19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ HABERLER dishab?cumhuriyet.com.tr Blair, Irak ve Lübnan işgaline arka çıkmamış olsaydı bile Ortadoğu temsilciliği için yanlış bir adam olurdu DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Y anlış işe yanlış adam ADRIAN HAMILTON AKP’nin Nüfusa Destek Tarıma Köstek Çelişkisi Dünyanın kapısına gelip dayanan, olumsuz etkilerinin açık seçik görülmesine karşın küresel ısınma konusundaki duyarsızlığımızın eşine benzerine rastlamak kolay değil. Daha birkaç gün önce neredeyse seksen yılın sıcaklık rekorları kırıldı. Kimi bölgelerde yağmurlar sellere dönüşürken, bir başka ve çok daha büyük alanlarda kuraklık tarımsal üretimi perişan etmiş durumda. BM ve bilim adamları, üst üste yayımladıkları raporlarla geri dönülmez noktaya gelmeden küresel ısınmaya karşı önlem alınması için önümüzde on yıl gibi az bir zaman kaldığını yineleyip duruyorlar. Ama kimin umurunda? Uluslararası planda bu konuda, kuşkusuz, hiçbir şey yapılmamış değil. Avrupa Birliği, ardından zengin ülkeler topluluğu G8’ler, iklim değişikliklerinin baş sorumlusu sera etkili gaz salınımlarının kısıtlanması konusunda henüz bağlayıcı ve yaptırımlı anlaşmalara ulaşamadılarsa da eskiye oranla daha duyarlı bir aşamaya geldikleri söylenebilir. Bu gelişmelere karşılık Türkiye küresel ısınmanın ilk ciddi adımı Kyoto Protokolü’nü hâlâ ne imzalayıp ne de onaylayan bir avuç aymaz ülke arasında. Üstelik bu aymaz yaklaşım salt küresel ısınmayla da sınırlı değil. En az onun gibi yaşamsal önemde olan ülkedeki ve dünyadaki nüfus artışları ve özellikle de bununla doğrudan ilişkili olan ülke tarımının çöküşü karşısında iktidarın duyarsızlığı had safhalara ulaşmış durumda. O kadar ki, gemi azıya alan nüfus artışının ve ona bağlı olarak ülke tarımının çökme aşamasına geldiği bir sırada bu soruna çare aramak yerine (Örneğin Çin, iki çocuktan fazlasını vergiyle engellemeye çalışırken, BM çok sayıda doğurgan ülkede nüfus planlaması uygulamalarına destek sağlamaktadır) AKP lideri meydanlarda popülizm ve dinci dürtülerle bunun tam tersi yönde küreklere asılarak yurttaşlara ‘üç çocuk yetmez, daha fazlasını yapın’ nasihati geçmektedir. Küresel ısınmanın yarattığı kuraklık, ülkeyi içinde bulunduğumuz yıl dışarıdan tahıl alma durumuna düşürmüştür. Tarımımız bugünkü durumuyla halihazır nüfusu bile beslemekten uzaktır. Bu nedenle nüfus artışını frenlemek yerine kışkırtmak bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Sayın Rahmi Turan, köşesinde bu önemli konuyu irdelerken Profesör Dr. Sedat Katırcıoğlu’nun olayın özünü ortaya koyan görüşlerine de yer veriyor: “Beni en çok üzen nüfus artışıdır. Ülkemizin birinci sorunu budur. Nüfus artışı % 2 gibi müthiş bir orandadır. Böylesi hızlı bir artış bizi daha fazla yoksulluğa iter. İşsizlik fukaralığı tetikler. Çocuklarımızı okutamayız. Üniversitelerde yer bulamayız. Bu artış hızına ekonomimiz dayanamaz. Yapılacak ilk iş nüfus kontrolüdür. Birinin çıkıp vatandaşları uyarması gerekmektedir.” Sözü edilen birileri, kuşkusuz, AKP lideri değil. O bunun tam tersini yapıyor, halkı çok çocuk sahibi olmaya teşvik ederek yangına körükle gidiyor! Nüfus artışı, salt ülkemizle sınırlı değil. Tıpkı küresel ısınma gibi dünyanın tümünü ilgilendiren yaşamsal önemde bir devasa sorun. 2006 rakamlarıyla yerkürenin nüfusu 6.5 milyar düzeyinde. Bu 2025’te 7.8 milyarın kapısına dayanacak. 2050’de ise 9.2 milyar gibi ürkünç düzeylere ulaşacak. O tarihe kadarki nüfus artışlarında Afrika % 117 ile ilk sırada. Onu Kuzey Amerika, Latin Amerika ve Asya ülkeleri izleyecek. Dünya tarımsal üretiminin ise artan nüfusu beslemesi için 2050 yılına kadar iki katı artması gerekiyor. Bu gerçek göz önüne alındığında, bugün üç milyar insanının yetersiz beslendiği, milyonlarcasının da düpedüz açlıkla pençeleştiği bir dünyanın bu zorlu çıkmazdan nasıl kurtulacağını ise kimse bilmiyor! Türkiye’nin durumu ise çok daha vahim. Halkı daha fazla çocuk yapın diye kışkırtan AKP’nin dört yıllık iktidarında ülke tarımını nasıl çökerttiği biliniyor. Rakamlar bunu yadsınmaz biçimde ortaya koyuyor.Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin 20022006 dönemi tarım raporuna göre mazot fiyatları % 147, sulama % 132, gübre % 116 artarken buğday % 63, şekerpancarı ise sadece % 20 oranında yükselmiştir. Üretici 2002 yılında bir adet traktör için 56 ton buğday satarken 2006’da 70 ton buğday satmak zorunda kalmıştır. Peki, zengin ülkelerin tarım sektörüne milyarlarca dolar destek sağlamalarına karşın AKP iktidarı ülkenin ezici çoğunluğunu ilgilendiren tarıma neden şaşı bakmakta, çökmesine çanak tutmaktadır? Sayın Korkut Boratav’ın 2003 Mayıs’ında Cumhuriyet’te çıkan yazısında soruyu yanıtlamasından bu yana pek bir şey değişmemiştir. Sayın Boratav sözü edilen yazıda şunları söylüyordu: “Avrupa, Amerika ve Japonya, kendi aralarında ve Dünya Ticaret Örgütü içinde çekişerek tarımlarını desteklemeyi sürdürmektedir. Son yıllarda IMF/Dünya Bankası’nın reçetelerini kabul eden Türkiye’de ise çiftçi, dünya piyasalarında eşitsiz ve istikrarsız koşullara adım adım teslim edilmektedir. Bizimkilerin tarımı desteklemenin tasfiyesi müzakerelerinde IMF/Dünya Bankası uzmanlarına hiç akıllarına şu basit soruyu yöneltmek geldi mi?: “Tarımlarını Türkiye’nin katbekat üzerinde destekleyen ABD, AB ve Japon hükümetlerine karşı şimdiye kadar ne yaptınız?” Tabii ki, hiçbir şey. Gerçek şu ki, nüfus artışını desteklemek AKP iktidarının dinciliğe, tarımın çökertilmesinin ise IMF/Dünya Bankası’na, iktidar uğruna teslimiyetinden kaynaklanmaktadır. T ony Blair’in bölgede yarattığı zararlar düşünüldüğünde Ortadoğu temsilcisi olarak atanması düşüncesine duyulan büyük öfke konusunda yeterince konuşuldu. Eğer dünyayı kara mizah olarak görürseniz, “iğrenç’’ ya da “çok garip’’ uygun sözcükler olmalı. Oysa yeterince konuşulmayan, bu iş için yapılan atamanın tam olarak neden yanlış olduğudur. Irak savaşı hiç gerçekleşmemiş ve Blair İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesine arka çıkmamış ve hatta Blair’in Ortadoğu’da herhangi bir “biçimi’’ oluşmamış olsa bile bu iş için yanlış bir adam olurdu. Teorik olarak bu görev Ortadoğu’da iki devletli bir çözümde ilerleme sağlayacak ABD, BM, AB ve Rusya “dörtlüsünün’’ temsil edilmesinden oluşuyor. Artık bu görevin şimdiki tanımıyla Hamas’ın Gazze’yi ele geçirmesinin hemen ardından Filistinlilere belli bir hükümet ve barış biçimini dayatmak hedeflenecek. Filistinliler için topraklarının bölünmesi ve Gazze’de yaşayan nüfusunun üçte birinin kalıcı yoksulluğu bir felaketken uluslararası toplum ve özellikle ABD ve İsrail için bu bir fırsat olarak ortaya çıkıyor. Batı “tam zamanı’’ diyerek sözde “laik ılımlı’’ El Fetih’i destekleyip Gazze’deki “köktencileri’’ dışlayarak “ılımlılık’’ ve “köktencilik’’ arasındaki savaşa kendini atıyor. Nefret edilen Hamas elini abartarak oynadığı için şimdi artık uluslararası toplumdan dışlanabilir. Elbette tüm bunları daha önce de duyduk; Yaser Arafat Oslo Anlaşması’nı imzalamak için çağrıldığında ve daha da kötüsü İsrail Lübnan’ı en sonunda Hizbullah’ı yok etmek için işgal ettiğinde. Ancak bu sefer uluslararası toplumun konuya özel bir ilgisi var. Bush yeni olasılıklar peşinde ABD Başkanı George W. Bush, iktidarının son yılında onay almak ve Irak politikasına güven sağlayabilmek için yeni olasılıklara ihtiyaç duyuyor. İsrail’in Başbakanı Ehud Olmert ise Lübnan’daki berbat girişimini dengeleyecek başarılar için çaresiz bir ihtiyaç içinde. AB ise bunu, bırakın Filistinlileri, Müslümanlara bile zamanı olmayan Nicolas Sarkozy ve “Batı’nın lair’in vicdan başına bela olmasınlar ve gitsinler’’ diyen azapları yok. Angela Merkel gibi ‘Medeniyetler iki yeni lider tarafından Arası Savaş’ yönetildiği için istiyor. topluluğunun Rusya’nın da Çeçen sadık bir üyesi direnişini bastırmak ve İsrail’in ‘yakın için teröre karşı savaşı desteklemesi, dostu’ olarak Blair’in çıkarları Ortadoğu’da önceki başarısız çabalarından Bush ve utanması ve tarihinin en Sarkozy’yle zayıf liderliğini yaşıyor aynı. olmasını eklerseniz dörtlünün adil olsun olmasın neden bir şekilde dayatılmış bir çözümü istediğini anlarsınız. İşte bu nedenle Blair bu görev için oldukça çekici. Bir önceki temsilci James Wolfensohn hiçbir yere varamadığı için istifa etti. Ama o, Dünya Bankası’nın eski başkanı olarak Filistin’i kendi ayakları üzerinde durabilen bir devlet haline getirmeyi içtenlikle istedi ve Kudüs’ten iki devletli çözüm için gerçek bir söz vermesini talep etti. Blair’in bunun gibi vicdan azapları yok. İslamcılık ve demokrasi... MEZRİ HADDAD * İslamcı hareket Hamas’ın ‘demokratik’ seçimlerle, hem gerçek hem de sanal bir devletin başına geçmesi benzersiz olduğu kadar saçma sapan bir durum yaratmıştır. Birleşik Devletler, Avrupa ve İsrail bugün bile terörist örgütler listesinde yer alan bir hükümetle işbirliği yapacaklar mıdır? Bu yerel çelişkinin ötesinde ki Hamas tarafından yapılacak bazı ilkesel açıklamalarla bu çelişki muhtemelen aşılacaktır Amerikan yeni muhafazakârları, daha çok köktendinciliğin işine yarayacak Büyük Ortadoğu Projesi’yle MüslümanArap devletlerinin Garcia Marquez’in deyişiyle demokratik Köktendinciliğe, yeşil totalitarizminin karabasan evrenine düşmemelerini nasıl sağlayacaktır? Aynı ‘demokratik’ seçimlerle İran’da Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin yanı sıra Mısır, Pakistan, Kuveyt, Suudi Arabistan ve çoğunca unutur göründüğümüz Türkiye’de siyasal İslamın görkemli bir biçimde geri dönüşüne tanık olunmuştur. Bu dipten gelen dalga her ‘demokratik’ seçim fırsatında doğrulanmaktadır. Böylesine şaşırtıcı bir olguyu kavramanın güçlüğü, bu karmaşık realitenin batının siyasal sosyolojisinden devşirilen ‘cezalandırmaya’ da tepki oyları, köktendinci İslamcılığa karşı önerilen merkezci ‘ılımlı İslam’ gibi kavramlarla izah edilmeye çalışılmaktadır. Oysa dışsal kavramlar, çözümlemeleri saptırmakta, gemi azıya alan İslamcı akımları gerçek hedeflerini gizlemektedir. Öncelikle İslamcılık olgusunun yeni olmadığı, tam tersine sürekli ama kademeli bir biçimde geliştiği anımsanmalıdır. İslamcılık Mısır’da Müslüman Kardeşler’in, sürekli yinelendiği gibi 1928’de değil, Mustafa Kemal’in 1924’te halifeliği lağvetmesinden sonra İslam toplumundaki hissiyattan yararlanarak ortaya çıkmıştır. Ne var ki, İslamcılığın kaynağı, daha çok, İslamın ve İslamcılığın beşiği sayılan Suudi Arabistan’dır. Modern tarihte Suudi Krallığı siyasal İslamın devlet olarak ilk ortaya çıkışıdır. Şii olan ikinci teokrasi 1979’da İran’da İmam Humeyni’nin iktidara gelmesiyle doğmuştur. O tarihlerden bu yana özellikle Müslüman Kardeşler doktrininden esinlenen ve Suudi Arabistan ve İran tarafından finanse edilen İslamcılık, sömürgeciliğe karşı savaş sürdüren ve İslamcılar tarafından ‘muhdedi’ olarak görülen ulusal devletlere karşı sürekli üstünlük sağlamıştır. Aslında İslamcılıkla Arap milliyetçiliği arasındaki köklü ideolojik ve siyasal karşıtlık yeni değildir. Hassan El Banna’dan sonra Müslüman Kardeşler’in başına geçen Said El Kutb, anımsanacağı gibi Nasır tarafından idama mahkum edilmiş ve 26 Ağustos 1966’da asılmıştır. İslamcıların panarabizmden, özel olarak da Nasırcılıktan nefret etmeleri bu yüzdendir. 1981’de Enver Sedat’ı katledenler, suikastı, ilk şehitleri Said Kutb’un öcünü almak için düzenlediklerini itiraf etmişlerdir. Söz konusu nefretin bir başka nedeni ise 1952’den önce Enver Sedat’ın Müslüman Kardeşler’in üyesi, Nasır’ın ise coşkulu bir sempatizanı olmasıdır. Filistin’de Hamas’la El Fetih arasında gerçekleşen seçimler, panislamizmle panaralizm arasındaki eski ideolojik ve siyasal savaşın devamı olarak görülmesi gerekmektedir. Ama direnişe katılanlarla, işbirlikçiliği seçenler arasındaki çatışma yeni değildir. Direnişçilerin karizmatik lideri Arafat’ın kaybından sonra da barış yönünde İsrail’den hiçbir şey elde edememişlerdir. Bu El Fetih’in seçim yenilgisinin önde gelen nedenleri arasındadır. Ayrıca Hamas’ın seçimleri kazanmasında önce Suudi’lerden sonra da İran’dan gelen paralarla kurdukları kapsamlı yardımlaşma ağı yanı sıra Kuran ve şehadetin tek sahipleri oldukları iddiasıyla halk nezdinde yaratılan sempatinin önemli payı olmuştur. Genellikle İslamcılığın ekonomik sefalet ve siyasal dışlanmışlıktan beslendiği söylenmektedir. Ama bu konuda çok daha geçerli olan kaynak, Allah’ı her işe karıştıran ve kutsal kitabı siyasal bir manifestoya çeviren hâkimiyetçi kültürdür. İslam dünyasının yitirilen ‘altın yıllarına’ yeniden kavuşması için kaynağa dönülmesi yeterlidir, diyen İbni Abdülvahap (18. Yüzyılda, Arabistan’daki Vahibizmin kurucusu) Hassan El Banna, Said Kutb ve Humeyni’nin kaynağı, İslamcılığın da ideolojisidir. Demokratik bir seçimde, ne denli hümanist, ilerici ve özgürlükçü olursa olsun hiçbir söylem cılkı çıkmış, ama son derecede etkili dinci söylemle rekabet edememektedir. Siyasal İslam cehaletin toprağı üzerinde gelişip serpilir. Onun için demokrasi değişmeyen evrensel bir değerler sistemi değil, sadece ilkel bir ortaçağ teokrasisini hedefleyen bir araçtır. (birilerinin kulağı çınlasın! (Çevirenin notu.) Bu andan itibaren sorulması gereken ne İslamcılığın demokrasi içinde eriyip erimeyeceği, ne de İslamın laisizmle bağdaşmasıdır. Sorulması gereken derinlemesine ya da erkil (heteronom) ve köktenciliğin ateşli savunucuları tarafından büyülenmiş toplumlarda demokrasi hayat veren bir aşı mı, yoksa ölümcül bir zehir mi olduğu sorusudur. İslamcılık için olgunlaşmış bir toplum demokrasi içinde olgunlaşmış sayılabilir mi? Sorunun yanıtı bu büyük çelişkiyi ortadan kaldırmak gibi bir niyetleri varsa yeni muhafazakârlar için son derecede önemlidir. Arap dünyası İslamcıların torbasına düşmeden nasıl demokratikleşecektir? Çeviri: Hüseyin Baş (Mezri Haddad, filozof ve denemeci. Le Monde, 4 Şubat 2006 B Batı’nın vicdanını rahatlatabilir “Medeniyetler Arası Savaş’’ topluluğunun sadık bir üyesi ve İsrail’in “yakın dostu’’ (istifasını açıkladığında Kudüs onu böyle tanımlamıştı) olarak Blair’in çıkarları Başkan Bush ve yeni Fransız cumhurbaşkanıyla aynı. Başkan Abbas’a destek vererek, Hamas’a vurarak, Amerika’nın müşterileri Mısır ve Ürdün gibi Arap devletlerini içeri çekerek, İsrail’e tutukluların salınması gibi minik ödünler vermesi için baskı yaparak, Batı’nın bu düğümlenmiş sorunda vicdanını rahatlatabilir. Ama tüm bunların temelinde Filistinliler var. Ve bu insanların hakları bölünmelerin arttığı, yoz ve güven kaybetmiş El Fetih’in iktidarını güçlendirme ve İsrail’in yerleşmesini ve güvenlik duvarını görmezden gelme siyasetiyle sağlanmayacak. Başka bir yol daha var. O da Suudi Arabistan tarafından zar zor müzakere edilen Filistin toplumunu bir araya getirecek, Arap Birliği tarafından belirlenmiş çizgiler çerçevesinde barışı destekleyen ve İsrail’in 1967 öncesindeki sınırlara çekilmesi karşılığında bütünüyle tanınmasını öngören Hamas ve El Fetih arasındaki Mekke Anlaşması’dır. Ancak adil ve doğru çözümler bu oyunda yer almıyor. Batı kendi ve İsrail’in kısa vadeli çıkarlarına uygun bir çözüm istiyor. Tony Blair ise bu arzuları yerine getirecek adam. İngilizceden çeviren: Elçin Poyrazlar (The Independent, İngiltere, 28 Haziran) Rusya Devlet Başkanı Putin ve Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko KEİ zirvesi için geldikleri İstanbul’da aile fotoğrafı çekimleri sırasında sohbet etmişti. (Fotoğraf: AP) Ukrayna, KEİ’de kendi inisiyatifini ortaya koyuyor MİKOLA SİRUK aradeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (KEİ) 15. yıllık toplantısı gerçekten de Karadeniz çevresi için önemli bir olay oldu. Birincisi, doruğa 12 üye ülkenin tamamı devlet başkanları düzeyinde katıldılar. İkincisi, bu zirve KEİ’de etkinlik artırma ve kendi inisiyatiflerini ortaya koyma çabasında olan farklı ülkelerin rekabet alanı haline geldi. Örgütte özellikle Türkiye, Rusya ve Ukrayna arasında liderlik mücadelesi yaşanıyor. 1 Kasım tarihinden itibaren de Ukrayna, örgüte 1 Nisan’dan bu yana başkanlık eden Türkiye’den bayrağı devralarak örgütün dönem başkanı olacak. Doruğu önemli kılan unsurlardan biri de, bu zirvenin hemen öncesinde Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de düzenlenen ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de katıldığı Güneydoğu Avrupa Enerji doruğuydu. O K doruğun da öncesinde, Baku’da Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko’nun da katıldığı GUAM zirvesi düzenlendi ve orada da enerji projeleri tartışıldı. Bu nedenle KEİ doruğuna farklı enerji projeleri arasındaki rekabet damgasını vurmuş durumda. Yuşçenko, enerji alanındaki çatışan çıkarlar ve farklı projelerle ilgili olarak, Ukrayna’nın bütün bölgesel enerji inisiyatiflerinde sesini duyuracağını ve ülkesinden geçmeyecek olan boru hatlarında bile Ukrayna’nın enerji nakil malzemeleri ve inşa hizmetleri alanında kendisini göstererek bütün bu projelerden kazançlı çıkma çabasında olacağını söylüyor. Karadeniz Bölgesi’nin serbest ticaret alanı haline gelmesi ve örgütün somut ekonomik hedeflere yönelmesi, Ukrayna inisiyatifinin ana hatlarını oluşturacak. Rusçadan çeviren: Deniz Berktay (Den Gazetesi, Ukrayna, 27 Haziran) Muayene, Teşhis, Tedavi TÜRK KALP V AKFI 19 Mayıs Cad. No: 8 Şişli/İstanbul Tel: (212) 212 07 07 (pbx) Faks: (212) 212 68 35 İnternet: http://www.tkv.org.tr email: gen.sekreter?tkv.org.tr koordinator?tkv.org.tr CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle