19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2007 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL 2 Temmuz’da Yakılanlar Yeni Bir Mertlik Anlayışı Getirdiler Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanı aşam beklenmedik acıların gergefinde çekilip alındığında ne hissedersiniz? Acı, bu toprakları kan kokusuyla geleceğe bağlamışsa, kan silinmez biçimde toplumun belleğine kazınmışsa ne hissedersiniz? Bu toplumun özgürlük için bedenleri meşale olmuş aydınları, bedenlerini ateşe vermiş olanlara inat Kaknus kuşu gibi küllerinden her gün yeninden doğuyorsa, onları o ateşlerde tutuşturan ve cellat yaftasını toplumun zihninden evvel kendi yüreklerine yazmış olanların korkularını her gün yaşamaları karşısında ne hissedersiniz? Belki de yalnızca acıma... acınası kör düşüncelerin kuytuluklarında saklananlara kocaman bir yürekle acıma... Cellat olmayı gönüllü üstlenenlere şair Ataol Behramoğlu yıllar önce şöyle seslenmişti: “Cellat uyandı yatağından bir gece Tanrım dedi, bu ne zor bilmece: Öldürdükçe çoğalıyor bu adamlar Ben tükenmekteyim öldürdükçe...” Bu mısraları okurken Sıvas’ın 2 Temmuz’da bu ülkenin aydınlık için savaşan canları kendilerini feda edip, çoğalmanın büyük umutlarının müjdesini verirken ne hissedersiniz? Evet, boğazınız bir yumruk gibi düğümlenir. Özgürlük ve eşitlik için, bu ülkenin çocukları ‘eğitimsiz ve geleceksiz kalmasın’ diye yüreklerinin orta yere serilmesine gönül düşürenlerin, farklı bir ülke inşa etmeyi bedel ödeyerek karşılayanların bu bedeline kar Limansız Kabotaj BÖYLE ülke yönetimi görülmemiştir. Şu duruma bakın: AKP iktidarı, dün kutlanan “Kabotaj Bayramı”nı “Denizcilik Bayramı”na dönüştürmek için yasa değişikliğine hazırlanıyormuş. Lozan’la, yani devletlerarası antlaşmayla kazanılmış bir hakkı kutlamayı “bahar bayramı” yahut Hıdrellez gibi şenliğe dönüştürmeye benzer bir ciddiyetsizlik. Konu, yabancı kökenli “kabotaj” sözcüğünü Türkçeleştirme türünden masum bir amaca yönelik olsa ses çıkarmayabilirsiniz ama, o durumda bile olsa olsa “Ulusal Denizcilik Bayramı” falan denebilirdi. Denmiyor, çünkü niyet AB’ye tam üyelik için paçaları sıvar görünüp Brüksel’e mesaj vermek, çıkmaz ayın son çarşambasında kendi kıyılarındaki deniz taşımacılığını da AB’lilere açmaya sıra gelince bu cömertliğe şimdiden hazır olduğumuzu oraya duyurmak. Yunanistan’ın, bırakın adaylığı, tam üyelikten sonra bile yirmi yılı aşkın süre bu hakkı kimselere tanımadığını göz ardı ederek. abotaj, teknik bir terim; bir ülkenin kendi limanları arasında yolcu ve yük taşıma demek. İspanyolca “burun” anlamına gelen “cabo” sözünden kaynaklanıyor; denizde burundan buruna, fenerden fenere seyir. İsterseniz, kaptanlık deyimiyle, “uzun yol”dan farklı olarak “kısa yol” diyebilirsiniz. 1 Temmuz 1926, Lozan Antlaşması’na eklenen “Ticaret Sözleşmesi” çerçevesinde İsmet Paşa ile İngiliz delegesi Sir Horace Rumbold arasında bütün delegasyonlar adına verişilen mektuplardaki sonucun yürürlüğe giriş tarihidir. Bu mektuplara göre, Ankara, Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıyan yabancı şirketlerin hakları konusunda imzacı devletlerle müzakereye girişecek ve eğer müzakereler 1 Ocak 1924’ten sonraki altı ayda sonuçlanmazsa, iki yıl sonrasında bu haklar kalkıp Türkiye limanları arasındaki taşımacılığı yalnız Türkler yapacaktı. Nitekim, 29 Nisan 1926’da çıkarılan 815 sayılı yasa aynı yıl 1 Temmuz’da yürürlüğe girdi ve sadece deniz taşımacılığı değil, “limanlar dahilinde hangi mahiyette olursa olsun, çekme ve kılavuzluk gibi bilcümle liman hidematını (hizmetlerini) ifa etmek” ve her türlü liman araçlarıyla “seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticaret hakkı Türkiye tebaasına münhasır” sayıldı. ysa, birkaç yıldır Türkiye limanlarını işletme hakları harıl harıl yabancı şirketlere devredilmekte. Biraz yerli katılımla “Türk şirketi” görüntüsü verilerek. Demiryolu olsun olmasın, çeşitli usulsüzlüklerle, ihale oyunlarıyla, şaibeli yollarla, hukukun kafası gözü yarılarak, “biz yaptık, oldu” anlayışıyla. Bu yüzden açılan davaların, işten çıkarılıp düşük ücretle yeniden işe alınan ya da muvazaalı koşullara bağlanmak istenen işçilerin haddi hesabı yok. Trabzon limanı böyle öldürüldü. Mersin’deki gecikmenin verdiği zarar böyle fırladı. Şimdi İzmir gidiyor. Bu ülkenin insanları doğru mekanizmalar kurarak yurt kapılarını iyi işletemeyecek kadar beceriksiz midirler? Yoksa, hainlik mi? Kapı anahtarları elden çıkınca sıra bir gün yatak odalarına gelebilir. [email protected] Y K şılık yüreğinizi ağlatır, ağlamayı yüreklerinizde hissedersiniz... Çünkü yakılan 35 canımız sevdiklerine, kendilerini yakanları, büyük Türk ozanı Nâzım Hikmet’in dizeleriyle tarif ettiler: “Onlar umudun düşmanıdır, sevgilim, akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı...” Türkiye’yi utancın kara gömleğini giyerek bütün çağların en kaba ve en karanlık lekelerinden birisine uğratanlara sesleniyoruz ki; bizler sizlerin isteri nöbetlerinizin beslediği düşmanlığınıza bile düşman değiliz... Çünkü düşman olmanın; düşmanın biçtiği rolde, çizdiği çizgide durmak olduğunu biliyoruz. Umudun ve sevdanın türküsünü dillerinde kavuşturan 35 mert, mertliğin ‘insan olma ve insan kalma’ ile sınırlı olduğunu bizlere haykırdı... Onlar Şeyh Galib’in bir mısrasını günümüz Türkçesine uyarlayıp söylersek “Mert, yeni bir yol açanlara denir” diyerek mertliğin yeni yolunu ve tarifini getirdiler bize... Şimdi Türkiye 2 Temmuz’un, yeni 2 Temmuzlara yol vermemesi için bir başka temmuz gününü, 22 Temmuz’u milat seçmelidir... Sandıkta özgürlüğün ve bütün inançların tavizsiz savunucusunu, cumhuriyetin ve laikliğin savunucusunu savundukça, işler rayına oturacaktır... Türkiye, inananların yan yana ulusal birlik çatısı altında kenetlenip hoşgörüyü bir yaşam biçimi haline getirecekse eğer, her şeyden evvel, insana kıymayı vaaz eden bü tün düşünce biçimlerine karşı tek bir ses, tek bir nefes, tek bir yürek olarak durmalıdır... 2 Temmuz, cumhuriyetçi Türkiye karşıtı koronun elindeki kırmızı ve kirli bir kandır... Bizler onurlarını, inançlarının terkisine koyan ama onları asla terk etmeyen 2 Temmuz şehitlerinin vârisleriyiz... Onların yüreklerimizde bıraktıkları iz, bugün bu katliamın 14. yıldönümünde hâlâ çok barizse, yine seslenmek gerekir mi: Bir düşünceyi alevlerin göğe yükselen feryadında nefretlerine katık yaparak bu ülkenin ruhunu çalanlar, her şeyden evvel siz kendi ruhunuzu kendinizden çalmadınız mı? Türkiye yolunda yürüyecektir... 2 Temmuz’un ateşlerde bedenlerini sınayarak düşüncelerini ölümsüzleştirmiş şehitlerinin yolundan yürüyecektir. Türkiye’de, kendi inancını yaşamak isteyen cumhuriyetin büyük takipçileri, Mustafa Kemal’in, Pir Sultan’ın, Hünkâr Hacı Bektaş’ın takipçilerinin acılarını kendi göğsünde yumuşattıkça, 2 Temmuz bir ders olarak, bu topraklara ters gelen kara inançlılara galebe çalacaktır... Çünkü 2 Temmuz’un sevinçleri mavi adamları, 2 Temmuz’un o mavi sigaralı duruşuyla bize seslenen o mavi adamı, yüzde o gün alevlerin maviliğinde yakılan adamı Metin Altıok, bizler adına gördüklerini ne de güzel anlatıyor... ‘Ben şimdi biraz da Senin için görüyorum; Gökyüzünün parlak, Bakış seken mavisini.’ Evet, siz de umudun yedi göğüne bakarak bu ‘seken mavi’yi hissettiniz mi? varlıklarımız, artık yalnızca yabancılar tarafından değil, kendi arkeologlarımız tarafından da bulunuyor, değerlendiriliyor, sahipleniliyor ve dünyaya sunuluyor. Belki bundan da önemli olan ikincisi ise bu arkeologlarımızın önemli bir bölümünün “kadın” olmasıdır. Diğer bir anlatımla; eleştirel akıl ile bilim karşıtlığının güçlendiği, toplumsal ilişkilerde ve eylemlerde gerici/feodal tutumların yeniden esas belirleyici olmasına çabalandığı ve üstelik yakın çevremizdeki bazı ülkelerde yaşam tarzının zaten böyle olduğu bir dönemde, arkeoloji biliminin pratiğini yurdunda özgürce yapabilen Anadolu kızının sahip olduğu ayrıcalık... İşte sadece bu nedenle bile, buna olanak sağlayan laik rejimin ve onun kurucusunun önemini/ideolojisini erkeklerden çok daha iyi algılamalı ve özümsemelidir kanımca tüm kızlarımız, kadınlarımız... CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Temmuz Sıcağı... Topu topu 3 hafta kaldı. 20 gün sonra ülkeyi yönetmeye aday yeni iktidar belli olacak. Medyaya bakarsanız iktidar şimdiden belli.. AKP büyük çoğunlukla Meclis’te yerini alacak.. Medya dediğin ne ki? Bir yanda dincilerin elinde bulundurduğu gazeteler, televizyonlar. Öte yanda TMSF’nin (Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu) el koyduğu Sabah ve atv grubu. Bir de Doğan Grubu var... Tandoğan, Çağlayan, İzmir ve Samsun’da bir araya gelen milyonlar, medyanın ne olduğunu, kime hizmet ettiğini çok iyi biliyor. Bildikleri için de miting alanlarında pankartlarını açtılar. sloganlarını attılar... AKP yanlısı medya, üst üste kamuoyu araştırmaları yayımlıyor. AKP’nin yüzde 40’larla iktidara geleceğini yazıyorlar... Peki halk ne diyor? Anadolu ne yapacak? Çiftçiler, üreticiler, işçiler, memurlar, emekliler sandığa hangi duygu ve düşünce içinde gidecekler. 4 yıllık süreçte yaşananları çok kez yazdık. Bunlar unutuldu mu? Yazarlarımız, muhabirlerimiz bir süredir Anadolu’yu dolaşıyorlar. Pazartesi, çarşamba ve cuma günleri verdiğimiz seçim gazetesinde izlenimleri aktarıyoruz. Görünen hiç de medyanın aktardığı kamuoyu araştırmaları gibi değil.. 22 Temmuz sonrası çok farklı bir Türkiye olacağını görüyoruz. ??? Sıvas kıyımının üzerinden 14 yıl geçti. 37aydın insanın diri diri yakılarak öldürülmesi unutulmadı. Asım Bezirci, Metin Altıok, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Asaf Koçak, Behçet Aysan’ın acıları da ötekilerinki gibi azalmadı, arttı. Sıvas olaylarına Batı ülkeleri gerekli duyarlılığı neden göstermedi? Madımak Oteli’nin duvarlarında, yakılan insan resimlerini gördünüz mü? ‘Ilımlı İslam’ projesini dayatanlar Madımak’ı bilmiyorlar mı? İyi haftalar... O O nlar yüzyıllardır orada duruyorlardı... Yeniden gün ışığına çıkmaları, kamuoyunun gündemine gelmeleri ve ardından duyarlı insanlarımızın ilgisini çekmeleri ise birkaç yıl öncesine gider. Kuzey Ege’nin iki görece yeni “antik mücevheri”: Allianoi ve Antandros. Uzun zamandır istememize karşın bir türlü gidemediğimizden, geçen yaz her iki antik yerleşim yerini arka arkaya görmeye karar verdik ve eşimle Ayvalık’tan yola çıktık. Allianoi’ye gitmek için Bergama’dan İvrindi yönüne yaptığımız 15 km’lik yolculuk, çirkin yapıların ve reklam tabelalarının olmadığı, el değmemiş doğa güzellikleri içinden antik kente ulaştıran büyülü bir gezi gibi geldi bize... Burası, MS 2. yüzyıl Roma dönemine ait bir ılıca ve sağlık merkezi. Ancak tunç çağına kadar inen bir geçmişinin olabileceği de düşünülüyor. Allianoi ve Antandros… Dr. Sami EREN Kazı ekibi o gün izinli olduğundan sadece nöbetçi asistan ile görüşebildik. Kendisinden kısaca kazı çalışmalarını ve buluntuların baraj gölü sularından kurtarılması girişimlerini dinledik. Anadolu’daki birçok antik yerleşim merkezi gibi burası da benzersiz güzellikte, nadide ve son derece etkileyici... Ama dilerim; mavi gök ile uçsuz bucaksız tarla ve tepeler arasındaki dingin duruşu ve doğanın içinde aniden karşınıza çıkmasındaki şaşırtıcılığı hep sürer Allianoi’nin... Antandros’un tarihi, güncel bilgilere göre MÖ 78. yüzyıla kadar iniyor. Uyarıcı ve yönlendirici bir yazı olmamasından dolayı ören yerinin girişini güçlükle bulabildik. AkçayAltınoluk arasındaki karayolundan sağa, tel örgülerle çevrili ıssız araziye girip zeytinlikler içindeki tepeye, biraz da tedirginlikle ilerleyerek çıktığımızda kalıntılara ulaştık. Ancak gördüğümüz manzara güven, hayranlık ve gurur verici olduğundan, tüm zahmetlere değmişti doğrusu... Aralarında birçok bayanın da bulunduğu, hatta kazı bölgesi sorumlusunun bir bayan asistan olduğu gencecik arkeologlar, toztoprak içinde, yakıcı güneşe ve dayanılmaz bir sıcağa karşın tutkuyla çalışıyorlardı. Tarihsel bir ortamın daha ülkemizin kültür zenginliklerine katılması ve bilime yeni veriler sağlanmasının ötesinde, Cumhuriyet ile yaratılan mucizenin sonuçları sanki orada iki öğede somutlaşmıştı: Birincisi; çok uzak geçmiş zamanlardan bize miras kalan gizli kültür CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle