25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 MART 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 9 EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Evren ve Kürtçe Yasağı Kürtçeyi anadil olarak yasaklayan, “Türk vatandaşlarının anadili Türkçedir” gibi bilim dışı ve mantık dışı bir anlayışla hazırlanan bu yasanın kaynağı ise 12 Eylül askeri yönetiminin dipçik tehdidiyle halka onaylattığı 1982 Anayasası’ydı. PENCERE Bir Çiçekte Bütün Dünya... Evde yalnızsanız, sabah pencerelerin perdelerini açmak size düşer; hava açık, gök maviyse bir uyku gecesinden sonra doğayla ilk temasın yaratacağı kıvancı yüreğinizin bilincinde duyumsarsınız... Ya evin önünde ve arkasında çiçek açmış bembeyaz erik ağaçları varsa?.. Kaç gündür erik ağaçlarına ilişkin bildik bir Japon şiirinin dizelerini belleğimde arayıp tarıyordum... Şiire her zamankinden daha çok muhtaç bir dönemde yaşıyoruz... ? Derken şiir bu sabah kendiliğinden çıkageldi... Ama hangi şiir?.. Barikat Arif (Arif Damar) Cumhuriyet gazetesinde “Ayın Şiiri”ni seçmekle mükelleftir... Cumhuriyet gazetesinin inatçı tutkuları var!.. Medyada çoktandır unutulmuş, yitmiş gitmiş bir şiir tutarağının inadı gazetemizde iz sürüyor; her pazar Dağlarca’dan bir şiir birinci sayfadan sunulur; her ay ayın şiiri sanat ve kültür sayfalarında boy gösterir... Arif Damar bu ay hangi şiiri seçmiş?.. ? Dün gazetemizde yayımlanan “Ayın Şiiri”nin adı: “Irak’ta Bir Kadın Bulundu” Şiirden kimi dörtlükler: “Irak’ta eski bir kadın bulundu Çekip üstünü yırttı birileri Her canın anısıyım ben dedi Kadın, dünyanın ilk sevgilisi Çenesinde dövme var o kimse Sakınımsız, dalgın, tozlu ten Ben tanrıçayım, dedi birden Bende suç, her kim ölmüşse. ..................... Irak’ta ölüm ışır yalnızca Dijital, canlıyı çıplak gören Pilotun kamera gözünden Dolu parçalar yağdıkça O kadın ki yedi bin yaşında Alnındaki dövme tapınak dili Geceler, ah yaşsız sevgili Gelecek bir gün, onun ışıyışıyla” Şiirin şairi: Mahmut Temizyürek... ? Temizyürek’in şiiri bir “an”ın, bir dönemin, bir zamanın ötesindeki arayışın dizelerini kehribar bir tespihin taneleri gibi birbirine eklemiş; Barikat Arif herkesi canevinden vuran Irak savaşını koşukla özdeşleştiren bir seçim yapmış... Birden erik ağacının çiçekleriyle Temizyürek’in dizeleri birbirine karışıverdi; ama, yaşamla şiir birbirine karışsa bile hayatın karmaşası durmuyor ki, işte Cumhuriyet’in dünkü sayısından bir haber: “İntihar saldırısı” “Bağdat’ın güneyindeki Hille’de iki intihar bombacısı Kerbela’ya giden Şii hacıları hedef aldı. 115 Şii hacı yaşamını yitirdi. Yaklaşık 200 kişi yaralandı.” Amerikan işgali altındaki Irak’ta ikinci Kerbela vakası!.. İlk Kerbela ne zamandı?.. Yaklaşık 1300 yıl önce... Allah aşkına bu ne biçim Müslümanlık?.. Hıristiyan işgali altında, 1300 yıl önceki Kerbela’yı 21’inci yüzyılda yaşamak, İslamcılığın (İslamın değil) toplumu ve insanı ne derekeye düşürdüğünü göstermiyor mu?.. ? Dünya değişti... Sabahın erken saatinde uyanıp perdeyi çekince karşına çıkan yalnız çiçek açmış erik ağacı olmuyor; Cumhuriyet gazetesi, Ayın Şiiri, “Irak’ta Bulunan Kadın”ın alnındaki dövme, 1300 yıl önceki Kerbela ve bugün Amerikan işgali altındaki ikinci Kerbela pencereden içeri giriveriyorlar; dünya, zaman ve mekân boyutunda avucumuzun içine sığıveriyor... Şiir bir süreden beri toplumdan dışlandı; ama dünyanın ve insanlığın kurtuluşu için hepimiz şair duyarlılığına erişmek zorundayız. Öykülerle 12 Eylül... Tam zamanında çıkan bir kitap: “On İki Eylül Öyküleri” (Can Yayınları). Neydi 12 Eylül? Yasaklar, susturulan dernekler, odalar. Yok edilen işçi hakları. İç göç, işsizlik. Pıtrak gibi çoğaltılan imam okulları. Aydınlanma düşmanlığı. İrticacı kalkışmanın kanlı uygulamaları. İdamlar. Hapisler. Atatürk diyerek Atatürk düşmanlığı. Yüzlerce, binlerce yurttaşın çektiği acılar... Hürriyet Yaşar’ın bir araya getirdiği öykülerle, bir dönemin yaşatılması, o günden bugüne, yarınlara aktarılmış yaşamöyküleri... Başaran, İzgü, Gürsel, Aral, Özgentürk, Nesin, Şahin, Ceyhun, Hepçilingirler, Karabulut, Balkız, Kavukçu, Baydur, Duru... Zaman geçecek! İnsan belleği acıları unutmaya başlayacak. Kaçınılmaz bir yazgıdır unutmak! Ama bu öyküler, o unutmaları yok edecektir. Şiirler, öyküler, romanlar en kalıcı, en etkileyici güçtür. Anılardan, incelemelerden daha güçlüdür çünkü!.. Akıl, duygu, deneyim, bilginin bir karmaşasıdır. ??? Evet, tam zamanında çıktı bu kitap!.. 12 Eylül olayının başsorumlusunun oturduğu köşkten başkaldırırcasına ortaya atılmasıyla... Kenan Evren anılarını da yazmış, işini bitirmişti. Unutulmak aşamasındaydı. Sessizce kendini sildirmek, ölümü beklemek dönemindeydi. Ama birden günün adamı oluverdi. Yirmi beş yıl önceki Evren’le 2007 yılındaki Evren karşı karşıya! Dünya tarihinde bu denli çelişiklik görülmüş müdür? Şilili Pinochet bile “Benim yaptıklarım iyidir” diye ortaya çıkmadı, kendinden sonra gelenlere yol göstermeye kalkmadı. Ama bizim Evrenimiz 12 Eylül’de yüklendiği bir görevi bu görevi kim vermişse yine onun çizgisinde yürüyerek sürdürmekte!.. “Ben düşüncemi belirttim” diyor. Bu kaçıncı düşünce? Bir zamanlar görüşünü, isteğini, özlemini belirtmeye kalkışanları bir düşünse ya! Nice emekçi, gazeteci, yazar, sanatçı, bilimci, memur, işçi, genç, yaşlı, kadın, erkek kimi düşüncesinden, kimi davranışından, kimi hiçbir şey yapmadan acılardan acılara, hapislerden hapislere, işkencelerden işkencelere geçtiğinde siz neredeydiniz? O günlerde düşünceniz neydi, var mıydı, yoksa içgüdüsel bir güdüm altında mıydınız ya da dıştan gelen rüzgârlara boyun mu eğmekteydiniz? ??? Hürriyet Yaşar “On İki Eylül Öyküleri”ni iyi ki zamanında çıkardı. Bunlar okunup geçilecek şeyler değil; sanatın, edebiyatın ağırlığını, etkisini yıllar yıllar ötesine taşıyan öyküler... Kenan Evren’in de okuması dileğiyle! Yarınlara seslenecek tanıklıklar... Muzaffer İlhan ERDOST 4 Aralık 1990 günü, Cumhuriyet’te “Anadil Yasağı Üzerine” başlıklı yazım yayımlanmıştı. Sanırım, anadil olarak Kürtçeyi yasaklayan yasayla ilgili ilk yazıydı bu. Kürtçeyi “anadil” olarak yasaklayan yasa, “Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun” başlığı altında, 12 Eylül generallerinin oluşturduğu Danışma Meclisi’nce çıkarılmıştı. Yasanın komisyonda görüşülmesine, Evren özellikle katılmış, yasa, onun katkı ve buyruklarıyla metinleştirilmişti. Bu yasaya göre, “Türk vatandaşlarının anadili Türkçe”ydi ve “Türkçeden başka dillerin anadil olarak kullanılmasına ve yayılmasına yönelik her türlü faaliyette bulunmak yasak”tı. Yasa tasarısı Danışma Meclisi’nde görüşülürken Komisyon Başkanı, 1982 Anayasası’nda yer alan “Türkiye devleti”nin “dili Türkçedir” sözlerinden, “Halkımızın konuştuğu anadilin Türkçe olduğu”nun “anayasada açık ve kesin bir şekilde ifade edildiği”ni savlamış, Kürtçeyi yasaklayan yasa, anayasal dayanağını bu yorumdan almıştı. dili”nin “Türkçe” olduğunu önkoşul olarak koyan Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun ile, “Türk devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dil ile düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması” yasaklanırken aslında (Irak’ta ikinci devlet dili olan) Kürtçe, birinci devlet dili olmadığı için (dolaylı bir biçimde) yasaklanmış bulunuyordu. Lozan Antlaşması’na aykırı Ayrıca bu yasa, özünde, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuksal varlığının temelini oluşturan Lozan Antlaşması’nın, “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarından” ayrı olarak “herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel ve gerek ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği gibi konuşmasına hiçbir kısıtlama konulamayacağı” koşulunu içeren 39’uncu maddesine de aykırıydı. Türkçeden Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun, Terörle Mücadele Kanunu’nun geçici maddesiyle 12 Nisan 1991’de yürürlükten kaldırılacak; Türkçeden başka anadillerde “düşüncelerin açıklanmasını ve yayılmasını”, “yayın yapılmasını” yasaklayan anayasanın 26. ve 28’inci maddeleri ise 3 Ekim 2001’de anadille ilgili yasaklamalardan arındırılarak değiştirilecek; anayasanın 42’nci maddesi dışında, 12 Eylül yönetimi tarafından anayasaya ve yasalara konan yasak dil ve yasayla yasaklanan dil kavramları aşılmış olacaktı. Ama, gerek anayasada ve gerek yasada Kürtçenin yasaklanmış olması, Türkiye’de Kürt etnik ayrımcılığını tetiklemiş, Türk ve Kürt geleneksel kardeşliği bir daha onarılamayacak ölçüde yara almış, hatta tek bir ulusun ayrılmaz iki öğesi, denebilirse birbiriyle kanlı bıçaklı hasım durumuna getirilmişti. Sanıyorum 1989’da, Diyarbakır İHD şubesinin ilk kez düzenlediği panelde, konuşma sırası bana geldiği zaman, (7 Kasım 1980’de) dövülerek öldürülen kardeşimi bıraktığım Mamak Askeri Cezaevi’nden geldiğimi anımsatmış, “İnsan Hakları Derneği Cezaevleri Raporu”nu hazırlarken, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde, Kürtlere demokratik hakların verilmesini savundukları için gözaltına alınan ve tutuklananlara, yalnızca demokrat, ilerici ve devrimci oldukları için değil, özellikle Kürt oldukları için daha fazla ve daha ağır işkence yapılmış olduğunu saptadığımı söylemiştim. Sözlerim değil, konuşmada geçen ve toplantıda ilk kez dillendirilen “Kürt” sözcüğü coşkulu bir alkışla karşılanmıştı. Çünkü yöre halkı Kürt olduğu için o denli bunaltılmış, sokakta, işinde, eğlencesinde Kürtçe Evren: Vatan hainlerinin iftirası Yasa 13 Ekim 1983 günü kabul edilmişti, ertesi gün Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan oğlunu görmeye gelen ana, “anadili” olan Türkçeyi bilmediği için görüşe alınmayacak, cezaevinin içi kendilerini yakanlarla, dışı yakılanlarla büyüyecek bir savaşıma ortam oluşturacaktı. Sokakta Kürtçe konuşan, soluğu karakolda alacak; düğünde Kürtçe şarkı söyleyen cezaevini boylayacak; “Ben Kürt’üm” diyen politikacı Yüce Divan’da yargılanacak; tek bir “Kürt” sözcüğü, yazarın yargılanması için yeterli neden olacaktı. Herkes, hepimiz bir şaşkınlığı yaşıyor, Kürtçeyi yasaklayan yasanın bilgisine ve bilincine varana değin, bunları, kolluk güçlerinin “kişisel” ve “keyfi” uygulamaları olarak algılıyorduk. Derin araştırma laboratuvarlarından, cezaevi kafes ve hücrelerinden yükselen çığlıklar taş duvarlar arasında boğulurken Evren’in işkenceyi vatan hainlerinin iftirası olarak niteleyen gür sesi, hemen her evde çınlayarak yankılanıyordu. Kürtçeyi anadil olarak yasaklayan, “Türk vatandaşlarının anadili Türkçedir” gibi bilim dışı ve mantık dışı bir anlayışla hazırlanan bu yasanın kaynağı ise 12 Eylül askeri yönetiminin dipçik tehdidiyle halka onaylattığı 1982 Anayasası’ydı. Bu anayasada, Türkçeden başka dillerde “düşüncelerin açıklanması” ve “yayılması” (madde: 26), “yayın yapılması” (madde: 20), “öğretim ve eğitim kurumlarında okutulması ve öğretilmesi” (madde: 42) yasaklanıyordu. Anayasanın 26. ve 28. maddeleri doğrultusunda düzenlenecek olan ve “Türk vatandaşlarının ana konuştuğu için o denli ezilmişti ki, Galula’nın önerilerine koşut, yerel halk kolluk güçlerine düşman olarak bakmaya başlamış, “şoven milliyetçilik” olarak kendini açığa vuran ABD patentli, NATO güdümlü ve CIA markalı faşizme duyulan kin, ulusa ve ulusal güçlere yönelen düşmanlığa dönüşmüş ve bu düşmanlık dışardan bilinçli olarak güçlendirilmiş ve derinleştirilmişti. O kadar ki, merkezi New York’ta bulunan Helsinki İzleme Komitesi’nin raporunda (Şubat 1988) “Kürdistan’ın işgal altında olduğu”, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Kürtlerin isyan halinde bulunduğu, Türk hükümetinin, sivillere savaş hukukuyla ilgili 1949 Cenevre Sözleşmesi uyarınca muamele etmesi gerektiği” ileri sürülmüştü. Bir başka deyişle, Türk hükümetinden PKK’nin savaşan taraf olarak kabul edilmesi isteniyordu. Çünkü, işgal altında olanların işgal edenlere karşı verdikleri savaş, Birleşmiş Milletler Statüsü’ne göre “ulusal kurtuluş savaşı” sayılıyor ve bu savaşı veren örgütlerin silahlı eylemleri “terör” sayılmıyor. PKK, bayrağından orakçekici attıktan sonra, Öcalan’ın, ABD Dışişleri Bakanlığı’nda uzun yıllar görev yapmış olan emekli diplomat David Adolph Korn’a yazdığı mektupta, “ABD çıkarlarına hiçbir zaman saldırmadıklarını”, kendilerinin “insan haklarını savunan, demokrasi mücadelesi veren hareket olduklarının bilinmesini” istemesinin (Cumhuriyet, 10 Ağustos 1995) nedeni de aynıydı. Yani, PKK’nin uluslararası hukuka göre savaşan taraf olarak kabul edilmesi ve Birleşmiş Milletler’e “gözlemci” olarak alınması isteniyordu. Cumhurbaşkanı olarak Kenan Evren’in Amerika’ya yapacağı ziyaret öncesinde, New York’ta, “The Kurdish Program, Cultural Survival” adlı kuruluşun yayımladığı raporda, Türkiye dahil Ortadoğu ülkelerinde Kürtler ezilmiş bir azınlık olarak tanıtılıyor ve bütün Kürtlerin bir arada bağımsız bir devlet olarak yaşamaları gerektiği görüşü dile getiriliyordu. CIA analistlerinden Graham Fuller’in Kürt örgütleri içersinde PKK’nin tek panKürdist vizyona sahip örgüt olduğu söyleminin arkasındaki anlam bugün daha net görülebiliyor. Nasıl ki panKürdist vizyon, Irak, Türkiye, İran ve Suriye Kürtlerinin birliğini öngörüyorsa, aynı zamanda bu ülkelerin bölünmesini de, bu vizyona sahip PKK eliyle, ABD’nin gerçekleştirmekte kararlı olduğu da ifade edilmiş oluyordu. Dolayısıyla, bugün Irak’ta oluşturulacak bir Kürt devletinin, bu devleti kucaklayacak aşiretlerle sınırlı kalmaya yargılı olduğu, daha sonra PKK gibi aşiretler üstü panKürdist vizyona sahip örgütlerin devreye sokulacağı o denli açıktı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Türkiye’nin yeni jeopolitiğini belirlemeye koyulan CIA analistleri, özellikle Paul Henze, Türkiye’de ulus devletin eskidiğini, din, mezhep ya da etnik kökenlere göre, olmazsa bölgesel olarak federal bir yapılanmaya geçilmesi gerektiğini, 1993’te yayımlanan “Türkiye’nin Yeni Jeopolitiği”nde dillendirmişlerdi. PanKürdist vizyon, etnik, dinsel, mezhepsel ya da bölgesel federal yapılanmanın “anahtar”ı olarak bugün gündeme daha açık biçimde oturtulmuş bulunuyor. Atatürk ve Türk Kadını İ. Gürşen KAFKAS Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle Atatürk’ün Türk kadınına kişilik hakları, çağdaşlaşma, sosyalleşme, ekonomik, kültürel, eğitim ve siyasal alanlardaki yenileşmeci unutulmaz atılımları anımsanıyor. O, Kurutuluş Savaşı’nda yardım ve desteğini gördüğü Türk kadınını hiç unutmamıştı. Atatürk, “kadın ve kadınlığın” her şeyden önce bir nitelik olduğunun bilincindeydi. Türk kadını asırlardır sömürülmüş, her alandaki haklardan yoksun bırakılmıştı. Gerçekleştirdiği reformlardaki amacı, Türk ulusunu dünyada hak ettiği çağdaş konuma yükseltmekti. 1926’da kabul edilen “Medeni Kanun”la kadın haklarına da genişçe yer veriliyordu. Cumhuriyetle birlikte Türk Kadını; “Türk / Küdın / Atatürk / Değişim” adlı dört anahtar sözcükle ta 8 nımlanabilir. Hızla değişen ve evrimleşen çağdaş toplumlarda kadınlar eşitlikçi ve özgür yerlerini almışlardır. Ülkemizde ise kadın hakları, güncel tartışma konusundaki yerinde sayıyor. Bugün de kadınlarımızın toplum içinde ikinci sınıf vatandaş statüsünde olmalarında ısrarlı olanlar vardır. Tarihsel süreçte Türk kadını; “İslamiyetten önce; İslamiyet ve sonrası; Cumhuriyet ve Atatürk”olmak üzere üç temel başlıkla ele alınabilir. İslamiyetten önce göçebe bir yaşam tarzı olan Türklerde kadınlar, kişilik ve geleneksel kültürleriyle canlı ve hareketliydiler. Kadın, kahramanlık ve savaş gücü olan bir varlıktı. Kadınlara değer veriliyor, saygı duyuluyordu. İlk Türklerde önceleri totemcilik, sonraları Şamanizm dinleri etkindi. Şamanizmde; “tanrı / tanrıça” ege mendi. En çok anatanrıçaya inanılıyordu. Dünyayı yaratma fikrinin “Ak Ana”dan geldiği düşünülüyordu. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig adlı eserinde kadından “nadir varlık” diye söz eder. İslamiyetten önce “cahiliye dönemi / kapkara dönem” kadının yazgısıydı. Doğan kız çocukları ve anneleri öldürülüyor, mirastan yoksun bırakılıyorlardı. Kadın hakları, erkeğin çok gerisindeydi. İslamiyetle birlikte, kızların öldürülmesi, evlenme ve boşanmada birtakım düzenlemelere gidildiyse de yeterli değildi. Osmanlılarda “harem hayatı”nın Bizans geleneğinden geldiği bilinir. Harem, evcil kölelikti. Tarikat, cemiyet ve medreselerde kadın haklarını yok sayıyordu. Tanzimat döneminde kadın haklarında yeni düzenleme ve yenileşmeler gö rüldü. Düşüncede, siyasal ve toplumsal alanlarda değişimler fark ediliyordu. Cumhuriyet döneminde Kadın Hakları, Atatürk devrimleriyle yenileşme ve gelişme gösterdi. Kadınların toplumsal durumlarında özgürce değişimler başladı. Cumhuriyet dönemi reformlarında, kadınların kamusal alanda yeri belirlendi. 1926’da dinsel kanun olan Şeriye’den Medeni Kanun’a geçildi. Medeni Kanun’la, kadın, erkek eşitliğinden söz edilir oldu. Kadınlara seçme/seçilme, eğitim, meslek seçimi, kamu görevi, boşanma ve miras hakkı tanındı. Tevhidi Tedrisat (Eğitimde Birlik) Yasası ile giyimkuşam / şapka ve sosyal alanlardaki yenileşmeci devrimlerle kadın hakları önde tutuldu. Cumhuriyetle birlikte kadın toplumsal yaşantıda yerini aldı. Kentleşme ve sanayileşme sürecinde değişimlerde hak ettiği konuma 2006/189 Davacı Karayolları Genel Müdürlüğü’nü izafeten, Karayolları 10. Bölge Müdürlüğü vekili Av. Birgül Akengin tarafından davalılar aleyhine Mahkememizde açılan Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve İlgili İdare Adına Tescil davasının yapılan açık yargılaması sırasında verilen ara kararı gereğince: Giresun İli, Görele İlçesi, Çavuşlu Beldesi, Şahali Mahallesinde kain, ada 241, parsel 13 sayılı arsa vasıflı 2625,72 m2 yüzölçümlü taşınmazın 37,03 m2’lik kısmının kamulaştırılacağı, taşınmaz malikinin Abdulhelim oğlu Mehmet Salih Firidin olduğu, kamulaştırmayı yapacak idarenin Karayolları Genel Müdürlüğü olduğu, Kamulaştırma Kanunu’nun 14. maddesi gereğince tebliğ tarihinden (kendilerine davetiye ile tebliğ edilemeyenlere Mahkemece yapılacak ilan tarihinden) itibaren 30 gün içinde kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı adli yargıda düzeltme davası açabileceği, açılacak davalarda husumetin Karayolları Genel Müdürlüğü’ne yöneltilebileceği, öngörülen 30 günlük süre içerisinde kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal davası açanların dava açtıklarını ve yürütmenin durdurulması kararı aldıklarını, Görele Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/189 esas sayılı dosyasına belgelendirmedikleri takdirde, kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve Mahkememizce tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan İdare adına tescil edileceği, Mahkememizce tespit edilecek kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına Görele Ziraat Bankası Şubesine bloke edileceği hususu ilan olunur. (Basın: 51360) TC GÖRELE ASLİYE HUKUK HAKİMLİĞİ’NDEN DOSYA NO: 2007/59 ESAS Eğirdir ilçesi Beydere köyü Yakatarla mevkii 681 parsel sayılı 1067,13 M2 yüzölçümünde tarla vasfında davalı BAHATTİN EMEK adına kayıtlı taşınmaz (288,56 M2 lik kısmının irtifak hakkı) ile ilgili olarak TÜRKİYE ELEKTRİK DAĞITIM A.Ş. GENEL MÜDÜRLÜĞÜ tarafından yapılan kamulaştırma işlemine karşı bu ilanın yayını tarihinden itibaren ilgililerin 30 gün içerisinde idari yargıda iptal davası açtığını ve yürütmenin durdurulması kararı aldığını mahkememizde belgelemedikleri taktirde kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli kamulaştırmayı yapan Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. Genel Müdürlüğü adına tescil olunacağı ilan olunur. Basın: 6131 T.C. EĞİRDİR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN KAMULAŞTIRMA İLANI getirildi. Yasal düzenlemeler oldu, ancak uygulama farklıydı. Bugün TBMM’de ancak 18 milletvekiliyle temsil ediliyor. Atatürk bir nutkunda, “Türk kadını bugün özgür olmalıdır. Eğitilmeli, okullar kurmalı, erkeklerle eşit konumda olmalıdırlar” diyordu. Kadınlarımız, Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında devrimlerinin uygulanmasında cesur ve atak olmuşlardır. İlke ve devrimlerle Türk kadınına siyasal, sosyal, hukuksal, eğitimsel ve kültürel alanda üstün değerde haklar ve görevler verilmiştir. Atatürk, Türk kadınının her şeyden önce nitelikli özelliğinin bilincindeydi. Bugün, kadınlarımızın toplumsal statüsünde, bedensel ve ruhsal yapısında, giyim kuşam ve düşüncede görülen farklılıklar üzücü ve şaşırtıcıdır. Siyasal egemenlik dini alet etmekte, çıkara uygun kullanmakta, kadın haklarında geriye dönüşe yönelinmektedir. Atatürk Türk kadınına her alandaki haklarını altın tepside sunmuştu. Bilinen nedenlerle tepsiyi kararttık, anlaşılmazlarla boyadık. “Ak anamızı” ikinci sınıf vatandaşlığa ittik. Atatürk bugün yaşıyor olsaydı, inanmaz ve şaşırırdı. Dünya kadını, dünya barışının korunması, eşit hak, daha iyi gelir, meslek edinme ve oy hakkı için 19. yüzyılda baş kaldırmış; “Ekmek ve Barış” için grevlere gitmişler, bütünleşerek haklarını almayı bilmişlerdi. 21. yüzyılda biz, kadınlarımız üzerinde egemenlik ve baskı kurmanın uğraşındayız. Yüzyıllar geçse de değişim ve gelişmede farklılığımız ve geri kalışımız ortada. Türk kadınına her alanda tanıdığı haklar nedeniyle Atamızı saygıyla anıyorum. BRT BİRLEŞİK REHBERLER TURİZM MART 2007 Kültür Gezileri Programı www.kulturgezileri.com Yitik Zamanın İzinde İstanbul; 18 Mart : Fener Balat 25 Mart : Beyoğlu 1011 Mart: Bitinya; Roma’dan Osmanlı’ya Apollonia, Bursa, Cumalıkızık, Mudanya, Trilye.... 1718 Mart: Kyzikos’tan Daskilion’a Kyzikos (Erdek), Narlı, Daskilion, Gönen, Priapos (Karabiga), Parion (Kemer)..... 2325 Mart: Harun’un Hazinelerinden, Osmanlı’nın Hazinelerine Akhisar, Manisa, Sart, Gölcük, Tire, Birgi, Ödemiş..... 25 Mart: İznik Konsüllere ev sahipliği yapmış doğanın cömert davrandığı eşsiz Nicea (İznik) BRT Turizm Tel: (212) 252 65 78 (Pbx) Fax: (212) 293 98 44 EMail: bilgi@kulturgezileri.com CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle