10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR ÖNER YAĞCI Denizciliğimizde 212 Yıl Önceki Bir Anlaşma Uluslararası ilişkilerde küreselleşme edebiyatının geçerli olduğu günümüzde aklımızı başımıza toplamazsak, birlik olmazsak, bilinçli ve kararlı olmazsak bir elli yıl da bu yeni istek ve hatta saldırılarla uğraşmak zorunda kalacağımızı bilelim.. demokrasi, diplomasi ve politikanın o bilinen klasik ve yerleşik kavramlarının eriyip gittiği “yaptım oldu”larla ulusların ağır tecavüzlere uğradığı bir dünyada yaşıyoruz artık. taş ya da sokaktaki insanımızdan kaç kişi Kıbrıs konusunun daha ilerdeki yıllarda karşılaşacağımız daha ne türlü problemleri getirebileceğinin bilincindedir?.. Hırslı ve hınçlı komşumuzun bilinen o ünlü büyük düşünce ve hayali kapsamında karşımıza “kara suları 12 mil” dayatmasına da yandaş ve destekler bularak karşımıza çıkabileceğini düşünmek ne denli haksız ve dayanaksız olursa olsun hiç de zayıf olmayan bir olasılık değil mi? Daha açık olsun diye bu iddianın ve isteğin ne demeye geleceğini özetleyelim: Bir Türk gemisi, Trabzon ya da İstanbul’dan kalkıp Antalya’ya ya da Ege, Akdeniz kıyılarımızdaki bir limanımıza gitmek için komşudan izin almak zorunda kalacak; Ayvalık’ta, Bodrum’da ayağımızı denize sokamayacağız demek olacak bu senaryo. Yolda mı bulduk biz bu Cumhuriyeti, bunlarla uğraşmak için mi... Uluslararası ilişkilerde küreselleşme edebiyatının geçerli olduğu günümüzde aklımızı başımıza toplamazsak, birlik olmazsak, bilinçli ve kararlı olmazsak bir elli yıl da bu yeni istek ve hatta saldırılarla uğraşmak zorunda kalacağımızı bilelim.. demokrasi, diplomasi ve politikanın o bilinen klasik ve yerleşik kavramlarının eriyip gittiği “yaptım oldu”larla ulusların ağır tecavüzlere uğradığı bir dünyada yaşıyoruz artık. Bu şartların bilincinde bir dış politikamız olmalı. Başka çaremiz yok. Hiç kimseden ne bir fayda ne de dostluk bekleyecek durumumuz da yok. Çünkü dost düşman belli değil. Çünkü günümüzün moral değerleri ve kavramları artık çok değişik. Seksen sekiz yıl sonra yine bir 19 Mayıs gecesinin karanlığında bir gemi akıyor Boğaz’dan Karadeniz’e doğru. Hava öylesine ağır ve dumanlı, deniz öyle yoğun bir sisle kaplanmış ki, bu bulanık ve bin bir tehlike saklı sularda bu gemiyi nasıl aydınlık bir limana ulaştıracağız. Tek cevap. Ancak yeniden 19 Mayıs ruhu ile... * Treaty of Peace and Amity, Signed at Algiers, 5 Sept 1975 * Osmanlı Devleti temsilcisi Cezayir Dayı’sı * Dahili ve harici bedhahlar, iç ve dış düşmanlar, kötülük düşünenler. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Değerlerimize Saldırının Adını Koymak Bugün yaşadıklarımız, geçen yüzyıllarda emperyalistleşen Batı’nın Anadolu’yu ele geçirme tutkusunun sonuçlarındandır. 20. yüzyılın başlarındaki Dünya Savaşı’nın asıl olarak Anadolu’nun paylaşılmasını amaçladığını, bu hevesin Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşı’yla kursaklarda bırakıldığını, Türkiye’nin emperyalist paylaşımın planlarını bozan bir Cumhuriyet olarak doğduğunu unutmak Anadolu gerçekliğinden uzaklaşmaktır. Bu gerçekliğin, 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonraki “soğuk savaş” politikalarıyla ülkemizin başına bela olduğunu, sol ve aydınlık düşmanlığının amansızca sürdüğünü unutmaya hakkımız yok. Gündemdeki “BOP” ise, bu politikaların devamından başka şey değildir. Birileri çıkıp da değerlerimize saldırınca şaşırmayalım, kızmayalım. Onları ciddiye alalım ama asıl olarak niçin saldırdıklarını unutmayalım. Değerlerimize saldıranların başında Yeni Dünya Düzeni’nin sahipleri geliyor. Sonra bağnazlara geliyor sıra. Hani Nâzım Hikmet’in “Bursa’da havlucu Recebe” diye başlayan ve “Vatan ki bu insanların evidir / Sevgilim onlar vatana düşman” dediği, bağnazlar. Osmanlı fetvacılarından cellatlarına uzanan bu bağnazlıklar günümüzde kendilerinden gurur duyulan çetelerde örgütlenen maşalarla, camilerde örgütlenen din koruyucularıyla aydınlık düşmanlığına devam ediyorlar. Saldıranların bir kısmına ise eski dostlar denilebilir. Çeşitli adları var onların, “dönek” deniyor kimilerine. Değişmişlerdir ki ne biçim! Eski değerlerine hepten sırt çevirmişlerdir. Efendilerinin gözüne girmek, onları değiştiklerine iyice inandırmak için değerlerimize saldırıyorlar. İşbirlikçilik yapıyor kimileri. Emperyalizmin en bağnaz düzeni olan Yeni Dünya Düzeni’nin uşakları ve soytarılarıyla ılımlı İslamcılar kol kola; ne güzel ortaklık! Tarikatların ticaretle, mafyayla/çetelerle, devletle, düzenin efendileriyle iç içeliklerinin ardında ahlak ve faziletin olmadığı belli. Tarihi böyle yaşadık. Bugün Cumhuriyetimize karşı emperyalizmin yaşamımızın siyasal, ekonomik, askeri, kültürel kısacası her alanındaki dayatmalarıyla sürdürdüğü saldırıların birdenbire başladığını düşünmek, bunların bir tekini bile hafife almak dünü unutmaktır. Yaşamı doğru kavramanın önündeki en büyük engeldir. Emperyalizmin tuzağına düşmektir. Cumhuriyet gazetesine yönelik dinci basındaki saldırılara eklemlenen Radikal gazetesindeki Orhan Pamuk’un yönetimindeki saldırının da, İlhan Selçuk’a, Nesin Vakfı’na karşı saldırıların da simgeleşen değerlerimizi sarsma amacını taşıdığını söylemek hiç de haksızlık yapmak olmayacaktır. Tüm bu politikalara karşı, “vatan”ı “ev”i kabul edenlerin sürdürdüğü özgürlük savaşımıyla oluşan değerlerimizle direnmenin kıvancını yaşıyoruz ve bugün değerlerimize saldırı yoğun olarak sürüyor. Zorbalığa karşı çıkmak demek olan özgürlük ise egemenlerin, bağnazların, işbirlikçilerin, döneklerin saldırılarını göğüsleyerek, engellerini aşarak büyüyor ve bunlara duyduğu öfkeyle güçleniyor. Tarih devam ederken değerlerimizi yok etmeye çalışanlar öyle çok ki. Ama tarihimiz değerlerimizi sahiplenerek devam etmeli, edecek. Cinayeti Gölgelemeyin Gazeteci Hrant Dink cinayeti karanlık bir tünele çekilmeye çalışılıyor. Cinayetin üzerinden 3 hafta gibi bir süre geçti. Bu süreç içerisinde yaşanılan bilgi kirliliği, soruşturmayı kilitlemeye yönelik bir girişim olarak algılanabilir. Ne yazık ki, bu tür cinayetler ve suikastlardan sonra emniyet birimlerinden ya da başka yerlerden sızan bilgiler, medya aracılığıyla halkın kafasını karıştırmaktan öteye gitmiyor. Hrant Dink cinayetinin ardından da medya yeni bilgi ve belgelere ulaşmışçasına kendi manşetlerini oluşturdu. Bu manşetler çok satışlı gazeteler arasındaki rekabete de yansıyınca “senin haberin yanlış, benimkisi doğru...” yanılsamasına yol açtı. Haberleri oluşturup aktarırken sorumluluktan ve basın meslek ilkelerinden uzaklaşma noktasına gelinmemeli... Zaten, yapılan araştırmalarda güvenilirliği bakımından politikacılarla aynı sıralamada yer alan medyanın Hrant Dink cinayetinde ciddi bir sınav verdiği ortada. ??? Cinayetin hemen ardından, güvenlik kameralarındaki görüntüler incelenerek olayın faili olarak Ogün Samast adlı 17 yaşındaki tetikçi Samsun’da ele geçirildi. Samast’ın yakalanmasıyla birlikte kafaları karıştırmaya yönelik açıklamalar da peş peşe geldi. Cumhuriyet ilk günden bu yana sağlıklı bilgileri okurlarıyla paylaştı. Samast’ın İstanbul’da yalnız olmadığı, kendisine yardım edenlerin bulunduğunu ilk yazan gazetemiz oldu. Dikkat edilecek bir başka nokta ise Ogün Samast’ın yakalandıktan sonra çekilen fotoğrafının ilk kez Star gazetesinde yayımlanmasıydı. Daha sonra video görüntüleri de TGRT kanalında yayımlandı. Bilindiği gibi Star gazetesi, Başbakan’a yakınlığıyla bilinen Albayrak’ların yönetiminde. TGRT ise ABD medya imparatoru Murdoch tarafından bir süre önce satın alınmıştı. Üstelik bilgi kirliliği, bu görüntülerin çekildiği yerle ilgili yapılan yanıltmada bir kez daha ortaya çıktı. Görüntüleri yayımlayan TGRT, “jandarma karakolu” olarak adres gösterirken Jandarma Komutanlığı’nın yaptığı açıklamayla görüntünün Samsun Emniyeti’nde çekildiği doğrulandı. Dikkat edileceği gibi, medya, emniyet ya da başkaları çelişkili bilgileri aktarırken cinayet üzerindeki sis perdesini daha da yoğunlaştırıyor. Tüm bu gelişmeler sürerken Başbakan Erdoğan’ın “derin devlet”i gündeme getirmesi düşündürücüdür. Başbakan’ın, elindeki tüm olanakları kullanarak bu sis perdesini kaldırmasını beklemek her yurttaş gibi bizim de beklentimizdir. Cinayetin arkasındaki kişi, kişiler ya da örgüt kim ise ortaya çıkarılmalıdır. Bu güvensizlik ortamında kamuoyunun vicdanının rahatlaması için “aydınlanmaya” ihtiyacımız var. İyi haftalar... Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar Eylül 1795’te Cezayir’de Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ve şimdilerde fazlaca kullanılan deyimle “Bir Türk Gölü” haline gelmiş Akdeniz’deki denizcilik aktivitesi ile ilgili olarak bir barış ve dostluk anlaşmasının* imzalandığını, dahası imzalanan bu anlaşma orijinalinin Osmanlıca ve eski harflerle yazılmış olduğunu, 15 Şubat 1796’da Amerikan Senatosu’na sunularak 2 Mart 1796’da onaylandığını biliyor muydunuz? Uğraşları ve meslekleri gereği değerli tarihçi akademisyenlerimizin dışında böyle bir anlaşmadan pek çoğumuzun haberi bile yoktur kuşkusuz. Osmanlı Sultanı adına, İngilizce çeviri metinde vezir unvanı ile geçiyor ise de aslında yerel otorite olan Cezayir Dayısı** Hasan Paşa ve Amerika Birleşik Devletleri adına da Joseph Donaldson Jr. tarafından imzalanan anlaşma 22 madde orijinal metinde maddelere “fasıl” deniliyor. Sözünü ettiğimiz anlaşmanın hacmi orijinal lisanı Osmanlıca’nın bizim kuşağımızın dahi anlamakta zorluk çekeceği türde ağır ve ağdalı olması buraya bazı alıntılar yapmamıza engel oldu. Ancak metnin tamamında bizim insanımızın, toplumumuzun özelliklerinden olan koruma, barış ve dostluk rüzgârı esiyor. Öyle ki o zamanın ABD’ye ait gemiler, denizlerdeki her türlü doğal risklere, kazalara karşı olduğu gibi o günlerdeki en büyük ve olası risk olan korsan saldırılarına karşı da anlaşmanın başlığında yer alan “Barış ve Dostluk” yaklaşımı ile Osmanlı Devleti’nin koruması altına alınmış. Çok ilginçtir, anlaşmanın her maddesi “barış” anlamında kullanılan “vesselam” sözcüğü ile noktalanıyor. Bilindiği gibi Amerika’nın bir devlet olarak 5 tarih sahnesine çıkışı 1776. Amerikan gemilerinin Akdeniz’in bir yerlerinde gözüktüğü 1790’larda da bu anlaşmanın imzalanması her şeyden önce bir “koruma” olarak gündeme geliyor. Osmanlı’nın zaten o dönemde Akdeniz’de korumaya ihtiyacı yok. Bu anlaşma ile Osmanlı Devleti tarafından bugünkü süper güç Amerika’nın gemileri, tayfası ve hatta varsa taşıdığı yük vs. için sanki tek taraflı bir koruma, kollama ve apaçık ifade edilen bir genel himaye sağlanıyor. Ayrıntılarına burada yer vermeye imkân bulamadık. Aradan iki yüz yılı aşkın zaman geçmiş.. 2007’de Anadolu’da bir Türkiye Cumhuriyeti var. Haklı bir başkaldırı, işgal ve saldırıya karşı bir ulusun canını dişine takarak yaptığı bir ayaklanma ile ölümü, yok olmayı göze almakla kurulmuş bir cumhuriyet. Bugün nelere, kimlere karşı kendini koruma durumunda olan bir Türkiye.. “Dahili ve harici bedhah”***larının türlü şekillerdeki saldırıları ve komplolarına karşı koymak durumunda olan Türkiye.. İşte IMF’ler, Dünya Bankaları, Gümrük Birlikleri, işte “ucu açık” ve başımızı nice dertlere sokmuş, onurumuzu yaralamış, aşağılamış, hiçbir güven vermeyen, gerçeklerden uzak bir AB macerası.. İşte Fransa’da çıkan kanun.. İşte Arjantinlere kadar bile uzanan, Amerikan Senatoları’nda görüşmeye açılan bir Ermeni meselesi ve ileride getirebilecekleri. İşte yıllar içinde göz göre göre çığrından çıkmış, her gün daha çok aleyhimize işleyen, daha sonraki yıllarda da türlü şekillerde Ege Adaları, Kıta Sahanlığı gibi ağır problem ve azgınlıkları gündeme getirecek Kıbrıs konusu... Yetmiş milyonu aştık ve çoğunluğu genç bir nüfus olarak da çoğalmaktayız. Ama sıradan yurt Laik Demokrasi mi, Yoksa Sıradaki mi? M. Naci ÜNVER O smanlı’nın altı yüz yıllık şeriat düzeninden sonra laikliğe geçişimiz hiç kuşkusuz kolay olmamış. Türlü engellerle karşılaşılmış. Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşlarının sarsılmaz azmi ve Türk ulusuna olan güvenleri sayesinde tüm engeller aşı larak 1928 yılında başlatılan “Laikleşme süreci” 10 Nisan 1937’de 1924 Anayasası’nda gerçekleştirilen değişiklikle tamamlanabilmiştir. Hepimizin bildiği gibi bugün dünya üzerinde nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olup da laikliği benimseyip yetmiş yıl yaşa tan tek ülke Türkiye’dir. Bu sonuçta laik sistemin dinsel yaşamı devletin faaliyet alanı dışında tutmasının yanında, inançlara saygıyı esas almasının ve demokratik rejimin temel unsuru olmasının önemli payı olduğu açıktır. Ancak üzülerek belirtelim ki; bugün sağduyu lu her bireyin kabul edeceği gibi laik rejim Cumhuriyet tarihinde eşine rastlanmayacak boyutta bir saldırıyla karşı karşıyadır. Ve var olan üç önemli etken de bu tehlikeyi büyütmektedir. Bu etkenlerden birincisi dış etkenlerdir ki; bunların başında içerdeki koşulları iyi gözlemleyip uygun ortam bulduğunda kimi zaman da dayatma yolunu deneyerek amaca ulaşmaya çalışan dış güçler gelmektedir. Bunlardan birincisi Ortadoğu politikasının bir parçası olarak Türkiye’ye “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ni uygun gören ABD’dir. İkincisi de hiç kuşkusuz AB’dir. AB’nin, kaynağını Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan alan Kemalizmi, diğer bir deyişle Atatürkçülüğü birliğe girmeye engel gibi gösterme çabaları boşuna değildir. Bu aşamada, AB gibi laik devletler topluluğunun Türkiye’de uygulanan laikliğe itiraz etmesi birliğin yapısıyla çelişmez mi, diye düşünebiliriz. İlk bakışta böyle düşünmekte de haklı sayılabiliriz. Aslında AB’nin laiklikle ilgili sorununun olmadığı da kesin. Hemen belirtelim ki; AB’nin sorunu Kemalizmle. Çünkü Kemalizmin laiklik dışında kalan, tam bağımsızlık, ulusalcılık, ulusal birlik, emperyalizm karşıtlığı ve ulusal egemenlik gibi ilkeleri AB’nin önünde önemli birer engel oluşturmaktadır. Bu engeller nedeniyle de PKK’nin masum gösterilmeye çalışılan ve sonuçta ülkeyi parçalamaya yönelik bulunan istekleri ile sözde Ermeni soykırımı iddialarını Türkiye’ye kabul ettirmek zorlaşmaktadır. Sonuçta da bağımsızlık belgemiz niteliğindeki Lozan Antlaşması’nı delmek olanaksızlaşmaktadır. AB bunları aşmak istemektedir. Ancak AB’nin başlattığı Kemalizmi (Atatürkçülüğü) etkisizleştirme girişimleri bu aşamada laiklik karşıtlarının elini rahatlatmaktadır. İkinci bir etken de laiklik karşıtı kişilerin kimi kamu kurumlarında ve yerel yönetimlerde önemli görevlere gelebilmiş olmalarıdır. Üçüncü etken olarak da bir çağdaşlaşma modeli olan Kemalizmi gericilik ve onun temel ilkelerinden biri olan laikliğin Türkiye’de uygulanış biçimini de “Laikçilik” olarak niteleyip demokrasiye engel göstermeye çalışan kimi bilgeler(!) ile entel kalemleri gösterebiliriz. Sonuçta bu bilgeler(!) ile demokrat kalemler(!) de mokrasi savunuculuğu adı altında Cumhuriyetin değerlerini ufalama ve hiçleme çabalarıyla isteyerek ya da istemeyerek içerde laik demokrasiye takke giydirmek isteyenlerin değirmenine su taşımaktadırlar. Hiç kuşkusuz Türkiye’ye sözde ılımlı İslam devleti modeli uygun gören ABD yönetiminin amaçlarına da hizmet etmektedirler... Hemen belirtelim ki; ülkede bu gidişe karşı çıkan kişi ve kurumları, karalama, küçültme ve etkisizleştirip saf dışı etme çabaları da aynı amaca yöneliktir... Herkesçe bilindiği gibi Cumhuriyet Halk Partisi, kuruluş felsefesine uygun olarak başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin temel değerlerini her zaman ve her koşulda savunmuş ve de savunmaktadır. Bu bağlamda ülkenin ulusal çıkarlarını da içtenlikle savunmaktadır. Irak politikası Saddam’dan önce darağacına çıkmış bulunan Başkan Bush’un, Türkiye’yi bu cehenneme çekme girişimlerini 1 Mart tezkeresinin TBMM’de reddini sağlayarak sonuçsuz bırakması bunlardan sadece bir örnektir. Bunların da ötesinde Cumhuriyetin geleneklerine uygun bir cumhurbaşkanı seçimi için tek başına ciddi bir çaba harcamaktadır. Tüm bunları göz önüne aldığımızda Cumhuriyet Halk Partisi’ni karalama, yıpratma ve etkinliklerini sansürleme çabalarının boşuna olmadığını anlamakta zorluk çekmiyoruz. Şimdi soruyoruz; Türk ulusunun yaşam biçimi olarak benimsediği laik demokrasinin laiklik şapkasını çıkarıp onun yerine takke giydirmek isteyenlerin uygun gördükleri modeli sıraya koyduklarını görmezden gelebilir miyiz? Hiç kuşkusuz gelemeyiz. Çünkü günümüzün koşullarında Cumhuriyetimizin temel değerlerine sahip çıkmak herkes için kaçınılmaz bir yurttaşlık görevi haline gelmiştir.Yine belirtelim ki; içinde bulunduğumuz bugünkü koşullar karşısında önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçimler ülkenin geleceği açısından çok büyük önem taşımaktadır. Biz yeni bir yıla “Merhaba” derken ülkede ulusal duyarlılığın her şeye karşın gün geçtikçe yaygınlaşacağına olan inancımızı korumak istiyoruz... Ve 2007 yılının ülkemiz ve ulusumuz için aydınlık geleceğin habercisi olmasını diliyoruz... KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TASFİYE TATİLİNİN İLANI DOSYA NO: 200618 İflas Müflisin adı, soyadı ve yerleşim yerindeki adresi: TASFİYE HALİNDE KİMTAŞ TEKSTİL SANAYİ İTHALAT İHRACAT VE TİCARET A.Ş. TuzlaAydınlı Cumhuriyet Cad. G100 Sok.No.1 İstanbul Yukarıda adı ve adresi yazılı müflisin masaya ait hiçbir malı bulunmadığından İcra ve İflas Kanunu’nun 217. maddesi uyarınca tasfiyenin tatiline karar verilmiştir. İşbu ilan tarihinden itibaren 30 gün içinde alacaklılar tarafından gideri peşin verilerek (5.000,00YTL) iflasa ilişkin işlemlerin devamı istenmediği takdirde iflasın İİK 254 maddesine göre kapatılacağı hususu tebliğ ve ilan olunur. 22.01.2007 Basın: 5321 İSTANBUL 1. İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN EK SIRA CETVELİ İLANI DOSYA NO: 2001/19 Müflisin adı, soyadı ve adresi: MUHSİN TOKGÖZ Sular İdaresi Girne Caddesi Ormancı İş Merkezi No: 14 Kat: 3 Kâğıthane/İSTANBUL Müflis masasında, sıra cetvelinin ilanından sonra geç kayıt yaptıran 16 numarada kayıtlı alacakla ilgili olarak tahkik ve tetkik işlemleri bitirilmiş ve İcra ve İflas Kanunu’nun 206 ve 207’nci maddeleri gereğince düzenlenen alacaklılar sıra cetveli incelemeye hazırdır. Alacağın esasına ve miktarına ilişkin itirazların (15) gün içinde iflasa karar verilen yerdeki ticaret mahkemesinde dava yoluyla ileri sürülebileceği; yalnız sıraya ilişkin itirazların ise (7) gün içinde şikâyet yoluyla icra mahkemesinde ileri sürülebileceği İ.İ.K’nun 166, 232, 234. ve 235. maddeleri gereğince tebliğ ve ilan olunur. 31.01.2007 Basın: 5454 KALEDENİZLİ İCRA DAİRESİ TAŞINIRIN AÇIK ARTTIRMA İLANI Dosya No : 2006/43 TAL. Bir borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve değerleri yazılı mallar satışa çıkarılmış olup: Birinci artırmanın 27/02/2007 günü saat 11.3011.40’ta KALE HÜKÜMET KONAĞI ÖNÜNDE yapılacağı ve o gün kıymetlerinin % 60’ına istekli bulunmadığı takdirde 05/03/2007 günü aynı yer ve saatte 2. artırmanın yapılarak satılacağı; şu kadar ki, artırma bedelinin malın tahmin edilen değerinin % 40’ını bulmasının ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevirme ve payların paylaştırma giderlerini geçmesinin şart olduğu; mahcuzun satış bedeli üzerinden % 18 oranında K.D.V .’nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesinin icra dosyasında görülebileceği; gideri verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği; fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla Dairemize başvurmaları ilân olunur. 26.01.2007 Takdir Edilen Değeri Lira Krş: 38.000,00 Adedi: 1 Cinsi Niteliği ve Önemli Özellikleri: 20 K 3740 plakalı Ford marka 2001 Model Çift.İl.Ahş.Ks.Cargo 2520 Tipi Beyaz renkli Motor No YT 32588 ,Şasi No NM0A08TEDCYT 32588’lu kamyon. Basın: 5265 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle