16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 HAZİRAN 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Son Anayasa Değişikliği Üzerine Düşünceler Böyle bir anayasa değişikliğine basamak olan milletvekilleri bunun tarihsel sorumluluğunu taşıyamazlar. Unutmamak gerekir ki bu anayasanın cumhurbaşkanına verdiği yetkiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e verilmemiştir. PENCERE Çizikli Demokrasi Rejimi... Lider yakınıyordu: Çok yoruldum... Hayrola?.. Milletvekili adaylarımı saptadım... Tek başına mı?.. Bir başıma... Doğrusu zor iş... Vallahi çok çalıştım, bitik düştüm... ? Kolay iş değil bu... Liderin elinde listeler.. Listelerde yüzlerce milletvekili adayı.. Onu çiz, bunu çiz.. Beğenmediğin adayın adının üstünü çiz.. Sana karşıt olanı çiz.. Karşıt olması olası olanı çiz... Vaktiyle sana ‘gözünün üstünde kaşın var’ mı dedi?.. Çiz!.. Sana rakip mi olabilir?.. Çiz!.. ? Vallahi zor iş.. Kimi zavallı lider bu işi yaparken ter döktü, uykusuz bile kaldı.. Ama, olsun!.. Demokrasi için liderlerimiz çok çaba harcadılar.. Aferin onlara!.. ? Ya medyamız?.. Yüzde 25 yani 4’te 1 seçmenin oyuyla, Meclis’in yüzde 65’ini yani 3’te 2’sini ele geçiren AKP’nin yani takıyye partisi lideri RTE’nin çizikli listesini medyamız manşetleriyle alkışlamadı mı?.. Ne olmuştu?.. RTE aday listelerinde ‘Milli Görüşçü’ yani gerici, yani mürteci takımını güya çizik çizik etmişti... AKP’nin sözde laikliği, RTE’nin avucunda bile değil, aday listelerini çizik çizik eden kalemini tutan başparmak, şahadet parmağı ve orta parmağının arasındaydı... Medyamız RTE’yi alkışladı.. Medyamızın demokraside maşallahı var... ? Ne ülke.. Ne bölge.. Ne seçmen.. Ne halk.. Ne parti örgütü.. Ne birey.. Ne kişilik.. Üçdört kişi tek başlarına oturup Büyük Millet Meclisi’ni oluşturacak milletvekili aday listelerini düzenliyorlar.. Seçmen başka deyişle halk kuzu kuzu sandığa gidip oylarını bu listelere veriyor... Çizikli demokrasi rejimi böyle oluşuyor... Demokrasinin üstüne de iki çizikli çarpı işareti böyle konuyor... Sistemin Geleceği FRANSA, mayısta cumhurbaşkanını seçtikten sonra, bu hafta sonu da Ulusal Meclis seçimine gidiyor. Tek milletvekili çıkaran dar seçim çevrelerinde iki turlu oylamayla: Bir seçim çevresindeki ilk turda salt çoğunluk sağlayan çıkmazsa, en çok oy alan iki aday arasında iki hafta sonra ikinci oylama. O tur için partiler arası “akrabalaşma” yoluyla seçim ittifaklarına olanak veren ve böylece çok partililiği sürdüren bir sistem bu. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy başkanlığındaki UMP’nin, yani “Halk Hareketi Partisi”nin yüzde 40, Sosyalist Parti’nin ise yaklaşık yüzde 28 oy alacağını gösteriyor kamuoyu yoklamaları. Devlet başkanını doğrudan doğruya halka seçtiren yarıbaşkanlık sisteminin “tek kişi iktidarı”nı güçlendirici sonuçlarından biri yine ortaya çıkacak demektir: Yürütme gücünü, simgesel anlamda değil, somut yetkilerle elinde tutan bir cumhurbaşkanı ve onun emrindeki partinin egemen olduğu bir meclis. Sarkozy, genel seçimleri beklemeden hükümeti kurdu bile. Başbakan François Fillon onun sadece “yardımcısı” durumunda. O kadar ki, Paris basını, futbol terimlerini kullanarak Sarkozy’ye “teknik direktör”, Fillon’a da “antrenör” demeye başladı: Biri takımı kuracak, oyun taktiklerini saptayacak, maçları yönlendirecek, öbürü ise takımı çalıştırıp antrenmanları yönetecek. Sistemin ABD’deki “başkanlık” düzeniyle en çok benzeştiği bir durum bu. Amerika’da olduğu gibi kabinede, sosyalist Bernard Kouchner başta olmak üzere, karşı partiden, yani soldan gelme bakanlar da var. Kısacası, Sarkozy beş yıl boyunca Fransa’nın tek egemeni olacak. öyle bir durumun köklü demokrasi deneyimi olan, eğitim düzeyi yüksek, ekonomisi sağlam, dolayısıyla “muhtaç” insanı çok az Fransa gibi bir ülkede büyük sorun yaratmayacağını düşünebilirsiniz. Ayrıca, anayasa sistemi, karizmatik lider General De Gaulle zamanında bile cumhurbaşkanının yetkilerine karşı dengeler ve sınırlamalar düşünülerek kurulduğu için, bunalım olasılığı hayli azaltılmış sayılır. Orada asıl bunalım ya da tıkanıklık, devlet başkanıyla meclis çoğunluğunun farklı, hatta zıt partilerden geldiği durumlarda oluyor. Şimdi, böyle bir sistemin Türkiye’de uygulandığını düşünün. Özellikle, apar topar yapılan son anayasa değişikliğinden sonra. Yani, gerekli dengeler kurulmadan ve sınırlamalar konmadan. umhurbaşkanını seçecek olmanın “sevindirik”liğini yaşayan sıradan vatandaş bu gidişin sonunu göremiyor olabilir. Ama, şimdiki Cumhurbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi, önlerine gelen yasalarla parlamenter sisteme hazırlanan akıbeti kestirebilecek durumda oldukları için, gerekeni mutlaka yapmalıdırlar. Çünkü, son girişimlerin özündeki genel anlam, Cumhuriyet anayasasının “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilkelerini değiştirmekten, yani tam anlamıyla “esaslı bir şekil ihlali”nden başka bir şey değildir. Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliği, henüz Resmi Gazete’de ilan edilmedi. Gazetelerden anlaşıldığı kadarıyla CHP, TBMM görev süresini dört yıla indiren maddenin ikinci oylamada 366 oy, yani Meclis üye tam sayısının üçte ikisinin altında oy aldığı olgusundan hareket ederek anılan oylamanın Meclis Başkanlığı’nca geçerli sayılmasının, eylemli içtüzük düzenlemesi niteliğinde bir içtüzük ihlali olduğu görüşünü savunuyor. Konuya Meclis Başkanlığı açısından bakarsak, İçtüzüğün “Anayasa Değişiklik Tekliflerinin Kabulü” başlığını taşıyan 94. maddesi, anayasa değişikliği için anayasanın öngördüğü asgari karar yeter sayısı olan beşte üç çoğunluğu esas almış. Yani bu maddeye göre Meclis üye tam sayısının en az beşte üçü tarafından karara bağlanmış olan bir anayasa değişikliği teklifi, Meclis tarafından kabul edilmiş sayılıyor. Bu açıdan bakıldığında 366 oy, beşte üçün çok üstünde. Ayrıca anayasa değişikliği gibi yasamaya ilişkin bir konunun kendine özgü denetim olanakları dışında Meclis İçtüzüğü’ne ilişkin bir denetime konu olup olamayacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Davanın görüldüğü bir aşamada Anayasa Mahkemesi’nin bu yaklaşımlardan hangisini haklı bulacağı konusunda görüş belirtmeyi doğru bulmuyorum. Ama tartışmaktan kaçınamayacağım başka bir sorun var. Bu tartışma (ya da uyuşmazlık) nerden kaynaklanıyor? Anayasa değişikliği daha önce üçte iki çoğunlukla Meclis’te kabul edilmiş. Ama Cumhurbaşkanı değişikliği geri çevirmiş. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı’nca geri çevrilmiş bulunan bir anayasa değişikliğinin yeniden görüşülmesinde karar yetersayısının üçte ikinin altına düşmemesi gerekiyor. Anladığım kadarıyla CHP’nin dayandığı nokta bu. Esasen anayasanın 175. maddesi de üçüncü fıkrasında “Meclis, geri gönderilen kanunu üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse ...” ve beşinci fıkrasında “... Cumhurbaşkanı’nın iadesi üzerine Meclis üye tam sayısının üçte iki çoğun I. B C [email protected] luğu ile kabul edilen anayasa değişikliğine ilişkin kanun ....” ifadelerini kullanmak suretiyle bu kuralı açıkça dile getirmiş bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında anayasa değişikliği paketinde bir maddenin, Meclis üye tam sayısının üçte ikisinin altında bir oyla kabul edilmesi, Cumhurbaşkanı’nın geri çevirme yetkisini yeniden kazanmasına yol açar. Çünkü anayasanın 175. maddesi, gerek üçte iki oyla (AY m.175/5) ve gerekse beşte üç ve üçte ikiden az oyla (AY m. 175/ 3) kabul edilen anayasa değişikliklerinin Cumhurbaşkanı’nca geri çevrilebileceğini kuşkuya yer vermeyecek biçimde vurgulamakta ve içinde bulunduğumuz aşamada bu yetkinin kullanılması, en doğru yol olarak gözükmektedir. Anayasa değişikliği paketi bir bütün olarak hazırlandığından, geri çevirme yetkisinin değişikliğin tümüne yönelik olarak kullanılması önünde bir engel de bulunmamaktadır. II. Anayasa değişikliği paketinin içerdiği tehlikelere gelince: Başkanlık ya da yarı başkanlık gibi bir rejim değişikliğine gidilecekse, bunun doğru yolu asli kurucu iktidarı oluşturmaktan geçer. Asli kurucu iktidarın demokratik bir yoldan oluşumu ise tüm toplum kesimlerinin temsil edileceği bir kurucu Meclis’in halk tarafından seçilmesi ile sağlanır. Ve sonunda böyle bir meclisin geniş bir katılım ve tartışma ortamı içinde hazırlayacağı anayasa, halkoyuna sunularak kuruculuk süreci tamamlanmış olur. Ancak parlamenter sistem içine cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini gecekondu inşa eder gibi monte etmenin ne parlamenter sistemle, ne başkanlık ya da yarı başkanlık sistemiyle bir ilgisi vardır. Çünkü bu sistemlerden her biri, örnek olarak uygulandıkları ülkelerin anayasalarında bir iç tutarlılığa ve kendilerine özgü fren ve denge mekanizmalarına sahip kılınmıştır. Uygulamadaki başarıları ise son tahlilde o ülkede yaygın olan siyasal deneyim ve kültür birikimi ile sağlanır. Türkiye, başkanlık ya da yarı başkanlık sitemleri ile ilgili bir siyasal deneyim ve bilgi birikimine sahip değildir. Bu değişikliği isteyen siyasal iktidarın rejimin temel ilkeleriyle barışık olmadığı yönündeki kuşkuları bir yana bırakıyorum. Değişikliklerin rejimi yozlaştıracak olmasının nedenini öncelikle cumhurbaşkanının yetkilerindeki genişlikte aramak gerekir. Bu yetkiler ancak bağımsız ve gerçekten tarafsız bir cumhurbaşkanının elinde siyasal iktidarı dengeleyici bir rol oynayabilir. Bu yetkiler siyasal iktidarın halk tarafından seçilecek lideriyle (ya da o lidere bağlı yönetim kadrosundan biriyle) bütünleşirse parlamenter sistemdeki mutedil güçler ayrılığı tehlikeye girer ve rejim çoğunlukçu demokrasiye kayar. Cumhurbaşkanlığının yetkilerinden şikâyet eden bir siyasal iktidarın yapması gereken şey, muhalefetle uzlaşmaya çalışarak bir anayasa değişikliğiyle bu yetkileri parlamenter sistemin gerektirdiği ölçüye çekmektir. Bunun yerine anılan yetkileri kendi iktidarıyla bütünleştirmeye ve bunu da halkın oyuyla takviye etmeye çalışmanın arkasında yatan saikler her demokrat aydın tarafından sorgulanmalıdır. Ayrıca 1982 Anayasası, cumhurbaşkanının yetkilerinin yasayla genişletilmesine imkân tanımakta, bu yetkilerden hangilerinin tek imzayla işleme konulacağı konusunda bir kural da içermemektedir. Partisine egemen ya da partisiyle özdeş bir liderin halk tarafından cumhurbaşkanı seçilmesi halinde, halktan alacağı güçle yeni yetkiler üretmesi ve bu yoldan sistemi başkalaştırması ve yozlaştırması önünde ciddi bir engel kalmayacaktır. Ortaya çıkacak olan sonuçsa başkanlık ya da yarı başkanlık sisteminin cmhurbaşkanına sağladığı yetkilerin parlementer sistem içinde fiilen uygulanmasından başka bir şey olmayacaktır. Üstelik bu sistemlere ilişkin fren ve denge mekanizmaları da dışlanmış olarak. Bunun adı parti içi liderlik sultasından yönetimde şefliğe geçiştir. Kimse “Seçimden şef doğar mı?” demesin. Hitler de, Mussolini de seçimle iktidara gelmiş ve iktidarlarını halkoylamalarıyla sürdürmüş şeflerdir. Böyle bir anayasa değişikliğine basamak olan milletvekilleri bunun tarihsel sorumluluğunu taşıyamazlar. Unutmamak gerekir ki bu anayasanın cmhurbaşkanına verdiği yetkiler, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e verilmemiştir. Atatürk, bu tür yetkilerle değil, ulus nezdinde kazandığı saygınlık ve sevgiyle etkili olmuştur. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle