19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 AĞUSTOS 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Gelecek Aydınlanmanındır... Seçimler geldi geçti. Şimdi geleceğe bakıyoruz. Belli ki gelecek aydınlanmanın olacak, gelecekte AKP’den eser kalmayacaktır. Bin seçim de kazansalar, bin AKP de gelse, bin Tayyip bir arada olsa, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü, laik demokratik yapısını kimse değiştiremez. PENCERE Türban Seçimde Ağır Bastı... Giyim kuşam ile din arasındaki bağıntı yalnız Türkiye’ye özgü değil; tarih boyunca insanlıkta bu ilişki renkten renge dönüşmüş... Bugün ülkemizde AKP’nin son seçimi almasında türban olayının işlevi büyük... Ama, önce ‘fes’ten söz etmekte yarar var... ? Osmanlı’da ‘açık baş’ yok; çeşitli ‘serpuşlar’ var; erkekler de kadınlar gibi saçlarını başlarını örtmek zorundalar; genellikle ya sarık bu işi görüyor ya da kavuk... Fes, Fas’tan geliyor... Çünkü İslamiyetten sonra bu serpuş ilk kez Fas’ta geçerli oluyor... Bir Akdeniz seferinden dönen Kaptanıderya Koca Hüsrev Paşa askerine fes giydirince, İkinci Mahmut 1832’de bir ferman yayımlayarak tüm orduya fesi zorunlu kılıyor. Ancak fes modası büyük tartışmalara yol açıyor... Bu arada bir ‘Fes Nezareti’ (Bakanlığı) kuruluyor... Tutucu esnaf ise sarıkta direniyor... Çoğu Osmanlı, fesi çevresine sarık sararak kullanıyor... Fes 1925’te yasaklanıyor. ? İnsanın giyim kuşamda inancına bağlı olarak gardrobunu düzenlemesi, elbette hoşgörüyle tartılacak kişisel özgürlüğe ilişkin bir konu sayılabilir. Ama bu yaklaşım, kamusal alanda geçerli olabilir mi?.. Okulda, üniversitede, memuriyette, daha başka deyişle devlet bürokrasisinde, ciheti askeriyede giyimkuşam özgürlüğünden söz açılabilir mi?.. Ne Avrupa’da böyle bir özgürlük var... Ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde... ? Türkiye’de siyasal türban çatışması, çok partili rejimin birincil gündem maddesine yıllardan beri oturdu... Daha doğrusu oturtuldu.... Bu devleti ve hükümeti yöneten erkek, Batılı Hıristiyan ya da Musevi gibi ceketpantolongömlekkravat üzerine alafranga giyinip ünlü markalardan oluşan kılık kıyafetiyle politikada hava atacak... Yanında tesettürlü, türbanlı, tepesinden topuğuna dek örtülü hatunu eş diye dolaştıracak... Ortalıkta bir ‘eş’ yok... Eşitlik yok.. Eşitsizlik var. ? Ancak bu eşitsizlik, yalnız iktidar partisine özgü değil. Anadolu ya da varoş kadını, çeşitli nedenlerle, başını örter, nisa tayfası tesettürü aşan özgürlüğü tadamamıştır... Gerekçesi de yalnız din değildir... Erkek egemenliği... Ve kıskançlığı ağır basar... Kuranı Kerim der ki: Egemen erkektir!.. ? AKP hükümetinin önde gelen üyeleri ve Başbakan RTE, hanımlarıyla birlikte, toplumdaki çoğunluğun benimsediği modele uygundurlar... Tesettürlü kadının tepesinde Avrupa giyimli, markalı kravatlı, başı açık erkek... Bu ikili fotoğraf, seçimde AKP’nin oylarını çoğalttı... Sözüm ona Müslüman erkeği bu!.. “Müslüman erkeği” kadına ne baş açtırır... Ne de göz açtırır!.. Alıştıra Alıştıra!.. “İşsizlik korkunç: Altı milyon... İki buçuk milyon insanımız günlük bir doların altında soluk alıyor... 13 milyon yurttaşımız günde iki doların altında tıknefes sürünüyor... Açlık var, sınırın altı bile var... IMF’nin emrinde mezarda emekliliği geçirdiler Meclis’ten... Emekli maaşını düşürdüler. Yağmacıkları kıyılara, koylara, doğaya dayandı... İhalelerde kurdukları Ali Dibo düzeniyle götürdüler.. Cumhurbaşkanı uyardı, irtica ve bölücülük tehlikesi yüzünden.. aldırmadılar, hani nerde’ deme aymazlığını bile gösterdiler...” Serdar Kızık arkadaşımız “Alışma” adlı kitabında birkaç satırla özetlemiş, ülkenin, halkın gerçeğini... Bekledik, seçimler gelsin, seçmen oylarıyla bir değişim olsun. Yurt yüzeyinde gözyaşları, ağlamalar, yakınmalar, neler neler!.. ??? Bir de baktık yetmiş milyonun yarısı hiç de yazıldığı, söylendiği, görüldüğü, yaşandığı gibi değilmiş!. Tüm milletimiz çok memnunmuş, çok mutluymuş!.. Dört yıl önce yüzde 35 oyla iktidarı ele geçirdiler derken, bir de ne görelim, halkımızın yüzde 46.6’sı AKP’ye vermiş oyunu... İkinci kez Tayyip Erdoğan’ı Başbakan yapmış!.. Nedeni? Nedeni, AKP’nin karşısında halkın güven duyduğu bir partinin, bir gücün, daha doğrusu bir liderin, olmayışı!.. ??? Kaç kez yazdım. İtalya’daki Berlusconi iktidarını devirmek için Prof. Prodi öncülüğünde bir muhalefet grubunun oluşturulduğunu. Türkiye’de de halkın sevdiği, güvendiği bir liderin önderliğinde bir eylemin kaçınılmaz olduğunu... Prof. Prodi, yirmi muhalefet partisinin başına geçti, İtalya’nın en zengin adamı Berlusconi’yi yenmesini bildi... Ama biz yaşamadık, düşünemedik, yerleşmiş liderlerin, daha doğrusu lider heveslilerinin önünü kesemedik. Atatürk’e koşup gelen milyonlarca yurttaşımızı bir araya getiremedik. Bir ülküye, bir amaca, belirli bir yöne doğru seferber edemedik!.. ??? Şimdi dört yıl daha bekleyeceğiz, Çankaya değişecek, anayasa değişecek, yargı değişecek, eğitim değişecek, maliye değişecek, her şey değişecek, her şey her şey, on yıl önce Tayyip Bey’in dediği olacak! ‘Hazmettire hazmettire’ Tayyip, Gül, Arınç beylerin anlayışı iliğimize işleyecek. Sevgili Serdar Kızık, kitabına boşuna “Alışma” adını vermemiş! Evet, bizi alıştıra alıştıra karanlık çıkmazlara sokacaklar.. Seçim öncesinde bir genç yazar olanca gücüyle, özlemiyle bütün olanları, olacakları bir bir bize anlatmış... ??? Alışacak mıyız, daha neler nelere alıştırılacak mıyız? Bence, günün sorusu bu... Erol ERTUĞRUL Temmuz Genel Seçimleri, beklenmedik biçimde sonuçlandı. Ülkemizin dış borçlarını ikiye katlayanlar, ulusumuzu AB ve ABD’nin tutsağı yapmak isteyenler, bölücülüğün ve terörün artmasına neden olanlar, devletin ana kurumları ile kavgalı olanlar, zimmet, kalpazanlık, evrakta sahtecilik suçlarından dokunulmazlık nedeniyle yargılanamayanlar seçimleri kazandılar. TÜPRAŞ, PETKİM gibi en değerli ekonomik kaynaklarımızı, ulusal bankalarımızı yabancılara satanlar seçimleri kazandılar. Elde edilen paraların bir bölümü ile dış borçların faizlerini ödeyip bir bölümünü yandaşlarına pompalayanlar seçimleri kazandılar. Japonya’dan yüzde dört faizle alınan paraları, devlete yüzde on yedi faizle satanlar, AKP’nin yönetimde kalmasını boşuna istemediler. Bu yönetim onların işine yarıyordu. Varsıllar ve yoksullar, AKP yönetimini boşuna istemediler. Varsıllar, paralarına para kattıkları için, varoşlardaki yoksullar, fasulye, nohut torbaları karşılığında AKP yönetimini desteklediler. Ulusal davamız Kıbrıs’ı, Rum yönetiminin dümen suyuna terk ettik. Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi AKP’nin seçimi kazanmasını boşuna istemedi. Çapulcular alayının başkanı Barzani, boyuna bakmadan, sırtını ABD’ye dayayarak Türkiye’yi tehdit etti. Verilmesi gereken yanıtlar verilmedi. O da AKP’nin seçimi kazanmasını istedi. Böyle suskun bir yönetimi bir daha nasıl bulabilirdi! ABD, ülkemizi BOP ile ılımlı İslam devleti yapmak istiyordu. Ne acı ki en büyük desteği AKP yönetiminden görüyordu. Bu yüzden BOP’nin eşbaşkanlığına Baş 22 bakan Bay Erdoğan getirilmişti. ABD, doğal olarak AKP yönetimini destekliyordu. AB’nin önemli ülkeleri bizi hiçbir zaman AB içerisine almayacaklarını açık açık söylerken bizden, hiçbir ülkeden istenilmeyen bir yığın ödünler isteniyor, AKP bunlara sıcak bakıyordu. AB de doğal olarak AKP’nin seçimi kazanmasını istiyordu. Terörün alçakça yöntemleri ile her gün yurdumuzun bir başka köşesine yaşamlarını yitirmiş genç çocuklarımızın cenazeleri gelirken ortalıkta görünmeyen AKP yöneticileri seçimleri kazanıyorlardı. Bu genel seçimlerde şimdiye kadar hiç olmamış bir şey gerçekleşti. Ülkemize karşı olan tüm güçler, bu seçimlerde AKP üzerinde anlaştılar. Yabancı basın AKP’yi destekledi. Uluslararası sermaye AKP’yi destekledi. AB fonları, devletin olanakları, görülmedik biçimde, etkilemek amacıyla yoksul seçmenlere akıtıldı. Satılmış ve çıkarcı basın, hiç görülmedik biçimde, seçmenleri baskı altına aldı. Tek yanlı ve AKP’yi öne çıkaran haberler, yazılar, açıklamalar tam bir beyin yıkamaya dönüştürüldü. Başta Başbakan olmak üzere bakanlarının çoğu yolsuzluk söylentileri altında bulunan, yargılanmaktan dokunulmazlık zırhı nedeniyle kurtulan bir yönetim, nasıl olur da yeniden, hem de oylarını artırarak seçim kazanabilir? Ülkede terörü görülmedik biçimde artıran; yaşamlarını yitiren askerlerimiz için “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyen bir yönetim nasıl olur da açık ara seçim kazanabilir? ABD ile, ülkemize yönelik en büyük saldırı kaynağı olan Kuzey Irak’a girme mek konusunda 1 milyar dolar karşılığında anlaşma imzalayan bir yönetim, nasıl olur da rahatça seçim kazanabilir? Ülkemizde görülmemiş bir gerici ve dinci kadrolaşmayı gerçekleştiren, eğitimi dinselleştirmeye çalışan, “Anayasanın laiklik ilkesini yeniden tanımlamalıyız” diyen bir yönetim, nasıl olur da seçmenlerin gözdesi olabilir? Aydınlanma ve Cumhuriyet ilkelerine aykırı bir biçimde, eşlerinin başları sıkma kapalı bir kadro, nasıl olur da oylarını böylesine artırabilir? Türkiye’yi ortaçağ karanlığına götürmek isteyen, bu uğurda din sömürüsü yapmaktan çekinmeyen, ancak yakınlarını, çevresini vurgun ve talanlarla varsıl eden bir yönetim, nasıl olur da böyle bir seçim kazanabilir? Ülkeyi teröre batırıp bölücülere gerekli yanıtları veremeyeceksiniz. ABD, AB, Kürt aşiret liderleri ve Kıbrıs Rumlarının gözdesi olacaksınız, dinci bir kadrolaşmayla ortaçağ karanlıklarına yöneleceksiniz, görülmemiş vurgun ve soygunların sorumlusu olacaksınız, en değerli ekonomik kaynakları özelleştirme diyerek elden çıkaracaksınız ve seçimden kazanmış olarak çıkacaksınız. Bunda bir gariplik var. Halkımızın yarıya yakını, kendi yapmak isteyip de yapamadığı yasadışılıkları, soygunları bu yönetim yaptığı için, içinden geçenleri gerçekleştirenlere hayranlık duyguları ile oylarını verdi desem haksızlık olur, gerçek olmaz. Scçimler geldi geçti. Şimdi geleceğe bakıyoruz. Belli ki gelecek aydınlanmanın olacak, gelecekte AKP’den eser kalmayacaktır. Bin seçim de kazansalar, bin AKP de gelse, bin Tayyip bir arada olsa, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü, laik demokratik yapısını kimse değiştiremez. Anayasa Mahkemesi ile, Yargıtay’ı ile, Danıştay’ı ile, üniversiteleri ile, TSK ile, tüm aydınlık kurumları ile dimdik ayaktayız. Kalpaklı Kuvayı Milliyecilerin bize canları karşılığında bıraktıkları bu aydınlık, güzel ülkeyi, kalpaksız Kuvayı Milliyeciler sonsuza kadar yaşatacaktır. Körün İstediği Bir Göz… Koca profesörlerin, Cumhuriyetin değerleriyle hesaplaşanlara çanak tutması şaşırtıcıdır. Kimse, her sözünün “düşünce” olduğunu sanmasın. Çünkü düşünce, düşünülerek söylenir; bilim adamınınsa daha özenli olması gerekir. Sevgi ÖZEL B ir profesör, anayasadan “Atatürk ilke ve inkılapları”nın çıkarılmasını öneriyor; anayasa “renksiz” olacakmış. Körün istediği iki göz, biri ela, biri boz… 22 Temmuz sonuçları kaç göz birden verdi; ama yetmiyor… 1982 Anayasası “renksiz” değil “kara”dır. Bu anayasayla kazanılmış özgürlükler silinmiş, “Atatürk’ün vasiyetnamesi” çiğnenmiş, üniversite özerkliği yok edilmiş, ülke gerçekleriyle çelişen maddeler yapılmış, geçici 15. maddeyle hukuk dışı uygulamalar, bunları yapanlar “güvence” altına alınmıştır. 25 yılda birçok maddesi dışarıdan gelen baskılar la değiştirilmişse de 1982 Anayasası “antidemokratik”tir. Ancak anayasadan “Atatürk ilke ve inkılapları, Atatürk milliyetçiliği” kavramlarını çıkarmanın “demokratikleşme” isteğiyle özdeş olmadığını düşünüyoruz. Bu istek, varlık nedenimiz olan anababamızı reddetmekle aynı şeydir. Milletvekilleri, anayasanın 81. maddesiyle ant içer; çoğu “laik, demokratik, inkılap…” gibi sözcükleri doğru seslendiremez. 1982 Anayasası “dil yanlışları”yla doludur; ama “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı” kalacağına “şeref” sözü verenlerin bu sözü yuttukları çok görülmüştür. Vekillerin çoğu, Türk devrimini yadsıyan eğitim sisteminin ürünüdür. Çünkü 1950’den bu yana eğitim dizgelerinden Atatürk ilke ve devrimleri kazınmıştır; yalnızca adları vardır, bir bütün olan Türk devriminin önemi, niçin yapıldığı es geçilir. 1950’den beri sıklıkla iktidarda olan sağ anlayış, Harf ve Dil devrimleriyle kavgalıdır; bunların “din”le bağları koparttığı yalanı, “geçmiş”i “inkâr” diye nitelenir. Eski olan her şey gibi sözcükler de “ata yadigârı”dır; “devrim”den korkulur; “inkılap”ı yanlış söylemenin sakıncası yoktur. Sağ anlayış ne “devrim”i, ne “inkılap”ı, ne benzeri kavramları içselleştirmiştir. Siyaset, inanç ve duygu sömürüsüyle yapılmaktadır. Herkes düşüncesini özgürce söylemelidir. Ancak hangi koşullarda yaşandığının, halka hangi eğitim ve kültür olanaklarının sunulduğunun bilinmesini, ulusu var eden değerlere öncelikle “aydın”ların sahip çıkmasını bekleriz. Bu ulusu sonsuza dek ayakta tutacak ilkelerin, Atatürkçü düşünce ve eylemlerin içselleştirilerek toplumun ortak ülküsü olması; ulusal ve evrensel değerlerin bilgiyle, sanatla harmanlanarak bilimde, sanatta, uygulayımbilimde yol alınması Atatürk ulusçuluğunun özüdür. Koca profesörlerin, Cumhuriyetin değerleriyle hesapla şanlara çanak tutması şaşırtıcıdır. Kimse, her sözünün “düşünce” olduğunu sanmasın. Çünkü düşünce, düşünülerek söylenir; bilim adamınınsa daha özenli olması gerekir. Kullanılan dilin önemini, 2007 yazında daha iyi gördük. Sayın profesörün önderi, “Cumhuriyet tarihi boyunca” yapılmayanı yaptıklarını sık sık belirtti; ne ki onun ve parti büyüklerinin kullandığı dili, Cumhuriyet tarihi boyunca pek az devlet adamı kullanmıştır. İşte bu noktada Atatürk’ün büyüklüğü bir kez daha ortaya çıkıyor. Okuyun Söylev ve demeçlerini; onca zorluğu, yoksulluğu ve ölümü gören bir devlet adamı, düşünce ve eylemde ayrı düştüklerinden “Kılavuzu karga olanın…” diye söz etmemiş, hiçbir zaman “şeyini şey ettiğimin şeyi” dememiş, kimseyi azarlamamış, “ihaneti, aymazlığı” düzeyli bir biçemle belirtmiştir. Budur, Atatürkçü düşüncenin inceliği, Atatürk milliyetçiliğinin özü… Bu öz, anayasada ve beynimizde yaşayacaktır! 12 Eylülcülerin ders kitaplarının önüne Atatürk ve bayrak resmiyle ulusal marşı koymasının, toplumu “Atatürkçü” yapmaya yetmeyeceği, yaralanan “öğretim bir liği” ilkesiyle bilimi dışlayarak yazılan “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” gibi kitapların 1982 Anayasası’nın özüyle bile çeliştiği bilinirken, bir profesörün bu gerçekleri bilerek yapacağı önerilerin, gerçekten “Atatürk’ün manevi mirası” olan “akıl ve bilime” yönelik olmasını beklerdik. Sayın profesör, özelresmi birçok okulun “imam hatip okulları”ndan farksız olduğunu, toplumun Atatürkçü düşünceden nasıl uzaklaştırıldığını bilmiyor mu? Eğer bilmezden geliyor ve bu koşullarda “Atatürk ilke ve devrimleri” onu rahatsız ediyorsa, kendisinin “akademik kimliği”ne kuşkuyla bakar, benimsediği siyasal anlayışın, kimi konularda bilimcileri değil, “ulema”ları önemsediğini anımsatırız. Unutulmasın ki bu ülke Atatürkçü düşünceyle “ulema”lardan kurtulup bilim adamlarına kavuşmuştur. Çok gördük, Atatürk’ün önünde “devrimci”yken, onun ölümünden sonra karşıdevrimci olanları… Ne yazık ki uzun zamandır güneşe, aya göre yön değiştiren “aydın”lar yüzünden bilim adamlığından “ulema”lığa dönüş sancıları yaşatılmaktadır. Çok yazık! Çok… İnançlara Saygı ve Çankaya Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR İ nançlara saygıya evet, ama inanç gerekçe ve bahanesiyle insana, eşitliğe, kadın haklarına, uygarlığa karşı duruşa hayır. Elimi sıkmayı reddeden nöroloji asistanı doktor hanımın inancına saygı duyamam. Aksaçlı hocanın elini sıkmayacaksın diyen bir din kuralını, böyle bir Tanrı emrinin varlığını kabul edemem. Kadınlarımız saçlarını başörtüsü ile örterler. Bir Anadolu geleneğidir bu. Ama yakın yıllara kadar bu başörtüsünün saçların tümünü gizlediğine tanık olmadık. Örtünün altından kadınlarımızın saçları görünürdü. Türbanı, İslamcı siyaset ortaya çıkarmıştır ve bir simge olarak tepe tepe kullanmıştır. Apaçık bir gerçektir bu. Anadolu halkı türban değil, başörtüsü kullanıyor. İnanca saygı pekâlâ. Ama düşünün, saçının telini göstermenin günah olduğu inancı, sağlıklı bir inanç mıdır? Görünen her saç telinin ahrette bir yılan olup sokacağı inancı, Tanrı’nın en iyi şekilde kullanılması için verdiği akılla bağdaşır mı? Şimdi, bu ve benzeri inançların Atatürk’ün koltuğuna, Çankaya’ya çıkmasından kaygı duymaz mısınız? Bunlar eşitlikçi, modern, insan haklarına saygılı, sosyal adalete, akla, bilime öncelik veren bir toplum yaratılmasının önünde engeller oluşturmayacak mıdır? Abdullah Gül güler yüzlü, hoşgörülü, yumuşak bir insan imajı çiziyor. Ama saçın telini göstermemek ve ona paralel inançlarının onun bu hoşgörülü kişiliğinin insandan, adaletten, kadın haklarından yana kullanılmasına engel olmayacağından nasıl emin olabiliriz? Bunun yanı sıra Sayın Gül, bir cumhurbaşkanı olarak bu görevin gerektirdiği durumlarda AKP’nin karizmatik lideri karşısında bu partiye büyük çapta egemen olan biat kültürünün dışına çıkabilecek midir? Abdullah Gül Çankaya’ya çıkmamalıdır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle