19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 TEMMUZ 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR SEVGİ ÖZEL Anayasa Değişikliği ‘Kadük’ Olmuştur 22 Temmuz seçimleriyle oluşan Meclis, 11’inci Cumhurbaşkanı’nı seçer; kararları kesin olan Yüksek Seçim Kurulu’nun, kadük olmuş kanun ve Anayasa değişikliklerinin referanduma sunulmasında ısrar etmesi sonucu, yeni düzenlemenin halkoyuyla kabul edilip yürürlüğe girmesi halinde, görevdeki cumhurbaşkanının görev süresi sona erecek midir? rısız olarak toplanacak, bu birleşimde, önce milletvekillerinin ant içme töreni yapılacaktır. Yeni Başkan seçilinceye kadar, en yaşlı milletvekili, TBMM Geçici Başkanlığı görevini, en genç altı milletvekili geçici kâtip üyeliği görevlerini yapacaklardır. TBMM başkan adayları, Meclis üyeleri içinden, Meclis’in toplandığı günden itibaren “beş gün” içinde Başkanlık Divanı’na bildirilecek; aday gösterme süresinin bitiminden itibaren beş gün içinde de başkan seçimi işlemi tamamlanacaktır. TBMM Başkanı’nın seçiminin ardından, anayasamızın 102’nci maddesi uyarınca gecikmeksizin Cumhurbaşkanı seçimine geçilecek, bu madde uyarınca Cumhurbaşkanı seçilemezse, derhal TBMM seçimleri yenilenecektir: Buradaki derhal yenileme, bir karar alınmasına gerek duyulmadan Anayasa hükmüne dayandığından, Anayasa’nın “seçim kararını” esas alan 77/son maddesi hükmü de burada uygulanamayacak, Cumhurbaşkanını seçemeyen bir TBMM herhangi bir yasama işlemi de yapamayacaktır. Bu işlemlerin hepsi, 3376 sayılı yasada öngörülen 120 günlük süre dolmadan yapılacak işlemler ve göz önünde tutulması gereken hususlardır. 22 Temmuz seçimleriyle oluşan Meclis, 11’inci Cumhurbaşkanı’nı seçer; kararları kesin olan Yüksek Seçim Kurulu’nun, kadük olmuş kanun ve Anayasa değişikliklerinin referanduma sunulmasında ısrar etmesi sonucu, yeni düzenlemenin halkoyuyla kabul edilip yürürlüğe girmesi halinde, görevdeki cumhurbaşkanının görev süresi sona erecek midir? Bu konuda Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Erdoğan Teziç şu yorumu yapıyor: “Yeni düzenlemenin yürürlüğe girmesi için halkoylamasıyla kabul edilmesi gerekiyor. Halkoylaması yapılıncaya kadar yeni Meclis 11’inci Cumhurbaşkanı’nı seçerse, yeni düzenleme 12’nci Cumhurbaşkanı’nın seçiminde uygulanabilir. Yeni TBMM, 11’inci Cumhurbaşkanı’nı 7 yıllığına seçecektir. 11. Cumhurbaşkanı görev süresini tamamladıktan sonra, eğer halkoyuyla kabul edilmiş olursa, 12’nci Cumhurbaşkanı’nı halk seçer... Yeni düzenleme yürürlüğe girse bile, görevdeki cumhurbaşkanının 7 yılını doldurması beklenir. Bunun örneği Fransa’da yaşanmıştır. 2000’de Fransa, Cumhurbaşkanlığı süresini 5 yıla indiren anayasa değişikliği yaptı. Ancak görevdeki Cumhurbaşkanı Chirac’ın 7 yıllık görev süresini bitirmesi beklendi. 5 yıllık uygulama, Chirac’ın görev süresi bittikten sonra gerçekleşti.” (Fikret Bila, Teziç: 11’inci Cumhurbaşkanını TBMM seçer, Milliyet Gazetesi/7.7.2007) Prof. Dr. Erdoğan Teziç, bu yorumunda haklıdır. Aksinin kabulü, anayasamız izin vermediği halde, yapılacak yasa ve Anayasa değişiklikleriyle dolaylı yoldan cumhurbaşkanının azli (verilen temsil yetkisinin geri alınması) yolu açılmış olur ki, kabul edilemez... PENCERE ‘22 Temmuz’un Gerçek Anlamı... Cumhurbaşkanlığı hasret ve hırsının kişiliğinde derin tahribat yarattığı gözlenen Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı’ndaki eşi bulunmaz başarıları hiç kuşkusuz tarih kütüğünde hazretin siciline yazılacaktır... Kısa sürede (4.5 yıl) neler oldu?.. ABD’ye kayıtsız şartsız, utandırıcı bir teslimiyet... Sarkozy Fransa’sı tarafından aşağılanma.. Merkel Almanya’sından horlanma.. AB’den dışlanma.. Barzani Kuzey Irak’ından Ankara’ya kafa tutma.. Talabani Irak’ından vurdumduymazlık ve meydan okuma.. Kıbrıs davasında çöküntü.. Yunanistan’da döküntü.. Cumhuriyet tarihinde böyle bir Dışişleri Bakanı’nın eşi emsali yok... ? Ancak işin garip bir yanı var... Bugün dış dünya, Amerika’sından Avrupa’sına, Yunanistan ile Kıbrıs Rumundan Irak Kürt’üne ve Ermeni diyasporasına dek 22 Temmuz seçimlerinde AKP’nin kazanmasını istiyor; bunu dolaylı ya da açık seçik dile getiriyor... Neden?.. Diyorlar ki: Kemalizmin tohumlarını içinde taşıyan muhalefet seçimlerde kazanırsa gelişmeler aleyhimize olur... Ümmetçilik.. İslamcılık.. Dincilik dışardan dayatılıyor ve dış dünyanın çok işine geliyor, Türkiye’de AKP iktidarının boynu eğik satılmışlığı, yabancının yeğlediği dış politikanın ta kendisidir. ? AKP dinciliği, ABD’nin Türkiye’deki “Ilımlı İslam Devleti” projesine uyduğu için sandıkta güçlüdür... Para.. Tarikat.. Kayıt dışı ekonomi.. Suudilerden başlayıp Amerika’da süregelen dış destek.. Türkiye’nin icabına bakmak isteyen yabancı ittifakının AKP’de odaklanan siyaseti... Atatürkçülüğü faşizmle bir tutmaya çalışan cehaletin ülkemizde entelleşmesi... ? Aydınlanmış seçmen bu inanılmaz kuşatmaya karşı sandıkta ağırlığını duyurabilecek mi?.. 22 Temmuz’a 10 gün kaldı.. Bu seçim, ümmetçileri destekleyen emperyalizmle ulusalcılığın sandıkta hesaplaşmasıdır. İstediğini Söyleyen... Başbakan’ın “karga”lı benzetmesinden birkaç genç muhabir rahatsız olmuş; “Bu atasözünü halkın önünde kullanması doğru mu?” diye sordular. Çünkü sözün arkası “bok”lu... Ancak anlı şanlı gazetelerdeki “ağır abi”lerin çoğu, bu sözün başka partiler ve önderleri için alanlarda birkaç kez kullanılmasından pek rahatsız görünmüyor. Demek böylesi bir biçeme alıştık. Zavallı “karga” , atasözleri ve deyimlerde epeyce hırpalanır. Örneğin “Karga kekliği taklit ederken kendi yürüyüşünü şaşırmış” diye bir sözümüz var. Anlamı açık; görgüsüz biri, görgülü gibi davranmaya kalkışırsa gülünç olur. “Karga mandayı babasının hayrına bitlemez” diyen atasözüyse, başkalarına gözü kapalı hizmet edenlerin, bunu “çıkar” için yaptığını anlatır. Görüldüğü gibi zavallı karga ile insanlar pek barışık değil. Az kullanılan ilginç bir deyimse, budalalar topluluğu anlamındaki “karga derneği”dir. Bunları yeri geldikçe kullanabiliriz; ama yeri geldikçe... Bunun anlamı şu: Birisi, dahası önder konumundaki bir insan, istediğini söyleme özgürlüğünü başkasını aşağılama, incitme pahasına kullanamaz. O zaman “İstediğini söyleyen, istemediğini işitir”. Özellikle her söze “inşallah” ve “maşallah”la başlayan ve hep göz önünde olanlar, “İslamın şartı beş, altıncısı insaf” diyen atasözünü de unutmamalıdır. ??? İşte yaz sıcağında en çok aradığımız bu sanırım; “insaf”... Çoğumuz TV’leri izler, gazete okurken bunalıyoruz. Birbirine hoş olmayan sözcüklerle seslenenler için, “Kişiyi vezir eden de rezil eden de dilidir” demek içimizi soğutmuyor; çünkü “Adamak kolay, ödemek güçtür” diyen atalarımız hep haklı çıkıyor; konuşmak kolay da söylediğini yapmak o denli kolay değil. Kimi politikacılar sözü yarım bırakarak ya da yarısından başlayarak “üç nokta”lı vurgular yapmayı seviyor. Ancak sonunu herkesin bildiği bir atasözünü yarım bırakmak ya da son yıllarda sık sık kullanılan “...kervan yürür”deki gibi başını silmek, salt size ait olan bir tümceyi istediğiniz gibi kullanmakla aynı anlama gelmez. Çünkü atasözü ve deyimler kaynaklara geçmiştir; herkesçe bilinmektedir. Bunların kimi epeyce eskimiştir, “Damlaya damlaya göl olur” gibi; kimi hâlâ anlamlıdır, “Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz” gibi. 2007’nin temmuz sıcağında yıllardır olmayan, yaşama geçmeyen pek çok şey varken, bir avuç insan ve çevresi göz göre gerçekleri çarpıtırken, “ağız tamburası çalmak”, yani toplumu “ağız satarak” oyalamak, hepimizi yoruyor. Biz, en iyi kendi alanımızı biliriz. Bu nedenle eğitimi yönlendiren kurum ve yöntemlerin, dil kullanımında da çoktan iflas ettiğinin en somut kanıtı, “halkın dilini kullandığını” söyleyenlerin ağzından dökülenlerdir, diyebiliriz. En üst düzey konumdaki birinin, karşıtları için, bir değil birçok kez, “Kılavuzu karga olanın...” demesinin Türkçe karşılığı “ağzını bozmak”tır. Ağzını bozmak, yalnız sövmek anlamı taşımaz; kişinin konumuna yakışmayacak sözler kullanması da akla gelir. Böyle durumlarla karşılaşınca, karşımızdakine aynı sözcüklerle yanıt vermek yerine, uyarmak için “Ağzını topla” deriz. Bu deyimi neredeyse her gün kullanmamız gereken bir süreçten geçiyoruz. “Akşamdan kavur, sabaha savur” mantığıyla ülkeyi pazarlayan ve sık sık ağzını bozanlar, “Cumhuriyet tarihi içinde yapılmayanların yapıldığını” da söylüyorlar; doğrudur, Cumhuriyet tarihi içinde “böylesi” ne yapıldı, ne görüldü. Ancak 90 yıl önce bağımsızlık savaşı veren bu halk, gerçekten sabrın acı, meyvesinin tatlı olduğunu bilir; “imam bir kabahat yapsa” bile kendisinin yapmaması gerektiğini de bilir. Toplumların içinden zaman zaman karga dernekleri ya da halkı karga derneği sanan aymazlar çıkabilir. Önemli olan böyle durumlarda “insana benzeyen bir korkuluk” gibi durmak değil, gerçek insan olduğumuzu ve gerçekleri gördüğümüzü haykırmaktır. Vural SAV AŞ Onursal Yargıtay C. Başsavcısı ‘T ürkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’, 10 Mayıs 2007 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmiş; 5660 sayılı bu yasa, 25 Mayıs 2007’de, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından, bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderilmişti. Söz konusu yasaya göre: “Genel seçimler 4 yılda bir yapılacak. TBMM yapacağı seçimler dahil bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri (184) ile toplanabilecek. TBMM, Anayasa’da başkaca bir hüküm yoksa, toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla karar verecek. Ancak karar yeter sayısı, hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından (138) az olamayacak. Cumhurbaşkanı; 40 yaşını doldurmuş, yükseköğrenim görmüş TBMM üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilecek. Cumhurbaşkanının görev süresi 5 yıla indirilecek, bir kimse en fazla iki defa (5 artı 5) cumhurbaşkanı seçilebilecek. Cumhurbaşkanlığı’na, TBMM üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi, 20 milletvekilinin yazılı teklifiyle mümkün olacak. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçiminde aldıkları geçerli oyların toplamı yüzde 10’u aşan partiler de ortak cumhurbaşkan adayı gösterebilecek. Cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar, görev süresi dolan cumhurbaşkanının görevi devam edecek. Anayasa’nın, ‘seçim kanunlarında yapılacak değişikliklerin, yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren 1 yıl içinde uygulanamayacağına’ ilişkin maddesi, cumhurbaşkanı seçiminde dikkate alınmayacak.” TBMM Genel Kurulu’nda, 31 Mayıs 2007 tarihinde hiçbir değişiklik yapılmadan kabul edilen bu anayasa değişikliği paketi, 5678 sayılı kanun olarak, yeniden Cumhurbaşkanlığı’na gönderildi. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 15 Haziran 2007 tarihinde yasayı, Anayasa’nın 175’inci maddesi uyarınca halkoyuna sunulmak üzere yayımlanması için Başbakanlığa gönderdiği gibi, 16 Haziran 2007 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasından sonra, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Aynı mahiyette iki başvuru CHP tarafından da yapıldı. Söz konusu başvurular, Anayasa Mahkemesi’nce şekil yönünden ve oyçokluğu ile reddedilmiş; referandum süresinin 120 günden 45 güne indirilmesini öngören 5682 sayılı ‘Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un da Cumhurbaşkanı tarafından bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderildiğini göz önünde tutan Yüksek Seçim Kurulu, 5678 sayılı ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un, yürürlükteki mevzuata göre Resmi Gazete’de yayınını takip eden 120 günden sonraki ilk pazar günü olan 21 Ekim 2007’de halkoyuna sunulmasına karar vermiştir. Bu durumda, önem taşıyan iki hususun açıklığa kavuşturulmasında zorunluluk bulunmaktadır: 1. Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan Türkçe Sözlük’te “Kadük olma”: “Yasama meclisinin değişmesi ile önceden sunulan yasa tasarılarının değerini yitirmesi”; Esat Şener’in Hukuk Sözlüğü’nde ise “... Meclis, yeni bir seçim için işlevini tamamlar ve yeni dönem için tatile girerse, o teklif veya tasarı kadük olur (düşer). O teklif veya tasarının yeni dönemde tekrarlanması gerekir. Aksi halde ele alınıp incelenemez” şeklinde tarif edilmektedir. TBMM’nin 22’nci yasama dönemi, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra sona erecek ve yeni bir yasama dönemi başlayacaktır. Türk hukuk sistemini ve bugüne kadarki uygulamaları göz önünde tutarak, Galatasaray Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu haklı olarak şu yorumu yapmıştır: “Bir yasama döneminde yapılacak olanlar yapılır, bu diğer yasama dönemini bağlamaz. 22 Temmuz’da bakarız sonuçlandırılmamış kanunlar var mı diye. Kanun nasıl sonuçlanır? Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra sonuçlanmış olur. Ama 22 Temmuz’a yetişmemiş. Kanun sonuçlandırılmadığı için Yüksek Seçim Kurulu’nun kanunun kadük olduğuna karar vermesi ve ‘referandum yapılamaz’ demesi beklenir.” (Enis Berberoğlu, Son Karar YSK’nin, Hürriyet Gazetesi, 8.7.2007) 2. Anayasamızın 94 ve TBMM İçtüzüğü’nün 3, 8 ve 10’uncu maddeleri gereğince: 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılacak milletvekili seçimi sonuçlarının Yüksek Seçim Kurulu’nca Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu kanallarında ilanını takiben beşinci gün saat 15.00’te TBMM çağ Demokrasi Tartışmaları Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR e kadar çok sözü ediliyor demokrasinin. Hemen herkes ve her grup ona sahip çıkıyor. Ancak demokrasinin ne olduğu ve ne olmadığı konusunda bir görüş birliğine sahip değiliz. Onu bir amaç değil bir araç olarak tanımlayan Recep Tayyip Erdoğan bile bugün demokrasiye tutunmaya çalışıyor. Biz Türk halkı olarak demokrasiyi tanıdık mı, yurdumuzda var oldu mu hiç? Ben 60 yıldan beri çok partili düzene girişimizden başlayarak siyasal yaşamımızı izleyen bir insan olarak şu gerçeği vurgulamak istiyorum; demokrasiye daha başlarken ihanet edilmiştir. Siyasal partiler halka değil köy ağalarına başvurmuşlar ve onları milletvekili yapmışlardır. Çünkü politikacıların halka inançları yoktu, Köy Enstitülerinden ve o bütün dünyaya örnek olan okullardan yetişecek bilinçli Türk vatandaşlarından korkuyorlardı. Daha başlangıçta umutlarıyla kendi dünyasını kurmayı, kendi seçimlerini yapmayı beceremeyen eğitimsiz ve yoksul vatandaşlardı. Köy Enstitüleri ile Halkevlerini, bu aydınlanma odaklarını bu yüzden yıkmışlardır. Pek az istisnası ile politikacılarımızın önde gelen özlemi, eğitim yoksunu, yoksul, sınıf bilincine sahip olmayan halkın oyunu kapmak olmuştur ve yazık ki bunu da başarmışlardır. Türkiye’nin uzun yıllardır aldatılan, sömürülen, yoksullaştırılan halkı, büyük çoğunlukla, en sağdaki ve en muhafazakâr partileri oyları ile desteklemiştir. Emekten yana, emekçiden yana partilerin kurulmasına ve gelişmesine olanak verilmemiş ve sol durmaksızın sivil ve askeri darbelerle sistemli bir şekilde ezilmiş ve böylece solsuz, sahte bir sözde demokrasi yaratılmıştır. Egemenliğin kayıtsız şartsız halkta olduğu iddiası yazık ki bir sözden ibaret kalmıştır. Halkı bu sahip olduğu varsayılan egemenliği kullanmaktan alıkoymak için her yola başvurulmuştur. Ortalama 4 yıl eğitim görmüş olan ve yaşam mücadelesi veren halk, büyüme, kalkınma ve refah toplumu masalları ile uyutulmuştur. Bugün demokrasi, demokrasi N diye tutturan ve soldan en keskin dönüşleri yapan liberaller (Bursalı onlara “ülkem aydını” diyor), yoksunluklar içinde bunalan ve doğaldır ki temel gereksinimlerinden başka bir kaygı taşıyamayan, zaman zaman oyunu satılığa çıkarmak zorunda kalan halkı ve onun sorunlarını görmezden gelmektedirler. “Darbe, darbe” diye tutturan bu grup, politikacıların ve iktidardaki AKP’nin gerçekleştirdiği sivil darbeleri ısrarla göz ardı etmektedir. Yine onlar, çıkar ilişkileri içine girmiş medya mensupları ile birlikte Amerika’nın kuyruğuna takılmış büyük sermayeyle flört eden, cemaat ve tarikatçılığı yaygınlaştıran, aydınlanmaya, Cumhuriyete, laikliğe karşı duran bu iktidarın şakşakçılığını yapmakta ve liberal kapitalist ekonominin sahtekârlıklarını ağızbirliği ile övmektedirler. Aslında var olmayan bir demokrasi adına türlü çeşitli aldatmacalar yapılmakta ve demokrasinin sınıfsal özü ve karakteri unutturulmaktadır. Ama son bir ay içerisinde meydanlara dökülen milyonlarca Türk halkı, sergilediği bilinç düzeyi ve gerçekleştirdiği soldaki birlik ile büyük bir umut yaratmıştır. Bunun yanı sıra 1 Mayıs günü İstanbul sokaklarında sergilenen şiddet de son derece çarpıcı olmuştur. Yazık ki tepeden tırnağa kirletilen bir toplumda hâlâ dürüst ve ilkeli kalmış, çıkar ilişkileri içine girmemiş, sol inancını ve özlemini korumuş aydın kişiler arasında da bir kopukluk yaşanmaktadır. Milyonların katıldığı son mitingler, Türk halkının yeniden Atatürk’ü ve onun aydınlığını keşfettiğini gösteriyor. Bu uyanış, ülkemiz için büyük umuttur. Yurtsever, halktan yana insanların bence bugün önde gelen görevi, yukarıda sözünü ettiğim bu kopukluğu gidermek ve 14 Nisan, 29 Nisan ve 13 Mayıs’ta meydanları dolduran, özgürlüklerden, aydınlanmadan ve halktan yana milyonlarla 1 Mayıs’ta sokaklara çıkıp coplanan, emekten yana insanları bir araya getirmek ve önümüzdeki seçim ve onu izleyecek olanlarda gerçek demokrasiye destek vermek olmalıdır. Bu Akşam Televizyonda Bol Bol Orman Yangını Haberi İzleyeceksiniz TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle