16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 2007 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Seçim Arifesinde Ulusal Uyanışın Önemi PENCERE Doç. Dr. Yıldız SERTEL umhuriyet Mitingleri’nde ifadesini bulan sosyal patlama bütün partileri ilgilendiriyor. Meydanlara dökülen milyonlar kimlerdi? Ne için oradaydılar? Bu uyanış nasıl oldu? Bu soruların yanıtlarını kısaca şöyle verebiliriz: Prof. Ayat’a göre meydanları dolduran sosyal grup, “yeni orta sınıf”tır. Yani teknik devrim sonucu büyüyen eğitimli orta tabakalar; firmalarda çalışan yöneticiler, uzmanlar, memurlar meslek sahipleri: Avukat, hekim, mühendis vb. Aileleriyle beraber temeli oluşturan bu tabakanın yanında ezilen tabakaları da görmek gerekir. İşsiz, az gelirli işçi, memur, tarım işçisi, esnaf, zanaatkâr ve hatta küçük sanayici. Yani dışa bağlı liberal ekonominin ezdiği çok geniş bir kitle. Onlar da meydanlardaydılar. Kadınlar coşkuluydular. Çünkü laik Cumhuriyetin tehlikeye girmesi en çok onları ilgilendiriyor. Çoğu tesettür istemiyor. Şeriat düzeninin geri gelmesiyle pek çok haklarını kaybedeceklerini, erkek egemenliğine, çok evliliğe boyun eğmek, miras hakkından yoksun olmak gibi durumlarla karşılaşacaklarını biliyorlar. Modern yaşama alışmış dindar kadınlarımızın dahi artık ortaçağ koşullarını kabul etmesi olası değil. Laik Cumhuriyetin baş koruyucuları kadınlar. Gençler daha da coşkulu. Gençler, Atatürk portreleri ile meydanlardaydılar. Sorulduğu vakit, Victor Hugo’nun Laiklik Savaşı... “Bence en önemli eğitim sorununda varılması gerekli, ancak hiç kuşkusuz uzak olan amaç şudur: Her sorunda bir güzel çözüm vardır. Bana göre, öğretim sorununda en güzel çözüm, parasız ve zorunlu olmasıdır. İlköğretim için zorunlu, ötekiler için de parasız. İlköğretimin parasız oluşu, çocuğun hakkıdır. Tekrar ediyorum, bana göre sorunun özü, söylediğim gibi parasız ve zorunlu öğretimdir.” Bu sözler büyük Fransız şair Victor Hugo’nundur. 1849 yılında Fransız Yasama Meclisi görüşmelerinde söylemiştir. O günlerde Milli Eğitim Bakanı Falloux laik eğitimi önleyici bir yasa önerisi getirmiştir. Bu yasaya göre laik öğretim, dinsel öğretim karşısında ortadan kalkmış olacaktır. Hugo, ilk kez “çocuğun hakkı” deyimini kullanarak, bu gerici öneriye karşı çıkmıştır. Yüz elli yıl önce Victor Hugo bir milletvekili olarak bu konuda şunları söylüyordu: “Köy okullarından başlayarak, derece derece College de France’a, sonunda Institut de France’a kadar giden öğretim... Bilimin kapıları her zekâya bütünüyle açık olmalıdır. Nerede bir tarla, nerede bir düşünce varsa orada bir kitap bulunmalıdır. Okulsuz bir bucak, kolejsiz bir kent, fakültesiz bir merkez kalmasın. İnsan bilgisinin her derecesi devlet eliyle halk kitlesinin en karanlık yerlerine konulunca, mutlaka aydınlığa varılacaktır.” ??? 1849 yılında Fransız sağı, öğretime hâlâ düşmanlık duyan politika çevreleri, Bakan Falloux’nun çıkarttığı yasayı gündeme getirmişlerdi. İstenen, devlet okullarına yapılan parasal yardımların azaltılması; dinsel eğitim yapan okullara ise daha çok para verilmesiydi. Victor Hugo, o tarihsel konuşmasında, “Ben öğretimde özgürlük istiyorum. Devletin denetimi altında olmalı bu özgürlük ve devlet de laik, bütünüyle laik, özellikle laik olmalıdır. Yani ben, bu denetleme heyetinin ne yüksek kuruluna, ne alt kuruluna rahiplerin, rahip temsilcilerinin girmesini istiyorum. Atalarımızın bir düş saydıkları devlet ile kilisenin ayrılmasını, gerek kilisenin, gerek devletin yararına olarak daha da derinleştirmek istiyorum” diyordu. ??? Atatürk Türkiyesi, Öğretim Birliği Yasası’yla her Türk çocuğunun eşit biçimde bilimsel yöntemlerle yetiştirilmesini sağlamak istemişti. Beş yıllık zorunlu ilköğretimden sonra ortaokul ve lisede felsefe, fizik, kimya, matematik, edebiyat, biyoloji vb. dersleriyle, bilinç ışığına kavuşmasını kendi başına düşünebilen bireyler olmalarını... “Eğitimin temel ilkesi, bilgisizliği gidermek olmalıdır” diyen Atatürk, Cumhuriyetimiz öncesinde bile çağdaş eğitimin yararını belirtmişti. “Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran” bir anlayışı yıkıp “fikri hür, vidanı hür, irfanı hür” kuşakların yetişmesi... Ne yazık ki Atatürk’ten sonra işbaşına gelen politikacılar dinsel duyguları körükleyerek öğretim birliğini ortadan kaldırdılar. Zamanla din okulları, din dersleriyle yeni kuşaklar bilim dışı anlayışlara teslim edildiler... ??? Victor Hugo 1849’da laik eğitimin engellenme tehlikesi karşısında sesini yükseltmekteydi: “Baylar, bu kanun bir silahtır. Bir silah o kadar önemli olmayabilir. Onu tutan eldir önemli olan. Hangi eldir bu kanunu tutan el? İşte sorunun can alıcı noktası. Baylar, bu el din partisinin elidir. Baylar, ben, bu elden korkuyorum, bu silahı kırmak istiyorum, bu kanunu reddediyorum.” Victor Hugo o tarihsel konuşmasını bakın nasıl bitirmişti: “Ruhban partisine hitap ediyorum ve onlara diyorum ki, bu kanun sizindir. Ve açık söyleyeyim, ben size güvenmiyorum. Öğretmen, yaratmak demektir. Ben sizin kurduğunuz şeye güvenmem. Ben gençliğin eğitimini çocukların ruhunu, yaşama açılan körpe zekâların işlenmesini yeni kuşakların düşüncesini, yani Fransa’nın geleceğini sizin ellerinize bırakamam.” ??? Victor Hugo’nun 1849’daki laiklik savaşı, günümüzde, Türkiye’mizde! C “Atatürk için”, “Cumhuriyet için geldik” diyorlardı. Bu da eğitim düzenimizde Atatürkçü, devrimci, çağdaş uygarlıktan yana eğitimcilerin önemini gösteriyor. Bu gençler arasında, işsiz, yoksul gençlerin, eşitsiz düzenden payını alanların da önemli bir yer tuttuğunu unutmayalım. Patlamaya yol açan sosyalkültürel sorunlar Cumhuriyet gazetesi, “Tehlikenin Farkında mısınız?” başlığı altında laik Cumhuriyetin karşılaştığı tehlikeye sütunlar ayırdı. Atamalarla, eğitim sistemine ve devlet mekanizmasına AKP’ye yakın kimselerin getirilmesi. Ders kitaplarında, imam hatip okullarında çağdaş bilimi inkâr eden bilgiler verilmesi, tarikatların güçlenmesi, televizyon kanallarında hurafelere dayalı yayınların artması. Hepsinden önemlisi, hükümetin, “Ilımlı İslam” kisvesi altında ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni benimsemesi. Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen bu projeye öncülük etmeyi üslenmesi. Başbakan’ın, yolsuzluk yapan bir tarikat başkanına alenen destek vermesi. Özellikle Kanaltürk’ün üzerinde durduğu bütün bu olaylar halkta büyük tepkiler uyandırdı. rüyoruz: Ulusal bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık. Bu iki hedef birbirine çok bağlı ve kadınları, gençleri aşıp çok geniş kitlelere ulaşıyor. Ekonomik bağımlılığın çökerttiği ekonomi; pahalılık, işsizlik, yoksulluk gibi sorunlarla çok geniş kitleleri kapsıyor. IMF, Dünya Bankası AB’nin dayattığı politikalarla ulusal varlıklarımız haraç mezat satılıyor. AB ile yapılan olumsuz anlaşmalar sonucu tarımın çökmesi, esnafın, tarım üreticisinin, zanaatkârın yıkım sürecine girmesi ekleniyor. Meydanlarda perişan, fındık, pamuk, tütün, çay üreticilerini de gördük. Yıllardır kapanan işyerleri, özelleştirilen fabrikalar, bankalar yüzünden grevlere, sokak gösterilerine tanık oluyoruz. Bütün bunlar bir birikimi ifade ediyor. Böylece ulusal ekonomi davası artık bir ulusal dava. Daha seçim kampanyasının başında, “Ekonomide değişiklik yapmayacağız” diyen sol önderler hatalarını görüp halkın sloganlarını kabul etmeye başladılar bile. Ortadoğu haritası değiştirilecek, Türkiye’nin güneydoğusu, kurulacak büyük Kürt devletine verilecek, doğusu da Ermenistan’a. Bu durumda hükümet hâlâ Washington’dan emir alır, Güneydoğu sorununu arabulucularla çözmeye çalışırsa, halk iktidarın teslimiyet içinde olduğunu görmez mi? ABD, Ankara Büyükelçisi’nin bir vilayet valisi gibi davranışlarına isyan etmez mi? Bugünden Yarına Ne Olacak?.. Kimi kişilerde ve çevrelerde öyle bir asker düşmanlığı başladı ki demeyin gitsin!.. Düşmanlık Başbakan RTE’nin konuşmalarında da tohumlanıyor... Neler söyledi Recep Tayyip?.. Şehitler için “kelleler” deyişini kullandı.. Asker için “yan gelip yatıyorlar” dedi.. AKP iktidarı için Türk ordusu sanki korkulacak bir düşman kuruluşu... Enteldinci ittifakının malum medyada işlediği konuların başında bugünden yarına darbe edebiyatı geliyor... Darbe olacak mı?.. Darbe hazırlanıyor... Darbe de darbe... ? Asker iki ateş arasında.. Biri terör ateşi.. ABD, Kuzey Irak’ı işgal edip komşumuz olduktan sonra terör azdı mı azdı... Gün geçmiyor ki şehit vermeyelim... Er, astsubay, subay... Şehitlerin hem orduda, hem halkta yarattığı gerilim katlanılacak gibi değil... Askere sırtından ateş ise ordunun elini kolunu bağlamaya çalışan AKP’li liderlerden açılıyor; enteller de bu yaylım ateşin hınk deyicisi... ? Darbe edebiyatı toplumda korku yaratmak için kullanılıyor... Dün Genel Yayın Müdürümüz İbrahim Yıldız elinde bir haberle odama geldi... Amerika’da meşhur Hudson Enstitüsü’nde toplantı düzenlenmiş, bir felaket senaryosu gündeme getirilmiş... Neymiş?.. Haziran sonuna doğru, Anayasa Mahkemesi E. Başkanı Tülay Tuğcu’ya suikast yapılacak, Beyoğlu’ndaki patlamada 50 kişi ölecek, asker 50 bin kişilik orduyla Kuzey Irak’a girecek, Amerika PKK’nin kimi liderlerini seçimden önce Türkiye’ye teslim edecekmiş... Zırva tevil götürmez... Arkadaşlarla tartışıp dedik ki: Bu haber haber değil, deli saçması ya da tezgâh... Ama, haber olmayan haber ertesi günü iktidar yanlısı ve Fethullahçı medyamızın manşetlerindeydi... ? AKP iktidarı 4.5 yılda ülkeyi bu hale nasıl getirdi?.. Ordu düşmanlığı yoktu.. Ordu düşmanlığı var.. Darbe korkusu yoktu.. Darbe korkusu var.. Dincilik tehdidi yoktu.. Dincilik tehdidi var.. Türban sorunu yoktu.. Türban sorunu var.. Rejim kavgası yoktu.. Rejim kavgası var.. ABD dosttu.. ABD düşmanlığı var.. Terör yoktu.. Terör var.. Herkes, gerilim ve kuşku içinde, birbirine “Bugünden yarına ne olacak” diye soruyor... ? Biz de soruyoruz: Bugünden yarına ne olacak?.. Yanıt: İyi olacak.. İyi olacak... Bu halk nasıl uyandırıldı? Bu halk uzun yıllardan beri gerçekleştirilen ulusal çapta kampanyalar sonucu uyandı. Bu kampanyalara en başta sivil toplum ve meslek örgütleri, Atatürkçü basın yayın organları ve aydınlar katıldı. Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyet kadınları ve diğer örgütler yurdun her köşesinde tertip ettikleri geniş toplantılara İlhan Selçuk, Server Tanilli, Erol Manisalı gibi pek çok aydını davet ettiler. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği laik eğitimi güçlendirdi. Cumhuriyet gazetesi, “Tehlikenin Farkında mısınız?” kampanyasıyla geniş çapta bir bilinçlenmeye yol açtı. Emperyalizme odaklanmış medyanın halkı kandırma kampanyasının karşısına, gerçekleri ortaya koyan, milyonları uyandıran bir Atatürkçü kesim çıktı. Genelkurmay’ın ve Cumhurbaşkanı’nın verdiği iç ve dış tehlike işaretleri bardağı taşıran son damla oldu. Bu uyanma, uzun yıllar süren bir birikimin ve uyandırma kampanyasının sonucudur. Seçim kampanyasında bütün siyasal partiler, toplumsal objektif ve sübjektif koşulların doğurduğu şu istekleri göz önünde tutmak zorundalar: “Türkiye laiktir laik kalacak”, “Ne ABD ne AB tam bağımsız Türkiye”, “IMF’ye hayır”... Siyasalstratejik sorunlar Güneydoğu’da hemen her gün şehit veriyoruz. Analar kan ağlıyor. Kırmızı bayraklara sarılmış tabutlar yüreğimizi sızlatıyor. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt uyarı üstüne uyarı yapıyor: Bölücüler dışardan destekleniyor. PKK Kuzey Irak’ta büyük destek buluyor. Güçlenen, toprak bütünlüğümüzü tehdit eden bölücüleri ABD destekliyor. Bu sürekli, önemli uyarılardan çıkan sonuç, tek kelime ile şudur: Vatan tehlikededir. Tehlike hem içerde hem dışarıdadır. Bu durumda halkın, ABD ve AB emperyalizmini karşısında görmemesi olası değildir. Ancak iktidar sağırdır. C. Rice’ın da açıkladığı gibi, Ekonomik sorunların önemi büyük “Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye”, “IMF’ye hayır”. Bu sloganlarda iki ana sorun gö CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle