19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 TEMMUZ 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Magdalena Ruffer, aşkının peşinden bu topraklarda bizimle yoğrulmaya geldi, bizimle oldu, bizden oldu 15 SANATA BAKIŞ SELMİ ANDAK Yitip giden mavi dünya 1971 yılının Temmuz ayındayız, darbe günlerindeyiz. Haziran ayında gözaltına alınmışım, meşhur Sansaryan Han’ın en üst katında tutuluyorum. Yanımda Seçkin Cılızoğlu (Selvi) da var. Şu günlerdeki kadar değilse de yine de insanı canından bezdirmeye yetecek bir sıcak var. Tutuklu bulunduğumuz kattaki masaların üzerinde yatıp uyuyoruz. Bir gece ortalık ansızın hareketlendi. Vurucu timler hazırlanmaya başladı. Her şey gözümüzün önünde olup bitiyor. Çelik yelekler giyildi, silahlar kuşanıldı, hatta pantolon paçasının kenarına komando bıçağını yerleştirenler bile vardı. Seçkin sordu: “Hayrola, yolculuk nereye?” Nereye gittiklerini bilmiyorlardı. Baskın yapılacak adresler kapalı zarf içinde tim liderlerine teslim ediliyor, onlar da ancak araçlara binip hareket ettikten sonra açıp bakıyorlar, tim mensupları ise gidecekleri yeri, ancak olay mahalline vardıklarında öğreniyorlardı. Komando bıçağını paçasına sokan polise, “Yandınız valla, tehlikeli birilerini almaya gidiyorsunuz herhalde, bakalım geri dönebilecek misiniz” dedim. “Ne yaparsın ekmek parası, verin aynı parayı size de çalışayım” diye pişkin bir cevap aldım. Tehlikeli sanıklar Umut Çocukları Derneği Sessiz “Sokakların Çatısı Yoktur.” Bu deyimin bu köşemde bugün yayımlanması ve gerçek anlamının okurlarıma iletilebilmesi, ancak elimdeki önemli konuya ait dokümantasyonun hangi konuyu içerdiğini sizlere aktarabilmekle kabildir. Her şeyden önce ortada bir kurul var. Adı “Umut Çocukları Derneği”. 1992 yılında 14 Temmuz günü şu amaçla kurulmuş: Barınacak yeri olmayan çocukları ve gençleri koruma ve geliştirme... Bu dernek bir yıl sonra “Sokak Çocukları Derneği” adını almış. Beş yıl sonra ise “Sokak Çocukları Gönüllüleri Derneği” adını taşımış... 1999 yılında adını değiştirerek “Umut Çocukları Derneği” adını alarak çalışmalarına günümüzde de devam etmekte... Şimdi, bu derneğin nasıl kurulduğuna, özgeçmişine kısaca bir göz atalım: 1993 yılında Sefaköy İnönü Mahallesi’nde bir barınma evi açılmış, 1996 yılında Avcılar Denizköşkler Mahallesi’nde 22 yataklı, iki katlı Umutevi projesi gerçekleşmiş. 1996 yılı 5 Ekim tarihinde Bakırköy İlkadım İstasyonu açılmış. İstasyon 50 kişilik kapasiteyi içeren 4 dönüm arazi üzerine kurulu prefabrik konutlardan oluşmuş. 2000 tarihinde önemli bir adım atılmış ve Dolapdere’de Dünya Bankası ve Umut Çocukları Derneği ortaklaşa olarak Çamaşırhane projesini gerçekleştirmiş. 1 Nisan 2003 tarihinde Banvit’in 49 yıl için kiraladığı üç katlı binaya taşınan Çamaşırhane ile birlikte Gece Barınağı hizmete girmiştir. Derneğin yaptığı çalışmalara gelince: Kamuoyu oluşturulmasına geçilmiş ve genel olarak sokakta yaşayan çocuklar ve gençler için dergi, gazete, radyoTV, internet, panel ve konferanslar düzenlenmiştir. Ailelerine dönmek isteyen çocuklar ailelerine teslim edilmiş, zor durumda olanlara ayni yardım yapılmıştır. Sokak çalışmaları düzenlenerek sokaktaki çocuklar ile irtibat sağlanmış ve pratik ihtiyaçlarının giderilmesine çalışılmıştır. Umut Çocukları Derneği’nin özellikle kültürel ve sanatsal etkinliklerde çalışmaları olumlu başarılara da yol açmakta ve değişik programlar düzenlenmektedir. Bu konuda özellikle Umut Çocukları Derneği Başkanı Yusuf Ahmet Kulea’nın ve FIDOF (Uluslararası Festivaller Organizasyonu Başkan Yardımcısı ve Türkiye Temsilcisi, aynı zamanda başarıyla sonuçlanan Pamukkale Müzik Festivali kurucusu, değerli söz yazarı Figen Çakmak’ın unutulmaz hizmetleri ile düzenlenmiş olan “Maestro and Elizabeth” etkinliği sanat dünyamız için sadece önemli bir olay niteliği taşımanın yanı sıra, aile ortamından kopmuş, sokaklarda yaşayan ve maddi, manevi yardıma muhtaç olup kötü koşullarda çalıştırılan, evinden kaçmış, madde bağımlısı olan çocukları ve gençleri bu olumsuz davranışlardan kurtarmak ve topluma kazandırmak amacını taşımaktadır. İzlediğimiz “Maestro and Elizabeth” programının yayın akışı: Açılış, İstiklal Marşı, açılış konuşmaları, Nez (Vorld Isene) açılış şarkısı, Nazlı İlhan, Fani Nodara, Marie Moreno, Figen Çakmak, Glifford Galez, Meltem Taşkıran, Mine Mucur, Gledagh Long, plaket töreni, Shaman özel gösterisi, Nez konseri ve kapanış. Bu önemli, fakat medya tarafından beklenmedik sessizlik içinde kalan, kültür ve sanat olayı ve yardımlaşma konusuna destek olan kuruluşlara teşekkür borçtur. “Umut Çocukları Derneği”ne alkışlar... agdi’nin durumu ise çok daha zordu. Piyanosuz kalmıştı. O da ranzanın kendine ayrılan bölümüne çekildi, içine kapandı. Çünkü ölünceye kadar başından kalkmayacağı piyanosu onun hayatının ayrılmaz bir parçasıydı. Tıpkı iki yıl sonra (1973’te) onu çok vakitsiz terk edip gidecek Sabahattin Eyüboğlu gibi... M Sonunda büyük bir gürültü patırtı içinde çıkıp gittiler. Seçkin’le ben meraklı ve epey kaygılı bir bekleyiş içindeydik. Yine kimin canı yanacaktı acaba? Gecenin ilerleyen saatlerinde, tepeden tırnağa silahlanmış vurucu timlerin ellerinden kurtulamayıp yakalanan sanıklardan ilki, sabahlığı ve mavi geceliğiyle geldi: Sevgili Azra Erhat. Bir gece vakti pantolon paçalarına kadar silahlanmış vurucu timler tarafından yatağından apar topar kaldırılacak kadar büyük bir teh like olarak görülmüş o zarif kadın, şaşkınlık içindeydi. Arada bir dalgınlaşıyor, “Ah, piyanonun üzerinde dolaşmaya alışmış o narin parmaklar, o narin eller kelepçelendi ha...” diye hayıflanıyordu. Bir leitmotiv gibi yinelenen bu sözlerin manasını bir müddet sonra, Azra Erhat’ın cürüm ortakları da kahraman güvenlik kuvvetlerimiz tarafından derdest edilip getirildiklerinde anladım: Yaşar Kemal, Tilda Gökçeli, Vedat Günyol, Sabahattin Eyüboğlu ve Magdalena Ruffer. Magdi’nin şifreli mesajları Sonuçta bizim Sansaryan’da gözaltı günlerimiz sona erdi ve cezaevlerine gönderildik. Mal tepe Askeri Cezaevi’nin kadınlar koğuşunda da Magdalena Ruffer, Azra Erhat ve Tilda Gökçeli ile birlikteydik. Sabahattin Eyüboğlu ise erkek tutuklularla beraberdi. Görüş günlerinde Yaşar Ağabey elleri kolları filelerle, sepetlerle dolu kapıya dayanır, “Kızlar ben geldim” diye moral dağıtırdı herkese. Sabahattin Eyüboğlu’nun “sevgili Magdi”sine yapıp gönderdiği rengârenk, biçim biçim rüzgârgülleri ise kadınlar koğuşunda sallanıp dururdu. Azra Erhat ve Tilda Gökçeli, koğuşta da kendi düzenlerini kurmuşlardı. “Mavi Anadolu”yu hem bize, hem yurtdışına taşıyan o yorulma nedir bilmeyen yazı ve çeviri faaliyeti Maltepe Askerî Cezaevi koşullarında da sürdü. Magdi’nin durumu ise çok daha zordu. Piyanosuz kalmıştı. O da ranzanın kendine ayrılan bölümüne çekildi, içine kapandı. Çünkü ölünceye kadar başından kalkmayacağı piyanosu onun hayatının ayrılmaz bir parçasıydı. Tıpkı iki yıl sonra (1973’te) onu çok vakitsiz terk edip gidecek Sabahattin Eyüboğlu gibi... Maltepe’de Magdi’yi neşelendiren tek olay Aaru ve Bibiş ile onların çocuklarıydı. Aaru sarman bir erkek kedi, Bibiş ise onun beyaz renkli zevcesiydi. Bu mutlu çiftin Maltepe Askerî Cezaevi’nde üç çocukları oldu ve bizim “spor sarayı” adını verdiğimiz kapalı spor salonuna yerleştiler. Magdalena’nın ailesine yazdığı mektuplarda onlardan söz ettiğini, tutuklulara baskı yapmayı “vatan görevi” bilen Teğmen Ayhan’ın peşinde askerlerle birlikte koğuşa yaptığı baskında öğrendik. Elinde Magdalena Ruffer’in gönderdiği mektubun açılmış zarfı, gürleyerek sordu Teğmen Ayhan: “Neresi bu spor sarayı? Kim bu Aaru, nerede gizleniyor? Nedir bu şifreli mesajlar?” Magdalena, sinirlenince iyice tizleşen sesi ve tatlı aksanıyla izah etmeye çalışıyordu: “Spor sarayi, iste orasi... Aaru ve Bibiş bizim kediler...” Herhalde çok daha büyük bir komployu ortaya çıkarmayı uman kahraman Teğmen Ayhan bu cevaptan yeterince tatmin oldu mu bilmiyorum, ama “spor sarayı” anında tahliye edilip şüpheli şahıslar Bibiş, Aaru ve çocukları yeniden koğuşa döndüler. “Magdi’nin ölümüyle bir dünya da sona erdi. Bu Sabahattin Eyüboğlu’nun dünyasıydı. Azra Erhat’ın dünyasıydı. Halikarnas Balıkçısı’nın dünyasıydı...” Böyle demiş Yaşar Kemal, ne kadar güzel özetlemiş. Ne demişti Sabahattin Eyüboğlu: “Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da bizi. Onun için en eskiden en yeniye ne varsa yurdumuzda öz malımızdır bizim. Halkımızın tarihi Anadolu’nun tarihidir.” Magdalena Ruffer, aşkının peşinden bu topraklarda bizimle yoğrulmaya geldi, bizimle oldu, bizden oldu, “kâh bozkıra, kâh mavi denize çalan” dünyanın parçası oldu. Biz onu/onları anlayamadıysak ne gam, biz kendimizi anlayabildik mi ki zaten? Dönüp bir bakalım arkamıza: Ne kaldı o mavi dünyadan geriye? [email protected] Kübalı karikatürist Ares’in yapıtları Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde Çizerin gözünden ‘dünyanın hali’ SELCEN AKSEL Geçen cumartesi akşamı Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi, yoğun bir akşamında Ares’in (E Hernandez Guerrero) sergisinin açılışını yaptı. Kurulduğundan bu yana birçok sanatçı ve topluluğun gösterilerine, konserlerine yer veren kültür merkezi, bu kez çizgileri ve dünyaya bakışıyla tanınmış bir karikatürcünün yapıtlarını, güzel bir düzenlemeyle sunuyordu. Açılışın konukları arasında sanatçının yanı sıra Jose Marti Küba Dostluk Derneği temsilcileri, Küba Elçiliği 1. Sekreteri Alejandro Simancas da vardı. Açılışın bir başka boyutu da Ares’in Küba Gazeteciler Birliği’nce martta düzenlenen Eduardo Abela Karikatür Bienali’nde birincilik ve ikincilik kazanmış Sait Munzur ile Muhittin Köroğlu’na ödüllerini sunacak olmasıydı. Her iki ülkeden sa8 Temmuz’a dek sürecek olan Ares’in sergisinden bir yapıt. natçıların da vurguladığı gibi “paranın ve güç sahibi olmanın en ön sırada yer aldığı bir dünyada, çok daha önemli şeyler vardı ve insani değerler bu iki uzak ülkeyi buluşturuyordu’’. Sermayenin yandaşı basın Ares’in 8 Temmuz’a dek sürecek sergisindeki çalışmaları ‘dünyanın haline’ çarpıcı vurgularla dikkat çekiyor. “Bir çizerin tüm dünyayı bir bütün olarak algılaması gerektiğine inanıyorum’’ diyordu sanatçı, bu bakışını yansıtan yapıtlarında olduğu gibi. Yazısız karikatürlerinde her insana bir şeyler anlatan simgeler kullanan sanatçının, açıkça basının tavrına da gönderme yaptığına değindiğimizde, söyleyecek çok şeyi olduğunu söylüyordu: “Birçok medya kuruluşu sermaye sahiplerinin yanında. Çoğu zaman gerçekleri yansıtmıyorlar’’. Ares, “Mümkün olduğunca çok insana ulaş mak istiyorum mizahla. Ortak sorunlarla, çevre kirliliği, savaş, kötü politikacılara değinmek gerek’’ diye ekliyordu. Küba Gazeteciler Birliği’nin selamını getirdiğini belirten Ares, “Biz mizahçılar insanlara daha iyi bir dünya kalmasını istiyoruz’’ diyerek meslektaşlarına ödüllerini sunarken kendilerini kutladı. Küba Büyükelçiliği’nden Semancas da bu yapılanların ‘bir kum tanesi ‘ gibi de olsa, büyük işler başarıldığını söyledi. Her iki karikatüristimiz de Küba’daki bienale katılarak inandıkları değerlere yakınlaştıklarını belirtiyorlardı zaten. Munzur, hayatının en keyifli törenini yaşadığını söylüyordu. Köroğlu da dünyanın durumu ele alındığında bu paylaşımın daha da önem kazandığını belirtiyordu: “Dünya kapitalizmin egemenliğine girse de karikatürcülerin büyük çoğunluğu hâlâ emeği savunuyorlar’’. (0 216 414 22 39 www.areshumor.com) ‘Yaratıcı Dramaya Giriş’ atölyeleri ? Kültür Servisi Çağdaş Drama Derneği tarafından düzenlenen ‘Yaratıcı Dramaya Giriş’ atölyeleri 7 Temmuz 2007 Cumartesi saat 14.00/17.00 ve 24 Temmuz Salı 19.00/22.00’de iki oturum halinde düzenlenecek. Kadıköy Bilim Eğitim Estetik Kültür Sanat Araştırmaları Vakfı’nda yapılacak olan ve katılımın 16 kişiyle sınırlı olduğu çalışmalarda disiplinler arası bir yöntem olarak yaratıcı dramanın kullanım alanları, yaşama dönük etkisi, diğer sanat dallarıyla ilişkisini tanıtmak amaçlanıyor. (www.yaraticidrama.org) SAHİBİNDEN ACİL SATILIK 2473 m2 badem ve zeytin ağaçlarının olduğu arsa, denize 720 mt. uzaklıkta Bodrum Datça arası, körmen limanına yakın, %5 imarı bulunmaktadır. İletişim için Tel: 0555 287 90 90 0532 596 33 69 CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle