25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 MART 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yargı Bağımsızlığına Darbe Siyasal iktidar, demokrasinin onsuz olmaz kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı biçimde, kendisine bağımlı bir yargı istemektedir. Bağımlılık, yargıyı kaçınılmaz olarak siyasallaştırır. Siyasallaşma, devletin temeli olan adaletin çökmesi demektir. Yargı, yetkisini Türk milleti adına kullanmaktadır. Bugüne değin sessiz kalan yargı organlarının, yürekten kutlayıp desteklediğimiz Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun seçilmiş üyelerinin onurlu direnmelerinin yanında yer almaları, milletimizin de adalet ve yargı bağımsızlığına sahip çıkması açıklanan kötü niyetleri, zihniyeti etkisiz kılmaya yeterlidir. HSYK’nin başkanı olan Adalet Bakanı seçimleri gündeme almadı ve yasaların açık hükmüne uymadı. Öncelikle, vurgulanmalıdır ki bağımsız olduğu gerek anayasada ve gerekse özel yasasında belirtilen HSYK, kendi gündemine egemen değildir. Gündemi siyasal iktidar temsilcisinin elinde olan bir kurulun bağımsız olduğu nasıl ileri sürülebilir? Bu saptama, aynı zamanda HSYK’de siyasal iktidarı temsil eden 2’nin, yüksek yargının seçilmiş 5’inden daha etkili olduğunun açık kanıtıdır. Olayın gelişme sürecinde, bakanın katılmadığı 13.3.2007 günlü toplantıda, yerine yedek üyenin katılımıyla toplanan yüksek kurul, gündem belirleme yetkisini elde eden başkanvekilinin önerisini müsteşarın karşıoyuyla kabul ederek 20 Mart 2007 günü üye seçimlerinin yapılmasını kararlaştırdı. (Bu karar kuşkusuz, karşıoy kullanan müsteşarı da bağlamaktadır). 19 Mart günü saat 17.00’de bakan, yüksek kurul üyelerine bir yazı göndererek “seçim için gündem belirlenmesinin yönetmeliğin vasfına ve ruhuna aykırılık teşkil ettiğini” ileri sürdü. Kendisi yurtdışında olmasına rağmen verdiği talimata uygun biçimde hareket eden müsteşar görevde olduğu halde toplantıya katılmadı ve kurul toplanamadı. Yüksek kurulun, seçimle göreve gelen 5 asıl ve 5 yedek olmak üzere 10 üyesi adına konuşan Başkanvekili Mahmut Acar, gerçeği yansıtan bir saptamayla, “Bu durum, sadece yargı bağımsızlığına karşı bir duruş, yüksek kurulun faaliyetlerini engelleme, yargıya müdahale niteliği arz etmektedir” açıklamasını yaptı. Sayın Acar’ın saptaması bütünüyle doğrudur. Yapılan, yargı bağımsızlığına yönelmiş kaba bir saldırıdır. Bakanından aldığı talimatla ve azmettirmesiyle bir müsteşarın anayasal görevini bilerek ve isteyerek yerine getirmemesidir. Eylemi, savsaklamanın ötesinde kurulu çalıştırmamak ve üye seçimini önlemek kastına yöneldiğinden, görevi kötüye kullanmaktır. Şu anda Yargıtay’da 23, Danıştay’da 6 üyelik boş bulunmaktadır. Her iki yargı organının iş yükü gözetildiğinde, bu boşlukların davaların sonuçlanmasını önleyici bir etken olduğu açıktır. Dava taraflarının, ortaya çıkan ve giderek artacak olan uzamalardan zarar göreceği kuşkusuzdur. Ceza davalarını bekleyen zamanaşımı tehlikesi ayrı bir endişe konusudur. O halde, siyasal iktidarın suç işleme pahasına, yargı bağımsızlığına karşı durarak, yargıya müdahale etmekteki pervasızlığının nedenini araştırmak gerekir. Danıştay üyeliklerine seçim yapılamamasına, sözde de olsa herhangi bir gerekçe gösterilmemiştir. Yargıtay üyelikleri için göstermelik gerekçe, TBMM gündeminde olan “Yargıtay Yasasında Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı’dır”. 01.6.2007’de faaliyete geçmesi kararlaştırılan bölge adliye mahkemelerine, görevlerinin yüzde yetmiş beşini devredecek olan Yargıtay’ın üye sayısı, bu tasarıyla 150’ye indirilmekle, yeni üye seçimine gerek görülmemektedir. Üniter yapımıza uygunluğu tartışmalı, bölgelere göre hukuk uygulamasını beraberinde taşıyan, davaların daha da uzamasına ve masraflı olmasına yol açabilecek, Adalet Bakanlığı’nın denetimi altında bu denetim organının; önemli temel yasaların, hazırlıksız, yeterli tartışması yapılmadan peşi sıra yürürl0areketle, Yargıtay üyelerini 150’ye indirme çabaları, öncelikle bireylere ve yargıya büyük zarar verecektir. Yargıtay’ın büyük dosya birikimi ve elindeki dosyaları, (bölge adliye mahkemeleri hangi tarihte kurulursa kurulsun), sonuçlandırmak zorunluluğu vardır. Bu nedenle, boşalan üyelik seçimlerinin bir an önce yapılması gereklidir. Gerçekte, bu durum siyasal iktidar temsilcileri tarafından da bilinmektedir. Amaçlanan kadrolaşma sonucunun alınamayacağı kuşku ve korkusu, seçimin önlenmesi darbesini yaratmıştır. Yüksek kurulun seçilmiş üyeleri, yargı bağımsızlığını koruma sorumluluğu altında, kararlı tutumlarını sürdüreceklerini, 22 Mart 2007 tarihinde aynı gündemle toplanacaklarını ve gelmemesi halinde müsteşar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıklamışlardır. Suç duyurusunun disiplin ve cezai sonuçları nelerdir? ? Arkası Sa. 8, Sü. 2’de PENCERE Ya Şu Çılgın Türkler Yeniden Çıldırırlarsa?.. Leyla Zana Bacımızın ağzından bal akıyor, yine ne güzel konuşmuş... “ Kürtlerin üç lideri vardır...” Eeee sonra?.. Kimmiş bunlar?.. Bacımız sayıyor: “ Biri Irak Cumhurbaşkanı Talabani’dir; diğeri Kürdistan Federe Bölge Başkanı Barzani’dir; üçüncüsü ise Başkan Öcalan’dır.” Aferin!.. Oysa biz Leyla Zana Bacımızın daha akıllı, dengeli ve gerçekçi olduğunu sanıyorduk... ? Peki, bu konuşmanın anlamı ne?.. Yine biz saf Türkler, kendi kendimizi inandırmaya çalışıyorduk; Ulus devlet artık bitti, tarihe karıştı... Sen şimdi Leyla Zana’ya bak!.. Bacımız “ulus devlet” peşinde!.. Ama belli ki bu Türk ulus devleti değil, Kürt ulus devleti... Liderlerini de saymış: Öcalan.. Talabani.. Barzani.. Haydi hayırlısı!.. Biz Türkler safçasına ne düşünüyorduk? Türkiye AB’ye girerse, Anadolu’da yaşayan Kürt kardeşlerimizin de sorunları çözülür... ? Çok partili rejime açıldığımız yıllarda umuyorduk ki özgürlük rejiminde halkımız mutluluğa kavuşacaktır... Emekçiler.. Köylüler.. İşçiler.. Esnaf.. Vakti evvelde bizim solcu takımı, alınteri edebiyatı yaparken mangalda kül bırakmazdı... Burjuva.. Proletarya.. Komprador burjuvazi.. Ulusal gelir paylaşımı.. Sömürü kahrolsun!.. Canım, demokrasi ulusal gelirin paylaşımı tartışmasından başka neydi ki?.. Alınterinin hakkını savunan solculara selam!.. Sosyal devlet, sosyal adalet, sosyalizm, sınıfsal demokrasi... Tümü de birdenbire nisyan kuyusuna gömüldüler... Bugünkü çok partili rejimde en çok konuşulan ve yinelenen sözcükler ne?.. Rumlar.. Ermeniler.. Kürtler.. Çok partili rejimde demokrasi tartışması bu üç sözcüğün üçgenine teyellendi... Rumlar ile Ermeniler hele Ermeni soykırımı savıyla Kıbrıs’taki Rum davası gündemin başlıca maddeleri... Kürtlerin etnik hakları da geldi dayandı Kürt devleti edebiyatına... Peki, Türk nerede?.. Dinci devlet politikasıyla ılımlı İslam devleti siyaseti Türk’ü mürkü silip süpürdü... ? Peki, ne olacak?.. Turgut Özakman’ın satış rekorları kıran kitabının adı: “Şu Çılgın Türkler!..” Özakman vaktiyle Türklerin nasıl heyheylenip çıldırdığını anlatıyor; ama, bugün de sanki “tarih tekerrür ediyor”; Avrupa ve Amerika’daki dostlarımız da ellerini kollarını sıvamışlar Türkleri çıldırtmak için her şeyi yapıyorlar... Aptala malum olur.. Haber vereyim: Gidişata bakılırsa Türkler yine çıldıracaklar... Bilelim ki bu işleri durmadan körükleyenler sonradan pişman olurlarsa, bizim sorumluluğumuz yoktur... Yeşil Düşmanlığı YA DA para düşkünlüğü. Dinsel nedenlerle yeşili sevdiklerini sanıyorduk. Belediyelerine egemen oldukları kentlerin otobüslerinden bina içlerine kadar çok yeri yeşile boyadıkları da biliniyor. Gelgelelim, kullanılmadan kalmış bir boş arsa, işi bitmiş garajdan veya yıkılması gerekli görülmüş binadan boşalmış bir düzlük gördüler mi, hemen satılığa çıkarmadan duramıyorlar. Üstelik, sıkışık ve bitişik yapılardan, daracık sokaklardan oluşan, meydansız, parksız kentlerde. Ayrıca, çağdaşlık iddiasındalar; “Avrupa ya da Dünya Kenti” olma peşindedirler. öyle bir kentte şu ya da bu nedenle bir boş arsa ortaya çıkmışsa, ille ihaleye gitmek ve oraya sipsivri bina diksinler diye milyonlarca dolarlık bedeller karşılığında para babası Araplara mı vermek gerekir? Kenti ferahlatacak, nefes almasını sağlayacak bir park oluşturulamaz mıydı? Manhattan ki, New York’un en sıkışık, yüksek binalarla dolu ve metrekaresi bilmem kaç dolarlık merkezidir, orada bile bazı caddelerin bir köşesinde, daracık, uzaktan görülmeyen, ama birdenbire önünüze çıkan küçük parklara rastlarsınız; gözünüzü dinlendiren ağaçlarıyla, oturup nefes alabileceğiniz sıraları ve havuz kenarlarıyla. Londra’nın ve Paris’in şık semtlerindeki arsalar çok az mı değerlidir ki, oralara serpiştirilmiş küçük parkları korumaktan ve bulunabilen her köşeyi yeşillendirmekten vazgeçilmemiştir? Unutmayın ki, bütün bunlar Central Park, Hyde Park, Boulogne Ormanı gibi uçsuz bucaksız gezinti alanları olan kentlerin belediyecilik yaklaşımlarıdır. eymiş, İstanbul’daki büyük arsa satışlarıyla elde edilen paralar kent halkına daha elverişli ulaşım olanakları sağlamak için kullanılacakmış. Kimse, son yirmiotuz yılın düzenlemelerinden sonra Türkiye kentlerinin kaynak sıkıntısı çektiğini iddia edemez. Tam tersine, gereksiz şenliklere, plansız yatırımlara, yanlış projelere harcanabilecek o kadar çok para var ki, en israflı ve siyasal amaçlar için en çok para harcayan belediyelerin bile kaynakları tükenecek gibi değildir. Ama sorunun en acıklı yanı, söz konusu ihalelerden bir kısmının kent planları çiğnenerek, görülen davaların sonu beklenmeden ve hele bazı durumlarda yargı kararlarına aldırış edilmeden şaibeli biçimde açılmış olmasıdır. Şöyle bir durup düşünmek ve kendi kendimize sormak gerekir: Türkiye’ye, yani dünyanın en güzel, en çok tarih yüklü topraklarına yazık olmuyor mu? Yapılanlar, bizi utandırmasa bile, birkaç kuşak sonraki insanlarımızı utandırmayacak mıdır? Sabih KANADOĞLU Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı B K N mumtazsoysal@gmail.com amuoyunun, Sayın Adalet Bakanı’na ve müsteşarına bir teşekkürü olmalıdır. Hiçbir söz veya eylem, onların, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun toplanarak Yargıtay ve Danıştay’ın boş bulunan üyeliklerine seçim yapmasını engellemeleri kadar çarpıcı ve etkileyici olamazdı. Türkiye’de yargı bağımsızlığının düşürüldüğü durumu, bu kadar açık ve net bir biçimde kamuoyunun dikkatine sunamazdı. Anayasanın 159/1 maddesine göre “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar”. 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Yasası’nın 3. maddesi uyarınca da “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bağımsızdır.” Oysa, her iki yasanın izleyen fıkra ve maddeleri “bağımsızlık” ilkesini ortadan kaldıracak hükümlerle doludur. Anayasaya göre adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme yüksek kurulun görevindedir. Ancak, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası’na göre, adaylığa kabul, Adalet Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Anayasanın 140/6 maddesine göre, hâkimler ve savcılar, idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı’na bağlıdırlar. Yine anayasanın 144’üncü maddesi uyarınca hâkim ve savcıların denetimi, haklarındaki inceleme ve soruşturma Adalet Bakanlığı’nın izniyle adalet müfettişleri tarafından yapılır ve adalet müfettişleri, Adalet Bakanı tarafından göreve atanırlar ve yine onun iradesiyle başka bir göreve gönderilirler. Ve en önemlisi, tüm siyasi partilerin muhalefette dile getirdikleri ve ik tidar olduklarında umursamadıkları, Adalet Bakanı’nın, yüksek kurulun başkanı (2992 sayılı Adalet Bakanlığı Teşkilat Yasası uyarınca), onun emri altındaki müsteşarının ise kurulun doğal üyesi olmasıdır. Yargı bağımsızlığı yönünden sakıncalı görülen anayasanın 159/2 maddesinde yer alan bu hüküm, 2461 sayılı yasanın 10’uncu maddesiyle adeta pekiştirilmiştir. Maddeye göre Adalet Bakanı’nın yokluğunda, yüksek kurul, başkanvekilinin daveti üzerine toplanabilir. Ancak, müsteşar bulunmadığı zaman kendisine vekâlet etmekte olan kurula katılır. Müsteşar, görevde olduğu halde kurula katılmazsa, kurulun toplanma olanağı yoktur. İşte 20 Mart 2007 günü görevde olan müsteşar, kurula katılmamış ve kurul toplanamamıştır. Aynı durum 22 Mart 2007 tarihinde de tekrarlanmıştır. Müsteşarın katılmama nedeni araştırıldığında, ortaya çıkan gerçek, yargı bağımsızlığının ne kadar sözde kaldığının ve siyasal iktidar tarafından özümsenmediğinin ve önemsenmediğinin acı kanıtıdır. Adalet Bakanı yasalara uymadı 2797 sayılı Yargıtay Yasası’nın 29/3 maddesine göre, boşalan üyeliklerin sayısı 10’u, 2575 sayılı Danıştay Yasası’nın 9/34 maddesine göre ise 4’ü bulması halinde, her iki yüksek kurumun başkanları, durumu aynı zamanda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı olan Adalet Bakanlığı’na bildirirler. HSYK en geç iki ay içinde boşalan üyeliklere seçim yapmak zorundadır. Boşalmaların yeterli sayıya ulaşmasından itibaren bu iki yüksek mahkemenin başkanları, birçok kez gerekli başvuruları yapmalarına rağmen, CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle