22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 NİSAN 2007 CUMARTESİ 8 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Hükümetin Niteliği Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi ürkiye’de cumhurbaşkanı seçimi arifesinde yaşananlarla Türk demokrasi tarihine yeni kayıtlar eklenmiyor; otokrasi hanesi güçlendiriliyor. Ülke nefesini tutmuş, 18 Nisan tarihini bekliyor. Cumhurbaşkanının ismi hükümetin başının iki dudağı arasına gizlenmiş(?!)… Bu nasıl bir demokrasi anlayışı ise bir kişi ülkenin gelecek 7 yılının kaderine yön verecek ve 70 milyona o isme “evet” dedirtilecek!.. Bugünlerin tanığı ve sanığı olarak hiçbirimiz gelecek nesillere bunun hesabını veremeyiz. Şu ana dek demokrasi karşıtlarının kuşatmasına seyircilik eden, edilgenleştirilmiş, suskun, sessiz, tepkisiz herkes gelecek nesillere karşı suç işlemekteyiz. Türkiye anayasal bir ülke olmaktan giderek uzaklaşıyor. Fiilen, sonuçlar üzerinden hızlı bir ilerleyişte gericilik. Suyun akışı değişti; farklı bir mecraya doğru akıyor. Türkiye demokrasiden teokrasiye doğru, hukuk devletinden şeriat devletine doğru ilerliyor. İktidar, dindarlık kisvesi altında toplumu “demokrasi” sopasıyla baskılıyor. Demokrasi özgürlüklere, özgürlük anlayışları “din özgürlüğü”ne, din özgürlüğü, kadının başının örtülmesine indirgenmiş. Haklar alanı talan ediliyor. Yok anayasada böyle hak ve özgürlükler tanımı. Laiklik, demokratik Türkiye’nin çimentosu idi. Bugünkü iktidarın çimentosu ise “din”. Yasa kılıfı altından yürütülüyor tüm gizli örgüt bağlantıları. İktidarın uzantıları, akıl hocaları dışarıda. Kabul edelim ki, Türkiye’yi, halkın eğilimlerini çok iyi gözlemleyen uzman kadrolarıyla toplum sevk ve idare ediliyor. İktidar hırsı ile yanıp tutuşan bazı kesimlere gaz verilerek toplumdaki bölünüklük korunmuş, toplum bölündükçe, iktidarı ele geçiren güç ve ona kaynaklanan medya ve iş çevresinin etki ala PENCERE ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin baş destekçiliğine soyunmak, dış politikadan hiç anlamamakla eşdeğerdir. Ne zaman ki, ABD Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nden söz etmeye başladı, AB genişleme sözcüğünü terk edip derinleşme diyerek dip daldı. ABD’nin etki alanı içinde olan Türkiye, bir anda AB’nin ilgi alanının dışına itilmiş oldu. Türkiye’yi AB’nin lastik top gibi itip çekmesinde taşeron kim? Türkiye’deki hükümet. Türkiye’nin dış politikada gücünü bilemek yerine, güçsüzleştiren ve bağımlılaştıran ne? Hükümetin niteliği. Bu nitelikteki bir hükümete hesap sormak yerine, cumhurbaşkanını belirleme ayrıcalığı tanınacak mı? Ulusal egemenliği kayıtlı şartlı ulusun adına kullanan ve yeri geldiğinde Lübnan’a asker gönderme sürecinde olduğu gibi, toplumun tüm dinamiklerine karşı kararlar almaktan çekinmeyerek güç gösterisine kalkışan ve nihayet, “Cumhurbaşkanını ben seçerim”, “bir kişidir yetkili olan”, “o isterse olur, istemezse onun istediği kişi olur” mantığıyla ülke siyasetinin belirleyiciliğini bir kişiye indirgeyen anlayışa ülke daha fazla tahammül edemez. Demokrasi aldatmacası ile toplumun tüm kesitlerine kafa tutarak ilerleyen kontrolsüz gücü durdurmak bir vatandaşlık görevidir... Suskunluk dehlizinin kuytularında edindikleri köşelerinden hoşnut olanlar, o köşelerinde daha ne kadar kalabilecekler? Baskı rejimine doğru evrilen Türkiye’de destekleyici iş dünyası, sessiz kalan aydınlar, suskun bilim insanları, çekingen hukukçular, yandaş medya, edilgenliklerimiz karşı evrim sürecini hızlandırıyor bilesiniz!.. Evrimin devrim olarak karşımıza dikilmemesi için son kale Çankaya’nın geçilmemesi gerekiyor. 14 Nisan Ankara buluşması Türkiye’nin kaderinde önemli bir tarih. Türkiye egemenlik hakkına sahip çıktığını 14 Nisan’da gösteremezse 23 Nisan’da neyin kutlaması yapılacak?.. Okyanus ve Ada ALTAY SUROY RECEPOĞLU “Kosova’da Türk Olmak” adlı kitabında, daha önceleri ta 1994’teki bir mülakatta söylediği sözü tekrarlıyor: “Osmanlı büyük bir okyanustu. Her ne kadar okyanusun çekilmesiyle biz burada bir ada olarak kaldıksa da, kimliğimizi korumayı başardık.” Recepoğlu, şimdi kurulmakta olan Kosova devletinde Adalet Bakanlığı’nın tek bakan yardımcısı. Zaten daha önce avukatlık ve savcılık yaptığı için bu görevinde de rahatlıkla başarılı olacak. osova eskiden Yugoslavya Federasyonu’ndaki Sırbistan Cumhuriyeti’nin parçasıydı. Tito döneminde bir ara “özerk bölge” bile olmuştu. Türklere tanınan kültürel haklarla, hatta “eşit diller”den biri olarak ilan edilen Türkçesiyle. Sonrasında, Miloseviç’in diktatörlüğü ve bardağı taşıran zorbalıkları var. Arkasından, 1989’da başlayan olaylarla, başka bölgeler ve cumhuriyetler gibi, Batı’nın da desteğiyle, Kosova’nın da Yugoslavya’dan koparılması. Bölge, o zamandan beri, Birleşmiş Milletler’in gözetiminde ve çeşitli devletler arası kuruluşların yönetimiyle, NATO’nun askeri koruması altında bağımsızlığa doğru yol alıyor. Geçiş dönemi kurallarının düzenlenmesi ise Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nce Finlandiya’nın eski cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari’ye verilmiş.. Türkiye de bir tabur askeriyle ve güvenlik birimlerine yardımcı olan bir avuç polisiyle bu sürecin içinde. Ankara için önemli olan, oradaki “okyanustan kalma ada”nın, yani Türk topluluğunun üstlendiği roldür. Çünkü, 2025 bin kişilik o toplum, aslında, 2 milyon nüfuslu Kosova’nın çeşitli toplulukları arasında, göreceli olarak, okumuşluk ve yetişmişlik düzeyi en üstün sayılan hayli nitelikli bir topluluk. Ahtisaari’nin uzun temaslardan sonra vardığı sonuç, bir “ulusdevlet”i değil de “çok etnik topluluklu” bir devleti öngördüğü için, gelecekteki Kosova devletinde böyle bir toplum, nüfusu ne kadar küçük olursa olsun, nitelikli oluşu sayesinde boyundan çok daha büyük bir rol oynayabilir. Zaten, şimdiden, Meclis’teki ve anayasa çalışmalarındaki temsilcisi eliyle böyle bir rol oynadığı biliniyor. Bu durum sayesinde, Türkiye de. osova konusu birkaç günden beri BM’nin Güvenlik Konseyi’nde. Oradaki tartışmalardan sonra Ahtisaari modeli yürürlüğe girerse, bu rolün önemi daha da artacak. Başka küçük topluluklar adına da oynandığı hissedilen böyle bir rol başarılı olduğu zaman, yalnız “okyanusta kalan tek ada” için değil, Balkan coğrafyasının bütünü için de iyi bir sonuç ortaya çıkmış olacak. Türklerin Balkanlar’ı karşılıklı didişme ve boğuşma yeri olmaktan kurtarmaya, hem Kosovalılar hem de Türkiyeliler olarak böyle bir katkıda bulunmakla kazanacakları uluslararası saygınlık küçümsenecek şey midir? T K K [email protected] nı korunmuş oluyor. Küresel güçlerin çıkarlarını kolladıkça güçlendiklerinin farkında olarak Türkiye gerçeğine sırt çevirmiş yaşayan iş dünyasının, bu gerçeğin bumerang etkisi ile kendisini de vuracağını hâlâ göremiyor oluşu ya da görmezden gelişi ayrı bir ironi. Anayasa bir ülkenin temel çatısını kuran hukuk kurallarını getirir. Ancak anayasa rejimin koruyucusu değildir, kurucusudur. Koruyucu olanlar anayasa içinde belirtilmiş olan organlardır. Anayasa koyucu iktidara güvenmediği için kuvvetler arasında ayrıma gitmiştir. “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur” diyen anayasa, bu hakkın kullanımını yalnızca TBMM’ye vermemiştir. TBMM bu organlardan yalnızca birisidir. Egemenliğin asıl sahibi olan halk adına yetkili kılınmış diğer organlar nasıl sessiz kalabilirler? Küresel güçler, Türkiye’nin marjinali olan dinci grupla işbirliği ve dinin siyasete taşınmasında taşeronluk sayesinde elde ettikleri açıyı genişletebildiler. İş çevreleri ve medya desteğini de arkalarına alınca, dıştan içe, içten dışa bir kuşatma hareketi gerçekleşti ve bugün Türkiye’nin sorunları birkaç başlıkta toplanamayacak kadar çok. Ülkeyi yönetenlerin ideolojisi, siyaset yapma tarzları, gündelik yaşama bakışları, toplumla nasıl diyalog kurdukları, toplum içinde hangi kurumları önceledikleri, iç ve dış ilişkilerde öncelikleri hükümetin niteliğini ortaya koyar. Anayasada yer alan temel niteliklerle çelişen yüzü geriye dönük zihniyet; tutunduğu AB aldatmacası ile belli tarihlerle sıkıştırılarak ülke halkının oyalanmasına aracılık etmekle kalmayıp KKTC’yi ipotek etmiş ve nihayet AB ile ilişkileri durma (kopma) noktasına getirmiştir. AB ile dansta, AB sürecinin hayli uzağına fırlatılıp atılmış olmanın faturası, kuşkusuz yalnızca hükümete aittir. Bir yandan AB ile dansını yürütürken diğer yandan Ya Herru ya Merruya Zorlanan Türkiye... Cumhurbaşkanı seçimi artık bir cumhurbaşkanı seçimi olmaktan çıkmıştır; Türkiye’nin varoloşunu ilgilendiren tarihsel hesaplaşmanın bir önemli aşamasıdır. Başbakan Recep Tayyip’in bu aşamadaki stratejisi açıktır: Çankaya için uzlaşmaya girmem. Meclis çoğunluğunu oluşturan partimiz adayı seçer!.. Aday ya Erdoğan ya da onun saptayacağı biri olacaktır; bu iradeyi (istenci) AKP lideri hiç kimseyle paylaşmak istemiyor. ? Peki, Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinde somutlaşan bu ‘irade’ demokratik midir?.. AKP’yi iktidara getiren 2002 seçiminin dökümü medyada ve bu köşede kim bilir kaç kez yayımlandı... Seçimde bir ‘facia’ yaşandı... 41 milyon seçmenden 9 milyonu aşkın bölümü sandığa gitmedi. Demek ki aşağı yukarı 4 seçmenden biri oyunu kullanmadı... Yuvarlak rakamla seçime katılan 30 küsur milyon yurttaştan 12 milyonunun oyu ‘yüzde 10’luk baraj’ yüzünden hedefine erişemeden boşluğa düştü, yitik oya dönüştü... 4 seçmenden 1’inin sandığa gitmediği (yüzde 25) seçimde yüzde 30 küsur oy alan AKP , Meclis’in yüzde 64 çoğunluğunu ele geçirdi... Ve hükümetini kurdu... Şimdi de diyor ki: Hiçbir çevre, kişi, partiyle uzlaşmam, cumhurbaşkanını tek başıma seçer, devletin en yüksek makamını da ele geçiririm... ? AKP üst kadrosunu oluşturan kişilerin sicilleri malum... Bu üst kadro diyor ki: Tarihsel bir fırsat elime geçti, bunu kullanmalıyım... Medya ellerinde.. Dış destek (ABD) var.. Özel sektör AKP’ye boyun eğmiş, bunu düpedüz açıklamış.. Ancak üniversiteler direniyorlar.. Asker AKP’nin gözünde sakıncalı.. Yargı daha tam teslim olmamış... Hesap ne: Çankaya’yı, bir başka deyişle ‘Devlet’i ele geçirirsem, atacağım adımlar karşısında hepsi dize gelir, ülkeyi teslim alırım... Bu yazının girişindeki tümceyi yineliyorum: Cumhurbaşkanı seçimi artık bir cumhurbaşkanı seçimi olmaktan çıkmıştır. ? Peki, bu gidişata ‘dur’ diyebilecek bir güç yok mudur?.. Yüzde 25 seçmen oyuyla Meclis’i ele geçirip hükümetini kuran ‘takıyyeci’ iktidarın karşısında neredeyse yüzde 70’e tırmanan kesim neden bu kadar edilgin?.. ‘Enerji’ daha okul sıralarında öğrenciye belletildiği gibi ikiye ayrılır.. Potansiyel enerji durağandır.. Kinetik enerji eyleme dönüşen bir gücü vurgular... AKP’nin enerjisi dış itici güç olan ABD’nin pompalamasıyla kinetiğe dönüşmüş, Türkiye Cumhuriyeti’ni ele geçirme yolunda çaplı bir aşamayı gerçekleştirmiştir... ? Peki, ülkemizin potansiyel enerjisi hangi gizilgücü içeriyor?.. 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde Milli Kurtuluş Savaşı’nı ve laik Cumhuriyet Devrimini gerçekleştiren Türkiye, 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde dış güçlerin desteklediği karşıdevrime teslim mi olacak?.. Bu işin kolay olmayacağını bilelim... RTE tehlikeli bir oyun oynuyor; ama, kendi kendisine sahip olmadığı da her halinden anlaşılıyor... Türkiye “Ya herru ya merru” politikasına zorlanan dışa bağımlı ve bıçak sırtında bir ülkedir. MERSİN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ SAYI: B.03.l.AHM. 1.33.00.03 / ESAS: 2006/702 Davacı, Türkiye Elektrik iletişim A.Ş. Genel Müdürlüğü vekili tarafından davalılar Sebahat Köker vs. aleyhine açılan Kamulaştırma Bedelinin tespiti ve tescili davası sebebiyle; Davacı Türkiye Elektrik iletişim A.Ş. İdaresi tarafından Mersin ili, Merkez ilçesi, Çavak köyü 425 parsel sayılı taşınmazdan 24580 m2 tarla vasfındaki taşınmazın ve 128,44 m2’lik kısmı üzerinde irtifak hakkı tesisi için TEİAŞ Genel Müdürlüğü tarafından kamulaştırıldığı, 4650 sayılı yasanın 3. maddesinin 2. Fkrasına göre davacı kurumun satın alma usulünü öncelikle uyguladığı 08.08.2006 tarihli Takdiri Kıymet Komisyonu raporu ile taşınmazın irtifak hakkı bedelinin toplam 1.538.93 YTL değer takdir edildiğini belirterek TEİAŞ Genel Müdürlüğünce kamulaştırılan ve özellikleri belirtilen taşınmazın 2942 sayılı kamulaştırma yasasında değişiklik yapan 4650 sayılı yasanın 5. maddesi gereği davacı adına tapuya tescili ile taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespitine karar verilmesinin talep ettiği hususu ilan olunur. (Basın: 63007) 2006/441 Vas. Tayini Mahkememizce verilen 19.3.2007 tarih 2006/441 esas 2007/209 Kararı ile Zekeriya ile Remziye kızı, 1928 Bursa doğumlu SEVİM ŞENER TMK nun 405. maddesi gereğince vesayet altına alınarak TMK 419. mad gereğince Ahmet Naci ile Nurhayat kızı, 1963 İstanbul doğumlu REMZİYE TUBA KARATEPE’ye vasi tayin edilmiştir. (Basın: 17700) KADIKÖY 2. SULH HUKUK MAHKEMESİ CUMHURİYET 08 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle