24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 KASIM 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Bülent Tanör’süz Beş Yıl Bir anayasa hukukçusu olarak Bülent Tanör, 1982 Anayasası’na her zaman eleştirel gözle bakmıştır. Ona göre, hem hazırlanış biçimi hem de içeriği yönünden yanlışlarla dolu olan bu metin, Türk Devrimi’nin kazanımlarını zedeleyen geri bir adımdır. Tanör, Türk toplumunun, özgür bir tartışma ortamında, kendi iç dinamikleriyle çağdaş bir anayasayı hazırlayacak bilgi ve deneyime sahip olduğuna inanırdı. PENCERE Kul ve Mürit... Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan RTE, eski Meclis Başkanı Arınç ve kimi eski, kimi yeni hükümet üyelerinin bıyıklarına dikkat çeken bir erbap dostum dedi ki: Bunların hepsi bıyıklarını bir örnek üzere kırparlar... Neden?.. Aynı tarikattandırlar... Yok canım... İşin matrağı bir yana, olur mu olur; çünkü Türkiye’de meşhur Pilavoğlu’ndan bu yana siyaset ortamını tarikatlar sardı... Saidi Nursi çömezi Fethullah Gülen, Esat Coşan’ı çoktan solladı; Amerika’da konuşlanıp Türkiye’de ahkâm kesiyor... Siyasal parti dediğin örgütlenme, tarikatlar Türkiye’sinde solda sıfıra dönüşüyor... ? Peki, bu gidişatın anlamı ne?.. Demokrasi ancak bireyler (fertler, kişiler, yurttaşlar, vatandaşlar) toplumunda geçerli olabilir. Birey, yani kişi, aklını kullanan yurttaş kimliğindedir; dünya tarihinde 1789 Devrimi’nden, Türkiye’de ise 1923 Devrimi’nden sonra devreye girebilmiştir... Daha önce ümmetin kulları toplumu oluşturuyordu... ? Mürit.. Ve kul.. Önce kul vardı.. Kul, ümmet döneminin ürünüdür.. İslamiyette kul ile Allah arasında aracı yoktur... Kimi zaman “kul” sözcüğü başka amaçlarla da kullanılabilir; ama, bu yaklaşımlar temel gerçeği değiştirmez... Allah’ın kulları, Tanrı’dan başkasına biat edemezler... ? Ya mürit?.. O da ne oluyor? Zamanla İslamiyet bozuldu; Allah ile kul arasında aracılar türedi... Bu aracılar, tarikat şeyhleridir, Hazreti Muhammet’ten çok sonraki dönemlerde çıkarlara dönük tekkelerini kurdular... Allah’ın kulu şeyhin müridine dönüştü... İslam öylesine bozuldu ki şu laf dilden dile salgınlaştı: “ Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır...” Mürit, kurala göre, “ölünün yıkayıcısına teslim olması gibi” şeyhine bağlanmak zorundaydı... ? Bugün Türkiye’de nice açıkgöz çıkarcı aracılığıyla Allah’ın kulu şeyhin müridine dönüştürülmüştür... Artık kul yok.. Mürit var.. Şeyh ve şeyhler diyarı bir toplumda, özgür birey (yurttaş, kişi) günden güne azaldığına göre demokratik rejim nasıl uygulanacak?.. Tarikat ve cemaat şeyhleri çıkarları gereği AKP’yi isterlerse ve müritlerine bu yolda talimat verirlerse, sandıktan kim ve ne çıkacak?.. Ayaklanma YOBAZLIK, Osmanlı’daki çağdaşlaşma girişimlerine karşı çıkmanın adıydı. En tipik olanı, matbaanın ülkeye bir buçuk yüzyıl sonra gelişine yol açanıdır. Zaman zaman, bu karşı çıkışların ayaklanmalara dönüştürüldüğü de olmuştur. Üçüncü Selim’in başına gelenler gibi. Cumhuriyet tarihinde de, ne yazık ki, Kubilay’ın başını götüren bir ayaklanma olayı var. Dikkat edilirse, hep tartışmalar, itirazlar ve küçük gerilimler yaşanır; ayaklanma arkadan gelir. Bekir Coşkun, dün, tesettürlü bir hanımın cuma günü açık tutulmuş bir mağazanın sahibiyle tartışmasını anlatıyordu. Kadın ısrarla mağazanın kapatılmasını istiyor, mağaza sahibi de “Burası İran değil” diye diretiyormuş. Bir önceki olayda aynı kadınla birlikte erkekler de gelmiş, mağazayı yıkacaklarını söyleyip gitmişler. Şimdi, böyle bir olayın yıkımla başlayıp büyük bir çarşı ayaklanmasına dönüşmesinden ürkmez misiniz? enellikle, bu tür olaylar çoğaldıkça ve devletin en üst mevkilerine “ılımlı İslamcılar” oturdukça, Cumhuriyetçi kesimde “Karşıdevrim Türkiye’yi ele geçirdi” düşüncesi yaygınlaşmakta ve ardından umut kırıcı bir bezginlik havası estirilip havlu atmalar çoğalmakta. Kemalist Devrim’in defterini dürüp her şeyin bittiğini, şimdi esen karşıdevrim rüzgârının hiç dinmeyeceğini düşünmek ve eve gidip pijamaları giyerek televizyon karşısında hayıflanmak ne kadar doğrudur? Her şey sahiden bitti mi? Şunu iyi bilmeli: Devrimler tarihi, hep “karşıtlar tarihi”dir, ama bugünkü karşıdevrim, kendini tamamlayamamış bir Kemalist devrimin şimdilik yarım yamalak bir karşıtı sayılır. Bu yarım yamalak karşıdevrimin tamamlanmasına ve toplum üzerine çöreklenmesine izin verilirse, yani başka bir deyişle her şeyin “dibe vurması” beklenirse, ona tepki olarak doğacak “yeni devrim” hem geç hem de çok daha zahmetli olur. Böyle olduğu içindir ki, güncel tabloya bakarak yılgınlığa kapılmak yerine, bir “Cumhuriyetçi seferberlik”le yeni güçleri siyasal mücadele saflarına çekerek karşıdevrimi bu aşamasında yenmek gerekir. apılamayan budur. Belki de 14 Nisan’la başlayan “mitingler”in aldatıcılığı bu noktada oldu. Kalabalıklar, insanların içlerinden gelen doğal tepkiyle bir “ayaklanma”, ama şiddetten uzak ve tam tersine son derece yumuşak bir ayaklanma izlenimi verdiği için “karşıdevrimin karşıtlığı oluştu” izlenimi yaygınlaşmıştı. Ama bunu programıyla, halka sunulan kadrolarıyla ve kitle oylarıyla tam bir “siyasal ayaklanma”ya dönüştürme işini ne ana muhalefet becerebildi ne de “Cumhuriyetçi” denen öbür partiler. Cumhuriyetçi liderlik, karşıdevrimin nutukçularına lafla yanıt yetiştirme olarak algılandı; kalabalıklar da mitinglere katılmayı ve Anıtkabir’e yürümeyi siyasal eylem sandı. Oysa siyasal ayaklanma, devrimci düşünce ve sağlam örgütlenme isteyen, üzerinde daha derinliğine düşünülmesi gereken ciddi bir olaydı. Prof. Oktay UYGUN P G Y [email protected] rof. Bülent Tanör beş yıl önce aramızdan ayrıldı. 28 Kasım 2002’de, yalnızca seçkin bir anayasa hukukçusunu yitirmedik; aynı zamanda, onurlu ve ilkeli davranışı yaşam biçimine dönüştürmüş, “fikri hür, vicdanı hür” aydın kuşağının son temsilcilerinden birini kaybettik. Siyasetin gündemini son aylarda meşgul eden anayasa tartışmalarını Bülent Tanör’süz geçirmek, Türkiye için büyük bir şanssızlıktır. Anayasalar, yalnızca güncel politik sorunlara çözüm üreten hukuk belgeleri olarak görülemez. Anayasanın daha önemli bir özelliği, ulusun geleceğine yön veren temel ilkeleri içeren bir toplumsal proje oluşudur. Gelecek kuşaklara da kılavuzluk edecek bu belgenin, bir toplumsal uzlaşıyı yansıtacak biçim ve içerikte hazırlanması gerekir. Bugünlerde, tam da böyle bir bakış açısının eksikliğini hissediyor ve Bülent Tanör’ü arıyoruz. Bülent Tanör, en çetrefil politik konulara, uygar dünyanın üzerinde uzlaştığı temel ilkeler açısından bakabilen, Türk Devrimi’nin özgül tarihsel mirası ile insanlığın ortak mirasının evrensel değerlerini birleştiren bir aydındı. Bülent Tanör ile ilk kez, 1981’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencisi olarak tanıştım. Daha ilk günden, tüm öğrencilerde, onun “farklı” bir öğretim üyesi olduğu kanaatinin oluştuğunu gördüm. Her dersin çıkışında onlarca öğrenci etrafını sarıyor, ayaküstü pek çok konu konuşuluyor, çoğu kez bu sohbetler odasında devam edi yordu. Üniversite öğrenimimi sıkıyönetim ve olağanüstü hal altında tamamlayan bir öğrenci olarak, o yıllarda, kendimi yalnızca Bülent Tanör’le konuşurken özgür ve yaratıcı hissettiğimi anımsıyorum. Üniversite içinde, onun dersi ya da odası, 12 Eylül zihniyetinin tektipleştirici, baskıcı ve insanı değersizleştiren uygulamalarına kapalı ender mekânlardan biriydi. Onunla beraber düşünce özgürlüğünün en uç sınırlarında gezinir, tabu sayılan pek çok konuda beyin cimnastiği yapardık. Bülent Tanör, çoğu öğrenci gibi benim için de yaşadığımız mekâna üniversite niteliğini kazandıran en önemli unsurdu. Bir öğretim üyesi olarak Bülent Tanör, üniversite içinde başlı başına bir okuldu. 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı, Avrupa Birliği sürecini, Türkiye’nin demokratikleşme çabalarını onunla birlikte yaşamak, tartışmak ve değerlendirmek, bu alanlarda birer doktora tezi yazmak kadar öğreticiydi. da atılan her önemli adımın arkasında onun çalışmalarının doğrudan ya da dolaylı bir etkisi vardır. Bir aydın olarak Bülent Tanör’ün saygı ve takdirle anılması gereken yönlerinden biri, her koşulda görüşlerinin samimiyetine ve dürüstlüğüne güvenilebilmesidir. Kuşkusuz, görüşlerinde, hayata bakış açısında zaman içinde önemli değişiklikler oldu. Bunları hiçbir zaman reddetmedi; tam tersine, fikirlerinin farklılaşmasını bir gelişme ve düşünsel zenginlik olarak gördü. Onu güvenilir ve dürüst kılan, görüşlerinin sabit fikirlilik derecesinde değişmemesi değil, değişimin ardında baskılara boyun eğme, maddi çıkar ya da statü elde etme, moda trendlere uyma gibi bilim etiğiyle bağdaşmayacak hiçbir unsurun bulunmamasıydı. Işık kaynağı O, her zaman, incelediği konuya evrensel ilkeler açısından bakabilen biriydi. Ne yazık ki, bilimsel çalışmanın asgari koşulları olan bu ilkelere uygun hareket etmek ve bilim etiğinden ödün vermeden çalışmak, Türkiye koşullarında ağır bedeller ödemeyi gerektiriyordu. Bu durum bugün de pek fazla değişmemiştir. Bülent Tanör, birkaç kez, bu bedeli çok ağır biçimde ödemek zorunda bırakıldı. Bülent Tanör, ideolojik kimliğini her zaman açıkça ifade etmesine rağmen liberal, muhafazakâr, milliyetçi, Marksist, Kemalist her kesimden insanın saygı duyduğu bir insandı. Her görüşten insan onun fikirlerinden yararlanabilirdi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yalnızca anayasa hukuku değil, Türk devrim tarihi derslerine de girerdi. Pek çok üniversitede önemsenmeyen devrim tarihi dersi, onun sayesinde en zevkli tartışmaların yapıldığı, yaratıcı fikirlerin ortaya konduğu bir beyin fırtınası konferansına dönüşürdü. Bu derslere katılan pek çok öğrenci, Türk devriminin temel ilkelerini ve onun önderinin dünya görüşünü, nesnel biçimde ilk kez Bülent Tanör’ün dersleri sayesinde kavrayabildiğini söylemiştir. Bülent Tanör’ün bu dersleri, “Kurtuluş Kuruluş” ve “Türkiye’de Kongre İktidarları” isimli iki çalışmayla kitaplaşmıştır. Her iki kitap, yakın tarihimize yeni pencereler açan, Türk Devrimi’nin gizli mantık bağlarını ve evrensel değerini ortaya koyan çok değerli eserlerdir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde devrim tarihi dersleri, bugün de Bülent Tanör’ün izlediği yöntem, mantık ve kitaplarla işlenmektedir. Bir anayasa hukukçusu olarak Bülent Tanör, 1982 Anayasası’na her zaman eleştirel gözle bakmıştır. Ona göre, hem hazırlanış biçimi hem de içeriği yönünden yanlışlarla dolu olan bu metin, Türk Devrimi’nin kazanımlarını zedeleyen geri bir adımdır. Tanör, Türk toplumunun, özgür bir tartışma ortamında, kendi iç dinamikleriyle çağdaş bir anayasayı hazırlayacak bilgi ve deneyime sahip olduğuna inanırdı. Ona göre yeni bir anayasa yalnızca Cumhuriyetin kazanımlarını korumakla yetinmemeli, bu kazanımları daha ileri götürecek ve Türkiye’ye 21. yüzyılda rehberlik edecek ilkeleri de içermeliydi. Günümüzde anayasa tartışmalarının ne denli kısır politik çekişmelerin baskısı altında yapıldığını gördükçe, Bülent Tanör’ün bu geniş ve kapsayıcı perspektifinin önemini daha iyi değerlendirebiliyoruz. Bu süreçte Bülent Tanör gibi anayasa hukukçularımızın olmayışı, toplumun anayasa sorununa dar politik çekişmeleri aşıp Türk ulusunun uzun vadeli çıkarları açısından bakmasını zorlaştırıyor. Hemen önümüzde duran ağaçlardan, ormanı bir bütün olarak göremiyoruz. Bugünün kaygılarına geleceğimizi, umutlarımızı ve ideallerimizi kurban ediyoruz. Elimizde, ormanda gidebileceğimiz çeşitli yolların başlangıcını aydınlatan mumlar var, ama bu yolların ulaştığı yere ışık tutan, ormanı bir bütün olarak tepeden gören güçlü fenerlerden yana sıkıntılıyız. Bülent Tanör, ülkenin geleceğine ilişkin projeksiyonlar yapabilen uzun erimli bir ışık kaynağıydı. Düşünce zengini Bütün bu dönem boyunca çoğu meslektaşı kendisini susmak zorunda hissetti ya da tabu sayılan konulara hiç değinmemeyi tercih etti. O ise toplumu kutuplaşmaya götüren en duyarlı konulara çağdaş bir demokratik sistemin penceresinden bakarak fikir yürütmeyi ilke edindi. Bülent Tanör, hukukun yalnızca ne olduğunu açıklamakla yetinmeyip nasıl olması gerektiğini de söyleyen bir hukukçuydu. Yakın geçmişte ve günümüzde, insan hakları ve demokratikleşme alanın CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle