24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 NİSAN 2007 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Cumhurbaşkanlığı: Seçim mi, Dayatma mı? İsmet Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın en buhranlı günlerinde Enver Paşa’nın Yeşil Ordu ile Anadolu’ya girip Türk ordusuna saldıracağı haberi üzerine ‘Hâlâ kişisel ikbal peşinde; öğrenemedi ki, vatan pahasına siyaset olmaz’ demişti. İsmet Paşa’nın bu sözü, demokrasiyi katlederek bu aldatmacanın parçası olanların ve siyasi rant sağlamak için AKP’ye Cumhurbaşkanlığı yolunu açanların kulağına küpe olmalıdır; vatan pahasına siyaset de, ekonomi de olmaz. vam eden süreç elbette ki tesadüf değildir. Şimdi sırada Cumhurbaşkanlığı vardır. Üstü örtülen gerçek de budur; Köşk’ün kapıları ilk defa mücadelenin diğer tarafı için aralanmıştır. Bu siyasi hareketin yolu, yıllar sonra Irak İşgali ve Büyük Ortadoğu Projesi nedeniyle ABD ile tekrar kesişmiştir. Bugün Türk dış politikası da bu dayatmalar sonucu bir çıkmaz içindedir. Bu süreç yaşanırken bazı çevreler, rejim pahasına içi boş bir istikrar kavramının peşinde koşmakta, ekonomik istikrar bozulmasın bahanesiyle bütün bu olanların üzerini şalla örtmeye çalışmaktadır ve AKP’nin önünü açmaktadır. Hitler Almanyası’nda yönetimsel anlamda istikrar vardı; sınai kalkınma rekor kırıyordu. Bugün İran’da da istikrar vardır; Humeyni rejimi tek başına, siyasi mücadele olmadan ülkeyi yönetmektedir. Ama bu istikrar, o ülkelerin doğru yönetildiği, rejimin doğru olduğu anlamına gelmez. Bu nedenle ülkeyi rejim istikrar ikilemine sokmak, bir ülkede istikrarın rejimden bağımsız olabileceğini düşünmek ve rejimin tehdit altında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmak, bu vatana ve demokrasi mücadelesine yapılacak en büyük haksızlıktır. AKP, geçmişten aldığı mirasla, Cumhuriyetin aydınlanmacı felsefesinin ümmettten ulus, kuldan birey yaratmasını ve halk egemenliğine dayanan laik bir cumhuriyetin getirdiği kazanımları hazmedemediğini kanıtlamıştır. Üstelik AKP, bu mücadelesini gizli kapaklı değil; açık seçik vermiş, kendisine direnen devlet kurumlarıyla mücadele etmiş ve siyasi gerilim yaratmaktan çekinmemiştir. Şimdi bu siyasi hareketten, bu rejimi koruması, laik Cumhuriyetin başı olması ve kurumlar arasında uyumu sağlaması beklenmektedir. Bu nedenle sorun Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkıp çıkmaması ile sınırlı değildir; o veya bir başkası, sıkıntının temeli önü açılan bu zihniyetin devletin başına geçecek ve Cumhurbaşkanı yemininin sözde kalacak olmasıdır. Oldubittiye getirilen diğer bir konu ise, demokrasinin Cumhurbaşkanlığı hedefi için bir araç olarak kullanılması ve bu süreçte demokrasi gereklerinin katledilmesidir. Gerçekte, yapılan bir seçim yoktur; AKP’li bir cumhurbaşkanı dayatması vardır. Yaratılan yapay ve dayatmacı ortam ile, beş yıl önce genel seçim için alınan oyun, bugünden yedi yıl sonrasına kadar yürütmenin başını ipotek altına alması sağlanmaktadır. Bu dönem iki yeni hükümeti kapsayacaktır. Üstelik beş yıl önce tamamen temsilde adaletsizliğe dayanan bir çoğunluğun Cumhurbaşkanı seçmesi demokrasinin bir gereği gibi sunulmakta, toplumsal uzlaşma ve kurumlararası uyum bir kenara itilmektedir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından, ömrünü doldurduğu için genel seçime gidecek olan Meclis’te, tamamen temsilde adaletsizliğe dayalı AKP Grubu ve toplumsal uzlaşma aramak yerine, adaylığını partisinin il başkanlarına, milletvekillerine soran bir Başbakan, Cumhurbaşkanı seçecektir. İsmet Paşa, Kurtuluş Savaşı’nın en buhranlı günlerinde Enver Paşa’nın Yeşil Ordu ile Anadolu’ya girip Türk ordusuna saldıracağı haberi üzerine ‘Hâlâ kişisel ikbal peşinde; öğrenemedi ki, vatan pahasına siyaset olmaz’ demişti. İsmet Paşa’nın bu sözü, demokrasiyi katlederek bu aldatmacanın parçası olanların ve siyasi rant sağlamak için AKP’ye Cumhurbaşkanlığı yolunu açanların kulağına küpe olmalıdır; vatan pahasına siyaset de, ekonomi de olmaz. Bu büyük dayatmaya dur demek ve yaratılan karanlığa karşı Mustafa Kemal aydınlığını yaşatmak her yurttaşın görevidir. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Yoklama MECLİS Başkanı “İyi düşünün” demişti. Düşündüler ve “İstikamet Tandoğan!” deyip yola koyuldular. Ankara günlük güneşlikti. Kalabalığın bir ucu Anıtkabir avlusunu doldurduğu halde kat kat fazlası henüz miting alanında ve yollardaydı. Atatürk’e bir kez daha gitmeden ayrılanlar dönerken, “Biz de gitmeliyiz!” diyenler yeni geliyordu. Tahminlerin hepsi yanıltıcı olabilir. Sayı önemliydi ama, daha da önemli olan, kalabalığın niteliğiydi: Kadınların ve gençlerin çokluğu. Yok sayılanlar gelmişti. Buna karşılık, olması gerekenler yoktu: Sendikalar, “sivil toplum örgütü” denenler, meslek kuruluşları falan. Yöneticileri yoktu, tabanları oradaydı. İlginç bir yoklamaydı bu: Asıl “Cumhuriyet Türkiyesi”nin ne olduğu ortaya çıkmıştı. Hiç beklenmeyen anda, beklenmeyen biçimde. Bütün hesapları yıkarcasına, Türkiye oraya akıyordu. esaj? Duyması gerekenler duydu mu, algılaması ve anlaması gerekenler algılayıp anladı mı, bilmiyoruz. Bunu önümüzdeki günler gösterecek. Ama hiç değilse, “büyük medya” olarak ülkenin gözü kulağı olduklarına, toplumu etkilediklerine inananların ve son güne gelinceye kadar, böyle bir uyanışı öngörmek şöyle dursun, olmaması için seferber olanların mesajı hemen algıladıkları daha ertesi gün belli olmuştur: Müthiş bir “U dönüş”: Genelkurmay Başkanı’nın ve Cumhurbaşkanı’nın dediklerini tersinden yorumlayıp öyle yansıtanlar şimdi şaşkındırlar. Ama, dönmeye alışık oldukları bilindiği için, kimseyi şaşırtmış sayılmazlar. Öte yandan, mesajın asıl muhatapları ne düşünürlerse düşünsünler, yanlış yorumlayıp bildiklerini okurlarsa böyle bir Türkiye’yi yönetmekte ve hele en tepede temsil etmekte hayli zorlanacakları açıkça anlaşılmıştır. alnız, bir kesim var ki, önümüzdeki dönem açısından, mesajı herkesten daha çok asıl o kesimin doğru yorumlayıp yorumlamadığı önemlidir: “Cumhuriyetçi” olduklarını söyleyen siyasetçiler kesimi. Onların dünyasını pek iyi bilmeyen halk yığınları şimdiye kadar hep “Birleşin!” deyip durdu. Son kalabalıkta da en çok duyulan sesleniş buydu. Bilmediklerinin başında, birleşme çağrısını yapmanın kime düştüğünü bilmemek vardı. Haklıydılar da. Belki, bunu başlatmanın kolay olduğunu sanıyorlardı. Belki siyasetteki kapıların hayır dualarıyla açılacağına inanıyorlardı. Belki, “Eller mahkum; oylar bize akacak” ya da “Parti kapısı açık; birleşmek isteyen gelir!” demekle bu çağrı görevinin yapılmış olduğu söylenmişti kendilerine. 14 Nisan yoklaması, bu konuyu çok daha ciddi olarak yeniden düşünme gereğini anımsatan bir mesaj olarak da yorumlanabilir. [email protected] Halkın Gücü Cumhuriyet tarihinin en büyük ve en anlamlı mitinginin yankıları sürüyor. Tüm engellemelere, provokasyon söylentilerine, televizyon ve gazetelerin yok saymalarına karşın yüzbinler Ankara’daydı. Miting öncesi halkı korkutmaya, sindirmeye yönelik demeçleri sayfalarına taşıyan gazeteler ile, 1 milyon kişinin toplanmasını haber olarak görmeyen, miting saatinde belgesel ve ucuz dizilerle saat dolduran TV’lerin bağımsızlığını yitirdiğini bir kez daha gördük. ??? “Tehlikenin farkında mısınız?” sloganı ile halkı ateşleyen Cumhuriyet gazetesinin, Cumhuriyet Gazetesi Okurları’nın (CUMOK) katkıları da miting alanında kendini hissettirdi. Cumhuriyet gazetesini satmak için çırpınan gençler, gazetesini bir bayrak gibi ellerinde taşıyanların miting sonrası yüzlerindeki tebessüm, gözlerindeki sevinç gözyaşları görülmeye değerdi... Miting için siyasal partiler, sivil toplum örgütleri ADD’nin (Atatürkçü Düşünce Derneği) yanında yer alırken, yurdun tüm bölgelerinde kadınların gösterdiği çaba unutulmamalı. Cumhuriyet Mitingi kadınların gücünü gösterdi. Gençler, kadınlar bu işin önderliğini yaptı. ??? Gazeteler dünkü birinci sayfalarında mitinge yer verirken ilginç yorumlar yapıldı. Bazılarını okurlarımızla paylaşalım: Birbirimizi hiç görmemiştik, birbirimizin sesini hiç duymamıştık, birbirimizin yüzünü de bilmiyorduk. Dün bir meydanda karşılaştık. Birbirimizin boynuna sarıldık. Birbirimize “çocukları”, “işleri”, “evdekileri”, “sağlığı”, “yolculuğu” sorduk. Bir şarkı dinledik beraber: “Güzel günler göreceğiz çocuklar...” Buğulandı gözlerimiz. Beraber ağladık... (Bekir Coşkun, Hürriyet) Ankara dün tarih yazarken, televizyon kanallarının pek çoğu ya seviyesi düşük dizilerle yahut da Amerikan filmleriyle izleyiciyi oyalamakla meşguldü. Bu açıdan 14 Nisan 2007 aynı zamanda, “medyanın sınıfta kaldığı” gündü. (Oktay Ekşi, Hürriyet) Son yıllarda Atatürkçülüğü horlayan, küçümseyen, gerilediğini iddia eden bir zümre, herhalde bu mesajı gerçekçi bir şekilde değerlendirecektir. (Ertuğrul Özkök, Hürriyet) Günlerce yırtındılar... “Darbecilerin mitingi... Fiyasko olacak.... Olay çıkabilir... Kaç kişiymiş bunlar!..” Doğan TAŞDELEN Eski Çankaya Belediye Başkanı rılma oluşmuş, bu tarihte başlayan, 1923’te Cumhuriyetin kurulması ve devrimlerle devam eden süreç boyunca, siyasal dinci hareket için büyük bir mağlubiyet dönemi yaşanmıştır. 1923’ten sonra Cumhuriyetin yeni felsefesi ve devrimler sonucu bu akım büyük ölçüde güç kaybetmiş, siyaset üzerindeki eski ağırlığını yitirmişken, Soğuk Savaş dönemi koşulları ve komünizm tehdidine karşı uygulamaya konulan ABD politikaları sonucu, siyasal dinci hareket tekrar hayat bulmuş; hatta tüm İslam coğrafyasında olduğu gibi özellikle beslenip büyütülmüştür. Amerika’ya bu yolda verilen ilk ödün, Marshall yardımlarının gelmesiyle birlikte, Köy Enstitülerinin kapatılmasıdır. Bu süreçle başlayan on yıllar boyunca, devlet eliyle din eğitimine tekrar başlanarak imam hatip okulları açılmış, tarikatlar ve dini yayınlar desteklenmiş, kapatılan tekke ve türbeler faaliyete geçirilmiştir. Böylece, Cumhuriyetin aydınlık felsefesinden uzak, yeni bir insan modeli yetiştirilmiş, dinin toplumsal düşünce ve sosyal hayat içindeki etkinliği artmış, dini ekonomik modeller ve yeşil sermaye yaratılmış, yıllar boyunca yetiştirilen kadrolar da devlet kademelerine yerleştirilmiştir. Yeşil Kuşak Projesi’yle zirveye çıkılan bu politikalar sonucu, Cumhuriyet kazanımları yerle bir edilirken, bu siyasi harekete arka bahçeler ve doğal seçmen tabanı yaratılmıştır. Bu süreç sonunda, AKP’nin iktidara gelişi ve bugüne kadar de M Y umhurbaşkanlığı seçimi yaşanılan süreç itibarıyla, tartışmaları ve anlaşmazlıkları beraberinde getirmiş; iktidarın uzlaşmaz ve umursamaz tavrına bazı kesimlerin de prim vermesi, AKP iktidarının önünü açmıştır. Gündem boşaltılarak, seçim süreci, tarihi ve sosyolojik gerçeklerden, demokrasinin olmazsa olmaz şartlarından soyutlanmış, halka içi boş bir istikrar kavramı sunulmuş ve bir oldubitti psikolojisi oluşmuştur. Rejim pahasına yaratılan bu körlük ile bir AKP’linin Köşk’e çıkması sanki demokrasinin gereğiymiş gibi dayatılmıştır. Gerçek, tüm koşullarıyla demokrasi zemininde bir seçimin yaşanmayacağıdır. Yaratılan bu ortam öncelikle, AKP’nin siyasi künyesini gündemden düşürmüştür. Sorulması gereken ilk konu, Köşk’e çıktığı takdirde anayasa gereği Cumhuriyetin başı olarak laiklik, demokrasi ve Atatürk devrimlerinin koruyucusu olacak bu siyasi akımın nereden geldiği ve nereye gitmekte olduğudur; Köşk kime teslim edilmek istenmektedir? Bu siyasi hareketin bilinçaltında, 31 Mart Olayı ile başlayan ve Cumhuriyetin kurulması ile devam eden mağlubiyet psikolojisi vardır. 31 Mart Ayaklanması sadece saltanatı desteklemek amacıyla yapılmamış, Batı düşüncesine ve Osmanlı Devleti’nde yaşanan Batılılaşma hareketine tepki olarak gerçekleştirilmiştir. Bu ayaklanmanın bastırılmasıyla beraber, bu akım için psikolojik bir kı C ? Devamı 8. Sayfada CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle