18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 NİSAN 2007 PAZARTESİ 23 NİSAN 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 10 DIŞ BASIN Birleşmiş Milletler’in bilimsel araştırmalara dayanarak birbiri ardından yayımladığı raporlar ve konuyla ilgili istatistikler gezegenin halihazır durumu ve yakın geleceği için iç açıcı değil. Bu olumsuz gidişten, kuşkusuz, gezegenin her ülkesi zorunlu olarak nasibini alacak. Açlık, susuzluk, nüfus artışı, yoksulluk, sağlık, eğitim, tarımın gerilemesi gibi devasa sorunlarla başı belada olan gezegen şimdi de küresel ısınmanın tehdidi altında. Bilimsel araştırmalar tehlikenin vahim boyutlara ulaştığını ortaya koyuyor. Çevrenin kirlenmesinin önemi ve sera etkili gaz salınımının iklimleri, dolayısıyla da tüm canlıların yaşamını ciddi bir biçimde tehdit ettiğinin herkes ayırdında ise de, geliyorum diyen felaketin önlenmesinde, ne yazık ki, elli yıldan bu yana fazla bir yol alınmış değil. O kadar ki, Avrupa Birliği’nin temelinde yer alan 1957 Roma Anlaşması’nın metinlerinde ‘Çevre’, sözcük olarak bile geçmemektedir. Çevrenin korunmasının Avrupa Birliği’nin hedefleri arasına girmesi 1992 yılındaki Maastricht anlaşmasıyla, küresel boyutta ele alınması ise, bilindiği üzere 1992’de Kyoto toplantısında gerçekleşmiştir. Kyoto Protokolü ise imzaya 1994 yılında açılmıştır. Bugün 192 ülkenin 156’sı protokolü imzalamış ve onaylamıştır. Birleşik Devletler ve bazı ülkeler çeşitli gerekçeler öne sürerek protokolü ya imzalamamışlar ya da imzaladıkları halde onaylanmasını DIŞ HABERLER DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ rin yanında olacağını’ ileri sürmüştür. Ama çevre konusunda ne denli duyarlı olduğumuzu daha da çarpıcı bir biçimde ortaya koyan Sayın Erdoğan’ın, Alman Yeşiller Partisi’nin eşbaşkanı Claudia Roth’un Sürmene Çamburnu’nun çöplük yapılmak istendiğiyle ilgili uyarı mektubuna şaşırarak Çevre Bakanı Pepe’ye ‘Osman bu ne?’ şeklindeki yanıtı oluşturmaktadır. (Hürriyet, 30 Mart 07) Türkiye’nin hâlâ Kyoto Protokolü’nü imzalamayı ve onaylamayı çeşitli gerekçelerin ardına sığınarak savsaklayan, Somali, Afganistan, Vatikan, Andorra ve benzerlerinin bulunduğu 31 ülke arasında yer almayı sürdürmesi ise düşündürücüdür. Öne sürülen gerekçeler geçerli olmaktan uzaktır. Nitekim, Enerjl Ekonomisi Derneği (EED) Başkanı Doçent Dr. Gürkan Kumbaroğlu, ‘Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamasının sanayi ve enerji sektörüne büyük sorumluluklar getireceği ve milyarlarca dolarlık yatırım gerektireceği’ gibi açıklamaların gerçek dışı olduğunu belirterek; protokolden uzak kalarak dünyanın sera gazı çöplüğü olmaya adayız uyarısı yapmış ve bakanı Kyoto’nun getireceği sorumlulukları açıklamaya çağırmıştır. (Cumhuriyet 21 Mart 07) Kyoto’yu imzalamamakta direnmek, ayrıca Avrupa Birliği kriterlerinin ve bu konudaki planlamaların ve yardımlaşmaların dışında kalmak anlamına da gelmektedir. Geciken imzanın faturasının daha da ağır olacağı hemen kesindir. dishab?cumhuriyet.com.tr 11 Hıristiyanların vahşice öldürülmesi münferit bir olay değil Musul’da kanlı pusu Fransızlar, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu dün için sandık başına gitti BIÇAK SIRTI EROL MANİSALI Türkler bir yalanı yaşıyor ? Türkiye Cumhuriyeti’nin, içindeki Hıristiyan ve Yahudi azınlıkların da kendilerini evlerinde hissetmesi gereken laik bir devlet olarak kuruluşundan bu yana geçen yaklaşık 85 yılın sonunda, anayasal vatandaşlık hâlâ yalnızca kâğıt üzerinde. SUSANNE GÜSTEN alatya’daki kan banyosundan sonra, üç Hıristiyanı kılları kıpırdamadan boğazlayanların bu işi tek başlarına yaptıklarını kimse iddia etmesin. Bu koruyucu iddia, Trabzon’da Papaz Andrea Santoro’nun ve Ermeni gazeteci Hrant Dink’in de İstanbul’un orta yerinde, dışarıdan yanlış yönlendirilmiş marjinal tipler olarak sunulan bazı kişilerce katledilmesinden bu yana, son 15 aydır çok fazla kullanıldı ve artık yıprandı. Dink cinayetiyle ilgili soruşturmalar gösterdi ki, gerek polis ajanları gerekse aşırı milliyetçi politikacılar bu olaya bulaşmışlardı ve İstanbul polisi de bu suikasttan haberdardı. Trabzon’daki olayla ilgili olarak da, Hıristiyanlara yönelik cinayet planlarının Kyoto’ya Direnmek! sürüncemede bırakmışlardır. Oysa Kyoto Protokolü’nü salt imzalayıp onaylamak sadece bir başlangıçtır. Sorun daha fazla zaman yitirmeden gerekli önlemlerin alınmasındadır. Nitekim İklim Değişiklikleri Hükümetlerarası Grubu’nun (GIEC) içinde bulunduğumuz yılda birbiri ardından yayımladığı raporlar gerekli önlemlerin alınmasına hız kazandırmıştır. Bu konuda en ciddi adımı ise Avrupa Birliği atmış ve iklim değişikliklerinin, giderek küresel ısınmanın baş sorumlusu sera etkili gaz salınımının (karbon dioksit, metan vs.) 2020 yılına kadar yüzde 20, dahası yüzde 30’a kadar azaltılması konusunda bağlayıcı ve yaptırımlı önlemler alınmasını kararlaştırmıştır. Türkiye’nin küresel ısınma ve çevrenin kirlenmesiyle ilgili sorunları dün olduğu gibi bugün de ciddiye aldığı söylenemez. Her konuda olduğu gibi bu konuda da ‘Bize bir şey olmaz’ yaklaşımı geçer akçe olmakta devam etmektedir. Daha birkaç gün önce Enerji Bakanımız, ‘Kyoto Protokolü’nü ulusal çıkarlarımıza zarar vereceği için imzalamadıklarını’ açıklamıştır. AKP lideri ise ‘Çevre sorununa ideolojik yaklaşılmadığı durumda(!) sonsuza kadar çevrecile 23 Yezidi işçi kurşuna dizildi Dış Haberler Servisi Kuzey Irak’taki Musul’da 23 Yezidi işçi, pusuya düşürülerek öldürüldü. Musul’a bağlı El Nur bölgesinde tekstil işçilerinin minibüsünü durduran kimliği belirsiz saldırganlar, araçtan indirdikleri Yezidileri yol kenarında silahla tarayarak öldürdü. 3 Yezidi katliamdan yaralı olarak kurtuldu. Başkent Bağdat’ın Şii semti El Bayaa’da ise bir polis karakolunu hedef alan bombalı intihar saldırısında 6’sı polis 14 kişi öldü, 40’ı polis 95 kişi yaralandı. Saldırının ardından açıklama yapan Irak askerlerinin eğitiminden sorumlu ABD’li Korgeneral Martin Dempsey, intihar bombacılarını önlemek için bir “teknolojik çözüm” bulunmadığını kaydetti. Dempsey ayrıca Irak ordusuna 40 bin ek asker alınması için Irak yönetimine 14 milyar dolar borç verileceğini açıkladı. Ülkenin batısındaki Sünni kenti Felluce’de ise belediye başkanı Şeyh Sami Naib el Cumali önceki gün evinin önünde öldürüldü. El Kaide’ye karşıtlığıyla tanınan El Cumali, son 14 ay içinde Felluce’de öldürülen dördüncü belediye başkanı oldu. Sarkozy ve Royal ikinci turda Dış Haberler Servisi Fransızlar, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın yerine kimin geleceğini belirlemek için sandık başına gitti. 12 adayın yarıştığı seçimin ilk turunda, hiçbir aday seçilmek için gerekli çoğunluğu elde edemezken merkez sağ adayı Nicolas Sarkozy ve Sosyalist aday Segolene Royal başa baş giden seçimden sonra ikinci tura kaldılar. Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu dün gerçekleştirildi. Sabah saat 08.00’de başlayan oy verme işlemi akşam saat 21.00’de sona erdi. 44.5 milyon kayıtlı seçmenin bulunduğu Fransa’da halk seçime yoğun ilgi gösterirken katılımın yüzde 80 civarında olduğu açıklandı. Katılım oranı 1981 yılı sonrasının ilk turdaki en yüksek oranı oldu. Sandıkların kapanmasıFransa’da Nicolas Sarkozy ve Segolene Royal’i destekleyenler büyük sevinç yaşadı. (REUTERS) nın ardından başlayan oy sayma işlemi gece geç saatlere kadar sürdü. Sayım sonucu hiçbir aday çoğunluk sağlamazken yüzde 30 civarında oy alan Nicolas Sarkozy ile yüzde 25 civarında oy alan Segolene Royal ikinci tura kaldılar. Seçim öncesi anketler 6 Mayıs’ta yapılacak ikinci turda Sarkozy’nin kazanacağı yönünde. Bu arada ilk tura katılan ve yarış dışında kalan üç solcu aday, Komünist Parti adayı MarieGeorge Buffet, radikal sol parti adayı Arlette Laguiller ve Yeşil Parti adayı Dominique Voynet seçmenlerine ikinci kurda Royal’e oy vermeleri çağrısında bulundu. İlk turdaki yarışı önde tamamlayan UMP lideri Nicolas Sarkozy’nin “tehlikeli ve aşırı sağ politikalar” izlediğini savunan solcu adaylar, sol seçmenin Royal’in etrafından toplanmasını istedi. M kahvehanelerde açıkça tartışıldığını biliyoruz. Üzücü gerçek şudur ki, Türk ulusu bir yalanı yaşamaktadır: Türkiye Cumhuriyeti’nin, içindeki Hıristiyan ve Yahudi azınlıkların da kendilerini evlerinde hissetmesi gereken laik bir devlet olarak kuruluşundan bu yana geçen yaklaşık 85 yılın sonunda, anayasal vatandaşlık eskiden olduğu gibi yine yalnızca kâğıt üzerindedir. Yani, sadece Müslüman bir Türk’ün gerçek bir Türk olabileceği inancı, ulusal kimliği hâlâ damgalamaktadır. Ve bu inanç, siyasal spektrumun sadece dinsel veya milliyetçi kesiminde geçerli değildir. Bu görüş, Türk devletinin kendisine de iyice sızmış ve onu damgalamış bulunuyor. Örneğin ülkenin Hıristiyan okullarında denetimin daima etnik bir Türk daha açığı Müslüman bir yardımcı müdür tarafından denetlenmesi gerektiği, yasa metinlerine de yansımıştır. Hıristiyan yurttaşları, Türk devleti için “gerçek’’ Türk değildir ve bunlara hiç güvenilmez. Söz konusu görüş, devlete ait üniversitelerde düzenlenen, Türkiye’nin Hıristiyanlarca altının oyulduğuna dair konferanslar ve sempozyumlarda da göze çarpmaktadır. Yine Hıristiyan azınlıkların hain ve iç düşman olarak sunulduğu devlet okullarındaki ders kitaplarında da bu görüş yer alıyor. Türkiye, kendisini dışarıya istediği kadar kültürlerin kavşağında bir hoşgörü ülkesi olarak sunsun: Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve diğer Hıristiyanlar ile Yahudiler gibi gayrimüslim azınlıklar, ülke nüfusunun yüzde 0.5’ini bile bulmamaktadır ve bunun bir yalan olduğunu sürekli hissetmektedirler. Hatta bazen de öldürülmektedirler. Bunlar tekil olaylar değildir. Almancadan çeviren: OSMAN ÇUTSAY (Der Tagesspiegel, Almanya, 20 Nisan) Kimileri Kazanırken Toplum Nasıl Kaybeder? Makro politika yoksa mikrolar tek başına işe yaramaz. Makro çatı (politika) ulusal politika demektir, gelişmiş ülkeler bunu uygular. Küresellik “eşitler arasında olsaydı” hiç sorun yoktu. Ama “ötekiler” makro (ulusal) çatı ve politikalar uyguluyorsa, bizim yetişmiş mikro üstünlüklerimiz (yeteneklerimiz) kendi ülkesine kazandıramaz. En iyi yetişmiş bireylerimiz, en verimli firmalarımız “diğer makro çatıların” ve tekellerin denetimi altına girmeye başlar. Makro ve ulusal politikası olan ve uzun vadeli planlarla çalışan ekonomiler (devletler) bizim mikro üstünlüklerimizi kendi çekim alanlarına sürüklerler. En iyi doktorlarımız Amerika’daki hastanelerde çalışır; en iyi mühendislerimiz, Batı kapitalizminin firmaları tarafından kullanılır. En iyi fizikçilerimizi kurumları paylaşır. Hatta elitimiz bile onların dünyasının bir parçası olur. Çünkü onlarda makro (ulusal) çatı vardır; makro politikalar, planlar ve öngörüler söz konusudur. Bireykurum ve kurumtoplum tamamlaşmaları olur. Piyasa sadece bir araçtır. “Türk çizimci Mercedes’te” ya da “Ünlü Türk doktorunun Kanada’daki buluşu” benzeri başlıkları gazetelerde, internet sayfalarında sıkça görürüz. Bizim en iyi yetişmiş insanlarımızı, “makro, ulusal politikaları ve çatıları olan” Avrupa ülkeleri, ABD ve Kanada paylaşarak onlardan toplumsal olarak yararlanırlar. Batı kapitalizmi (ve sömürgeciliği) bunu hep yapar. Avrupa futbol takımlarında oynayan Afrikalı futbolcular gibi bizim doktorlarımızı, mühendislerimizi, iktisatçılarımızı “kendi takımlarına alırlar”. Çünkü bizde makro politika yoktur; ulusal iktisat, siyaset, teknoloji, sağlık, eğitim, savunma politikaları özellikle engellenir. IMF yönetimine bağlayarak; AB güdümüne sokarak; onlara hizmet edecek “oligarşik bir düzen kurarlar”. “Plan değil pilav” sloganı ile Türkiye’yi yönetecek siyasileri hazırlarlar. Hatta bunun için kimi generalleri kullanarak darbe yaptırırlar. Hep yazdım; Turgut Özal, Kemal Derviş, Ali Babacan ayrı ayrı partilerden, çevrelerden geldiği sanılan kişilerdir. Ama çok önemli bir ortak yanları vardır: Batı kapitalizminin Türkiye üzerindeki formüllerinde ve taleplerinde birleşirler; yani, içimizdeki oligarşinin temsilcileridirler. 1) Onlara göre sosyal devlet olmamalıdır; ülkede makro politikalar uygulanmamalıdır. 2) Her şey özelleştirilmeli ve piyasaya bırakılmalıdır. 3) Piyasa tamamen dış piyasaların, yani Batı’nın güdümüne terk edilmelidir. Batı tekellerine her türlü ayrıcalık getirilir. 4) Onlara göre IMF’ye bağlanmak iyidir; AB’nin Türkiye’yi almayacağını bile bile güdümüne girmek uygun düşer. E RDOĞAN HANGİ ROLÜ SEÇECEK? Türkiye’ye bakış VASİLİS KARATZAS* ecep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı mı olacağı, yoksa iktidardaki partinin başında mı kalmayı tercih edeceği, son aylarda Türkiye’de en çok tartışılan konular arasında. Bu noktada Erdoğan’ın hangi rolü seçeceği çok önemlidir, çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanlarının rolü sembolik değildir (adalet makamları, üniversite rektörleri ve Genelkurmay başkanı, cumhurbaşkanı tarafından atanır). Aslında şu anda Türkiye’de yaşananlar 1985 yılı Yunanistan’ını hatırlatıyor. O dönemin başbakanı olan Andreas Papandreu, cumhurbaşkanlığına kendi istediği bir kişiyi getirmiş, tüm yetkilerin kendi kontrolü altında olması için de anayasayı değiştirmişti. Erdoğan da bugün Papandreu’nun politikalarını izliyor gibi görünüyor. Türkiye Başbakanı, bu noktada hem temsil ettiği yeni burjuva sınıfının iktidara gelişini simgelemenin hem de vesayet veya gözetim altında olmadığını kanıtlamanın peşinde. İzlenen bu politika, Türkiye’de düzenin tepki göstereceğine ve ekonomide istikrarsızlığa yol açarak siyasi bir kriz çıkacağına inanan piyasaları kaygılandırdı. Ancak bu tür bir gelişmenin (kriz) yaşanması şimdilik olası görünmüyor. Çünkü Türkiye’de kurulu düzen, son dönemde seyirci kalacağı yönünde işaretler veriyor. Bu da özellikle, Kemalist geleneklere tam anlamıyla bağlı, kitleleri etrafında toplayabilecek rdoğan, siyasi bugün bir oluşum ortaya Papandreu’nun çıkmamasından kaynaklanıyor. politikalarını Diğer taraftan Türkiye’de, izliyor gibi önümüzdeki aylarda görünüyor. piyasaları meşgul edecek Türkiye başka sorular da Başbakanı, hem sorulmalıdır: temsil ettiği yeni ? Eğer Erdoğan sonunda burjuva sınıfının Cumhurbaşkanlığı’nı seçerse, doğal lideri iktidara gelişini olmayan bir AKP, genel simgelemenin seçimlerde de tek başına hem de vesayet iktidara gelmeyi başarabilir veya gözetim mi? Türkiye’de koalisyon altında olmadığını hükümeti dönemlerinde her daim durgunluk ve kanıtlamanın ekonomik sıkıntılar yaşandı. peşinde. AKP’nin zayıflaması sonucu seçimlerin ardından bir koalisyon hükümetinin kurulması, ekonomik reformların gerçekleştirilmesini önleyebilir. Böyle bir durum piyasalar üzerinde olumsuz etkiler doğuracaktır, çünkü AKP’nin gerçekleştirdiği ekonomik reformlar, Türkiye ekonomisinde çağdaş tarihin en güçlü dönemlerinden birinin yaşanmasını sağladı. Bunların dışında; ? Uzun ve zorlu bir seçim öncesi dönemi, ekonomiye ne kadar zarar verir? ? Seçim kampanyası çerçevesindeki konuşmalarda sivri lafların kullanılması, Kürt azınlıkla ve Irak’taki Kürtlerle ilişkilerdeki gerginliğe ne kadar boyut kazandırabilir? Şu anda piyasalarda hiçbir konuda kaygı yaşanmadığı görülüyor. Aynı şekilde, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı’na geçmesi olasılığı piyasaları etkilemiş görünmüyor. Bu durum, bir dereceye kadar tüm dünya piyasalarında mevcut iyimserlik ortamından, kısmen de piyasaların genelde siyasi sorunların tarihsel boyutlarını önemsememe eğilimlerinden kaynaklanıyor. R Haberler... haberler... Bir TV kanalı, Hüsnü Özyeğin’in bir başka firma ile çok ünlü yabancı markayı “Türkiye’ye getirmek için nasıl yarıştığını ve yarışı kazandığını” anlatıyordu. Yanlış anlaşılmasın, yatırım için değil, ünlü firmanın ürünlerini ithal için. “İşveren” dergisinin şubat sayısında TÜSİAD’ın 19 Ocak 2007 tarihinde Günter Verheugen’e yılın adamı ödülü verdiğini yazıyor; hani şu Türkiye’yi sürekli aşağılayan ve bize kök söktüren Komisyon üyesine. Aynı derginin nisan sayısında Sayın Kudatgobilik, Brüksel’de Avrupalılara yaptığı bir konuşmada; “Türk bankacılığının artık yüzde 40’ının yabancıların eline geçtiğini” övünerek söylemiş. Geçen aylarda medyayı süsleyen bir haber de 26 dolar milyarderimizin üretilmiş olması ile ilgili. Bu sayı Japonya’nın ve Fransa’nın üzerinde. AKP döneminde kimlerin nasıl ve niçin büyüdüğü belli. Devletin içi boşaltılıp tüm varlıklar özelleştirip yabancılara bağlanırken; ülke AB boyunduruğu altına sokulup serbest piyasa marifetiyle yabancılaştırılırken halkın aldığı pay ne? Artmış mı? Köylü, işçi, esnaf ve memurun milli gelirden aldığı pay azalıyor; reel satın alma gücü düşüyor. Toplumda suç oranı katlanarak ilerliyor. Bütün bunların sebebi ne? 1) Ulusal (ve makro) politikaları yapıp yürütecek siyasi irade yok. Oligarşi sisteme egemen. Oligarşi de Brüksel’in, Washington’ın güdümünde... 2) Kimi yetenekli bireyler, kimi uyanık şirket patronları ancak “Batı’nın makro politikalarına ve sömürgeciliğine sığınarak” zenginleşiyor. Yunanistan’ın makro (ulusal) politikaları doğrultusunda “Yunan Devlet Bankası, Türk bankasını alıyor”. Bankayı satan ancak bu sayede zenginleşebiliyor. Sorunun temelinde “oligarşinin egemenliği” yatıyor. 14 Nisan halk hareketi bunun için çok önemlidir: Oligarşinin yerine halkın gücünün, çıkarının ve iradesinin yönetime gelmesi için. Demokrasi, özünde bir paylaşım meselesidir; hakların ve refahın paylaşımı meselesi... Sosyal devlet yoksa; sınıfsal haklar, özgürlükler ve paylar bu sosyal devlet çatısı altında dağıtılmamışsa ortaya oligarşi ve örtülü faşizm çıkar. Bu nedenle oligarşi 23 Nisan’ı, ulusal egemenliği hiç sevmez… www.istanbul.edu.tr/iktisat/emanisali E Yahudi lobisi ikiye bölündü ? Dış Haberler Servisi ABD Temsilciler Meclisi’nin gündemindeki “Ermeni soykırımı’’ tasarısı Yahudi lobisini böldü. Los Angeles Times gazetesine demeç veren Amerika Siyonist Örgütü Başkanı Morton Klein, “Yahudi toplumu için doğru olanın, Ermeni soykırımını tanımak olduğuna inanıyorum’’ dedi. Bir diğer Yahudi kuruluşu Hakaret Karşıtı Birlik Ulusal Direktörü Abraham Foxman ise “Tasarının, barışmaya yardımcı olacağını düşünmüyorum’’ diye konuştu. Afganistan’da intihar saldırısı ? HOST (AA) Afganistan’ın doğusundaki Host kentinde düzenlenen intihar saldırısında 11 kişi öldü, 40 kişi yaralandı. Yetkililer, polis üniformalı bir saldırganın motosikletle geldiği pazar yerinde üzerindeki patlayıcıları infilak ettirdiğini söylediler. Bu saldırıdan önce kent pazarında fotoğraf makinesine gizlenmiş bir bombanın patlaması sonucu 2 kişi öldü, 7 kişi yaralandı. Mogadişu’da 5 günde 210 kişi öldü ? Dış Haberler Servisi Somali’nin başkenti Mogadişu’da Etiyopya askerleriyle İslamcı militanlar arasındaki çatışmalar 5. gününe girerken ölen sivil sayısının 210’a çıktığı, yüzlerce kişinin yaralandığı bildirildi. Şiddetin, kentin nüfusunun neredeyse üçte biri olan 321 bin kişinin kentten ayrılmasına neden olduğu belirtiliyor. *Kalkınmakta Olan Avrupa Ülkeleri ve Ortadoğu Piyasalarına Yatırımlar Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Vasilis Karatzas’ın yazısı. Yunancadan çeviren: MURAT İLEM (Kathimerini gazetesi, Yunanistan, 18 Nisan) CUMHURİYET 1011 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle