16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 HAZİRAN 2007 PAZAR 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Karanlıktan aydınlığa çıkmak mı istiyorsunuz? Öyleyse bilmelisiniz ki bu yol müzelerden geçer ESİNTİLER ZEYNEP ORAL İstanbul’un müze haritası Sergi, 19 Ağustos’ adek açık Osman Hamdi Bey ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan sonra Karun Hazineleri’nin de çalınması ülkenin kültür hayatına bomba gibi düşmüştü!.. Osman Hamdi Bey, kurduğu Arkeoloji Müzesi, Sanayii Nefise Mektebi ya da Nemrut Dağı’nda yaptığı çalışmalarla değil, Kablumbağa Terbiyecisi adlı tablosuyla anıldı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu 1933 yılında yayımlanan “Ankara” romanında ihalelerin “yüzde 10”unu cebine atan idarecilere karşı bizleri uyarmıştı. Ama o da eserleriyle değil, adının verildiği “hızlandırılmış tren”in devrilmesiyle gündeme geldi, konuşuldu!.. Karun Hazinesi haberi ise unutuldu gitti!.. Bir millet düşünün ki, ressamlarını bankalarının içi boşaltılınca, yazarlarını trenleri devrilince, antik eserlerini de müzeleri soyulunca anımsıyor! Bir millet düşünün ki, kültür hayatının değerleri hortumcuları, yanlış ulaşım politikaları ve hırsızları sayesinde haber oluyor!.. Müzelerimizin ne durumda olduğu, sergilenen eserler sanki çok umurumuzdaymış gibi ahlanıyor, vahlanıyoruz. 1992 yılında Kız Kulesi’ni Şiir Cumhuriyeti ilan etmiş, içinde şiir kitaplarının, şairlerin el yazmalarının, kalemlerinin, daktilolarının sergilendiği bir müzeye dönüşmesini istemiştim. Eski Şark Eserleri Müzesi’ndeki yazılı ilk aşk şiirinin de Kız Kulesi’ndeki müzede sergilenmesi düşüncesini ortaya atmıştım. Bunların hiçbiri olmadı, Kız Kulesi “kafeterya ve satış merkezi” yapılmak üzere ihaleye açıldı. Daha da kötüsü ihalede tarihi eser şöyle tanımlanmıştı: “900 metrekare inşaat alanı!!!” Bergama’dan sökülerek Berlin’e götürülen Zeus Tapınağı’nı Almanlardan geri istiyoruz. Peki ama neden? Gidip ölçtük mü, Zeus Tapınağı kaç metrekare inşaat alanı? Türkiye’ye geri getirirsek, lokanta olarak hizmet vermeye uygun mudur? Yoksa, tarihi en az Bergama Tapınağı kadar eski olan Kız Kulesi’nin şanssızlığı yurtdışına kaçırılmamış olması mıdır? Hiç kimse kusura bakmasın ama, işte ben bu halimize çok gülüyorum! Bu ülkenin politikacıları, ekonomistleri yıllardır birliklerine üye olmamız umuduyla Avrupa ülkelerine gidip geldiler… Hâlâ da gidip geliyorlar. Hiçbir itirazım yok; umarım başarırlar. Benim merak ettiğim bir şey var; aralarından biri kendine şu soruyu sormuş mudur: Avrupa ülkelerinin yüzlerce müzesi var. Bu milletler önce zengin oldular, ekonomilerini düzelttiler, sonra müzelerinin olmadığını fark edip, paralarla müzelerini mi kurdular, yoksa önce müzeleri açıp, oralardan geçerek mi bu zenginliklerini oluşturdular!?. Şüphesiz ki doğ Korkmak... Nasıl anlatsam? Nasıl söylesem? İnanın bilmiyorum… İçimdeki korkuyu çok iyi biliyorum ama bunu hangi sözcüklerle, nasıl dışa vuracağımı bilemiyorum. Ha bire o korkunun çevresinde dolanıp duruyorum o kadar... “Korkudan korkmanın” korkunçluğunun farkındayım. (Bakınız: Aziz Nesin’in “Korkudan Korkmak” adlı enfes kitabı… ) Ancak yine de korkmaya engel olamıyorum. Kısa bir süre önce Haluk Şahin’in “Ben Paranoyak mıyım?” başlıklı enfes yazısını okuduğumda, içimden, galiba ben de paranoyak oldum demeye başladım… Ama hayır.. paranoya, gerçek olmayan varsayımlar üzerine.. endişeler, hezeyanlar üzerine kurulu bir hastalık… Oysa yaşadıklarımız gerçek! Rüya görmüyoruz, uydurmuyoruz. Hayır, tümünü tekrarlamayacağım. Ne Bağcılar Lisesi haberleri, ne “İmam hatip liseleri dışındaki okullardaki fuhuş ve uyuşturucu” söylemi benim uydurmam. “Dindar bir cumhurbaşkanı” arayışını da ben hayal etmedim… Bunlar bizi aptal mı sanıyor, geri zekâlı mı?.. İzliyoruz, okuyoruz, duyuyoruz... Cumhurbaşkanlığı seçiminin nasıl bir inatlaşmayla, bağnazlıkla kriz haline getirildiği.. Her alanda “dindar”, “dinsiz” ayırımı yapılarak nasıl bir bölücülük uygulandığı.. Tüm kadroların, özellikle bürokrasinin “dindar” olanlarla doldurulma çabaları.. Cumhuriyetin laiklik ilkesini koruyan yasaların yok sayılması, uygulanmaması, görmezden, bilmezden gelinmesi… En önemlisi “büyük” medyanın yardımıyla da toplum üzerindeki baskının artması… İnanın gün gelir bu baskıyı AKP liderleri bile denetim altında tutamaz! Hayır, paranoyak olmadığıma inandığım için bu gidişata karşı mücadelemi sürdürüyorum. Ve ancak sürdürdüğüm sürece korkumun azaldığını fark ediyorum. Frida’nın 100. yaşı kutlanıyor Kültür Servisi Meksika’nın dünyaca ünlü kadın ressamı Frida Kahlo, 100. doğum yılında Mexico Güzel Sanatlar Sarayı’nda bütün önemli eserlerinin yer aldığı bir sergiyle anılıyor. Kahlo’nun dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan 354 tablosu, deseni, gravürü, mektupları, kendi ve yakınlarının fotoğrafları, Güzel Sanatlar Sarayı’nın 8 salonunda sergileniyor. Sanatçının ilk kez bu kadar fazla eserinin bir arada teşhir edilebildiği serginin açılışına Devlet Başkanı Felipe Calderon da katıldı. 14 Haziran’da açılan serginin 19 Ağustos’a kadar açık kalacağı ve 1907’de doğan Kahlo’nun doğumunun 100. ve 1957’de ölen eşi Diego Rivera’nın ölümünün 50. yılı dolayısıyla bu yıl boyunca ulusal düzeyde çeşitli etkinlikler düzenleneceği bildirildi. Resimlerinin büyük bölümü otoportrelerden oluşan Frida’nın 70 tablosundan 50’si, bugün büyük bir Kahlo hayranı olan Madonna’nın koleksiyonunda bulunuyor. İç savaş korkusu Bir süredir, yukarıdaki korkumun bin kat güçlüsü geldi, içime yerleşti! Nasıl anlatsam? Nasıl söylesem? İnanın bilmiyorum… İçimdeki korkuyu çok iyi biliyorum ama.. bunu hangi sözcüklerle, nasıl dışa vuracağımı bilemiyorum. Ha bire o korkunun çevresinde dolanıp duruyorum o kadar… En doğrusu bu korkunun adını söylemek: “İç savaş korkusu”… Herkes birbirini nasıl da kışkırtıyor! Şiddet söylemi nasıl da tırmandırılıyor farkında mısınız? Kin, nefret, intikam, yok etme nasıl da özleme dönüştürülüyor! Kim daha çok kışkırtırsa, sanki o daha büyük kahraman! Kim daha çok gebertelim, yok edelim, öldürelim, Irak’a da girelim, köyleri de yakalım, beğenmediklerimizi linç edelim derse.. sanki daha çok oy alacak! Bütün bu “kahramanlar”, bütün bu daha çok, daha çok oy isteyenler, sahi siz korkmuyor musunuz? Bu canım ülkeyi, bu bir zamanlar “Yurtta sulh, cihanda sulh” düşüncesini benimsemiş bu güzelim ülkeyi iç savaşa sürüklemek sizi korkutmuyor mu? Tamam, “iç düşmanlar” , “dış düşmanlar” her zaman var ve hep olacak. Tamam, teröre karşı mücadeleyi sürdüreceğiz. Ama bu mücadele kendimize karşı, bu ülkeyi bir iç savaşa sürükleme pahasına olmamalı… Bugün bunları bana söyleten ne? Açıklayayım: Geçen hafta Venedik Bienali’ndeyken üç gün boyunca Türkiye’den gazete, haber okumadım, televizyonları izlemedim. Üç gün sonra gelip haberleri, söylemleri gördüğümde inanamadım. Ama en çok kendime inanamadım. Demek içindeyken nasıl da alışmış, kanıksamışım! Tehlikeyi fark edebilmek için belki de dışarıdan, uzaktan bakmak gerekiyor… Şiddet dolu söylemlere, savaş destekçiliğine, şoven ve militarist dile alışmak belki de en korkuncu... Bu dili savunan herkesin oturup düşünmesi gerek: Türkiye’nin bir iç savaşa sürüklenmesini istiyor musunuz? [email protected] Faks: 0 212 257 16 50 ru yanıt ikinci seçenektir. Peki öyleyse, AB’ye üye olmanın yolu müzelerden geçiyorsa, bu müzeleri kim kuracak? Bize yeni müzeleri açacak olanlar kimlerdir? Koç, Sabancı, Eczacıbaşı müzelerini kurdular. İyi de yaptılar. Sahi, kimden bekleyeceğiz yeni bir müzeyi? Duyarlı, esas zenginliğin kültür mirasımız olduğunu kavrayan yeni bir holdingimizden mi? İlham perilerine ihtiyacımız var Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kapısından içeri girin ve Akdeniz’de ya da Ege’de bir koya beş yıldızlı bir otel yapmak istediğinizi söyleyin… Paranız yoksa size “Turizmi teşvik primi” diye kredi verilir… Üstelik, beş yıl da vergi alınmaz!.. Aynı bakanlığımızın kapısından içeri girin ve müze kurmak istediğinizi söyleyin!.. Sakin ola ki gözünüzün önüne Atilla Koç’un haberleri gelmesin. Kız Kulesi gibi bir tarihi eserin lokanta olmasına göz yuman Sayın Koç muydu? Sorunu günlük politikalara mal etmek çözümsüzlüğün parçası olmaktır. Sorun, dama oyununda taş yemek değil, satranç oyununda hamle yapabilecek görüşe sahip olabilme sorunudur. Her şey, gökyüzü ile yeryüzünün kızı Mnemosyne’nin Zeus’la yaşadığı dokuz geceden dokuz kızın doğmasıyla başlar!.. Helikon Dağı’nda oturan bu kızlar “Musalar” diye bilinirler. Musalar düşünceyi yönetirler, kavgaları yatıştırırlar, insanlar arasında Barışı sağlarlar. Beyaz, kanatlı bir at olan Pegasus bu dağdan şairlere ilham götürür. Sahi, siz Musalar’ı “İlham perileri” olarak tanırsınız! Müze sözcüğü işte bu dokuz kızdan doğmuştur. Müze sözcüğünün kaynağı “müz”, yani ilham perisidir. Geleceğinizden güven duymak, yarınınıza umutla, güler yüzle bakmak istiyorsanız ilham perilerine ihtiyacınız vardır. İlham perilerini de ancak ve ancak müzelerde bulabilirsiniz. Karanlıktan aydınlığa çıkmak mı istiyorsunuz? Öyleyse bilmelisiniz ki bu yol müzelerden geçer. Bilginin kaynağı, bir toplumun kültür DNA’sı, belleği müzelerdedir. İstanbul 2010 yılında Dünya’nın kültür başkenti!... İstanbul’un müzelerini gösteren bir haritanın hazırlanmamış olduğunu biliyor muyuz? Gelişmiş tüm ülkelerin otellerinde, kentlerdeki müzeleri, evet, yalnızca müzeleri gösteren haritalar verilir misafirlere… İstanbul’un bu büyük, hem de çok büyük ayıbını fark eden kaç sorumlu var ki!?.. Güneş, yapıtıyla Buenos Aires’te ? Kültür Servisi Gabriela Alonso ve Nelda Ramos’un düzenlemesini yaptığı ‘Buenos Aires Zonadearte In Action’ festivali, 22 23 Haziran tarihleri arasında Arjantin’in Buenos Aires kentinde yapılacak. Fotoperformans, performans, video performans, şiirsel video, aksiyon gibi alanlarda gerçekleştirilen festivale Türkiye’den “Sanat Marketi” adlı çalışması ile Şinasi Güneş, video performans alanında katılıyor. Festivalde maksimum 10 dakikayı bulan videolar gösterime sunuluyor. Festivale halkın sevgisi, coşkusu hiç eksilmedi. Bu coşku sinemacı konukların Adanalıları karanfiller, konfetiler, bayraklarla selamladığı Sevgi Korteji’nde yoğunlukla duyumsandı. Bez bebeklerle eğitime destek ZEYNEP ALTAY Altın Koza coşkusu ASLI SELÇUK Başlangıç tarihi 1914’ten 1948’e dek 34 yıl süresince Türk sinemasında film şenlikleri, festivalleri gerçekleştirilmedi. Sinema biletinde vergi indirimi yaparak film üretimini artıran Yerli Film Yapanlar Cemiyeti 1948’de ilk “Yerli Film Müsabakası”nı düzenledi. Bu yarışmayı Türk Film Festivali (1953), Gazeteciler Cemiyeti Türk Film Festivali (1959), Yerli Filmler Yarışması (1961), Antalya Film Festivali (1964) izledi. Yeşilçam’da 231 filmin çekildiği 1969’da Türkiye’nin önemli şenliklerinden biri olacak 1. Altın Koza Film Festivali yapıldı. Başta sanat festivali olan Antalya’ya sonradan sinemanın eklenmesine karşın Adana’nın doğrudan film şenliği düzenleme ayrıcalığı oldu. Bir zamanlar işletme açısından İstanbul’dan sonra en güçlü bölge olan Adana neredeyse her mahallesindeki yazlık sinemalarıyla ünlüydü, ayrıca Adanalı işletmeciler filmlerin ilk gösterimlerini burada yapıp halkın ilgisine göre dağıtım olurunu verirlerdi. Adana Sinema Kulübü’nün kurucusu öğretmen Ziya Darendeli’nin öncülüğünde Sinema Kulübü, Adana Belediyesi, Devlet Film Arşivi’nin gerçekleştirdiği etkinlik günümüzde yazın, müzik festivallerini, bienalleri de bünyesine katarak daha da yaygınlaştı. İlk yılında Adana halkının benimsediği şenlik 1969’dan 73’e dek kesintisiz, 74’ten 92’ye, 97’den 2005’e dek kesintilerle yapıldı. Tüm bu aralıklara karşın etkinliğe halkın sevgisi, coşkusu eksilmedi. Bu coşku sinemacı konukla rın Adanalıları karanfiller, konfetiler, bayraklarla selamladığı Sevgi Korteji’nde yoğunlukla duyumsandı. Geçen yıl Dondurmam Gaymak’ı seçen halk jürisi bu yıl da yine yakın tarihimizde yaşanan acılara hem hüzünlü hem de sıcak, duygulu yaklaşan bir filmi Beynelminel’i seçti. Etkinlik, “Geleceğimizi Tüketiyoruz Çocuklarımızı Koruyalım” duyurusuyla 4 bin 500 öğrenciyi sinemaya götürdü, 24 okuldaki gösterimlerde 15 binden fazla öğrenci film izledi. Temasını Çocuk Hakları olarak belirleyen festival, Adana’dan Türkiye ve dünyaya barışdayanışma çağrısı yaptı. Mithat Alam Film Merkezi’nce Cenneti Beklerken filmi sesli betimleme yöntemiyle görme engelli öğrencilere sunuldu. Filmi ayrıca tutukevindeki yurttaşlarımız da izledi. Hülya Koçyiğit, Usta Oyuncu Ödülü’nü, ustalık yürek, çaba, istek, kararlılık demektir, mesleğini gerçekten sevmek, insana saygı duymaktır diyerek aldı. Onur ödüllü Selma Güneri daha çok çalışıp üreteceğini, Erden Kıral’sa yaşamının sinema olduğunu; çileli, zorlu ama kutsal bir iş seçtiğini vurguladı. Gülsen Tuncer’in Sinemada Oyunculuk, Işıl Özgentürk’ün Kısa Film atölyelerine ilgi yoğundu. 14. yaşında Altın Koza, Ödüllü Akdeniz Filmleri, Dünya Sineması, Dünya Sineması: Vizyon Dışı seçkileriyle uluslararası boyut kazandı. On beş ayrı bölümde toplam 164 film 8 salonda ücretsiz gösterildi, izleyici sayısı 45 bini geçti.14. Altın Koza canlı, aynı zamanda düşündürücü programıyla başarıyla sonuçlandı. Kuzguncuklular 2007 Yaz Okulu’na kaynak sağlamak için bez bebekler ürettiler. Kuzguncuk Harmoni Sanat Galerisi’nde 15 Haziran’da açılan sergide birbirinden ilginç 150’nin üzerinde bebek yer aldı. Yaşlısı genci, kadını erkeği, sanatçısı, mimarı, ilkokul öğrencisiyle tüm semtin yaptığı bebeklerin satışından elde edilecek gelir, 25 Haziran3 Ağustos arasında Kuzguncuk İlköğretim Okulu’nda gönüllü 32 uzman eğitmenle açılacak yaz okulunun masraflarını karşılayacak. Çocukların eğlenirken, gezerken yaratıcılığını, becerisini de geliştirmesini hedefleyen yaz okulunda 30 farklı ders açılıyor, geziler düzenleniyor. Bez bebekleri de sergilenen eğitmenler arasında Gülsüm Cengiz, Ayla Yüce, Mine Göker, Tüzin Berköz, Gönül Bektaş, Alev Mavitan’ın da bulunduğu pek çok Kuzguncuklu var. Serginin açılışını yapan Kuzguncuklu sanatçı Hülya Koçyiğit, ‘ustam’ dediği Semiha Berksoy bebeğini satın aldı. Sanatçıya, Nedret Ebcim Kuzguncuk Kitabı’nı hediye etti. Sevgi dolu, emek yüklü bu güzel proje geçen yıl da 300 yastık yapılarak gerçekleştirilmişti. CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle