Neill, Daniel Stewart Sherman oynuyor) öncelikle öne çıkıyor. YLAN’IN YAŞAMI... Bob Dylan’ın yaşamının farklı dönemlerini de ele alan I’am Not There (yön. Todd Haynes; Richart Gere, Cate Blanchett, Heath Ledger, Christian Bale, Julianne Moore, Charlotte Gainsbourg oynuyor), Western efsanesine yeni bir yorum getiren The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford (yön. Andrew Dominik; Brad Pitt, Sam Shepard, Casey Affleck oynuyor), büyük şirket entrikalarına kamera tutan Michael Clayton (yön. Tony Gilroy; George Clooney, Tilda Swinton, Sydney Pollack oynuyor) ve Owen Wilson, Adrien Brody, Bill Murray, Anjelica Hudson, Jason Schwartzman gibi oyuncularıyla dikkat çeken The Darjeeling Limited (yön. Wes Anderson), Venedik’te Altın Aslan avına çıkacak öteki Hollywood yapımları. Ken Loach ustanın It’s a Free World, deneysel, araştırmacı Galli yönetmen Peter Greenaway’in Nightwatching, Ang Lee’nin Tayvan’ın tepkisini çeken Lust, Caution ve Kenneth Branagh’ın Joseh Mankiewicz’in 1972 yapımı son filminin yeniden çevrimi olan Sleuth’le yer alacaktı yarışmada, eskilerden Fransız Eric Rohmer Les Amours d’Astrée et de Céladon, Mısırlı Yusuf Şahin Chaos, Rus Nikita Mikhalkov da 2.5 saatlik 12’siyle oldukça iddialılar. Vincenzo Marra’nın L ’Ora di Punta, Andrea Porporati’nin Il Dolce e I’Amore, Paolo Franchi’nin Nessuna Qualita agli Eroi’siyle İtalyan sinemasını temsil ettiği Venedik’te yarışmanın yanı sıra, seçici kurulları olan “Ufuklar” (Jüri Başkanı Gregg Araki), “ilk filmler” (Jüri Başkanı Bill Mechanic), “Corto Cortissimo” (Jüri Başkanı François Jasques Ossang) ve İtalyan sinemasının gizli tarihi gibi yan bölümler, yarışma dışı gösterimler ve özel olaylar var. Örneğin Woody Allen’ın Ewan McGregor’la Colin Farrel’i yönettiği son filmi Cassandra’s Dream yarışma dışı gösterilecek filmler arasında. 64. Venedik Film Festivali 75. yılı nedeniyle Bernardo Bertolucci’ye bir Altın Aslan Onur Ödülü ve Tim Burton’a da bir ömür boyu aşarı Altın Aslan Ödülü’nün verilmesiyle sona erecek. D Dolapdere Big Gang Jolly Joker ? Kültür Servisi Dünyaca ünlü pop ve rock parçalarını klasik Türk müziği sazlarıyla yorumlayan Dolapdere Big Gang, bu akşam Antalya Jolly Joker Pub XL ’de konser verecek. Kurulduğu dönemde sadece enstrümantal çalışan, kanun, klarnet, keman, darbuka gibi müzik aletleri ile Batı müziklerini harmanlayan topluluk, son iki yıldır bünyesine vokal de katarak yorumunu zenginleştirdi. (www.biletix.com) Evin Sanat Galerisi’nde karma sergi ? Kültür Servisi Evin Sanat Galerisi’nde 1 Eylül’den başlayarak Nuri İyem, Naile Akıncı, Neş’e Erdok, Nedret Sekban, Ahmet Umur Deniz, Temür Köran, İrfan Okan, Hakan Gürsoytrak, Mustafa Pancar, Antonio Cosentino, Emin Turan ve Setenay Alpsoy’un resimlerinden oluşan bir karma sergi yer alacak. Nasip İyem ve Serdar Tekebaşoğlu’nun üç boyutlu çalışmalarının yanı sıra, modern Türk heykelinin güçlü ismi Rahmi Aksungur’un yapıtlarının da görülebileceği sergi 15 Ekim’e kadar devam edecek. (0 212 265 81 58) Festivalin açılış filmi ‘Kefaret’. S Festivali’nin yöneticisi olan Marco Müller’in eski saygın çizgisine oturtmaya çalıştığı festivalde Eric Rohmer, Ken Loach, Ang Lee, Nikite Mikhalkov, Peter Greenaway, Brian De Palma, Todd Haynes, Takaşi Miike, Yusuf Şahin gibi namlı yönetmenler Altın Aslan yarışına katılıyorlar son filmleriyle. ERZAN ÖZPETEK DE SEÇİCİ KURUL’DA Festivalin 75. yılı nedeniyle Çinli Yimaou Zhang’ın başkanlığındaki günümüzün anlı şanlı yönetmenlerinden Meksikalı Alejandro Gonzalez İnarritu, Yeni Zelandalı Jane Campion, Fransız Catherine Breillat, Hollandalı Paul Verhoeven, Emanuele Crialese ve Türk asıllı İtalyan Ferzan Özpetek’ten meydana getirilmiş bir jürinin seçimine bırakılmış, 22 filmlik yarışma bölümünün neredeyse yarısı Amerikan ve İngiliz filmlerinden, kalanı da 3 İtalyan, 2 Fransız ve birer Kanada, Mısır, Çin, Tayvan, Rus, İspanyol, Mısır ve Japon filminden F Helvacıoğlu Sonoimagenes’de ? Kültür Servisi Türkiye’nin önde gelen çağdaş elektronik müzik bestecilerinden Erdem Helvacıoğlu’nun geçen yıl düzenlenen “Musica Nova” elektronik müzik festivalinde ödül alan “Wounded Breath” adlı eseri, bugün Sonoimagenes Festivali’nde seslendirilecek. Her yıl düzenlenen festivalde Helvacıoğlu’nun yanı sıra Peter Batchelor, Jose Miguel Candela, Francis Dhomont, Hans Tutschku, Javier Alvarez gibi dünyaca ünlü besteciler de yer alıyor. (www.erdemhelvacioglu.com) de düzenlenen 64. Venedik Festivali, İngiliz yönetmen Joe Wright’ın, Ian McEwan’ın çok satan romanından uyarladığı, Keira Knightley, James McAvoy, Vanessa Redgrave, Brenda Blethyn’in rol aldığı Atonement (Kefaret) adlı psikolojik dramla açıldı önceki akşam. 2004’ten beri Uluslararası Venedik Film CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle